Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 8 / 8
  • Öğe
    Burun üst lateral kıkırdaklarının topografik anatomisi ve histolojik analizi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2007) Eker, Esabil; Çavuşoğlu, Tarık
    GiRiş: Üst lateral kıkırdak:lar, komşulukları, yumuşak doku ve onu saran deri ile ilişkisinin daha iyi anlaşılması için, anatomik ve histolojik özelliklerinin detaylandırılması ve cerrahi girişimlerde önem arzeden kritik alanların belirlelUnesi amaçlanmışt ır. METOD: 20 kadavra burnu disseke edildi. Toplamda 40 adet üst lateral kıkırdak ölçüldü. Kadavra diseksiyonunu evreler halinde uygulandı. Diseksiyon sırasında üst lateral kıkırdak:larının boyutları, komşu yapılara uzaklıkları, geometrik perge! ile milimetrik ölçümler halinde yapı larak kaydedildi. Üst lateral kıkırdakların farklı bölgelerinden örnekler alına rak hi stolojik incelemeleri yap ıldı. istat istiksel değerlendirmeler "SPSS 12,0" programı kullanılarak yapıldı. BULGULAR: Üst lateral kıkırd akl arın ortalanıa medial uzunluğu 18,47 mm; 0ı1alama inferior uzunluğu 13,15 mm; ortalama süperior uzunluğu i 2, i 7 mm ölçüldü. Üst lateral kıkırdak ve nazal kemiğin beraber olan uzunluğu 4, i 2 mm; üst ve alt alteral kıkırdakların birleşim noktası (seroll) 2,90 mm; üst lateral kıkırdakların nazolabia! folda olan uzunluğu 8.97 mm; her iki üst lateral kıkırdaklar arası uzaklık 4.91 ııun; üst lateral kıkırdakların kalınlığ ı ise 1.00 mm olarak ölçüldü. Nazal valvin alt açısı 19,8°, orta açı 16°, en üst açı ise 11 , 15° ölçüldü. Erkek ve kadın arasında istatistiksel fark saptalUııadı. SeptUlmlI1 buruna oranı 0.47 bulundu. Bu oran burun uzunluğunUl1 yarısına eşitti. Üst lateral kıkırdakların buruna oranı ise 0.29 bulundu. Bu da burnun 1I3 ' ÜJ1e eş itti . Üst lateral k ıkırd akların septuma oranı ise 0.75 bulundu. Bu oranda septumum '/.ı ' üne eşitti. Histolojik olarak üst lateral kıkıı·dak ile alt lateral kıkırdak arasındaki bölgenin düzenli diziImiş bağ dokusu liflerinden oluştuğu gözlendi. Üst lateral kıkırdak ile nazolabial fo Id arasında sesamoid kıkırdaklar ve yoğun fibröz doku mevcuttu. i~ üst lateral kıkırdak arasında anatomik olarak birliktelik gözlenmezken, bu bölgenin gevşek bağ dokusu ile döşeli olduğu görüldü. Kaudal septum ile üstlateral kıkırdaklar arasında özel bir bağlantı bulunamadı. Üst lateral kıkırdak ile nazal kemik arasında histolojik olarak gerçek bir birliktelik ve devamlılık yoktu. SONUÇ: Bu çalışma ile üst lateral kıkırdağın standart boyutları ve anatomik ilşkileri belirlenmiştir. Bu ölçümler estetik cerrahi girişimlerinde üst lateral kıkırdaklarm yeniden şekillendirilmesinde yol gösterici olacaktı r . Ayrıca üst lateral kıkırdaklar ve komşuluğundaki dokuların histolojik anatomisinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Rhinoplasti operasyonlarında nazal dorsumun yeniden oluşturulması için yap ılan "hump eksizyonu" ya da nazal valv sorunların giderilmesi için yapılan muhtelif girişimlerde, histolojik ve anatomik yapımn detaylandırılması cerraha tanı ve tedavide yardımcı o l acaktır. Bölgenin detaylı anatomisinin bilinmesi ve tanımlarLnıası o l as ı komplikasyonları azaltacaktır. Anahtar Kelinıeler: Üst lateral kıkırdak, Rinoplasti, Anatonıi, Hisıoloji,
  • Öğe
    Denerve dokulardaki üçüncü derece yanıklarda 'Calcitonin gene-related peptide (CGRP)'in yara iyileşmesine etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2007) Çimen, Kadir; Vargel, İbrahim
