Yazar "Koçak, Orhan Murat" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Anjiotensin dönüştürücü enzim polimorfizminin anksiyete ve depresyon düzeyine etkisi(2009) Özen, Erberk Nurper; Koçak, Orhan Murat; Doğru, Mehmet Tolga; Sayın, D. BeyzaAmaç: Çalışmamızda anjiotensin dönüştürücü enzim (ADE) gen polimorfizminin delesyon (D) ve insersiyon (I) alelleri ile anksiyete ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiye bakılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma kesitsel bir çalışma olup, çalışma grubunu oluşturan olgular göğüs ağrısı yakınması ile bir üniversite hastanesi kardiyoloji polikliniğine başvuran hastalar arasından seçilmiştir. ADE’nin periferik düzeneklerle hipertansiyon (HT) ve koroner arter hastalığı (KAH) üzerine etkisi iyi bilindiğinden, seçilen hastaların bu tanı gruplarından bağımsız olması amaçlanmıştır. Böylece, ADE’nin olası santral düzenekler üzerinden anksiyete ve depresyon düzeylerini etkiliyor olabileceğinin tartışılması hedeflenmiştir. Çalışma grubunda, yaş ortalaması 51.929.78 olan 26 kadın ve yaş ortalaması 49.7710.01 olan 13 erkek olmak üzere toplam 39 hasta yer almıştır. Olgular önce kardiyolojik açıdan değerlendirilmiş ve ayrıntılı incelemeleri yapılmıştır. Ardından psikiyatri polikliniğinde Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) uygulanmıştır. Hastalardan alınan kan örnekleri genetik polimorfizmlerinin değerlendirilmesi için genetik laboratuarına gönderilmiştir. Elde edilen sonuçlar MANOVA, Post Hoc Bonferroni Testi, Kruskal-Wallis Testi ve Fischer’s Exact Testi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: BDÖ puanları açısından, ADE yüksek aktivitesi ile ilişkili olan D/D polimorfizmi ile düşük aktivite ile ilişkili olan I/I polimorfizmi ve orta düzeyde aktivite gösteren I/D polimorfizmi arasında anlamlı ilişki bulunmuştur (sırasıyla p0.010 ve p0.030). BAÖ puanları açısından ise sadece D/D polimorfizmi ile I/I polimorfizmi arasındaki fark anlamlı bulunmuştur (p0.002). Sonuç: ADE genotiplerinden enzim aktivitesinin yüksekliği ile ilgili D aleline sahip olan bireylerde HT sıklığının arttığı bilinmektedir. Çalışmamızda, HT ve KAH olmayan bireylerde D aleline sahip olmanın, anksiyete ve depresyon düzeyinde artışla ilişkisi gösterilmiştir. ADE’nin depresyon ve anksiyete üzerine santral etkisi, HT üzerine olan periferik etkisinden farklı ve bağımsız olabilir.Öğe Cama Yumruk Atan Hastaların Demografik Özellikleri Ve Hava Koşulları İle İlişkisi(2017) Eroğlu, Oğuz; Koçak, Orhan Murat; Çoşkun, Figen; Deniz, TurgutGiriş: Eski çağlardan beri hava koşullarının insan davranışları üzerinde etkisi olduğuna inanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda elde edilen farklı sonuçlardan dolayı, bu etki halen popülerliğini koruyan bir tartışma konusudur. Cama yumruk atma eylemi, ani gelişen, dürtüsel bir kendine zarar verme davranışıdır; hava koşullarının yanında altta yatan birçok sebeple ilişkilendirilebilir. Bu çalışma cama yumruk atma sebebiyle acil servise başvuran hastaların demografik özelliklerini ve hava koşullarından etkilenip etkilenmediğini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız 01.Ocak.2013 ile 31.Aralık.2014 tarihleri arasında "Cama yumruk atma" eylemi sonucu acil servise başvuran hastalar üzerinde retrospektif olarak yapılmıştır. Hava koşullarına ait veriler Türkiye Cumhuriyeti Orman ve Su İşleri Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nden alınmıştır.Bulgular: Çalışmaya 69 hasta dahil edildi. Çalışma grubunun %82.6'sı (n=57) erkek, % 81.2'si (n=56) bekar, % 27.5'si (n=19) üniversite öğrencisi, % 15.9'u (n=11) işsiz, %73.9'unda (n=51) yaralanma dominant elde, %37.7'sinin (n=26) kan alkol testi pozitif, %14.5'inde (n=10) ise önceden tanısı konmuş psikiyatrikhastalık mevcut idi. Cama yumruk atma sebebiyle başvuran hastaların olay günü veya olaydan bir gün önceki hava koşullarından etkilenmediği ancak etiyolojik faktörlerin bir kısmının hava koşulları ile ilişkisi olduğu saptandı. Sonuç: Cama yumruk atma eylemi pek çok sebeple ilişkilidir. Bu eylemin gelişimi, yalnızca hava koşullarındaki değişikliklerle açıklanamaz; ancak bazı olguların hava koşullarındaki değişikliklerden etkilendiği, özellikle hava sıcaklığı veya basınç gibi değişkenlerin bu eylemi tetiklediği söylenebilir.