Yazar "Şahin, Ömer" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Atrial electromechanical delay and p wave dispersion associated with severity of chronic obstructive pulmonary disease(Makerere Univ, Fac Med, 2021) Çelik, Yunus; Yıldırım, Nesligül; Demir, Vahit; Alp, Çağlar; Şahin, Ömer; Doğru, Mehmet TolgaBackground: The aim of this study was to evaluate atrial electromechanical delay (AEMD) with both electrocardiography (ECG) and echocardiography in patients with Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD). Methods: Total of 110 patients were included in this cross-sectional case-control study. P-wave dispersion (PWD) was measured on a 12-lead ECG. Atrial electromechanical intervals (PA) were measured as the time interval between the onset of the P wave on the ECG and the beginning of the late diastolic A wave. Results: PWD was found to be 40.9 +/- 9.2 ms in the healthy control group, 45.6 +/- 8.2 ms in the mild COPD and 44.8 +/- 8.7 ms in the severe COPD group (p<0.05). Intra-right atrial EMD was found to be 10.7 +/- 5.8 ms in mild COPD, 11.0 +/- 7 ms in severe COPD, and it was 16.4 +/- 7.3 ms in healthy control group (p<0.001). Interatrial EMD was detected to be 29.5 +/- 9.1 ms in the control group, 24.1 +/- 9 ms in mild COPD group, and 23.9 +/- 11.1 ms in the severe COPD group (p<0.001). Conclusion: Both mild and severe COPD groups decreased PWD, increased tricuspid PA and significantly decreased inter and right intra-AEMD times in comparison to the control group.Öğe Bilirubin Levels and the Burden of Coronary Atherosclerosis in Patients With STEMI(Sage Publications Inc, 2013) Şahin, Ömer; Akpek, Mahmut; Elçik, Deniz; Karadavut, Serhat; Şimşek, Vedat; Tulmaç, Murat; Kaya, Mehmet G.We investigated whether serum bilirubin level (a marker of heme oxygenase activity) is a predictor of high levels of SYNTAX score (SXscore) in patients with acute myocardial infarction. Patients (n = 281; male 77%; mean age 60 +/- 12) who were admitted with ST-elevation myocardial infarctions (STEMIs) were enrolled. Patients were divided into 2 groups. Group 1 was defined as SXscore <22 and group 2 was defined as SXscore >= 22. Total bilirubin levels were significantly higher in the high-SXscore group than in the low-SXscore group (0.86 +/- 0.42 vs 1.02 +/- 0.51, P = .005). A significant correlation was detected between total bilirubin and SXscore (r = .42; P = .001). At multivariate analysis, total bilirubin (odds ratio: 1.86, 95% confidence interval 1.04-3.35; P = .038) was an independent risk factor for high SXscore in patients with STEMI. In conclusion, serum bilirubin level is independently associated with SXscore in patients with STEMI.Öğe Depresyon Hastalarında Endotel Fonksiyonları, Ekokardiyografik Parametreler ve Damar Sertliğine Antidepresan Tedavinin Etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Tulmaç, Murat; Özdemir, Hatice; Şahin, Ömer; Poyraz, Fatih; Şimşek, Vedat; Canlı, DeryaIncreasing evidence reveals that depression is emerging as an independent cardiovascular disease (CVD) risk factor. We investigated whether treating depression with seratonin reuptake inhibitors (SSRI) would effect echocardiographic systolic and diastolic functions, in addition endothelial function and arterial stiffnes indexes which are known CVD risk factors Fourtyone patients who were prescribed SSRI therapy for the first time due to major depression without known CVD and between 16-65 years of age were included. At the beginning of the study and after 8 weeks of SSRI therapy patients were underwent echocardiographic analysis of systolic and diastolic parameters, myocardial performance index (MPI) and aortic strain (Ao strain). Also by finger plethysmography with the aid of an auto-analyser pulse wave analysis were done and pulse propagation time (PPT), stiffness index (SI) and reflection index (RI) were measured. Endothelial functions were estimated with flow mediated dilatation method. Nineteen patients (46.3%) came to control visit after 8 weeks of therapy and the final analysis was done