    Denervasyonun yara iyileşmesi üzerindeki olumsuz etkileri klinik olarak sık görülmektedir. Nöropeptidler özellikle yara iyileşmesinin inflamasyon fazında olmak üzere tüm fazlarında etkilidir. Sinir sisteminde bol miktarda bulunan potent bir nöropeptid olan CGRP, nörojenik inflamasyonda düzenleyici rol oynamaktadır. Denervasyonun ve topikal uygulanan CGRP'nin yara iyileşmesine etkilerinin araştırıldığı bu çalışmada, ağırlığı 180-200 g arasında olan Wistar cinsi dişi albino sıçanlar kullanıldı. Deney grubu sıçanlara önce cerrahi denervasyon, iki hafta sonra kapsaisin ile kimyasal denervasyon uygulandı. Tüm sıçanların sağ ve sol torako?lomber bölgelerine IIIº yanık alanları oluşturuldu. Yanık alanındaki küçülme, kontraksiyon miktarı aralıklarla ölçülerek yaranın tamamen iyileştiği gün kaydedildi ve biyopsiler alındı. Çalışmada CGRP içeren ve içermeyen kitosan baz jel olmak üzere iki farklı jel kullanıldı ve bu jeller tüm sıçanlara yanık oluştulduktan bir gün sonra uygulanmaya başlandı. Hematoksilen eozin ve modifiye Masson trikrom yöntemiyle boyanan kesitler; yara iyileşme süreci açısından skorlanarak değerlendirildi. Takipler sonucunda; denerve alanların daha geç iyileştiği, sadece baz kitosan jel uygulanan alanların kontrol grubuna göre daha hızlı iyileştiği gözlendi. Kimyasal denervasyon uygulanan alanlarda CGRP içeren kitosan jel uygulaması sadece baz kitosan jel uygulamasına göre yara iyileşmesini olumlu yönde etkiledi. Baz kitosan jel uygulanan alanların, kendi haline bırakılan kontrol grubuna göre daha hızlı iyileştiği gözlendi. Çalışmamız sonucunda elde edilen bulgular ile; denervasyonun yara iyileşmesini olumsuz etkilediği, CGRP'nin denervasyonun olumsuz tamamen etkilerini ortadan kaldıramadığı, periferik sinir yapılarının sağlam olduğu alanda yara iyileşmesini olumlu etkilediği ve kitosan jelin, yara iyileşmesini olumlu yönde etkilediği görüldü. Elde ettiğimiz sonuçlar, nöropeptidlerin yara iyileşmesinde topikal olarak kullanılabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Denervasyon, CGRP, Yara İyileşmesi, Yanık. Destekleyen Kurumlar: Kırıkkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi, 2006-43 numaralı proje, 2006/066 sayılı etik kurul kararı ile
  • Öğe
    Denerve deri yaralarında epidermal büyüme faktörü taşıyan polimer kapamalarının yara iyileşmesine olan etkilerinin araştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2009) Karaeminoğulları, Gökhan; Vargel, İbrahim
    Denerve yaranın iyileşmesiyle ilgili sorunlarla klinikte sıklıkla karşılaşılmaktadır. Diabetik olan yaralar, dekübit ülserleri gibi denerve tam kat doku defektlerinin iyileştirilmesinde yeni yöntemlere ve malzemelere ihtiyaç vardır. Bu amaçla EGF bağlanmış polikaprolakton-jelatin nanofiberden oluşan polimer yara kapamalarının denerve yaraların iyileştirilmesindeki etkileri ve yararları araştırıldı. Araştırmada ağırlığı 180-200 g arasında olan Wistar cinsi dişi albino sıçanlar kullanıldı. Deney grubu sıçanların sağ torakolomber bölgelerine cerrahi denervasyon uygulandı. Cerrahi denervasyondan 10 gün sonra deneklerin sağ paravertebral bölgelerinde 1.5 cm çaplı dairesel iki adet tam kat defekt oluşturuldu. Aynı seansta PCL, PCL-Jelatin, EGF bağlanmış PCL-Jelatin nanofiber doku iskelelerinden oluşan yara kapamaları defektlere yerleştirildikten sonra 7, 21 ve 40. günlerde biopsi yapılarak, yara çapı, yara derinliği ölçüldü ve yaranın tam kapanma zamanları saptandı. Örneklerden histopatolojik inceleme yapıldı. Hematoksilen eozin ve modifiye Masson trikrom yöntemiyle boyanan kesitler yara iyileşme süreci açısından skorlanarak değerlendirildi. Takipler sonucunda; PCL, PCL-Jelatin yara örtü materyali uygulanan alanların daha geç iyileştiği, EGF bağlanmış PCL-Jelatin polimer yara örtü materyali uygulanan alanların kontrol grubuna göre ilk bir haftada daha hızlı iyileştiği gözlendi. Çalışmamız sonucunda elde edilen bulgular, PCL-Jelatin nanofiberlere bağlanmış EGF den oluşan polimer yara kapamalarının yara üstüne doğrudan uygulanmasının yara reepitelizasyonunu hızlandırdığını göstermiştir. Elde ettiğimiz sonuçlar, bu polimer yara kapamasının yara iyileşmesinde topikal olarak gelecekte yapılacak araştırmalar sonucunda kullanılabileceğini göstermektedir.Anahtar Kelimeler: Denervasyon, EGF, PCL, Jelatin, Yara İyileşmesi.