Öğe Can compulsions be associated with problems in forming an internal model of the completed state of an action?(2017) Koçak, Orhan Murat; Kırkıcı, Bilal; Dağlı, Mustafa; Kafadar, Tugay; Özpolata, Ayşe Gül YılmazAmaç: Bu çalışmanın amacı, Obsesif Kompulsif Bozukluğun (OKB) bir hareketi tamamlama durumu için oluşturulan ileriye dönük bir modeli, uygun şekilde oluşturamayacağına yönelik bozuk işlevli bir hareket sistemi ile bağlantılı olduğu hipotezin test edilmesidir.Gereç veYöntemler: Çalışmada üç bilgisayar deneyi sunulmaktadır. Her üç deneyde de, farkı durumları ifade eden kelimelere reaksiyon zamanları, ana bağımlı değişkeni oluşturmuştur. Deneyler, OKB'li hastaların mükemmeliyetçilik yönü olan cümlelerde ve/veya tamamlanmış hareketlerde zorluklar yaşadıkları ve bu nedenle bağlantılı bir uyarıya daha uzun reaksiyon zamanları gösterdikleri hipotezini test etmek için yürütüldü. OKB'li toplam 40 katılımcı (Deney 1 de 16, Deney 2 ve 3 de 24'er kişi) ve yaş, cinsiyet, ve eğitimleri uyumlu 40 non-obsesif kontrol katılımcı çalışmaya dahil edildi. Deney 1, katılımcının kelime/kelime dışı bir duruma karar verme konusunda talimat verildiği ve eş zamanlı olarak ekrandaki gösterilen uyarı tarafından kodlanmış temporal referansta, kelimelere ait bir karar verme görevi idi. Deney 2'de katılımcılar bir dizi hareketi yerine getirmek ve kendilerinin yaptıkları hareketlerin bütünlüğünün uygun veya uygunsuz olarak tanımlanıp yansıtıldığı uyarı cümlelerini oranlamak zorunda idi. Deney 3'de katılımcılar, Deney 2'de daha önce yaptıkları görevle bağlantılı olarak, uyarı cümlelerinin doğruluk değerlerini oranladılar.Bulgular: Bulgular bir bütün olarak, OKB'li hastaların kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, mükemmeliyetçilik yönü olan hareketlerle ilgili cümlelere daha uzun reaksiyon zamanları gösterdiklerini ortaya koymuştur.Sonuçlar: Elde edilen bulgular, OKB'da ileri beslemeli hareket denetiminin problemli olduğu varsayımını destekleyici olarak ele alınabilirÖğe Deneysel kronik toksoplazmoz fare modeli: Beyin lezyonlarının davranış değişiklikleri ile ilişkilendirilmesi(2012) Koçak, Orhan Murat; Atmaca, Hasan Tarık; Terzi, Osman Safa; Büyükkayaer, Seyhan; Rezaki, Hatice Özdemir; Uzunalioglu, Tuba; Cağdaş, Güngör DinçelAmaç: Bu çalışmada; kist oluşturan T. gondii ME 49 suşu ile enfekte farelerde oluşan anksiyete ile ilişkili davranış değişiklikleri ve beyin lezyonlarıyla ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Uygulama öncesi serumlarında anti-T. gondii antikorlarının olmadığı gösterilen 2 aylık 21 adet erkek Swiss albino fareden deney grubundaki 14’üne; intraperitoneal (IP) (n=8) ve oral (n=6) yollarla 2x102 Toxoplasma gondii ME49 ookisti verildikten 4 hafta sonra, anksiyete veya korku ile ilişkili davranışları T. gondii ile enfekte fareler ile kontrol grubu sağlıklı farelerde karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Deney bitiminde (inokulasyon sonrası 45’inci gün) farelere ötenazi yapılarak, beyinleri histopatolojik olarak ve T. gondii doku kisti antijeni yönünden immunoperoksidaz test ile incelendi. Bulgular: T. gondii ile enfekte farelerin daha düşük düzeyde anksiyeteye sahip olduklarını, enfekte olmayan kontrol grubundaki farelere göre daha yüksek oran ve süreyle açık kolu tercih ettiklerini ortaya koydu. Patolojik olarak; enfekte grupta özellikle parietal ve temporal loblar, kornu ammonis, amigdala, talamus ve çevresinde, beynin diğer bölümlerine oranla daha yüksek derecede gliozis, perivasküler hücre infiltrasyonu, meningitis ve nöron nekrozları gözlendi. Beyinde T. gondii doku kisti yerleşimi de anılan lezyon şiddeti ile doğru orantılı olarak diğer alanlara oranla daha yüksek sayıdaydı. Sonuç: Kronik toksoplazmozlu farelerin beyinlerinde şekillenen T. gondii doku kistleri ve nöropatolojik değişikliklerin doğrudan anksiyetenin azaltılmasına yönelik davranış manipülasyonu ile ilişkili olduğu öne sürülebilir.