Uzmanlık Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Biyomimetik poröz dental implant tasarımı, in vitro değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Taze, Cem; Özgül, ÖzkanDünya nüfusu yaşlandıkça ve yaşam standartlarındaki beklenti arttıkça dental implantların kullanım sıklığı da zamanla artmıştır. Son dönemde özellikle karmaşık geometrilerin üretiminde, eklemeli üretim yöntemlerinin kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber kompleks makro ve mikro geometrilere sahip medikal malzemelerin bu yolla üretilmesi fikri doğmuştur. Dental implantların hem yüzey alanını arttırıp osseointegrasyonu güçlendirmek hem de implantın elastik modülünü kemiğin elastik modülüne yaklaştırmak ve biyomimetik bir yüzey elde etmek amacıyla bu çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu amaçla gözenek yapıların 4 farklı bölgede yerleşim gösterdiği poröz dental implantlar tasarlanmıştır. Tasarlanan bu implantlarda gyroid tipde gözeneklilik tercih edilmiştir. Sonlu elemanlar analizi sonucu 2 adet tasarım seçilmiş ve bir eklemeli üretim yöntemi olan SLE metoduyla üretim gerçekleştirilmiştir. Bu implantlar, konvansiyonel ticari bir dental implant ile in vitro şartlarda karşılaştırılmıştır. Ayrıntılı bir tasarım ve üretim sürecinden sonra biyomekanik testler uygulanmış, SEM ve mikro-BT analizleri yapılmıştır. Aynı boyutta ticari implanta göre, tasarlanan implantların yüzey alanı ve hacmi sırasıyla %44-%60 oranında arttığı tespit edilmiştir. Biyomekanik testlerde; üretilen implantların 200-300 N'luk çiğneme kuvvetlerinden daha büyük değerlerde dayanım gösterdiği görülmüştür. Sonuç olarak, kompleks geometriye sahip poröz dental implantların eklemeli üretim yöntemiyle başarılı bir şekilde üretilmesi, in vitro test sonuçları, yapılan biyomekanik testler ile en az ticari implanta yakın sonuçlar veren gözenekli dental implant tasarımları ileriye yönelik ümit vaat etmektedir.Öğe Süt dişi sınıf II restorasyonlarda bir cam hibrit ve bir kompomer materyalin klinik başarısının karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi(2021) NAZENDE BETÜL DEMİR AKÇA; AYLİN AKBAY OBAÇalışmamızın amacı, bir cam hibrit materyal (Equia Forte, GC Corporation, Tokyo, Japan) ile bir kompomer materyalin (Dyract XP, Dentsply Sirona, Konstanz, Germany) süt dişi sınıf II restorasyonlardaki başarısının karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesidir. Çalışmamız yaşları 5-9 arasında değişen, süt molar dişlerinde dentin iç yarısı ile sınırlı arayüz çürüklerine sahip olan hastalar üzerinde, split mouth dizayn kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya dahil edilme kriterlerine sahip 50 hastada 100 diş, restoratif materyaller ile restore edilerek 1., 6. ve 12. aylarda Modifiye USPHS klinik değerlendirme kriterlerine göre klinik olarak değerlendirilmiştir. Çalışmada elde edilen verilerin istatistiksel analizleri için; Ki-Kare testi, Fisher's Exact testi, Cohran's Q testi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Takip periyodunun sonunda cam hibrit materyal ve kompomer materyal gruplarının klinik başarı oranları sırası ile %90 ve %100, genel başarı oranları sırası ile %86 ve %96 olarak saptanmıştır. Cam hibrit materyal ve kompomer materyalin genel başarı oranları karşılaştırıldığında, aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05). Grup içi değerlendirmede cam hibrit materyal grubunda aylara göre klinik başarının dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu tespit edilmiştir (p=0,002). Kompomer materyal grubunda aylara göre klinik başarının dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,05). Çalışmamızda 12 aylık klinik takip sonucu elde edilen veriler doğrultusunda, cam hibrit materyalin süt dişi sınıf II kavitelerde kabul edilebilir sonuçlar sergilediği gözlemlenmiş, çocuk diş hekimliğinde alternatif bir materyal olabileceği sonucuna varılmıştır.Öğe Botulinum toksin enjeksiyonu ve stabilizasyon splint tedavisinin posterior dental implant uygulanmış bruksizmli hastalardaki implantlar üzerinde etkinliğinin incelenmesi(2021) UĞUR DERDİYOK; ÖZKAN ÖZGÜLİmplant uygulaması sonrası başarısızlıkların nedenleri biyolojik ve mekanik olmak üzere iki ana başlık altında toplanır.Bruksizm gibi implantlara aşırı yüklenmeye neden olabilen alışkanlıklar hem mekanik hem de biyolojik problemlere neden olabilirler. Genellikle implant çevresi marjinal kemik kayıpları bu problemlerle ilişkili kabul edilmektedir. Bu çalışmanın amacı; posterior dental implant uygulanmış ve klinik olarak bruksizm teşhisi konulmuş bireylerde, Botulinum Toksin Tip A enjeksiyonun ve stabilizasyon splint kullanımının implant çevresi marjinal kemik üzerine etkilerini incelemek ve bruksizmi olan hastalarda marjinal kemik kaybının önlenmesinde hangi yöntemin daha etkili olabileceğini araştırmaktır. Bu gözlemsel çalışmaya bruksizm teşhisi konulmuş ve posterior dişsiz bölgeleri dental implant ile rehabilite edilmiş toplam 60 hasta dahil edildi. Toplam 3 gruptaki botulinum toksin-A enjeksiyonu