  • Öğe
    Pirasetamın sıçan kremaster kas flebi mikrodolaşımına etkilerinin intravital mikroskopik olarak gösterilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Karakaya, Esen İbrahim; Yazıcı, Doç. İlker
    Rekonstrüktif cerrahide, doku kayıplarının primer onarımdan sonra eski haline en yakın onarımı sağlayan en yaygın yöntem flep cerrahisidir. Flebin sağkalımı rekonstrüksiyonun başarısı ile doğrudan ilişkilidir. Nootropik bir ajan olarak kullanılan pirasetamın periferik vasküler düzeyde düzenleyici etkileri olduğu, yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Mikrodolaşımın izlenmesi için günümüzde intravital mikroskopi yöntemleri kullanılmaktadır. Çalışmamızda pirasetamın sıçan kremaster kas flebinde akut etkilerinin intravital mikroskopik olarak göstermeyi amaçladık. Çalışmamızda mikrodolaşımsal parametrelerden, arter ve ven çap değişimleri, fonksiyonel kapiller sayıda değişimler ve lökosit yuvarlanma, yapışma değişimlerini inceledik. Çalışmamızda 3 grupta toplam 15 Wistar albino sıçan kullanılmıştır. Birinci grupta serum fizyolojik, 2. Grupta sodyum asetat ve 3. grupta pirasetam verilerek, etkenden önce ve sonrasında ise 1. ve 2. saatlerde ölçümler yapıldı. Çalışmamızda A1, A2 ve V1, V2 çap değişimleri açısından bakıldığında, pirasetam verilen grupta A1, A2, V1, V2 damar çapları üzerine anlamlı bir etkisinin olmadığı görülmüştür. Fonksiyonel kapiller yoğunluk açısından bakıldığında alan 1'de pirasetam verilen grupta 2.saat sonunda sodyum asetat verilen gruba göre daha fazla kapiller yoğunluğa sahip olduğu, alan 3'de yine pirasetam verilen grupta 2.saat sonunda sodyum asetat verilen gruba göre kapiler yoğunluğun daha fazla olduğu görüldü. Yuvarlanan ve yapışan lökositler açısında bakıldığında, pirasetam verilen grupta 2.saat sonunda diğer gruplara göre daha az yuvarlanan ve yapışan lökositler olduğu istatiksel olarak gösterildi. Çalışmamızda pirasetamın, kremaster kas flebi intravital mikroskopik deney modelinde arter veya ven çapı üzerine etkisi gözlenmemiştir. Kremaster kas flebinde fonksiyonel kapiller yoğunluk ve lökosit endotel etkileşiminin istenilen yönde etkilemesi nedeni ile mikrodolaşım düzeyinde etkili olduğu ve flep cerrahisinde faydalı olabileceği görülmüştür.
