Yazar "Ergül, Bilal" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Association of Low Serum Maresin-1 Levels with Hepatocellular Carcinoma in Cirrhotic Liver(Verlag Klinisches Labor GmbH, 2024) Ergül, Bilal; Gül, Özlem; Kisa, Üçler; Erdal, Harun; Tekin, Ercan; Oğuz, DilekBackground: Maresin-1 (MaR1) is a macrophage-derived antiinflammatory lipid mediator that negatively regulates oxidative and proinflammatory cytokines and also restores integrity in various tissues after inflammation. Non-resolving inflammation is known to have an important role in the pathogenesis of hepatocellular carcinoma (HCC). The aim of the present study was to evaluate the role of MaR1 in pathogenesis and early diagnosis of HCC. Methods: The study was conducted in 102 participants, including 30 volunteers with no hepatic disease, 39 patients with hepatic cirrhosis, and 33 patients with HCC that developed additionally to cirrhosis. Serum MaR1 levels of all participants were measured by enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA). Results: There was a significant difference between the circulating MaR1 levels of the three groups. MaR1 level was found to be significantly lower in the HCC group compared to the cirrhotic group (p < 0.001) and in the cirrhotic group compared to the healthy control group (p < 0.001). MaR1 level was independently associated with cirrhosis (vs. controls, OR: 0.995, p = 0.025) and with HCC (vs. controls, OR: 0.962, p = 0.035; and vs. cirrhotic patients, OR: 0.987, p = 0.006). ROC analyses demonstrated that MaR1 levels of < 311.66 had 72.73% sensitivity and 100% specificity for HCC differentiation from controls, while a < 428.08 cutoff had 96.97% sensitivity and 38.46% specificity for differentiation from cirrhotic patients. Conclusions: Serum MaR1 levels were significantly decreased in patients with HCC, compared to those with normal or cirrhotic hepatic tissue. Therefore, MaR1 may possibly be a valuable biomarker in the early diagnosis of HCC and in the differential diagnosis of HCC from cirrhosis. ©Copyright.Öğe ERCP’nin nadir bir komplikasyonu: Subkapsüler hematom(2017) Utku, Özlem Gül; Ergül, Bilal; Aydın, Oktay; Oğuz, DilekEndoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi pankreatikobiliyer hastalıkla-rın tedavisinde kullanılan girişimsel bir endoskopik yöntemdir. Pankreatit, kanama ve perforasyon en sık görülen komplikasyonlarıdır. Subkapsüler he-matom, endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografinin literatürde birkaç adet bildirilmiş olan nadir bir komplikasyonudur. Bu bildiride, kolelitiazis nedeniyle endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi yapılan yaşlı bir hastada işlem sonrasında subkapsüler hematom gelişen bir olguyu sunuyo-ruz.Öğe Gaitada gizli kan testi pozitifliği nedeni ile kolonoskopi yapılan hastaların kolonoskopik ve patolojik sonuçlarının değerlendirilmesi(2018) Utku, Özlem Gül; Ergül, Bilal; Oğuz, DilekGiriş ve Amaç: Kolorektal kanser taramasında gaitada gizli kan testi dışında, fekal immünokimyasal test, fleksible sigmoidoskopi ve kolonoskopi kullanılan diğer yöntemlerdir. Bu çalışmada gaitada gizli kan testi pozitif olması nedeni ile kolonoskopi istenmiş olan hastaların kolonoskopik ve patolojik bulgularını değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya Haziran 2014-Ekim 2016 yılları arasında gaitada gizli kan testi pozitif saptanan ve kolonoskopi yapılması için Ahi Evran Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi endoskopi ünitesine yönlendirilen hastalar alındı. Yetersiz kolon temizliği, aktif hematokezyası, kolon operasyonu öyküsü, inflamatuvar barsak hastalığı öyküsü veya üst gastrointestinal sistem