grubu, stabilizasyon splint tedavileri görmüş grup ve bruksizm tedavisi görmemiş kontrol grubundaki(n=20) hastaların marjinal kemik kaybı bulunmayan 2 adet posterior dental implantı araştırmaya alındı. Her hastadan 3, 6 ve 12. aylarda standart film tutucular ile periapikal röntgen alındı. İmplantların mezial (M) ve distal (D) kemik kaybı miktarları dijital görüntüleme ile çakıştırılarak değerlendirildi. Çalışmadan elde edilen verilerin değerlendirilmesi amacıyla SPSS (Statistical Package for Social Sciences) programı kullanıldı. Tüm testlerde p<0.05 değerinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu kabul edildi. Çalışma grupları (kontrol, botoks ve splint) ve posterior gruplara (maksilla ve mandibula) göre hastaların yaşları bakımından anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05). Birinci implantta mezial marjinal kemik kaybı botoks ve splint gruplarında kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğu bulundu (p<0,05). İkinci implantta mezial marjinal kemik kaybı 3 ve 6. aylarda kontrol, botoks ve splint hasta grupları arasında anlamlı fark bulunmazken (p>0,05), 12. ay radyolojik incelemenin sonucunda kontrol grubu ile botoks grubu arasında anlamlı fark bulunmuştur (p<0,05). Birinci ve ikinci implantların distal marjinal kemik kaybı 3, 6 ve 12. aylarda botoks ve splint gruplarında kontrol grubuna göre istatiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğu bulundu(p<0,05). Her üç grupta da 3, 6 ve 12. aylarda marjinal kemik kaybının arttığı ve bu kaybın anlamlı olduğu görüldü(p<0,05). Marjinal kemik kaybı 3, 6 ve 12. ayda gruplar arasında karşılaştırıldığında ise en fazla kaybın kontrol grubunda, en az kaybın da botulinum toksin enjeksiyonu uygulanan grupta olduğu belirlendi.Öğe Dişlerde hacim ölçümü için farklı radyografik görüntüleme programlarının doğruluğunun karşılaştırılması(2021) MERVE AYDOĞDU; MEHMET ZAHİT ADIŞENDiş hekimliğinde kullanımı yaygınlaşan Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi ile anatomik yapıların ve patolojilerin üç boyutlu milimetrik görüntüleri elde edilebilmektedir. Adli diş hekimliğinde yaş tayini belirlemede, cerrahi tedavilerin sanal modelleme ile simülasyonunda, periodontal, endodontik, ortodontik ve protetik tedavilerde kron-kök ve kraniyofasiyal ilişkilerin değerlendirilmesinde doğru diş hacimlerinin hesaplanması önemlidir. Bu çalışmanın amacı dişlerde hacim ölçümü açısından farklı yazılım programları, farklı voksel boyutları, farklı segmentasyon teknikleri ve intraoral tarayıcı arasında farklılık olup olmadığının araştırılması ve fiziksel hacim ölçümüne en yakın tekniğin belirlenmesini sağlamaktır. Bu çalışma Kırıkkale Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı'nda Ocak 2019-2020 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Çekilmiş 30 adet tek köklü ve kanallı diş, 3D intraoral tarayıcı ile kayıt altına alındı ve fiziksel hacimler, altın standart olarak kullanılan, su yer değiştirme metodu ile hesaplandı. Dişler daha sonra fantom modellere yerleştirilerek iki farklı voksel boyutunda (0.3-0.4 voksel) KIBT görüntüleri alındı. Dişlerin hacimleri 3D Doctor Programında manuel segmentasyon tekniği, ITK Snap programında manuel ve yarı otomatik segmentasyon yöntemi kullanılarak hesaplandı ve istatistiksel analiz için veriler SPSS programına aktarıldı. Sıvı deplasman yöntemi altın standart olarak alındığında 3D Doctor 0,4 V boyutunda yapılan hacim ölçümleri istatistiksel olarak farklılık göstermiştir. Sıvı deplasman yöntemi, 3D intraoral tarayıcı, ITK-Snap manuel ve yarı otomatik segmentasyon ve 0.3 voksel boyutunda 3D-Doktor hacim ölçümleri arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı. Çalışma sonucunda kullanılacak görüntüleme programına göre voksel seçiminin tercih edilmesi gerektiği belirlenmiştir. Ayrıca, doğru sonuçlar vermesine rağmen, manuel segmentasyonun zaman alıcı olması nedeniyle bunun yerine yarı otomatik segmentasyonun tercih edilebileceği görülmektedir.Öğe Özçekimin bireylerin estetik algı ve müdahalelere yönelimi üzerine etkisinin değerlendirilmesi(2021) ALPEREN GÖKMEN; MUSTAFA ERCÜMENT ÖNDERKameralı akıllı telefonlar ve dijital kameralar gibi fotoğraf çekmeye yarayan teknolojik aletler günümüzde oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır. Günümüzde pek çok insanın bu teknolojik aletler vasıtasıyla internete ve sosyal medyaya eriştiği düşünüldüğünde, sosyal medya kullanımının ve sosyal medyada sıkça paylaşılan özçekimlerin bireyler üzerinde pek çok etkisi olduğunu düşünmek doğaldır. Bu durum, bireyin estetik algısı ve kozmetik müdahalelere yöneliminde de etkili olabilmektedir. Estetik müdahalelerin, ağız diş ve çene cerrahlarının da günlük pratiğinde yer almasından dolayı, özçekimin, bireyin estetik algısı ve estetik müdahalelere yönelimi üzerindeki etkilerini değerlendirmek amacıyla bu çalışma planlanmıştır. Çalışmamız için, 18-29 yaş aralığında olan ve Kırıkkale Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinde lisans öğrenimi gören 200 erkek–200 