  • Öğe
    Kalvarial kemik defektlerinin BMP-2 transfeksiyonu yapılmış kemik stromal hücre ve doku iskelesi ile onarımı
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Vural, Altuğhan Cahit; Çavuşoğlu, Tarık
    Kraniyofasiyal defektlerin tedavisi hem hasta hemde plastik cerrah açısından günümüzde önemli sorunlardan birisidir. Kalvaryal hasarlar konjenital olabileceği gibi travma ve neoplazi gibi pek çok edinsel faktörler neticesinde meydana gelebilir. Günümüzde Otogreft ile kemik defektinin tedavi edilmesi, bu sorunun giderilmesi için altın standart olarak kabul edilir fakat her greftleme yönteminde olduğu gibi otogreft yönteminde de çeşitli komplikasyonlar karşımıza çıkmaktadır. Yara enfeksiyonu, kanama, parestezi, bölgesel doku hasarı, hareket etmede kısıtlılık ve verici kemikte kırık gibi erken komplikasyonlar ve verici kısımda kronik ağrı, hoş görünmeyen yara izi ve parestezi görülebilir. Günümüzde doku kayıplarını onarmada doku mühendisliği çeşitli yapay iskeleler kurarak tedavide yeni stratejilerin gelişmesinde tıbba yardımcı olmaktadır. Bu projede doku mühendisliğinin temel yaklaşımından yola çıkarak yeni bir metotla, kalvaryal defekt oluşturulmuş hayvan modellerinde, bu defektin sentetik gözenekli doku uyumlu jelatin sponge üzerine kemik stromal hücrelerinin kemik morfojenik proteini olan BMP-2 sentezleyici plasmid ile transfekte edilip genetik olarak modifiye edilerek hazırlanan doku iskelesinin defektin onarımı üzerine olan etkilerini ortaya koymak amaçlanmıştır. Yapılan çalışmalarda BMP-2 `nin kemik defekti onarımında yeni kemik oluşumunu hızlandırdığı gösterilmiştir. Bu çalışmada amacımız kalvarial kemik defektlerinin BMP-2 transfeksiyonu yapılmış kemik stromal hücre ve doku iskelesi ile onarımının etkilerini ortaya koymaktır. Scafold ve otogreft gruplarında toplam 13 adet, diğer negatif kontrol, kemik stromal hücre gruplarında toplam 12 adet ve BMP-2 transfekte grubumuzda da toplam 14 adet olmak üzere negatif kontrol grubu dahil toplam beş deney grubu oluşturulmuştur. Tüm deneklerde 6 mm'lik kranial defekt oluşturulduktan sonra gruba spesifik işlem yapılıp dördüncü haftada her bir gruptan 3 adet BMP-2 transfekte grubundan 6 adet olmak üzere ve kalan ratların hepsi 16. Haftada sakrifiye edilip gerekli histolojik, biyokimyasal ve radyolojik incelemeye tabii tutulmuştur. Tüm sonuçlar değerlendirildiğinde BMP-2 transfekte edilen grup otogreft kadar kemikleşme oranı göstermese de diğer gruplar içerisinde en fazla yeni kemik oluşumu bu grupta saptanmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre yeni kemikleşme oranı ve ALP değerleri arasında bir korelasyon görülse de istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). BMP-2 nin kemik iyileşmesi üzerine olumlu etkileri olduğu histolojik ve radyolojik olarak gösterilmiştir. Kalvaryal defekt hasarlarında BMP-2 transfekte edilmiş kemik stromal hücre doku iskelesinin etkilerini ayrıntılı olarak ortaya konması için klinik ve deneysel başka çalışmalarla desteklenmesi gerekmektedir.Anahtar Kelimeler: BMP-2, kemik stromal hücre, rat kalvarya defektleri
  • Öğe
    Manyetik yüklü altın kaplı nanopartiküllerin yüklendiği kemik iliği kökenli mezenkimal kök hücrelerle kalvariyal kemik defekti onarımı değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Gürel, Murat; Vargel, İbrahim
    Konjenital ve edinsel pek çok nedene bağlı olarak, plastik cerrahi kliniklerinde karşılaşılan kalvaryal defektlerin onarımı hem hasta hem de hekim için büyük önem taşımaktadır.Güncel yaklaşımda bu tür defektler en çok otogreft yöntemi ile onarılmaktadır. Tüm greftleme işlemlerinde olduğu gibi bu yöntemde de uzun ve kısa vade de çeşitli sorunlar ortaya çıkmakta ve tedavinin sonuçlarını olumsuz etkilemektedir. Yara enfeksiyonu, kanama, parestezi, bölgesel doku hasarı, hareket etmede kısıtlılık,verici kemikte kırık ve kronik ağrı ve kötü kozmetik sonuçlar greftleme yöntemlerinden sonra karşılaşılabilir Bu tür sorunları aşmak için günümüzde doku mühendisliği var olan defektleri onarmak için doku uyumlu iyileşmeye pozitif etkileri olan faktörleri barındıran yapay doku iskelesi