Öğe The evaluation of cognitive functions in desflurane anesthesia with low and high flow(2011) Kaymak, Çetin; Koçak, Orhan Murat; Babadağ, Yücel; Koçak, Emine; Apan, AlparslanObjective: Cognitive function consists of the level of consciousness, memory, orientation, concentration, general knowledge, intelligence, understanding and judgment. Postoperative cognitive dysfunction is a multifactor state which is characterized by disability of memory and concentration. At the recovery stage, the patient's cognitive functions returning to its original level is closely related with pharmacokinetics of the anesthetic material, anesthesia, desfluran used in low and high flow anesthesia. This study aimed at examining cognitive functions in the preoperative ve postoperative period when low and high flow of desfluran anesthesia was applied. Methods: After Institutional Ethics Committee approval, ASA I/II, 32 patients of 15-55 ages two groups. One group (Group I, n=16) had high flow and the other (Group II, n=I6) had low flow. Premedication was not applied. Anesthesia was induced with 1.5 ?g kg-1 fentanyl and 5-7 mg kg-1 thiopental. Endotracheal intubation was performed after 0.6 mg kg-1 rocuronium. Patients, included in Group I and in Group II were applied 4 L min-1 50 % N 2O+O2 and 1 L min-1 50 % N2O+O 2 respectively. Patient's recovery parameters were evaluated with Modified Aldrete Score (MAS) at 5., 10., 15., 30. and 60. minutes. Cognitive functions of the patients were evaluated with Verbal Auditory Memory Test (VAMT) and Stroop Interference Test (SIT). Results: No significant result was found in the preoperative and postoperative VAMT 1, VAMT 5, VAMT 6, VAMT 7, VAMT 8 and SIT scores between Group I and Group II. No correlation was confirmed between postoperative recovery time and VAMT 1, VAMT 5, VAMT 6, VAMT 7, VAMT 8, SIT score. Conclusion: Neither of the anesthetic techniques showed differences with respect to cognitive functions. We conclude that since no relationship between postoperative recovery time and cognitive functions was found, the amount of fresh gas used in the desfluran did not affect the cognitive functions.Öğe Evaluation of cognitive slowing in OCD by means of creating incongruence between lexicon and prosody(Elsevier Ireland Ltd, 2010) Koçak, Orhan Murat; Nalçacı, Erhan; Özgüven, Halise Devrimci; Nalçacı, Emel Güneş; Ergenç, İclalStudies indicate that patients with obsessive-compulsive disorder (OCD) have slowing in cognitive processing, especially in the presence of a conflict. This study aimed to determine whether decision and motor times in OCD patients were affected by manipulating the congruence/incongruence of lexical and prosodic aspects of commands. An experimental paradigm was designed to simulate a situation that can trigger anxiety and obsessions in OCD patients. Commands with or without a conflict, that is. an incongruence between lexical and prosodic aspects, were given to the participants. Decision time, motor time and errors were the main parameters of the experiment. The control group had significantly faster decision times than the OCD group in response to both conflicting and non-conflicting commands. The OCD patients demonstrated higher trait anxiety, while Stroop interference and state anxiety were not significantly different between the groups. These results suggest that OCD patients experience slowing in their response times, regardless of whether the stimuli are conflicting or not. (C) 2009 Elsevier Ireland Ltd. All rights reserved.