kadın gönüllü olarak katılmıştır. Oluşturduğumuz "Kırıkkale Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Öğrencilerinin Özçekim Alışkanlıklarının Değerlendirilmesi Anket Çalışması" isimli anket ile gönüllülerin sadece yaşının ve cinsiyetinin dâhil olduğu demografik bilgilerini, sosyal medya kullanım ve özçekim yapma alışkanlıklarını, yüz bölgesinde var olan memnuniyetsizliklerini, buna bağlı olarak estetik müdahalelere yönelimlerini, görünüm değerlendirmelerini ve sonuçlarını (vücut memnuniyetsizliği ve estetik müdahalelere karşı tutumları), sorgulamayı amaçlayan toplam 16 soru sorulmuştur. Çalışmamızda, özçekimlerini fotoğraf filtreleme uygulamalarıyla daha fazla düzenleyen bireylerin, estetik müdahaleye daha fazla yönelimi olduğu görülürken, benzer şekilde yüzünü çekici bulmayanlarda daha fazla estetik müdahaleye yönelmektedir. Kadınların dış görünümlerine daha çok dikkat ettiği, yüzünde daha fazla hoşuna gitmeyen nokta olduğu ve buna bağlı olarak özçekimlerinde daha fazla düzenleme yaptığı görülürken, daha fazla özçekim yapan ve yayınlayan katılımcıların estetik müdahalelere daha yatkın olduğu görülmüştür. Bu çalışmanın sonuçlarına göre, dış görünümünden memnun olan bireylerin, daha az özçekim paylaşımı yaptığı anlaşılmıştır. Bu nedenle, özellikle gençlerin kendilerini onaylatabilecekleri en önemli mecralardan birinin sosyal medya olduğu ve bu nedenle özçekim paylaşımlarında artış olduğu söylenebilir. Ayrıca, özçekim paylaşımında ve düzenlemesindeki artışın, estetik müdahalelere yönelen bireylerin sayısında bir artışa neden olacağı gösterilmektedir. Anahtar Kelimeler: Estetik, Estetik Müdahale, Kozmetik Cerrahi, Özçekim, Sosyal MedyaÖğe Hiyalüronik asidin dental implantlar çevresindeki osseointegrasyona etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Yazan, Mürüde; Atıl, FethiÇalışmada tavşan mandibulalarında belirlenen bölgelere yerleştirilen implantların kavitelerine lokal olarak uygulanan jel formundaki hiyalüronik asidin osseointegrasyon üzerine etkilerini araştırmak amaçlanmıştır. 10 Yeni Zellanda tavşanının mandibula kesici ve molar dişler arasında belirlenen bölgelerine mezial ve distal implant kaviteleri hazırlandı. Distalde hazırlanan implant kavitelerine hiyalüronik asit jel formu uygulanmıştır.Çalışma grubunu oluşturan implant kavitelerinin 4 mm anterioruna ise kontrol grubunu oluşturan implantlar yerleştirildi. Tüm implant kavitelerine 2 mm çap ve 4 mm uzunlukta özel olarak tasarlanmış implantlar yerleştirilmiştir. 2 aylık takip sürecinin ardından dental implantların çevresindeki osseointegrasyon miktarı histolojik ve histomorfometrik olarak değerlendirilmiş ve gruplar arasındaki değerler karşılaştırılmıştır. Kontrol grubu ile hiyalüronik asit uygulanan çalışma grubu arasında osseointegrasyon açısından gözlemsel olarak belirgin bir farklılık tespit edilemedi. Çalışma grubunda kontrol grubuna göre daha yaygın olarak osteoid doku varlığı tespit edildi. Çalışma grubunun kesitlerinde aktif remodelling gerçekleşen, rejenerasyon aktivitesi yüksek olan yeni kemik alanlarının varlığı izlendi. Anahatar Sözcükler: Hiyalüronik asit, Dental implant, Osseointegrasyon, Tavşan Mandibulası, Histopatoloji, Kemik İyileşmesiÖğe Standart kemik defektlerinde yeni nesil trombosit konsantrasyonun kemik oluşumu üzerine etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Titirinli, Kübra; Koçyiğit, İsmail DorukYüksek konsantrasyon trombosit içeren ürünlerin salgıladıkları büyüme faktörleri, sitokin ve mediyatörler ile hücre aktivasyonunu sağlayarak doku rejenerasyonunu hızlandırmaktadır. İkinci nesil trombosit konsantrasyonu olan Trombositten Zengin Fibrin (TZF) kanın biyokimyasal işleme tabi olmadan elde edilen formudur. Geliştirilmiş-Trombositten Zengin Fibrin (G-TZF) fikri fibrin yapısında bulunan nötrofilik granülositlerin doku iyileşmesini hızlandırabileceği ancak granülositlerin fibrin yapı içindeki dağılımının santrifüj devrine ve hızına bağlı olarak değişebileceği hipotezinden doğmuştur. Bu çalışmanın amacı, yeni nesil trombosit konsantrasyonu olan G-TZF'nin tavşan modelinde kemik oluşumu üzerine etkisini histolopatolojik olarak değerlendirmektir. Deneysel hayvan çalışmasında 10 adet Yeni Zelanda tavşanı kullanıldı. Mandibula korpusu açığa çıkarıldıktan sonra kemikte trefan frezler yardımı ile standart kemik defektleri oluşturuldu. Birinci grupta mandibula sağ mandibula posterior defektine TZF (2700 rpm 12 dakika), sağ mandibula anterior defektine G-TZF (1500 rpm 14 dakika), sol mandibulada oluşturulan defekte ek herhangi bir materyal yerleştirilmedi. Yönlendirilmiş doku rejenerasyonunu sağlamak amacı ile defekt yüzeyleri membran ile kapatıldı. Cerrahi saha primer kapatıldı. Operasyondan 2 ay sonra kemik iyileşmesini değerlendirmek için tavşanlar sakrifiye edildi. Elde edilen örnekler histolopatolojik olarak değerlendirildi. Histolojik incelemelerde gruplar arasında kemik dolumu miktarı ve kemik kalitesi açısından belirgin bir fark izlenmemiştir. Operasyondan 2 ay sonra alınan