tasarlayacak teknolojiler geliştirmektedir.Kemik iliği kökenli mezenkimal kök hücreler kemik iyileşmesine olumlu katkı yapabilecek bir çok faktörü barındırmaktadır. Bu projede nano hedefli (targeting) yapay doku iskelesi üzerine kemik stromal hücrelerinin yerleştirilerek ve nano hedefli doku iskelesinin kalvaryal defektlerin onarımında ne tür bir etki yaptığının ortaya konması amaçlanmıştır.Scafold grubunda toplam 7 adet, Scafold + Manyetik yüklü altın kaplı nanopartikül grubunda toplam 12 adet, diğer grupların her birinde toplam 6 adet olmak üzere negatif kontrol grubu dahil toplam beş grup oluşturulmuştur. Tüm deneklerde 6 mm'lik kranial defekt oluşturulduktan sonra gruba spesifik işlemler yapılmıştır. Dördüncü haftada Scafold + Manyetik yüklü altın kaplı nanopartikül grubundan 6 adet, diğer her bir gruptan 3 adet rat sakrifiye edilip incelemeye alınmıştır. 16. Haftada Scafold grubundan 4 adet, Scafold + Manyetik yüklü altın kaplı nanopartikül grubundan 6 adet, diğer her bir gruptan 3 adet olmak üzere ratlar sakrifiye edilip gerekli histolojik, biyokimyasal ve radyolojik incelemeye tabii tutulmuştur.Sonuçlar incelendiğinde, birinci ayda çoklu karşılaştırmada deney ve kontrol grupları arasında histolojik parametreler olan defekt içindeki yeni kemik oranı (p=0.016) ve mm2 cinsinden yeni kemik alanı (p=0.016) anlamlı farklılıklar gösterdi. Mikrotomografi ve kan ALP değerleri bu dönemde gruplar arasında anlamlı farklılık göstermedi. Buna göre birinci ayda magnetik taneciklerle MKH uyulanan grup (sırasıyla p=0.001 ve p=0.001) otograft grubundaki (sırasıyla p=0.034 ve p=0.034) yeni oluşan kemik alanı ve total defekte oranı defektin boş bırakıldığı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı biçimde daha fazlaydı. Birinci ayda altın stadart olarak kabul edilen otograft grubundaki yeni kemik alanı ve bu alanın total defekt alanına oranı boş skafold uygulanan gruba göre anlamlı biçimde fazlaydı (sırasıyla p=0.022 ve p=0.022).Dördüncü ayda çoklu karşılaştırmada deney ve kontrol grupları arasında histolojik parametreler olan defekt içindeki yeni kemik oranı (p=0.028) ve mm2 cinsinden yeni kemik alanı (p=0.015) ile birlikte mikrotomografik ölçüm değerleri (p=0.010) anlamlı farklılıklar gösterdi. Bu dönemde mikrotomografi değerleriyle histolojik yeni kemik alanı ölçümleri bazı gruplarda orta derecede korelasyon (p=0.005) gösterdi. Dördüncü ayda otograft uygulanan gruptaki yeni kemik miktarı ve bunun defet alanına oranı boş bırakılan defekt grubu (sırasıyla p=0.003 ve p=0.005); boş doku iskelesinin uygulandığı grup (sırasıyla p=0.004 ve p=0.005) ve magnetik partiküllerle MKH uygulanan gruba göre (kemik miktarı anlamlı farklı değil, kemik oranı için p=0.049) daha çoktu. Dördüncü ayda mikrotomografik olarak defekt alanında ölçülen kemik hacmi otograft grubunda, MKH ve magnetik partikülle MKH uygulanan gruplara göre daha çoktu (sırasıyla p=0.001 ve p=0.006). Diğer yandan dördüncü ayda mikrotomografik olarak yeni kemik hacmi MKH uygulanan grupta boş defekt grubuna göre anlamlı olarak daha fazla olarak ölçüldü (p=0.020).Doku iskelesi (skafold) uygulanan gruplarda biyomalzemeye hafif ila orta derecede bir doku yanıtı olduğu saptanmıştır. Daha önce biyomalzemenin doku uyumu başka çalışmalarımızda kantitatif olarak değerlendirilip biyouyumlu olarak saptandığından, bu çalışmada skorlanmamıştır. Biyomalzeme çeveresinde lenfosit, makrofaj ve yer yer yabancı cisim dev hücreleri izlenmekle birlikte nekroza rastlanmamıştır. Bu sonuçlara göre incelenen tüm zaman dilimlerinde otograft uygulanan gruplarda aktif kemik yapımı en ileri seviyededir. Birinci ayda daha belirgin olmak üzere magnetik partiküllerle MKH uygulanan gruplarda aktif kemik yapımı altın standart olan otogreft uygulamasına yakın düzeyde belirgin biçimde artmıştır. Buna rağmen grupların hiçbirisinde dördüncü ayda kritik büyüklükteki kalvariyal defekt tam olarak kemikleşmemiştir. Manyetik yüklü altın kaplı nanopartiküllerin yüklendiği kemik iliği kökenli mezankimal kök hücrelerle kalvariyal kemik defekti onarımının daha kapsamlı araştırmalarla desteklenmesi gerekmektedir.