Öğe Farklı Etki Mekanizmasına Sahip Antidepresanların Etkinlik, Bilişsel İşlevler ve Yan Etki Açısından Karşılaştırılması(2020) Erdoğan, Çiğdem; Rezaki, Hatice Özdemir; Koçak, Orhan Murat; Buturak, Şadiye VisalAmaç: Bu çalışmada farklı etki mekanizmalarına sahip antidepresanlardan seçici serotonin geri-alım inhibitörü (SSGİ) ve agomelatinin depresyon belirtileri, bilişsel işlevler, dürtüsellik, intihar eğilimi, uyku düzeni ve yan etkiler üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya poliklinik izleminde depresyon tanısı ile herhangi bir SSGİ (n:30) veya agomelatin (n:30) başlanmış hastalar dâhil edilmiştir. Tüm hastalara ilacın başlandığı ilk gün bir sosyodemografik veri formu ve SCID-I uygulanmıştır. Ardından tedavinin 1. ve 4. haftasında etki/ yan etkilerin değerlendirilmesi için Hamilton Depresyon Ölçeği, İntihar Olasılığı Ölçeği, UPPS Dürtüsel Davranış Ölçeği, Epworth Uykululuk Ölçeği ve UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçeği ile bilişsel testlerden Stroop testi ve iz sürme testi uygulanmıştır. Bulgular: SSGİ grubu agomelatin grubu ile karşılaştırıldığında, birinci ayın sonunda daha iyi tedavi yanıtı ve düzelme göstermiştir. Bilişsel işlevlerdeki düzelme depresyon belirtilerindeki düzelme ile ilişkili iken, ilaç grupları arasında bilişsel düzelme açısından fark bulunmamıştır. SSGİ grubu agomelatine oranla daha fazla otonomik ve cinsel yan etkiye neden olmuştur. Her iki ilacın dürtüsellik, uyku düzeni ve intihar eğilimi üzerine olan etkileri açısından fark bulunmamıştır. Sonuç: Sonuç olarak SSGİ tedavisi klinik belirtilerde daha belirgin düzelme, daha fazla cinsel yan etkiyle ilişkili bulunmuş, ancak bilişsel işlevlerde düzelme açısından agomelatinden farklı olmadığı görülmüştür. Umut veren ayrıcalıklı etki mekanizmasına rağmen, bu çalışmada agomelatin depresyon tedavisinde SSGİ´ler kadar etkili bulunmamıştır.Öğe Genel tıbbi duruma ikincil cinsel kimlik bozukluğu ile başvuran yas olgusu(2009) Yılmaz, Ayşegül; Çeri, Özge; Tatlıdil, Elif; Koçak, Orhan Murat; Soykan, AtillaD.G., 59 yaşında, emekli, evli, 3 çocuk babası erkek hasta. 1996 yılından önce psikopatoloji tarif etmeyen hastada aynı yıl geçirdiği miyokard enfarktüsünden sonra, 1997 yılında geçirdiği bypass cerrahisi sonrası sertleşme (ereksiyon) problemi başlamıştır. Bir süre sonra ise hastada, kullandığı spironolakton ve digoksin'in yan etkisi olarak jinekomasti gelişmiştir. Vücudundaki bu değişikliklere uyum sağlamakta güçlük çeken hasta önceleri uzun bir depresyon dönemi tarif ederken, sonrasında kendisinde değişiklikler fark etmeye, kadın gibi hissetmeye başlamıştır. Kliniğimize başvurduğu son aşamada, kadın olarak hayatına devam etme kararı aldığını söyleyen ve bu konu ile ilgili gerekli operasyonları yaptırarak ?pembe kimlik? almak istediğini belirten hasta tek isteğinin kadınlığı öğrenmek olduğunu belirtmektedir. Tıbbi literatürde genel tıbbi durum sonrası cinsel kimlik bozukluğu olarak nitelenebilecek bir klinik tablo ile karşımıza çıkmış ilk olgudur. Olgu yas kavramı zemininde tartışılmıştır.Öğe İki Uçlu Mizaç Bozukluğu'nda Dürtüsellik ve Hastalığın Başlangıç Yaşı ile İlişkisi(2015) Çelikeloğlu, Gamze; Buturak, Şadiye Visal; Rezaki, Hatice Özdemir; Güneş, Aslıhan; Koçak, Orhan Murat; Nazlı, Şerif BoraAmaç: İki uçlu mizaç bozukluğu (İUMB) işlevsellik kaybına ve yeti yitimine neden olan ciddi bir hastalıktır. Plan yapmadan ve düşünmeden eyleme geçme olarak tanımlanan dürtüsellik duruma bağlı ve yapısal olarak iki bileşene ayrılmaktadır. Yapısal dürtüsellik hastalığın farklı evrelerinde sabit kalan bileşen olmakla birlikte, duruma bağlı (durumsal) dürtüsellik ise hastalığın evresine göre değişen parçadır. Bu çalışmada; dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu etkisi kontrol altına alındığında dürtüselliğin İUMB olan hastalarda ötimik dönemde de normal popülasyona oranla daha sık görüldüğü hipotezini sınamak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya toplam 53 İUMB tanısı alan hasta