with their results. Compared to beginning, 8 weeks of therapy with SSRI resulted in an increase in systolic ejection fraction (%64,83±4,54 vs %66,80±3,3, p=0,020) and fractional shortening (%35,39±3,53 vs %37,11±2,49, p=0,013) and decrease in MPI (0,60±0,21 vs 0,45±0,15, p=0,004). The other parameters including left ventricular diastolic functions, aortic strain, endothelial function and aortic stiffness parameters were not significantly effected. Our results imply that short term therapy with SSRI in patients with newly diagnosed depression might favorably effect the left ventricular systolic functions whereas left ventricular diastolic functions, endothelial functions and aortic stifness parameters remain unchanged.Öğe Esansiyel hipertansiyon hastalarında diurnal kan basıncı ritminin miyokard performans indeksi, endotel fonksiyonları ve aortik esneklik parametreleri üzerine olan etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Şahin, Ömer; Ebinç, HaksunHipertansiyon dünyada ve ülkemizde sıklıkla giderek artan ve yarattığı komplikasyonlar nedeniyle toplum sağlığını tehdit eden oldukça önemli hastalıklardan birisidir. Hipertansiyon, ülkelere, ırka, cinsiyete, sosyoekonomik düzeye göre farklılıklar gösterse de görülme sıklığı kabaca yetişkin nüfusun %25'idir. Normal sağlıklı erişkinlerde kan basıncı nokturnal düşüş gösterir. Gece sistolik kan basıncı düşüşünün >%10 izlendiği kişilere ''dipper'', düşüşün <%10 olduğu kişilere ise ''nondipper'' denilmektedir. Nondipper grupta kardiyovasküler morbidite ve mortalitede artış mevcuttur. Miyokard performans indeksi (MPİ), birçok kalp hastalığında prognostik değeri olan, sistolik ve diyastolik performansın değerlendirilmesinde kullanılabilecek nispeten yeni bir indekstir.Bu çalışmamızda amacımız; esansiyel hipertansiyon hastalarında diurnal kan basıncı ritminin endotel fonksiyonlarına, miyokard performans indeksine ve aortik esneklik parametreleri üzerine olan etkisini araştırmaktır.Çalışmamıza 18 yaş üzeri esansiyel hipertansiyon hastaları ve hipertansif olmayan sağlıklı kontrol grubu dahil edildi. Hipertansiyon hastalarına 24 saatlik Ambulatuar kan basıncı monitörizasyonu (AKBM) yapılarak hastalar dipper ve nondipper hipertansif gruba ayrıldı. Çalışmaya 30 dipper, 31 nondipper hipertansif ve 25 sağlıklı kontrol olgusu alındı. Tüm bireylere brakiyal arterden akıma bağlı dilatasyon ve transtorasik ekokardiyografi ile aortik esneklik parametreleri ve miyokard performans indeksi ölçüldü.Gruplar yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, sigara kullanımı ve biyokimyasal parametreler açısından benzer idi. Nondipper grupta beta bloker kullanımı dipper gruba göre fazla (p=0.023) olmakla beraber her iki grup arasında diğer antihipertansif ilaç kullanımı açısından fark yoktu. Akıma bağlı dilatasyon (ABG) değeri; kontrol grubunda dipper gruba oranla daha yüksek, dipper grupta ise nondipper gruba oranla daha yüksekti (sırasıyla p=0.003, p=0.023). MPİ değeri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0.110). Aortik strain ve gerilebilirlik indeksi; kontrol grubunda dipper gruba oranla daha düşük, dipper grupta ise nondipper gruba oranla daha düşük olduğu saptandı (sırasıyla AoStrain için p<0.001, p<0.001; AoDist için p<0.001, p<0.001). Aortik stiffnes indeksi; kontrol grubu ile dipper grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmazken, dipper ve nondipper hipertansif gruplar arasında nondipper grupta aortik stiffness indeksi daha büyük bulundu (sırasıyla p=0.087, p<0.001).Nondipper hipertansiyon; artmış endotel disfonksiyonu, azalmış aortik strain ve gerilebilirlik ve artmış aortik stiffness indeksi ile ilişkili bulunmuştur. Aynı şekilde dipper hipertansif hastalarda kontrol grubuna göre; artmış endotel disfonksiyonu, azalmış aortik strain ve azalmış aortik gerilebilirlik ile ilişkilidir. Ancak MPİ değerlerinde değişiklik ile ilişkili değildir. Dipper ve nondipper hipertansif hastalarda artmış kardiyovasküler riskin değerlendirilmesinde ABG ve aortik esneklik parametrelerinin değerlendirilmesinin daha yararlı olacağı, ancak MPİ'nin özellikle erken safhada yararının düşük olduğu söylenebilir.Hipertansiyon ve nondipper hipertansif alt gruplarda daha fazla artmış kardiyovasküler olay ve mortalite riski bulunmaktadır. Bu hastalara daha düzenli takip yapılmalıdır. Takiplerde AKBM'nin kullanım oranı artırılmalı ve daha yüksek riske sahip olan nondipper hastaların tespiti sağlanmalıdır. Böylece nondipper hipertansif hastalarda daha sıkı risk modifikasyonu ve kan basıncı kontrolü sağlanmaya çalışılması hastaların progresyonunda düzelme sağlayabilir.