örneklerde kontrol grubunda oluşan yeni kemik dokusu miktarı ortalama %42,5 TZF kullanılan grupta %56.9, G-TZF uygulanan grupta ise %55 olarak tespit edilmiştir. Yapılan istatistiksel analizde ise aradaki farkın istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı tespit edilmiştir. P=0,437 (p>0,05) Grup A'nın (TZF) yeni kemik dolum puanı diğer gruplardan yüksek görülmektedir. Grup B'nin (G-TZF) yeni kemik dolum puanı Grup C'den (boş defekt) yüksek olduğu söylenebilir. Çalışma sonuçlarına göre; kemik doku oluşumu açısından TZF ve G-TZF arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadığı ancak trombositten zengin biyomateryallerin kullanımının kemik doku oluşumununda etkili olabileceği söylenebilir. Trombositten zengin biyomateryallerin kullanımı ile oluşacak kemiğin kalitesi ve kemik oluşum hızının tanımlanabilmesi için yeni çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Öğe İskeletsel maloklüzyonlarda 3-D konik ışınlı bilgisayarlı tomografi kullanarak maksimum ısırma kuvveti ve çiğneme kası aktivitesinin elektromiyografi ile değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Okkesim, Alime; Mısırlıoğlu, MeldaKraniofasiyal yapıdaki büyüme ve gelişimi yönlendiren mekanizmaların ayrıntılı bir şekilde araştırılması; kraniofasiyal deformitelerin ortaya çıkış nedenlerinin tam olarak anlaşılması açısından önemlidir. Bu çalışmanın amacı farklı iskeletsel maloklüzyon gruplarına göre masseter kas hacmi, aktivitesi ve maksimum ısırma kuvvetinin değerlendirmesidir. Çalışmamız, Kırıkkale Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Anabilim Dalı ve Ortodonti Anabilim Dalı'na tedavi için başvuran ve Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi görüntülemesi için kliniğimize yönlendirilen, 18-30 yaş aralığındaki 60 genç erişkin hasta ile yapıldı. Hastaların sistemik anamnez bilgileri, travma öyküsü ve en son diş tedavisi zamanını sorgulayan hasta bilgi formu dolduruldu. Radyolojik ölçümler için hastalardan konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) görüntüleri alındı. Yüzeyel elektromiyografi (sEMG) ile masseter kas aktivitesi ve kuvvet ölçüm sensörü ile ısırma kuvveti ölçüldü. Deneklerin sagittal yön sınıflamasına göre gruplar arasında sadece EMG ölçümlerinde fark bulundu. Deneklerin vertikal yön grupları ile kas hacmi ve ısırma kuvvetinde anlamlı sonuç bulunurken EMG değerlerinde anlamlı fark bulunmadı. Isırma kuvveti ve EMG arasında korelasyon bulunurken kas hacmi ile diğerleri arasında korelasyon bulunmadı. Çalışma sonucunda iskeletsel sagittal yön sınıflamasına göre oluşturulan gruplar ile EMG arasında anlamlı ilişki olması tanıda yardımcı yöntem olarak kullanılabilir olduğugörülebilir şeklinde yorumlandı. Vertikal yön grupları ile kas hacmi ve ısırma kuvveti arasında anlamlı sonuç bulunması kas hacmi ve ısırma kuvveti ölçümünün her ne kadar bize yardımcı tanı aracı olarak kullanılabilir olduğunu gösterse de vertikal yön gruplarının sayıca eşit dağıtılmamış olması kullanılmasının güvenilir olmadığını gösterir. İskeletsel maloklüzyonların EMG, ısırma kuvveti, kas hacmi ile ilişkileri daha büyük çalışma grupları ile araştırılmalıdır. Kas hacmi, EMG ve ısırma kuvveti IX arasında anlamlı sonuç olmaması güvenirliği tartışmalı hale getirmiş ve nedeninin KIBT'ın yumuşak doku görüntülemesinde yetersiz kalması olarak değerlendirilmiştir.Öğe Mandibuladaki gömük üçüncü molar diş varlığının kondil kırığı oluşturma riski üzerine etkisinin sonlu eleman analizi ile değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Öner, Ömer; Atıl, FethiMandibula kondil kırıkları tüm mandibula kırıklarının içinde en yaygın görülen kırık tiplerinden biridir. Kırık oluşumuna kemiğin kalitesi, travmanın karakteristiği gibi faktörlerin yanında mandibuladaki gömülü diş varlığı da etki etmektedir. İnsan üzerinde yapılabilecek klinik çalışmaların sahip olduğu kısıtlamalar, sonlu eleman analizi yöntemini çene yüz bölgesinde meydana gelen kırıkların analizi için sıklıkla başvurulan bir yöntem haline getirmiştir. Bu çalışmada, mandibuladaki gömük üçüncü molar diş varlığının ve pozisyonunun kondil kırığı oluşturma riski üzerine etkisinin sonlu eleman analizi yöntemiyle değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışma için insan mandibulasından alınmış bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüsünden uygun program kullanılarak elde edilen mandibula modeli üzerine yirmi yaş dişi, vertikal, mezyoangular, distoangular ve horizontal pozisyonda yerleştirilerek çalışma modelleri elde edildi. Tüm modellerde yirmi yaş dişi tamamen gömülü ve Sınıf III pozisyonunda modellendi. Pell ve Gregory sınıflamasına göre yirmi yaş dişinin farklı pozisyonlarının değerlendirilebilmesi için, mezyoangular pozisyonda gömülü yirmi yaş dişi bulunduran model Sınıf I ve Sınıf II olarak da modellendi. Bu şekilde elde edilen 7 adet modele 2000 N'luk travma kuvveti angulus ve simfiz bölgelerinden uygulanarak, angulus ve kondil bölgelerinde oluşan stresler değerlendirildi. Kuvvet angulustan uygulandığında gömülü yirmi yaş diş varlığı angulus bölgesindeki stresi anlamlı ölçüde arttırmış, kondil bölgesindeki stresi ise anlamlı ölçüde azaltmıştır. Kuvvet simfizden uygulandığında yirmi yaş dişinden bağımsız olarak stres büyük ölçüde kondiler bölgede yoğunlaşmıştır. Yirmi yaş dişinin Winter ve Pell ve Gregory sınıflamasına göre farklı pozisyonları arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Sonuç olarak mandibuladaki gömülü yirmi yaş varlığının kondil kırığı oluşumu üzerine etkili olduğu, özellikle angulus bölgesine gelen lateral darbe durumunda kondil kırığı riskini azalttığı bulunmuştur.