alınmıştır. Yaş ve cinsiyet eşleştirilerek daha önce ve halen herhangi bir psikiyatrik hastalık öyküsü olmayan 52 kişi kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edilmiştir. Tanılar DSM-IV’e göre yapılandırılmış klinik görüşme kullanılarak deneyimli tek bir psikiyatrist tarafından konulmuştur. Hastaların sosyodemografik verileri ve hastalıkla ilişkili bilgilerin toplanması için SKİP-TÜRK formu kullanılmıştır. Hastalara Wender Utah Derecelendirme Ölçeği ve Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 uygulanmıştır. Bulgular: Hasta ve kontrol grubu arasında Wender Utah Derecelendirme Ölçeği kısa ölçeği ortalama puanları ve kesme puanını geçenlerin oranları arasında anlamlı fark saptanmamıştır. İUMB’de görülen dürtüselliğin yapısal olduğunu göstermenin amaçlandığı bu çalışmada, İUMB ötimik dönemde olan hastalarda total Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 puan ortalamasının kontrol grubuna oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek olduğu saptanmıştır. Yine bu çalışmada hasta grubunda Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 total, plan yapamama, motor puanlarının hastalığın başlangıç yaşı ile ters yönde ilişkili olduğu saptanmıştır. Tartışma: İUMB’de sıklıkla eşlik eden Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunda görülen dürtüselliğin etkisinin ortadan kaldırılarak incelendiği çalışmada bu sonuçlar İUMB’de dürtüselliğin ötimik dönemde de kontrol grubundan anlamlı derecede yüksek olduğunu göstermektedir. Hasta grubunda hem ötimik dönemde dürtüselliğin kontrol grubuna göre istatistiksel olarak daha yüksek çıkması hem de dürtüsellik düzeylerinin hastalığın başlangıç yaşı ile ters yönde ilişkili olduğunun saptanması dürtüselliğin İUMB’de durumsal olma durumuna ek olarak yapısal olduğunun bir göstergesi olabilir.Öğe Investigation of the Processing of Noun and Verb Words with fMRI in Patients with Schizophrenia(2020) Nazlı, Şerif Bora; Koçak, Orhan Murat; Kırkıcı, Bilal; Sevindik, Muhammet; Kokurcan, AhmetIntroduction: Action naming is reported to be more damaged in patients with schizophrenia than object naming. Aim of this study is to understand the cortical mechanism underlying the negative symptoms seen in patients with schizophrenia such as inactivity, restricted behavioral repertoire, by using functional MRI (fMRI) to determine whether the action origin words have a different representation in the brain regions of patients with schizophrenia and healthy individuals. Our hypothesis is that restriction in the repertoire of movement and behavior and the failure of words of “action” than words of “object” are interrelated through the same cortical mechanisms. If this hypothesis is correct, the reason for not taking action in patients with schizophrenia may be improper definition of the action (verb). Methods: fMRI study was conducted with 12 patients with schizophrenia and 12 healthy individuals. fMRI recording was performed after applying positive and negative syndrome (PANSS) scale, Calgary depression scale, hand preference scale to the participants. During the sessions, “lexical decision task” is applied by showing a total of 240 words (120 words – 60 verbs (words of action) and 60 nouns (words of object) – and 120 non-words) to the subjects. Results: In fMRI findings, in the group main effect, which can also be expressed as the difference of the noun and verb words in the group of schizophrenia from the noun and verb words in the healthy control group, the activation of the anterior prefrontal cortex is found to be lower in patients with schizophrenia than in healthy individuals. When the brain areas which show the difference in verb words in schizophrenia group from both noun words in schizophrenia group and noun and verb words in healthy individuals are examined, inferior frontal gyrus pars triangularis (BA45) showed more activation in patients with schizophrenia than healthy