Öğe Glokomu olmayan hipertansif bireylerde dipper ve non-dipper kan basıncı paterninin retina sinir lifi kalınlığı üzerine etkisi(2014) Onaran, Zafer; Oğurel, Reyhan; Ebinç, Haksun; Usta, Gülşah; Şahin, Ömer; Örnek, KemalAmaç: Yirmi dört saat ayaktan kan basıncı izlemi sonucu kan basıncı seyri dipper ve non-dipper olarak saptanan hipertansif hasta- larda retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlığının ölçülmesi ve farklı kan basıncı paternlerinin RSLT üzerine etkisinin araştırılması. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya hipertansiyon tanısı almış 25 hasta ile 22 sağlıklı birey dahil edildi. Hipertansif hastalar 24 saatlik ayaktan kan basıncı ölçümü yapılarak 2 gruba ayrıldı. Arteriyel kan basınçlarının gece ortalaması gündüz ortalamasından %10 ve daha fazla düşük olanlar dipper hipertansiyon grubu (n13), düşüş olmayanlar ise non-dipper hipertansiyon grubu (n12) olarak belirlendi. Takiben çalışmaya katılan tüm bireylerin RSLT kalınlığı NFAII-GDx cihazı ile ölçüldü. Bulgular: Dipper ve non-dipper gruplarında gündüz ve gece ölçülen ortalama kan basıncı değerlerinin kontrol grubundan anlamlı derecede yüksek olduğu tespit edildi (p0.05). RSLT kalınlığının değerlendirilmesinde kullanılan GDx parametrelerinden TSNIT, superior average ve inferior average değerlerinin non-dipper grubunda hem kontrol grubundan hem de dipper grubundan daha düşük olduğu görüldü. En belirgin ve istatistiksel olarak anlamlı olan farkın da kontrol grubu ile non-dipper grubu arasındaki inferior average değerinde olduğu gözlendi (67.03 ?9.15 ve 59.31?6.38, p0.01). Sonuç: Gece boyunca çoğu kişide gözlenen kan basıncı düşüşünün olmadığı (non-dipper) hipertansif kişilerde hedef son organ hasarı- nın daha ciddi boyutlarda olduğu gösterilmiştir. Çalışmanın sonucunda saptanmış olan non-dipper paternde hipertansiyonun RSLT’da oluşturduğu incelme nedeniyle glokomatöz hasar için ek bir risk faktörü olarak geniş kapsamlı çalışmalarda incelenmesi faydalı olabilir.Öğe İDRAR KÜLTÜRLERİNDEN İZOLE EDİLEN ESCHERİCHİA COLİ SUŞLARININ KLİNİKTE SIKÇA KULLANILAN ANTİBİYOTİKLERE KARŞI DİRENÇ ORANLARININ ARAŞTIRILMASI(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Tuna, Ayşegül; Arslan, Ferhat; Akkuş, İlknur; Böke, Eftal; Şahin, Ömer; Kaçmaz, Birgül; Gül, SerdarAmaç: Bu çalışmada bölgemizde üriner enfeksiyonlara yol açan E. coli suşlarının klinikte sıkça kullanılan antibiyotiklere karşı direnç oranlarının tespit edilmesi ve bu bulguların ampirik antibiyotik tedavisinde yol gösterici olması amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Çalışmada Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarında Haziran 2022-Haziran 2023 tarihleri arasında ayaktan hastalardan alınan idrar kültürlerinden izole edilen E. coli suşları’nın antibiyotik duyarlılıkları BD Phoenix™ M50 bakteri identifikasyon ve antibiyotik duyarlılık testi otomatize sistemle çalışılmıştır.Bulgular: Çalışmaya toplam 335’i kadın 99’u erkek hastadan izole edilmiş 434 E. coli suşu dahil edilmiştir. 434 suşun 43’ünün (%9.9) de genişlemiş spektrumlu beta-laktamazlar ürettiği tespit edilmiştir. E. Coli suşlarına karşı en yüksek direnç oranları florokinolonlar ve üçüncü kuşak sefalosporinlere karşı saptanırken en düşük direnç oranları karbapenem, amikasin, fosfomisin ve nitrofurantoine karşı saptanmıştır.Sonuç: Çalışmada elde edilen direnç oranları göz önüne alındığında basit sistiti olan hastaların ampirik ayaktan tedavileri için bölgemizde fosfomisin, nitrofurantoin ve TMP- SXT uygun tedavi seçenekleri olarak görülmektedir. Yüksek direnç oranları nedeniyle ampirik florokinolon kullanımından kaçınılmalıdır. Genişlemiş spektrumlu beta-laktamazlar üreten suşların tedavisinde de karbapenemler ve amikasin uygun tedavi seçenekleri olarak görülmektedir.