  • Öğe
    Nörofibromatozisli hastalarda görülen atrofik skar ile yara iyileşmesi ve ekstrasellüler matriks elemanlarının ilişkileri, nörofibromlu dokudaki damar endoteli ve damar düz kasındaki değişikliklerin değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2015) Demir, Osman Ünsal; Sarı, Elif
    Nörofibromatozis tip I (NF-I), "café-au-lait" lekeleri ve nörofibromlarla karakterize otozomal dominant bir bozukluktur. Vasküler NF-1 lezyonları, çevredeki kan damarları ve yumuşak dokunun kırılgan doğası nedeniyle cerrahi hemostazın güçleşmesine bağlı olarak letal komplikasyonlara neden olabilmektedir. NF-I hastalarında, kötü yara iyileşmesine karşın hipertrofik skar veya keloid oluşumu gözlenmemektedir. Bu çalışmanın amacı, yara iyileşmesi sırasında skar oluşumu ve bozuk hemostazla ilişkili olan parametreleri immünohistokimyasal olarak, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve "scratch assay" yöntemleri kullanılarak incelemek ve değerlendirlmek olmuştur. Çalışma için Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Yerel Etik Kurulu'ndan 15.04.2013 tarihinde 08/09 karar numarası ile yazılı onay alınmıştır ve Helsinki Deklarasyonu'na [142] ve İyi Klinik Uygulamaları Kılavuzu'na [143] uygun şekilde yürütülmüştür. Bu amaçla "scracth assay" testi için NF-I tanısı konulmuş 3 hastanın nörofibrom dokularından, NF-I tanısı konulmuş 2 hastanın nörofibrom olmayan sağlam deri dokusundan ve 4 adet herhangi bir hastalığı bulunmayan sağlıklı bireylerden deri doku örnekleri alınmıştır. İmmunohistokimyasal çalışma için NF-I tanısı konulmuş 5 hastanın nörofibrom dokularından, NF-I tanısı konulmuş 5 hastanın nörofibrom olmayan sağlam deri dokusundan ve 3 adet herhangi bir hastalığı bulunmayan sağlıklı bireylerden deri doku örnekleri alınmış, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı tarafından nörofibrom tanısı konulmuş ve klinik olarak NF-I tanısı almış 8 hastanın eskiye ait patoloji örnekleri de çalışmaya dahil edilmiştir. PCR çalışması için NF-I tanısı konulmuş 5 hastanın nörofibrom dokularından, NF-I tanısı konulmuş 3 hastanın nörofibrom olmayan sağlam deri dokusundan ve 2 adet herhangi bir hastalığı bulunmayan sağlıklı bireylerden deri dokuları alınmıştır. Elde edilen laboratuar verilerine istatistiksel analiz yöntemleri uygulanmıştır. Çalışma sonunda "Scratch assay"de, sağlıklı birey (SB)-Normal deri, NF-Normal deri ve NF lezyonu arasında yaklaşım yüzdeleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (tüm karşılaştırmalar için p>0.05). Üç gruptaki doku örneklerinin kapiller endotel, kaslı damar endoteli ve kaslı damar duvarındaki platelet kökenli büyüme faktörü reseptörü (PDGFR), fibroblast büyüme faktörü (FGF), tümör stroma kollajeni ve stromal hücre intensitesi değerleri arasında istatistiksel olarak fark yoktu (tüm karşılaştırmalar için p>0.05). PCR sonuçlarına göre; NF-I lezyonu ve NF-I olgularının sağlam deri fibroblastlarında katepsin G geninin (CTSG), fibrinojen alfa zincir geninin (FGA), interferon-? geninin (IFNG) ve IL-2 geninin (IL2) ekspresyonu sağlıklı bireylerin deri fibroblastlarına göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Sonuç olarak bu