individuals, but again for the same task, inferior frontal gyrus pars opercularis (BA44) and left primary sensory area showed less activation in patients with schizophrenia than healthy individuals. There is no difference between patients with schizophrenia and healthy volunteers in terms of correctly identified words and reaction time. Conclusion: Considering the lack of difference between the groups in terms of number of correctly identified words and reaction time, and BA 44’s role in recognition and imitation of action and being a part of the mirror neuron system, the significant inverse correlation between PANSS negative score and BA40 can be seen as an effort to compensate for BA44 inadequate activity through BA40.Öğe A Mourning Case That Referred with Sexual Identity Disorder Secondary to a General Medical Condition(Turkiye Sinir Ve Ruh Sagligi Dernegi, 2009) Yılmaz, Ayşegül; Ceri, Özge; Tatlıdıl, Elif; Koçak, Orhan Murat; Soykan, AtillaD.G. was a 59-year-old male patient who was retired and married, and had 3 children. He reported no psychopathology prior to a myocardial infarction he had in 1996. Following bypass surgery he had erectile dysfunction. Subsequently, gynecomastia developed as a side effect of spironolactone and digoxin treatment. After a long period of depression he claimed was caused by non-adaptation to the changes in his body, he realized differences about himself; he began to feel like a woman. Upon referral to our clinic, he said that he had decided to continue his life as a woman and wished to get pink colored (as opposed to blue for male) identity card issued by the Turkish Government for female Turkish citizens. He reported that his wish was to learn how to become a woman. This is the first case in the medical literature defined as sexual identity disorder secondary to a general medical condition. The case is discussed in terms of pathological grief reaction.Öğe Sexual functioning in hemodialysis patients and their spouses: Results of a prospective study from Turkey(2009) Yılmaz, Ayşegül; Göker, Ceren; Koçak, Orhan Murat; Aygör, Bahire; Şentürk, Vesile; Nergizoğlu, Gökhan; Soykan, AtillaAmaç: Bu çalışma hemodiyaliz hastaları ve eşlerinde cinsel işlevi değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Yöntemler: Çalışma, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi Bilim Dalı tarafından Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Anabilim Dalı Hemodiyaliz Ünitesi ve Ankara’da bulunan 3 özel diyaliz merkezinde gerçekleştirilmiştir. Örneklem 45 hemodiyaliz hastası ve eşlerinden oluşmaktadır. Çalışmaya katılan bütün çiftler sosyo demografik veri formu ve Arizona Cinsel Yaşantılar Ölçeğini (ACYÖ) doldurmuşlardır. Daha sonra çiftler bir psikiyatrist tarafından Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ), Hamilton Anksiyete Ölçeği (HAÖ) ve Mini Mental Durum Değerlendirme (MMDE) testi uygulanarak değerlendirilmişlerdir. Bulgular: Çalışmaya 45 hemodiyaliz hastası ve eşi katılmıştır. Hastaların ortalama yaşı 47,15 ± 10,25 yıl, eşlerinin ortalama yaşı ise 45,2 ± 10,34 yıldır. DSM Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşme-Klinik Versiyon ile 45 çiftten 30 hasta ve 13 eş psikiyatrik bir hastalık için tanı kriterlerini karşılamışlardır (P = 0,001), en sık konulan tanı ise depresyondur. ACYÖ maddelerinin karşılaştırılmasında (istek, uyarılma, sertleşme/vajinal kayganlık, orgazm yaşama, memnuniyet) hastalar ve eşler arasında uyarılma, sertleşme/kayganlık, mennuniyet maddelerinde ve toplam ACYÖ puanında hastalar aleyhine fark olduğu görülmüştür (P < 0,05). Sonuç: Cinsel işlev bozuklukları en sık erkek hemodiyaliz hastalarında görülmektedir, eşlerde ise, cinsel işlev bozuklukları daha sık kadınlardadır. Bu konunun gözden kaçmaması için, hemodiyaliz hastaları ve eşlerinin cinsel açıdan değerlendirilmesinin günlük rutin tanı-tedavi pratiğine girmesini ve nefroloji ve psikiyatri tedavi ekiplerinin işbirliği içerisinde çalışmasını önermekteyiz.