Öğe Süt azı dişlerinde pulpanın sağlık durumunun belirlenmesinde pulse oksimetrenin başarısının değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Sert, Tuğba; Arıkan, VolkanÇalışmamızın amacı, süt molar dişlerde pulpanın sağlık durumu ve pulse oksimetre ile ölçülen oksijen satürasyon değerleri arasında herhangi bir ilişki bulunup bulunmadığının belirlenmesi ve satürasyon değerlerinin pulpanın durumunu teşhis etme konusundaki etkinliğinin değerlendirilmesidir. Çalışmamıza yaşları 6-9 arasında değişen toplam 77 hastaya ait 95 alt süt ikinci molar diş dahil edilmiştir. Sağlıklı pulpa (pozitif kontrol grubu), reversibl pulpitis ve irreversibl pulpitis gruplarında her bir grupta 25 diş, negatif kontrol grubunda 20 diş olacak şekilde ayrılmıştır. 1. Çalışma grubunda, pulpaya çok yakın çürük lezyonu bulunan, reversibl pulpitis teşhisi konulan ve direkt pulpa kapaklama tedavisi öngörülen dişler yer alırken, 2. Çalışma grubunda çürüğe bağlı gelişen enfeksiyon sonucu oluşmuş, irreversibl pulpitis teşhisi konulan, şiddetli, spontan, uzamış ağrı, perküsyon hassasiyeti ya da patolojik mobilite belirtilerinden en az ikisini gösteren dişler yer almıştır. Pozitif Kontrol grubuna herhangi bir çürük, kırık veya pulpayı etkileyen başka bir patolojik bulgu olmayan sağlıklı pulpaya sahip dişler, Negatif Kontrol grubuna ise çürük nedeniyle gelişen enfeksiyona bağlı olarak kanal tedavisi uygulanmış, klinik ve radyografik olarak herhangi bir patolojinin izlenmediği dişler dahil edilmiştir. Araştırmaya dahil edilen ve 4 grup içerisinde yer alan tüm dişlerde oksijen satürasyon değerleri pulse oksimetre kullanılarak ölçülmüştür. İstatistiksel analizler için IBM SPSS Statistics 21.0 programı ile Shapiro-Wilk, t, Anova, Tukey, Mann-Whitney U ve Spearman korelasyon testi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edilmiştir. Sağlıklı gruptaki dişlerden ve parmaktan elde edilen ölçümlerin sonuçları karşılaştırıldığında, parmaktan alınan ölçümlere ait ortalamanın istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek olduğu belirlmiştir. Ancak iki ölçüm arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon olmadığı görülmüştür. Yapılan ikili karşılaştırmalar sonucunda, kontrol grubunun ortalamasının, reversible ve irreversible pulpitis gruplarına göre daha yüksek olduğu, reversible ve irreversible pulpitis grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı tespit edilmiştir. Çalışmamızın bulguları değerlendirildiğinde, pulse oksimetre ile sağlıklı pulpa ve pulpitis ayrımı yapılabildiği, ancak pulpada görülen geri dönüşümlü veya geri dönüşümsüz pulpitis arasındaki ayrımın yapılamadığı sonucuna varılmıştır. Bu sebeple süt dişlerinde çürüğün pulpaya ulaştığı durumlarda yapılacak tedaviye karar verirken pulse oksimetrenin yalnızca sağlıklı dişlerin pulpitis ile ayrımında klinik semptomlar ve operatif teşhis yöntemlerine ek, yardımcı bir yöntem olarak kullanılabileceği ancak geri dönüşümlü veya geri dönüşümsüz pulpanın teşhisinde yararlı olmadığı sonucuna varılmıştır. Yapılan ölçümler ve tedavi başarısı arasındaki ilişkiyi değerlendiren daha ileri klinik çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Öğe Konik ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntüleri üzerinde maksiller sinüs lateral duvar kalınlığının ve posterior superior alveoler arter anatomisinin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Akyıl, Yağmur Yılmaz; Mısırlıoğlu, MeldaMaksiller bölgedeki diş kayıplarından sonra alveoler kemikte atrofi ve maksiller sinüste pnömatizasyon görülür. Bu lokalizasyonda implant uygulaması öncesi maksiller sinüs tabanının ogmentasyonu gerekebilir. Posterior superior alveolar arter (PSAA) ve infraorbital arter (IOA), maksiler sinüs lateral duvarını ve membranını besleyen maksiller arterin dallarıdır. Bu arterler alveolar marjinin 18.9-19.6 mm üzerinde ve daima lateral duvarda anastomoz yaparlar. PSAA sinüs ogmentasyonunun yanı sıra Cadwell-Luc operasyonu, Le Fort 1 osteotomisi gibi lateral duvarın dâhil olduğu diğer cerrahi operasyonlarda da kemik pencere açılımı sırasında zarar görebilir. Bu arterlerin zarar görmesi durumunda operasyon sırasında görüşü engelleyecek düzeyde kanama riski oluşabilir ve Schneiderian membranı perfore olabilir. Operasyon öncesi lateral duvarın kalınlığının ve arterin yerinin belirlenmesi, işlem sırasında arterin zarar görmesini ve kanama riskinin oluşmasını