parametreler genel bir çerçevede NF-1'de anormal fibroblastik aktivitede artış olabileceğini ancak bu aktivite artışının keloid veya hipertrofik skar gibi anormalliklere neden olabilecek düzeylere ulaşmadığını düşündürmüştür. Ayrıca bu çalışma sonuçları NF-1'de kanamaya yatkınlığı artıran süreçlerin patolojik anjiyogenez ve trombotik aktivitedeki bozulmalarla ilişkili olabileceğini düşündürmüştür. Anahtar Kelimele: Nörofibromatozis, yara iyileşmesi, anormal skar, hemostaz
  • Öğe
    Farklı implant materyallerinin asellüler dermal matriks vaskülarizasyonuna etkileri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2014) Fariz, Sevin; Yazıcı, İlker
    Doku defektlerinin onarımında altın standart otolog doku kullanılmasıdır. Ancak otolog greft materyalleri temin edilirken aynı kişinin vücudunda dolayısıyle alındığı yerde nedbe formasyonu veya bazen işlev kaybı gözlemlenebilir. Bu yüzden allojenik deri greftleri gündeme gelmiştir. Allojenik deri grefti, genetik olarak farklı bireyler arasındaki cilt transplantasyonunu tanımlar. Asellüler allojenik dermis greftleri doku bankalarından sağlanan farklı genetik yapıdaki insan derilerinden elde edilirler. Bu çalışmada amaç farklı türden alloplastik materyallerin bitişik kullanıldığında Asellüler Dermal Matriksin revaskülarizasyon hız/miktarını belirlemektir. Bu çalışmada iki avasküler yapı olan asellüler dermal matriks ve implant materyallerinin birlikte kullanılması sonucu asellüler dermal matriksin vaskülarizasyonunu nasıl etkilediğini bulmamız yara iyileşmesine katkıda bulunabilecek yeni cerrahi ve cerrahi olmayan çözüm önerilerinin ortaya çıkmasına yardımcı olabilir. Bu çalışmada 250-280 gr arasında ağırlığı olan 21 erkek Wistar cinsi albino sıçan kullanıldı. Denekler her birinde 7 tane olacak şekilde rastgele üç gruba ayrıldı: Grup I(AGrubu), deneklerin torakodorsal bölgelerindeki ciltaltı ceplere önce implant sonra üstüne ADM yerleştirilen ve 7. gün örnekleme yapılan grup, Grup II (BGrubu), deneklerin torakodorsal bölgelerindeki ciltaltı ceplere önce implant sonra üstüne ADM yerleştirilen ve 14. gün örnekleme yapılan grup, Grup III(CGrubu), deneklerin torakodorsal bölgelerindeki ciltaltı ceplere önce implant sonra üstüne ADM yerleştirilen ve 21. gün örnekleme yapılan gruptur. Her grupta sağ torakodorsal bölgedeki beşinci cep kontrol olarak kullanılmış ve sadece ADM yerleştirilmiştir. Deney grupları cerrahiden 7, 14 ve 21. gün sonra aynı koşullar altında tekrar opere edilerek yerleştirilen implantlar çıkarılmıştır. Histopatolojik incelemede; Grup I'de vaskülarizasyonun minimal seviyede başladığı, Grup II'de vaskülarizasyonun ve enflamasyonun artmaya başladığı ve Grup III'de vasküler proliferasyonun ve enflamasyonun dikkat çekici derecede arttığı görülmüştür. Işık mikroskopi çalışması ile elde edilen değerler Mann- Whitney U testi kullanılarak istatistiksel olarak analiz edilmiştir. Grup III'de, Grup I ve Grup II'ye göre damar sayıları anlamlı yüksek bulunmuştur. Bu sonuçlar doğrultusunda Asellüler Dermal Matrikse komşulukta kullanılan farklı alloplastik implantların Asellüler Dermal Matriks revaskülarizasyon hızına etkisi olmadığı gözlenmiştir.