Öğe Kronik hepatit B tedavisinde kullanılan tenofovir disoproksil fumarat ve entekavirin vestibülokoklear toksisitesinin klinik olarak araştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Şahin, Ömer; Gül, SerdarNükleoz(t)it analogları (NA), kronik hepatit B tedavisinde kullanılan temel ilaç grubudur. Bu gruptan tenofovir ve entekavir tedavide ilk seçenek oral antiviral ilaçlardır. NA alan çok sayıda kronik hepatit B hastası göz önüne alındığında, bu ilaç grubunun yan etkileri ve sistemler üzerine potansiyel toksisiteleri önemli bir tıbbi sorunu temsil eder. NA'ların vestibülokoklear sistem üzerine toksisite verileri son derece kısıtlıdır. Bu çalışmada, kronik hepatit B tanılı, tenofovir disoproksil fumarat (TDF) veya entekavir (ETV) tedavisi alan hastalarda tedaviye bağlı vestibülokoklear toksisitenin klinik olarak araştırılması amaçlandı. Çalışma 15/06/2023-15/04/2024 tarihleri arasında yapıldı. Çalışma için, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Girişimsel Olmayan Araştırmalar Etik Kurulu'ndan onay alındı. Kronik hepatit B tanılı olup TDF tedavisi alan 50 kişi, ETV tedavisi alan 50 kişi ve kontrol grubu 50 kişi olmak üzere toplam 150 kişi çalışmaya dahil edildi. Hastalara ve kontrol grubundaki kişilere kulak burun boğaz ve vestibüler muayeneleri yapıldıktan sonra, saf ses odyometrisi, geçici uyarılmış otoakustik emisyon (TEOAE) ve video head impulse testleri (VHIT) uygulandı. Hastaların ve kontrol grubunun test verileri değerlendirildi. İstatistik analizler SPSS versiyon 20.0 yazılımı kullanılarak yapıldı. P değerinin 0,05'in altında olduğu durumlar istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar olarak değerlendirildi. TDF tedavisi alan grubun %26'sında, ETV tedavisi alan grubun %16'sında işitme kaybı tespit edildi. En çok saptanan işitme kaybı türü sensörinöral tip işitme kaybı idi. Saptanan işitme kayıplarının; %90.4'ü hafif derecede iken, %9.6'sı ise orta derecede idi. TDF tedavisi alan grubun %36'sında, ETV tedavisi alan grubun ise %30'unda TEOAE yanıtı alınamadı. Tedavi alan gruplar ile kontrol grubu arasında test edilen her bir semisirküler kanaldaki (SSK) patolojik VHIT, vestibülo-oküler refleks (VOR) kazancı ve VOR kazanç asimetrisi yüzdeleri açısından anlamlı fark saptanmadı. TDF ve ETV tedavisi alan grupların her ikisinde de en az bir SSK'da overt veya covert sakkad saptanan kişi sayısı kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek saptandı. TDF ve ETV tedavisi alan gruplardaki hastaların kontrol grubuna göre test edilen tüm frekanslarda işitme eşikleri anlamlı derecede daha yüksek, TEOAE yanıtları anlamlı derecede daha düşük saptanırken, vestibüler kayıpları ise daha sınırlı idi. TDF ve ETV tedavisi alan grupların test sonuçları kıyaslandığında, her iki gruptaki sonuçların birbirine yakın olduğu ve iki grup arasında genellikle istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadığı izlendi. Çalışmamızdaki saf ses odyometrisi, TEOAE ve VHIT verileri; TDF ve ETV tedavilerinin hem koklear hem vestibüler fonksiyon kaybı yaptıklarını, ototoksik ilaçlar olduğunu destekler niteliktedir. TDF ve ETV'nin neden oldukları koklear ve vestibüler toksisiteleri kıyaslandığında, koklear toksisitelerinin daha büyük ve daha ön planda olduğu sonucuna ulaşıldı. TDF veya ETV tedavisi başlanacak olan kronik hepatit B tanılı hastalara hem tedavi öncesinde hem tedavilerinin devamında belirli periyotlar ile işitme ve vestibüler düzeylerinin kontrol edilmesi gerektiği kanaatine varıldı. İşitme ve vestibüler fonksiyonların takibi için basit, kısa süren ve objektif yöntemler olan odyometri, otoakustik emisyon ve VHIT testlerinin uygulanabileceği düşünüldü.Öğe Massive Systemic Air Embolism During Aortic Root Angiography A Dire Complication(Lippincott Williams & Wilkins, 2012) Tulmaç, Murat; Şimşek, Vedat; Şahin, Ömer; Ebinç, Haksun…