endoskopisinde kanamaya neden olabilecek lezyonu olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastaların yaşları, cinsiyetleri, kolonoskopik bulguları, patoloji sonuçları not edildi. Üç ya da daha fazla polip, 1 cm’den büyük adenomatöz polip, patolojik incelemede villöz komponent içeren ya da yüksek dereceli displazi saptanan hastalar yüksek riskli grup olarak değerlendirildi ve bu kriterlere göre kolon kanser tarama programına alındı. Bulgular: Çalışmaya toplam 225 hasta dâhil edildi. Hastaların 111’i (%49.3) erkek, 114’ü (%50.7) kadın, ortalama yaşları 58.52 (24-90), ortalama hemoglobin düzeyi 13.63 (7.2-18) idi. Endoskopik tanıları; normal kolonoskopik bulgular 86 (%38,2), polip 59 (%26,2) , yalnızca perianal hastalık 27 (%12), divertikül 16 (%7,1), kolon kanseri 14 (%6,2), inflamatuvar barsak hastalığı 14 (%6,2), enfeksiyöz kolit 6 (%2,7), anjiodisplazi 3 (%1,3) hasta şeklinde idi. Endoskopik olarak kolon kanseri düşünülen ve polip saptanan 73 (%32,4) hastanın patoloji sonuçları; tübüler adenom 31 (%42,5), adenokarsinom 17 (%23,3), hiperplastik polip 16 (%21,9), tübülovillöz adenom 7 (%9,6), serrated adenom 2 (%2,7) şeklinde değerlendirildi. Kolonoskopik olarak polip saptanan 3 (%5,08) hastanın patolojisinde erken evre karsinom saptandı. Polip saptanan 59 hastanın 30’u (%50,8) yüksek riskli, 29’u (%49,2) düşük riskli olarak bulundu. Sonuç: Gaitada gizli kan testi pozitifliği ile gelen hastaların yaklaşık yarısında kolon patolojisi tespit edilmiştir. Bu test, kolon kanseri ve öncül lezyonlarının tespitinde olduğu gibi, subklinik inflamatuvar barsak hastalığı, kronik kan kaybına yol açan divertikül, anjiodisplazi gibi patolojilerin de tespitinde yardımcı olan ucuz, kolay uygulanabilir bir yöntemdir.Öğe Helicobacter pylori enfeksiyonu tanısında kullanılan invaziv yöntemlerin duyarlılık ve özgüllüklerinin değerlendirilmesi(2020) Utku, Özlem Gül; Ergül, Bilal; Oğuz, Dilek; Kaçmaz, BirgülHelicobacter pylori yaklaşık 3.5 mikron uzunluğunda ve 0.5 mikron genişliğinde, spiral şekilli, mikroaerofilik, gram negatif bir bakteridir. Dünya popülasyonunun yaklaşık yarısı Helicobacter pylori ile enfektedir. Helicobacter pylori, gastrit, gastrik ve duodenal ülser, gastrik adenokarsinoma ve mukoza ile ilişkili lenfoid doku lenfomasında birincil patojen olarak bildirilmektedir. Bu bakteri gelişmekte olan ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunudur. Helicobacter pylori tanısında endoskopi gerektiren invaziv ve gerektirmeyen noninvaziv tanı testleri mevcuttur. Bunlar; hızlı üreaz testi, histopatolojik inceleme ve kültür invaziv yöntemlerdir. Bu çalışmada amacımız Helicobacter pylori enfeksiyonu için daha önce tedavi almamış hasta grubunda hızlı üreaz testi, histopatolojik değerlendirme ve kültür sonuçlarının karşılaştırılması ve bu yöntemlerin kültür altın standart yöntem olarak değerlendirildiğinde sensitivite ve spesifitelerini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Hastanemiz gastroenteroloji kliniğinde dispepsi ön tanısı ile endoskopi yapılan 18-65 yaş arası 55’i (%55.6) kadın, 44’ü (%44.4) erkek toplam 99 hasta çalışmaya alınmıştır. Endoskopide antrumdan kültür, dokuda üreaz ve histopatolojik inceleme için toplam dört biyopsi örneği alınmıştır. Bu örneklerin iki tanesi kültür için kullanılmıştır. Enfeksiyon tanısında altın standart olarak; tek başına kültürün pozitif olması ya da kültürün negatif olduğu durumlarda kullanılan iki testin (histopatolojik inceleme ve hızlı üreaz testi) pozitif olması kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmada 18-65 yaş arası (yaş ortalaması 44.42±12.53), 55’i (%55.6) kadın, 44’ü (%44.4) erkek toplam 99 hasta değerlendirilmiştir. Endoskopik olarak 91 (%92) hastada gastrit, 8 (%8) hastada gastrik ülser tespit edildi. 