Öğe Sigara bırakma polikliniğine başvuran hastaların sosyodemografik özellikleri ve sigara bağımlılık şiddetleri(2016) Buturaka, Şadiye Visal; Günal, Nesimi; Özçiçek, Gamze; Rezaki, Hatice Özdemir; Koçak, Orhan Murat; Kırıcı, Aslıhan Güneş; Kabalcı, MehmetAmaç: Sigara bağımlılığı çevre ve genetik etkilerin bir arada rol oynadığı karmaşık bir davranıştır. Sigara bırakma hizmetleri açısından Türkiye günümüzde dünyada lider ülkelerden birisi olsa da bu alanda yeterli çalışma yoktur. Biz bu çalışmada bağımlılık şiddeti ile cinsiyet, eğitim düzeyi, medeni durum, stresör varlığı, ailede bağımlılık gibi çeşitli değişkenlerin ilişkisi olduğu hipotezini doğrulamayı amaçladık.Gereç ve Yöntemler: Bu retrospektif çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı ve Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı tarafından yürütülen sigara bırakma polikliniğine Ocak 2012 - Ocak 2013 tarihleri arasında başvuran 99 hasta dahil edilmiştir. Hastaların hasta takip formları incelenmiş ve Fagerström testi puanlarına göre çalışmaya dahil edilen hastalar bağımlılık şiddeti açısından ağır olan ve olmayan içiciler olarak iki gruba ayrılmıştır.Bulgular: Bağımlılık şiddeti açısından cinsiyetler ve eğitim düzeyi karşılaştırıldığında ağır içi grupta; kadın oranının daha yüksek (P < 0,001) ve eğitim düzeyi düşük olanların oranlarının (P = 0,016) daha fazla olduğu saptandı. Ailede sigara ya da alkol bağımlılığı olanların sigaraya başlama yaşı anlamlılığa yakın derecede daha erkendi (P = 0,05).Sonuç: Sigara bağımlılığı aile öyküsünde sigara ya da alkol bağımlılığı bulunanlarda daha erken yaşlarda başlayan, kadınlarda daha ağır bağımlılığa neden olabilen bir hastalıktır ve sigara ile mücadelede bağımlılık ve şiddetine etki eden faktörler için yeni çalışmalara ihtiyaç vardırÖğe Verbal, visuo-spatial memory and executive functions in OCD(Kure Iletisim Grubu A S, 2009) Koçak, Orhan Murat; Yılmaz, Ayşegül; Berksun, Oğuz; Ölmez, SenayObjective:There is concrete evidence of problems in the circuits between the frontal lobe, basal ganglions,thalamus, and the frontal lobe again in obsessive compulsive disorder (OCD). These circuits have important role in executive functions. However, OCD patients have been also shown that they had verbal and visuo-spatial memory problems. In addition studies have pointed out an impairment in, both verbal and visuo-spatial skills. In the light of these findings, it was aimed, in this study, to test whether the memory functions of OCD patients were significantly more impaired regardless of the type of information (verbal or visual-spatial) compared to the functions of the control group, and whether this impairment was associated with an impairment in the executive functions. Method and Results: Results obtained from 20 OCD and 20 healthy volunteers as controls, showed that OCD patients were worse than control subject in all cognitive domains that verbal memory, verbal executive functions, visuo-spatial memory and visuo-spatial executive functions. Also neither scores of the tests included in the battery (except between Wechsler Memory Scale logical memory and the trait anxiety) nor symptom severity inventories and the neuropsychological tests were not significantly correlated with each other in OCD group. Conclussion: Considering the fact that verbal ability is focused in the left hemisphere and visual-spatial ability, in the right hemisphere, and our findings suggest impairments in executive functions addressing to both functional areas, it is possible to say that there is not only a problem in intrahemispheric the prefrontal area - basal ganglions thalamus - prefrontal area circuits but there can be a problem in widespread interhemispheric relationship.