Dipper ve non-dipper hipertansif hastalarda serum copeptin seviyeleri ile fmd(flow-mediated dilatation) ve pulse wave analiz ile belirlenen noninvaziv endotelial fonksiyon göstegeleri arasındaki ilişki
Abstract
KANDEMİR H. Dipper ve non-dipper hipertansif hastalarda serum copeptin seviyeleri ile FMD(Flow-mediated dilatation) ve Pulse Wave Analiz ile belirlenen noninvaziv endotelial fonksiyon göstegeleri arasındaki ilişki, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2017. Hipertansiyon yaygınlığı ve tüm dünyadaki ölümlerin en önde gelen nedeni olduğu için giderek artan bir halk sağlığı problemi haline gelmiştir. Tüm dünyadaki ölümlerin, ilk nedeni olarak görülen kardiyovasküler hastalıkların (KVH) etyolojisinde ilk sırada Hipertansiyon (HT) yer almaktadır. Hipertansiyon prevelansı genel popülasyonda %30-45 civarında tespit ediştir; bu oran yaşla birlikte artış göstermektedir ve ülkeden ülkeye değişiklikler vardır. Türkiyede bu oran PatenT2 çalışmasında tüm populasyonda %31,8 olarak tespit edilmiştir. Hipertansiyon neden olduğu uç organ hasarlarıyla da klinik açıdan büyük önem taşımaktadır. Subklinik organ hasarının genel kardiyovasküler riskin belirleyicisi olarak önemi nedeniyle, organ tutulumu bulguları dikkatli bir şekilde araştırılmalıdır. Kan basıncı düzeyi yüksek olan ve olmayan bireylerde kardiyovaskuler riski belirlemede subklinik organ hasarının yaşamsal rolüne ilişkin günümüzde çok sayıda kanıt mevcuttur. Akımla bağlı genişleme (ABG), endotel bağımlı bir işlem olup; orta büyüklükteki musküler arterlerin shear strese maruz kalması sonucu meydana gelen hiperemiyi ölçmektedir. Tansiyon aleti manşonunun şişirilmesi ile oluşturulan shear stres'e cevaben brakiyal arterde oluşan dilatasyon esas olarak NO'in endotelden salınmasına bağlıdır ve koroner endotelyal fonksiyonun invaziv olarak değerlendirilmesi ile uyum gösterir. Arteryel stiffness damar duvarının gerilimini ve elastikiyetini belirtir. Arteryel sertlik, hipertansif hastalarda hedef organ hasarının bir göstergesidir. Copeptin ilk defa Holwerda tarafından 1972' de tanımlanan lösinden zengin kor segmentine sahip glikozillenmiş 39 aminoasitlik uzun bir peptidtir. AVP ve copeptin 164 aminoasit içeren aynı prekürsör peptid olan preprovazopressinden oluşurlar; ki bu peptid AVP, nörofizin 2, sinyal peptidi ve copeptini içerir. Sonuç olarak copeptin pro-AVP (CT proAVP)' nin C terminal parçasıdır. AVP' nin aksine copeptin oda sıcaklığında serum veya plazmada çok stabil bir moleküldür ve seviyesinin ölçülmesi kolaydır. Copeptin plazma konsantrasyonları ile AVP üretimi v yakın benzerlik tespit edilmiş ve copeptinin kortizole göre endojen stres seviyesini daha iyi yansıttığı gösterilmiştir. Copeptin seviyeleri ile hastalık ciddiyeti ve klinik sonlanım arasında pozitif ilişki varlığından dolayı akut hastalıklarda copeptinin prognostik bir marker olarak kullanılabileceği ileri sürülmüştür. Sağlıklı kişiler ve durumu kritik hastalarda copeptin ile vazopressin seviyeleri arasında direkt iliski tespit edilmistir. Son 2 yılda copeptin pnömoni, kalp yetmezliği, hemorajik ve septik sok gibi birçok farklı hastalıkta tanısal ve prognostik faktör olarak arastırılmıstır ve hastalığın siddeti ile orantılı olarak yükseldiği tespit edilmiştir. Bizde bu çalışmamızda dipper ve nondipper hipertansif hastalarda plazma copeptin seviyeleri ile fmd ve pulse wave analiz ile belirlenen noninvaziv endotelial fonksiyon göstergeleri arasındaki ilişkiyi göstermeyi planladık. Çalışmamıza 30 dipper, 31 non-dipper ve 30 sağlıklı kontrol olmak üzere toplam 91 gönüllü dahil edildi. Copeptin düzeyi dipper hipertansif hasta grubunda kontrol grubuna göre yüksekliği istatistiksel olarak anlamlı değildi (p:0.101). Ancak non-dipper hipertansif hasta grubunda diğer dipper hipertansif ve kontrol gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı (sırası ile p:0.010, p:0.001). Noninvaziv endotel disfonksiyonu parametleri açısından dipper ve non-dipper hipertansif hasta grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmazken, kontrol gurubuna göre her iki hasta grubundaki fark istatistiksel olarak anlamlı saptandı. Yapılan lineer regresyon analizinde copeptin düzeyi ile non-invaziv endotel disfoksiyonu parametrelerinden en anlamlı ilişki reflection index (RI) değeri ile olduğu saptandı (p:0.015 beta:0.285 t:2.490). Bu veriler ışığında hipertansif hastalardaki özellikle nondipper grupta copeptin düzeylerinin endotel fonksiyon paremetrelerinden FMD ve arteriel stifness göstergelerinden SI ve RI değerleri arasındaki korelasyon hipertansif hastaların uç organ hasarı ve endotel disfonsiyonu göstermede biyokimyasal bir paremetre kullanılabileceği fikrini vermektedir. Aynı zamanda hastaların