önler. Bu çalışmanın amacı Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi (KIBT) kullanarak PSAA'nın görünürlüğü, lokalizasyonu,maksiller sinüs lateral duvar kalınlığı, alveoler kemik yüksekliği, sinüs septumunun varlığı ve maksiller sinüsün medial ve lateral duvarları arasındaki açı (ANGLE A) gibi anatomik faktörler ile ilişkisini incelemektir. Çalışmamızda Kırıkkale Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Anabilim Dalı arşivinde kayıtlı bulunan 300 hastanın Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi (KIBT) görüntüleri retrospektif olarak taranmıştır. Görüntülerden elde edilen ölçümlerin istatistiki değerlendirilmesi SPSS 24.0 programı kullanılarak yapılmıştır. Anahtar Sözcükler: Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi; Maksiller Arter; Maksiller Sinüs; Posterior Superior Alveoler Arter; Antral Septa; Lateral Duvar Kalınlığı; Angle AÖğe Florid içerikli restoratif materyallerin florid salımlarının ve floridle yeniden yüklenebilme özelliklerinin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Karaca, Zehra; Oba, Aylin AkbayBu tez çalışmasında, yeni jenerasyon cam hibrit restoratif materyallerin in vitro koşullarda florid salım konsantrasyonları ve floridle yeniden yüklenebilme kapasiteleri değerlendirilmiştir. İonofil U (GCİS), Photac Fil Quick Aplicap (RMCİS), Beautifil II (Gİ), Equia Forte (CH), Glass Fill (CK) restoratif materyalleri 5 mm çapında 2 mm derinliğindeki paslanmaz çelik kalıplara yerleştirilerek, her materyalden 17 adet hazırlanmıştır. Örnekler, 24 saat boyunca % 95 bağıl nemde 37°C'da saklanmıştır. Örnekler hazırlandıktan 24 saat sonra, karbid frez yardımıyla bitirme işlemleri, Sof-lex diskler ile polisaj işlemleri yapılmıştır. Her gruptan bir adet örneğe bitirme polisaj işlemleri yapılmamıştır. Örnekler, deney periyodu boyunca 5 ml deiyonize su içeren polietilen tüplere aktarılmıştır ve 37°C'da bekletilmiştir. Örneklerin florid salım konsantrasyonları 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 14, 21 ve 28. günlerde florid iyonuna duyarlı olan iyon seçici elektrod kullanılarak ölçülmüştür. 28. günde örneklere 4 dakika boyunca 2 ml % 1,23'lük APF jel (İonite) uygulanmıştır. Daha sonra, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 14, 21 ve 28. günlerde materyallerin florid salım konsantrasyonları ölçülerek, floridle yeniden yüklenebilme kapasiteleri değerlendirilmiştir. Her deney periyodunda florid iyonu ölçümlerinde 24 saatlik süre baz alınarak ölçüm yapılmıştır. Her bir materyalin farklı günlerdeki florid salım konsantrasyonları ve farklı materyallerin aynı günlerdeki florid salım konsantrasyonları ANOVA testi kullanılarak karşılaştırılmıştır. Materyallerin başlangıçtaki florid salım konsantrasyonları ile APF jel uygulandıktan sonraki florid salım konsantrasyonları ise, Student t-testi kullanılarak kıyaslanmıştır. Aksi belirtilmedikçe p<0.05 için sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Araştırmamızın sonucunda, İonofil U'nun ilk iki gün boyunca istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde diğer materyallerden daha fazla miktarda florid salımı ve floridle yeniden yüklenebilme kapasitesi gösterdiği belirlenmiştir (p<0,05). Equia Forte'un 3, 4, 5, 6, 7, 14, 21 ve 28. günlerde, istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde diğer materyallerden daha yüksek konsantrasyonda florid salımı ve floridle yeniden yüklenebilme kapasitesi gösterdiği tespit edilmiştir (p<0,05). Glass Fill'in florid salım konsantrasyonunun ve floridle yeniden yüklenebilme kapasitesinin, Photac Fil Quick Aplicap ve Beautifil II materyallerine kıyasla, tüm deney periyodu boyunca istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde daha fazla olduğu rapor edilmiştir (p<0,05). Tüm deney periyodu boyunca, florid salım konsantrasyonu ve floridle yeniden yüklenebilme kapasitesi en düşük olan materyalin Beautifil II olduğu saptanmıştır. Ayrıca bitirme polisaj yapılmayan örneklerin florid salım konsantrasyonlarının, bitirme polisaj yapılan örneklere kıyasla daha düşük olduğu bulgulanmıştır.Öğe Mandibula korpus kırıklarında farklı tedavi yöntemlerinin karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Bolat, İsmail Eser; Tekin, UmutÇocuklarda mandibula kırıklarının görülme sıklığı yetişkinlere göre oldukça düşük olsa da maksillofasiyal bölgede en çok gözlenen kırıklardır ve tedavilerinde birçok farklı yöntem tanımlanmıştır. Ultrason destekli fiksasyon sistemleri çocuklarda kraniyel ve orta yüz kırıklarının fiksasyonunda başarılı bir şekilde kullanılmaktadır ancak mandibula kırıklarının tedavisinde kullanımı sınırlıdır. Tez çalışmamızda 28 adet immatür, 6-8 haftalık erkek Yeni Zellanda tavşanı kullanıldı ve denekler her bir grupta 7 hayvan olacak şekilde 4 farklı gruba ayrıldı. İzole mandibula korpus kırıkları oluşturuldu. Tüm kırık hatları repoze edildikten sonra titanyum vidalar veya ultrason destekli pin ve rezorbe olabilen mesh veya plak kullanılarak fikse edildi. Operasyondan 2 ay sonra kırık hatlarının