Öğe Were considered to have CO poisoning. Patients with psychiatric disease or an illness that could increase CO levels and those who smoked or were using medication were excluded. Healthy volunteers were evaluated once, and CO poisoningEffects of carbon monoxide poisoning on temperament(2018) Eroğlu, Anıl Oğuz; Koçak, Orhan Murat; Buturak, Şadiye Visal; Coşkun, Figen; Yılmaz, Ayşe Gül Özpolat; Deniz, TurğutAim: The aim of this study was to investigate the effect of carbon monoxide (CO) poisoning on temperament andassociated disorders.Material and Methods: The study was conducted in healthy volunteers and patients who presented to the EmergencyDepartment of Kirikkale University Hospital after exposure to CO. Patients with a carboxyhemoglobin level of ?10%patients were evaluated at the time of presentation and 3 months after discharge using the Temperament Evaluation ofMemphis, Pisa, Paris, and San Diego Autoquestionnaire (TEMPS-A) temperament scale. Repeated analysis of variance wasapplied for comparisons. A p value of <0.05 was considered statistically significant.Results: The study included 110 participants: 68 in the CO poisoning group and 42 healthy volunteers. Significantdifferences between the groups were observed in the TEMPS-A scores for depressive type (p=0.016) and anxious type(p=0.01) at first presentation and for the irritability type (p=0.02) and anxious type (p=0.034) at 3 months after thedischarge. When the temperament scale scores of the CO poisoning patients were compared according to evaluation time(first presentation and 3 months after discharge), no significant difference in temperament types was observed.Conclusion: Although the temperament types related to depression and anxiety were affected after CO poisoning, theydid not change completely. Further research is needed to better understand the psychiatric effects of CO poisoning.Öğe Yüksek ve düşük akımlı desfluran anestezisinde kognitif fonksiyonların değerlendirilmesi(2011) Kaymak, Çetin; Koçak, Orhan Murat; Babadağ, Yıldız; Koçak, Emine; Apan, AlpaslanAmaç: Kognitif fonksiyon, bilinç düzeyi, hafıza, oryantasyon, konsantrasyon, genel bilgi, zeka, anlama ve yargı yeteneği bileşenlerinden oluşur. Postoperatif kognitif disfonksiyon (POKD), bellek ve konsantrasyondaki yetersizlikle karakterize multifaktoriyel bir tablodur. Hastanın derlenme evresi içinde bilişsel işlevlerinin eski düzeyine gelmesi anestetik maddenin farmakokinetiği, anestezi ve cerrahi yöntem ile ilişkili olmaktadır. Bu çalışmada, düşük ve yüksek akımlı desfluran anestezisi uygulamasında preoperatif ve postoperatif dönemdeki bilişsel işlevlerin incelenmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya Lokal Etik Kurul onayı alındıktan sonra ASA I-II, 15-55 yaş arası dahil edilen 32 erişkin olgu, yüksek akım. (Grup I, n16) ve düşük akım (Grup II, n-16) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Premedikasyon yapılmadı. Anestezi indüksiyonu tiyopental 5-7 mg kg'1 ve fentanil 1,5 ]ug kg'1 i.v ile yapıldı ve endotrakeal entübasyon öncesi nöromusküler gevşeme için rokuronyum 0,6 mg kg'1 kullanıldı. Yüksek ve düşük akımlı anestezi grubundaki hastalarda sırasıyla %50 N2002 4 l dk'1 ve 1 l dk1 akım ile desfluran uygulaması yapıldı. Hastaların derlenmesi 5., 10., 15., 30. ve 60. dakikalarda Modifiye Aldrete Skoru (MAS) ile değerlendirildi. Hastaların kognitif fonksiyonları preoperatif ve postoperatif 1. saatte sırasıyla Sözel İşitsel Bellek Testi (SIBT) ve S troop İnterferans Test (SİT) ile değerlendirildi. Bulgular: Her iki grupta preoperatif ve postoperatif SİBT1, SİBT 5, SİBT 6, SİBT 7, SİBT 8 ve SÎT skorlarında anlamlı bir etkileşim saptanmamıştır. Postoperatif uyanma zamanı ile SİBT 1, SİBT 5, SİBT 6, SİBT 7, SİBT 8, SIT skorları arasında anlamlı bir korelasyon saptanmamıştır. Sonuç: Her iki anestezi uygulaması bilişsel işlevler açısından farklılık göstermemiştir. Postoperatif derlenme zamanı ve bilişsel işlevler arasında ilişki bulunmaması nedeniyle desfluran anestezisindeki taze gaz miktarının kognitif bilişsel fonksiyonları etkilemediğini düşünmekteyiz.