38 (%38.3) hastada kültürde üreme, 75 (%75.7) hastada hızlı üreaz testi pozitifliği ve 71 (%71.7) hastada histopatolojik inceleme pozitifliği bulunmuştur. Buna göre 99 hastanın 63 (%63.6) tanesinde altın standart kriterlerine göre Helicobacter pylori pozitif bulunmuştur. Hastaların kültür, hızlı üreaz testi ve histopatolojik inceleme yöntemlerinin duyarlılık ve özgüllükleri sırasıyla %60.3 ve %100, %100 ve %66.6, %98.4 ve %75.0 olarak saptanmıştır. Sonuç: Helicobacter pylori enfeksiyonu tanısında kullanılan farklı özgüllük ve duyarlılığa sahip birçok yöntem mevcuttur. Ancak bu yöntemler arasından yapılacak olan seçim, amaca ve klinik şartlarına göre değişiklik göstermektedir. Çalışmamızın bulguları, endoskopik yöntemlerin uygulanabildiği durumlarda, erken tanı ve tedavi kararı için hızlı üreaz testi kullanılarak hastalığın tedavisinin planlanabileceğini destekler niteliktedir.Öğe Noninvasive assesment in differentiating benign and malign pancreatic lesions with endosonographic elastography score and strain ratio(2020) Utku, Özlem Gül; Ergül, Bilal; Karatay, Eylem; Efe, Cumali; Turhan, Nesrin; Oğuz, DilekBackground: We aimed to evaluate the diagnostic capability of endoscopic ultrasound elastography (EUS-EG) score and strain ratio (SR) for differentiating benign pancreatic lesions from the malign lesions Material and Method: We retrospectively evaluated well collected data of patients who undergone EUS-EG in a single center during the period of January 2016-June 2019. Patients who had pancreatic disorders were further evaluated for the study. The final diagnosis of solid pancreatic lesions (SPL) was made by histopathologic examination. Control group consisted of patients with chronic pancreatitis (CP) who diagnosed according to Rosemont criteria. Elastography was evaluated by a qualitative (elastography scores) and a quantitative method SR. Results: A total of 66 patients (42 (63.6%)female/24(63.6%)male) with mean age of 58.88±15.32 (19- 80) were included in the study. Thirty-eight patients had SLP, remain 28 patients were CP. In SPL group, 32 (84.2%) had adenocarcinomas and 6 (15.8%) had neuroendocrine tumors. Among 28 patients with benign pancreatic lesions, 23 (82.1%) had CP while five (17.9%) had autoimmune pancreatitis. Median SR values were significantly higher in patients with SPL than those with CP (44.0 (10.0-110.0) vs 7.0 (2.6- 14.6), p<0.001). Elasticity scores were also significantly different between patients with SLP and CP (p<0.001). Elasticity scores were significantly different between adenocarcinomas and CP (p<0.001). A 14 cut-off value of SR had 97% sensitive and 100% specificity for SPL and receiver-operating characteristic curves showed an area under the curve of 0.99.6. Likelihood Ratio test revealed that SR appears as the best parameter in discrimination of lesion type either as benign or malignant (X2 = 54.031, p<0.001). Conclusion: Our study suggested that EUS-elastography and SR scores are highly effective in differentiating malign-benign pancreatitis lesions.Öğe A rare case of ischemic colitis: cefuroxime-related anaphylactic shock(Lippincott Williams & Wilkins, 2019) Utku, Özlem Gül; Ergül, Bilal; Balcı, Mahi; Oğuz, Dilek…Öğe The Role of Resolvin D1 in the Differential Diagnosis of the Cholangiocarcinoma and Benign Biliary Diseases(CLIN LAB PUBL, 2020) Gül-Utku, Özlem; Karatay, Eylem; Ergül, Bilal; Kısa, Üçler; Erdin, Züleyha; Oğuz, DilekBackground: The discrimination of malignant biliary strictures from benign biliary diseases (BBDs) is challenging and complicated. We aimed to investigate whether Resolvin D1 (RvD1) would aid in the discrimination of cholangiocarcinoma (CCA) from BBDs. Methods: Thirty-one patients with CCA, 27 patients with BBD, and 30 healthy controls were enrolled in this crosssectional study. The diagnosis of CCA was based on results obtained from abdominal USG, MRCP, abdominal CT, endosonography, and tumor markers, including CEA and CA 19-9. Histopathological evaluation was performed in the majority of patients, and the final diagnosis was based on surgery or biopsy results. RvD1, CEA, and CA 19-9 were analyzed in all patients with CCA and BBD. Results: RvD1 was significantly lower in those with CCA compared to patients with BBD and healthy controls. In addition, CEA and Ca 19-9 levels were significantly higher in the CCA group than the BBD group (p < 0.001). RvD1 concentration, CA 19-9 concentration, and total bilirubin level were found to be correlated with tumor stage (r = -0.702, 0.390, and 0.569, respectively). ROC curve analysis revealed that an RvD1 concentration of < 380 ng/mL (AUC: 0.783, 95% CI: 0673 - 0.893, p < 0.001) and CA 19-9 concentration of > 94.5 U/mL (AUC: 0.94, 95% CI: 0.898 - 0.998, p < 0.001) could be used to discriminate patients with CCA from those with BBD. Conclusions: Resolvin D1 and CA 19-9 levels might be used to effectively discriminate between BBD and CCA. Moreover, both RvD1 and CA 19-9 levels are associated with the stage of CCA, indicating that they may also be used in assessing disease progression.Öğe TNBS ile Oluşturulmuş Deneysel Rat Kolit Modelinde Tedavide Karışım Probiyotikler Etkin midir?(2020) Utku, Özlem Gül; Karatay, Eylem; Ergül, Bilal; Yılmaz, Canan; Ekinci, Özgür; Arhan, MehmetAmaç: Enflamatuvar barsak hastalıkları (EBH) kronik idiyopatik hastalıklardır. EBH patogenezinin en kabul edilen hipotezi, genetik, çevresel faktörler ve konakçı bağışıklık sistemi arasındaki karmaşık etkileşimlerin, anormal immün yanıtlara ve kronik intestinal enflamasyona yol açmasıdır. Disbiyozis barsak mikrobiyota bileşiminde ve işlevinde değişiklikler olarak tanımlanmıştır. Klinik ve deneysel çalışmalar disbiyozisin EBH etiyopatogenezinde önemli rol oynadığını desteklemektedir. Bu çalışmada, deneysel kolit modelinde Enterococcus Faecium, Lactobacillus Acidophilus, Lactobacillus Rhamnosus, Bifidobacterium Bifidum, Bifidobacterium Longum bakterilerinin anti-enflamatuvar ve anti-oksidan etkinlikleri ve steroide göre probiyotiklerin tedavi başarısının değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: Bu çalışmada toplam 24 adet 200-250 gram ağırlığında Wistar-Albino dişi rat grubu kullanıldı. Her grupta 6 rat olacak şekilde 4 farklı grup oluşturuldu. Sağlıklı kontrol (sham: grup A), trinitrobenzensülfonik asit (TNBS) koliti (grup B), (TNBS + metilprednizolon: grup C) ve probiyotik (TNBS + P: grup D). Sıçanlar 8. günde sakrifiye edildi. Makroskopik ve mikroskopik skorları değerlendirildi, doku miyeloperoksidaz (MPO), malondialdehit (MDA) ve süperoksitdismutaz (SOD) düzeyleri ölçüldü. Bulgular: Makroskopik ve mikroskopik skor düzeyleri değerlendirildiğinde A grubunun makroskopik skoru B, C ve D gruplarından düşüktü ve istatiksel anlamlı farklılık mevcuttu. C grubunun makroskopik ve mikroskobik skoru B grubuna göre düşüktü ve istatiksel anlamlı farklılık bulundu. Gruplar arasında ortanca MPO düzeyleri açısından anlamlı fark (p<0,001) tespit edilmedi. MDA ve SOD değerleri değerlendirildiğinde medyan MDA düzeyleri arasında anlamlı farklılık tespit edildi (p<0,001). Sonuç: Çalışmamız probiyotiklerin anti-oksidan ve oksidan sistemler arasındaki dengeyi düzenlediğini göstermektedir. Eğer klinik çalışmalar ile desteklenirse probiyotikler EBH’de destek tedavisi olarak kullanılabilir.