tedavi ve prognozlarını değerlendirmede bir biyokimyasal belirteç olarak kullanılabileceğini göstermiştir. Ancak bu konuda benzer sonuçlarla desteklenen daha fazla ve büyük çalışmalara ihtiyaç vardır. KANDEMİR H. Relationship between serum copeptin levels and non-invasive endothelial function indices determined by FMD (Flow-mediated dilatation) and Pulse Wave Analysis in dipper and non-dipper hypertensive patients. Kirikkale University, Faculty of Medicine, Department of Cardiology. Thesis of Speciality, Kirikkale, 2017. Because of the prevalence of hypertension and the leading cause of deaths all over the world, it has become a growing public health problem. Hypertension (HT) is the first in the etiology of cardiovascular diseases (CVD), the first cause of deaths worldwide. HT prevalance is approximately %30-45 in general population, increases with age and shows different notes among races and countries. Patent2 trial demonstrated %31.8 rate of HT in Turkey. HT reveals a significant importance ue to its end organ damage. The end organ dysfunction must be carefully eveluated. There is an increasing evidence of vital role of subclinical end organ damage in evoluating cardiovascular risk in both hypertensive and non hypertensive patiens. Flow mediated dilatation (FMD) which is an endothel independent procedure measures the hypermia occuring due to shear stress in the mid-sized muscular artereies. Dilatation in the brachial artery is due to the release of NO and is associated with invasive evoluiation of endothelial function. Arterial stiffness specifies vessel wall stres and elasticity. Arterial stiffnes is a hallmark of end organ damage in hypertensive patients. Copeptin is a long peptide of 39 amino acids glycosylated with the leucine-rich core segment as described by Holwerda in 1972 for the first time. AVP and copeptin are composed of pre pro vasopressin, which is the same precursor peptide containing 164 amino acids; wherein the peptide comprises AVP, neurophysin 2, signal peptide and copeptin. As a result, copeptin is the C-terminal part of pro-AVP (CT pro AVP). Unlike AVP, copeptin is a very stable molecule in serum or plasma at room temperature, and its level is easy to measure. Copeptin plasma concentrations were closely related to AVP production and it was shown that copeptin better reflects the endogenous stress level relative to cortisone. It has been suggested that copeptin can be used as a prognostic marker in acute diseases due to the positive relationship between copeptin levels and disease severity and clinical outcome. In vii healthy subjects and in critically ill patients, direct association between copeptin and vasopressin levels has been established. In the last 2 years, copeptin has been investigated as a diagnostic and prognostic factor in many different diseases such as pneumonia, heart failure, hemorrhagic and septic shock and It has been determined that the disease is increased in proportion to the severity of the disease. In this study, we planned to show the relation between plasma copeptine levels in dipper and nondipper hypertensive patients and noninvasive endothelial function markers determined by FMD and pulse wave analysis. A total of 91 volunteers, 30 dipper, 31 non-dipper and 30 healthy controls were included in the study. Copeptin level was not statistically significant in the dipper hypertensive group compared to the control group (p: 0.101). However, in the non-dipper hypertensive group, it was found to be significantly higher than the other dipper hypertensives and control groups (p: 0.010, p: 0.001, respectively). While there was no statistically significant difference between the groups of dipper and non-dipper hypertensive patients in terms of noninvasive endothelial dysfunction parameters, the difference in the two groups was statistically significant compared to the control group. In the linear regression analysis, it was determined that the most significant relationship between copeptin level and non-invasive endothelial dysfunction parameters was the reflection index (RI) value (p:0.015 beta:0.285 t:2.490). In this case, especially in the nondipper group in hypertensive patients, the correlation between copeptin levels and endothelial function parameters including FMD and SI and RI values of arterial stiffness indicators suggests that copeptin may be use a biochemical parameter to determined in endothelial dysfunction and end organ damage of hypertensive patients. It has also shown that it can be used as a biochemical marker for evaluating the treatment and prognosis of patients. However, there is a need for more and greater work in this area supported by similar results.