iyileşmesini değerlendirmek için tavşanlar sakrifiye edildi. Elde edilen örnekler histolojik ve histomorfometrik olarak değerlendirildi. Değerler istatistiksel olarak analiz edildi. Tüm örneklerde yeni kemik oluşumu gözlendi. Postoperatif olarak titanyum vidalar ile fikse edilen gruplarda, ultrason destekli pinler ile fikse edilen gruplara göre daha yüksek miktarda yeni kemik oluşumu gözlendi. Tüm gruplar arasında en yüksek yeni kemik oluşum miktarı titanyum vida/plak grubunda ölçüldü. Ancak yeni kemik oluşum miktarı açısından 4 grup arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı. Bu tez çalışması çocuklarda mandibula korpus kırıklarının tedavisinde ultrason destekli pin/mesh uygulamasının alternatif bir tedavi yöntemi olabileceğini göstermektedir.Öğe Derin dentin çürüklü immatür daimi molar dişlerde parsiyel pulpotomi tedavisinde er, CR:YSGG lazer uygulamasının etkinliğinin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Tozar, Kamile Nur; Almaz, Merve ErkmenÇalışmamızda derin dentin çürüklü immatür daimi molar dişlerde MTA ve Er,Cr:YSGG lazer+MTA kullanılarak yapılan parsiyel pulpotomi tedavisinin etkinliğinin karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmamız, en az bir daimi immatür molar dişinde derin dentin çürüğü bulunan 6-15 yaşları arasındaki hastalar üzerinde yürütülmüştür. Hastaların tüm tedavileri Kırıkkale Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı kliniğinde tamamlanmıştır. Çalışmaya toplam çürükle ekpoze 90 adet diş dahil edilmiştir. Uygulanacak tedaviye göre dişler rastgele olarak iki gruba ayrılmıştır: 1. MTA grubu (n=45), 2. Lazer+MTA grubu (n=45). MTA grubunda, çürük temizlendikten sonra pulpa üzerindeki ekspoze alanda %5.25'lik NaOCl ile kanama kontrolünün ardından bu bölgeye MTA kondanse edilmiştir. Aynı seansta diş, rezin modifiye cam iyonomer siman ve kompozit rezin ile restore edilmiştir. Lazer+MTA grubunda ise tedavi prosedürleri MTA grubu ile aynı olup MTA kondensasyonu öncesi Er,Cr:YSGG lazer, biostimülasyon sağlamak amacıyla kanama kontrolü ardından ekspoz alana uygulanmıştır. Hastalar tedaviden sonraki 1, 3, 6 ve 12. aylarda takip randevularına çağırılarak kontrol radyografileri alınmıştır. Takip randevularında dişler klinik ve radyografik olarak değerlendirilmiştir. Sonuçların değerlendirilmesi için yapılan istatistiksel analizlerde Mann-Whitney U testi ve Ki-Kare analizi kullanılmıştır. Çalışma sonuçları değerlendirildiğinde, biyostimülasyon amacıyla lazer kullanılan grubun başarı oranı (%95.5), lazer kullanılmayan grup (%88.8) ile benzer bulunmuştur. 12 aylık takip sürecinde klinik ve radyografik patolojik bulguların en az bir kez görülme sıklığı açısından gruplar arasında anlamlı bir fark tespit edilmemiştir (p>0.05). Tedavi edilen 90 dişten 46 (% 51.1)'sı kök gelişimini tamamlamış, 41 (% 45.5)'inin kök gelişimi devam etmiş ancak apeksi henüz kapanmamış ve 3 (% 3.3) dişte yapılan tedavi başarısız olmuştur. Kök gelişimi açısından değerlendirildiğinde iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir (p>0.05). Sonuç olarak; parsiyel pulpotomi tedavisinin derin dentin çürüklü immatür daimi molar dişlerde yüksek başarı oranı gösterdiği, ancak MTA ile birlikte lazer kullanımının tek başına MTA kullanımına kıyasla çalışmamızdaki başarı kriterlerine göre başarı oranına ek bir katkısı olmadığı gözlenmiştir. Parsiyel pulpotomi tedavilerinde lazerin etkinliğinin değerlendirilebileceği klinik ve histolojik araştırmaları kapsayan daha uzun takip süreli ileri çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Er,Cr:YSGG lazer, immatür diş, parsiyel pulpotomi, apeksogenezis, mineral trioksit agregat Anahtar Sözcükler: Er,Cr:YSGG lazer, immatür diş, parsiyel pulpotomi, apeksogenezis, mineral trioksit agregatÖğe Gömülü alt yirmi yaş dişlerinin sistemik, klinik ve radyolojik değerlendirmeler yardımıyla cerrahi zorluk skalasının oluşturulması(Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Önder, Hatice; Önder, Mustafa ErcümentSürme yaşı tamamlandığı halde normal oklüzyonda yerini almamış kemik ve yumuşak doku içinde bütünüyle ya da kısmen kalmış olan dişler gömülü diş olarak tanımlanır. Üçüncü molar dişler kron-kök morfolojisi, dental arktaki pozisyonları bakımından gelişim sürecinde en çok çeşitlilik gösteren dişlerdir. Aynı zamanda dental arkta en çok gömülü kalan dişlerdir. Gömülü dişlerin cerrahi çekimleri sırasında oluşabilecek komplikasyonların en aza indirilebilmesi için operasyon öncesi gerekli radyolojik incelemelerin yapılması, eksiksiz bir anamnez alınması ve klinik muayenenin uygulanması şarttır. Gömülü diş pozisyonlarının belirlenmesinde farklı kriterlere göre sınıflandırma yöntemleri birlikte kullanılmaktadır. Operasyonu etkileyebilecek yaş, cerrahın eğitim ve deneyim durumu, var olan sistemik hastalıklar, kullanılan ilaçlar, gömülü yirmi yaş dişinin klasifikasyonu ve çekim endikasyonları günümüzde sıklıkla tartışılan konular arasındadır. Gömülü dişler; kemik retansiyonlu gömülü dişler, kemik ve yumuşak doku retansiyonlu gömülü dişler ve yumuşak doku retansiyonlu gömülü dişler olarak üç grup altında toplanabilirler. Yapılan çoğu gömülü yirmi yaş dişi sınıflaması radyolojik değişkenler ile sınırlı kalmıştır. Gömülü alt yirmi yaş dişlerinin cerrahi çekimleri öncesi daha detaylı incelenerek belirlenen zorluk miktarının operasyon süresine ve komplikasyon oluşumuna etkisi değerlendirilecektir. Bu çalışmanın amacı gömülü alt yirmi yaş dişlerinin sistemik, radyolojik ve klinik değerlendirmeler yardımıyla cerrahi zorluk skalasını oluşturabilmektir. Bu çalışma randomize prospektif tasarlanmış bir klinik çalışmadır. Çalışmamıza kliniğimize başvuran, çekim endikasyonu bulunan gömülü alt yirmi yaş dişine sahip yetişkin bireyler dâhil edilmiştir.Öğe Tavşanlarda sistemik olarak verilen oksitosinin, distraksiyon işleminin hızına ve yeni kemik oluşumuna etkisinin incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Altay, Berkan; Önder, Mustafa ErcümentOral ve maksillofasiyal bölgede oluşan kemik deformitelerinin, konjenital anomalilerin ya da uzun süreli kemik rezorbsiyonuna bağlı kemik yetersizliklerinin düzeltilmesi amacı ile farklı cerrahi yöntemler kullanılmaktadır. Distraksiyon osteogenezisi, yumuşak ve kemik dokuda aşamalı bir doku artışına olanak sağlaması nedeni ile oral ve maksillofasiyal cerrahide tercih edilen bir yöntemdir. Daha önce yapılan bilimsel çalışmalarda, distraksiyon işlemi aşamasında distraktörün aktivasyon sınırı günlük 1mm olarak tanımlanmıştır. Distraksiyon işleminin günlük 1mm olması tedavinin uzamasına ve buna bağlı komplikasyonlara neden olmaktadır. Distraksiyonun hızının arttırılmasına yönelik pek çok çalışma yapılmaktadır. Tez çalışmamamızda amaç, yapılan son hayvan çalışmalarında kemik ve yumuşak dokularda kök hücre aktivasyonunu artırarak iyileşmeyi artırdığına dair bilgilerin mevcut olduğu oksitosin uygulamalarının, distraksiyon işlemi üzerine etkilerini incelemektir. Çalışma 28 adet erkek, Yeni Zelanda beyaz tavşanı üzerinde gerçekleştirildi. Hayvanlar 3 deney grubu ve 1 kontrol grubuna ayrıldı. A grubu, 1 mm / gün distraksiyon uygulanan hayvanlardan; Grup B, dağılma hızı 2 mm / gün olan hayvanlardan oluşuyordu. A ve B gruplarına Postoperatif salin enjeksiyonu yapıldı. C grubu, 1 mm / gün oranında distraksiyon uygulanan; Grup D, dağılma hızı 2 mm / gün olan hayvanlardan oluşuyordu. Postoperatif oksitosin enjeksiyonu C ve D gruplarına uygulandı. Hem histomorfometri, hem de mikro-BT verilerinin değerlendirilmesine dayanarak, sistemik OT uygulamasının Distraksiyon osteogenezisinde yeni kemik oluşumunu ve kemik iyileşmesini arttırdığı tespit edildi.Öğe Greft materyali kullanmadan yapılan maksiller sinüs tabanı yükseltilmesinde, otojen kan enjeksiyonu ve yeni nesil trombosit konsantrasyonunun (G-TZF) kullanımının sinüs tabanında yeni kemik oluşumuna etkisinin incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Macit, İbrahim; Tekin, UmutDental implantların başarısının kemik miktarıyla direkt ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu projede kemik seviyesini artırmak amacıyla maksiller sinüs tabanı yükseltildikten sonra kemik grefti kullanılmaksızın bölgeye; herhangi bir ek maliyet getirmeksizin kemik remodelasyonu ve yeni kemik oluşumu değerlendirilmiştir. Deneklerin maksillar sinüsüne (MS), denek hayvanının kendi kanından elde edilen Otolog Kan (OK) enjekte edilerek ve Geliştirilmiş-Trombositten Zengin Fibrin (G-TZF) uygulanarak 2 ay kemik remodelasyonu beklenilmiş ve sinüs tabanında yeni kemik oluşumu histolojik ve radyografik analizlerle değerlendirilmiştir. Deneysel hayvan çalışmasında 11 adet Yeni Zelanda tavşanı Grup 1, Grup 2 ve Grup 3 (Kontrol) olarak 3 gruba ayrılarak sinüs tabanı yükseltme cerrahisi yapıldı. Tüm gruplarda da yükseltilen sinüs tabanının desteklenmesinde rezorbe olabilen ultrasonik mesh ve pin (SonicWeld Rx®, KLS Martin) kullanıldı. Grup 1'de yükseltilen 7 sinüs tabanı boşluğuna OK enjekte edildi. Grup 2' de yükseltilen 7 sinüs tabanı boşluğuna G-TZF uygulandı. Grup 3' de ise yükseltilen 7 sinüs tabanına ek herhangi bir materyal yerleştirilmeden kontrol grubu olarak belirlendi. Cerrahi saha primer kapatıldı. Operasyondan 2 ay sonra kemik iyileşmesini değerlendirmek için tavşanlar sakrifiye edildi. Elde edilen örnekler histolojik ve radyografik olarak değerlendirildi. Sekiz hafta sonunda yükseltilen sinüs membranı tabanında yeni kemik oluşumu histolojik ve radyografik olarak belirlendi. Yeni kemik oluşumu Grup 1 (OK) ve Grup 2 (G-TZF)' de benzerlik göstermektedir. Bu iki grup arasında anlamlı bir fark (P > .05) saptanmamıştır. Sinüs tabanı yükseltildikten sonra ek herhangi bir materyal yerleştirilmeyen grup 3' de (kontrol) ise, yeni kemik oluşumu diğer iki gruptan daha fazla olarak belirlenmiştir. Çalışma sonuçlarına göre; yeni kemik oluşumu 3 grupta da gözlenirken Grup 1 (OK) ve Grup 2 (G-TZF)' de düşük olması, ek herhangi bir materyal kullanılmadan yalnızca sinüs membranının yükseltilmesi yeni kemik oluşumu için yeterli olduğunu göstermektedir.