Uzmanlık Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Farklı irrigasyon aktivasyon tekniklerinin lateral kanallara penetrasyon etkinliklerinin farklı yöntemlerle değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Fidan, Mehmet Eren; Erdemir, AliBaşarılı bir kök kanal tedavisi kök kanal sisteminin üç boyutlu olarak şekillendirilmesi, temizlenmesi ve doldurulması ile mümkündür. Endodontik tedavinin başarısı, kök kanal dolumundan önce mikroorganizmaların uzaklaştırılması ve negatif bakteri kültürü sağlanmasıyla doğrudan ilişkilidir Kök kanalının sisteminin istenilen şekilde temizlenmesini engelleyen en önemli faktör kök kanalının karmaşık anatomisidir. Bu karmaşık anatominin bir parçası olan lateral ve aksesuar kanallardaki enfeksiyonların kanal tedavisinin başarısızlığında etken olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle tedaviler sırasında kullanılan irrigasyon aktivasyon sistemlerinin bu alanlara irrigasyon solüsyonunu göndererek başarılı sonuçların alınmasında rol oynadığı düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı; kontrast solüsyonun XPF, EDDY, Er:YAG ve Nd:YAG lazer sistemleri ile aktivasyonu sonrası; lateral kanallara kontrast solüsyon penetrasyonunun doğrudan görsel gözlem, dijital radyografik gözlem ve KIBT ile gözlem yöntemleri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesidir. Bu çalışmada 100 tek, düz kanala sahip ortodontik veya periodontal sebeplerle çekilen insan dişi kullanıldı. Benzer uzunluğa sahip dişler uzunlukları 22±1 mm olacak şekilde standardize edildi. Dental operasyon mikroskobu altında çalışma uzunluğu belirlendi. Dişler çalışma uzunluğunda ProTaper Next (PTU, Dentsply Tulsa Dental Specialities, Tulsa, OK) sistemi kullanılarak X4'e kadar prepare edildi. Preparasyon sonrası dişler dekalsifiye edilerek simule lateral kanallar 2, 4, 6 mm seviyelerinde oluşturuldu. Daha sonra dişlerin şeffaflaşması sağlandı. Şeffaflaştırma işlemlerinden sonra KŞİ, XPF, EDDY, Er:YAG ve Nd:YAG lazer irrigasyon aktivasyon yöntemleri ile kontrast solüsyonun irrigasyon ve aktivasyonu yapıldı. Aktivasyon sonrası simule lateral kanalların dental mikroskop, dijital radyografi ve KIBT ile görüntüleri elde edildi. Elde edilen görüntülerde simule lateral kanallara kontrast solüsyon penetrasyonu değerlendirildi ve skorlamalar gerçekleştirildi. İstatistiksel analizler ve hesaplamalar için IBM SPSS Statistics 21.0 (IBM SPSS Statistics for Windows Version 21.0, IBM Corp., Armonk, NY) programı kullanıldı. 2, 4 ve 6 mm seviyelerindeki skorların irrigasyon yöntemlerine ve gözlem gruplarına göre karşılaştırılması Kruskal-Wallis non-parametrik varyans analizi ile yapıldı. İkili karşılaştırmalarda bonferroni düzeltmesi yapılarak analiz sonuçları değerlendirildi. Gözlem yöntemleri ve aktivasyon yöntemleri göz ardı edildiğinde koronalden apikale gidildikçe simule lateral kanallara penetrasyonun azaldığı görüldü (p 0.05). Bu çalışmanın sınırları dahilinde; simule lateral kanallara koronalden apikale azalacak şekilde kontrast solüsyon penetrasyonu görüldüğü, kontrast solüsyon penetresyonunun en etkin Er:YAG lazer aktivasyon yöntemiyle elde edildiği, kontrast solüsyon penetrasyonunun en iyi doğrudan görsel gözlem yöntemiyle izlenebildiği tespit edilmiştir. Ek olarak gözlem yöntemlerinin arasında çok yüksek düzeyde pozitif yönlü bir korelasyon olsa da en büyük korelasyonun KIBT ve doğrudan görsel gözlem yöntemi arasında olduğu tespit edilmiştirÖğe Farklı kanal içi medikamentlerin ve iskelelerin diş renklenmesine etkisinin in vitro incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Berkdemir, Nihan; Türkyilmaz, Üyesi AliRejeneratif endodontik tedavide (RET) kanal içi medikament ve iskele uygulaması diş renklenmesine neden olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, farklı kanal içi medikamentlerin ve iskelelerin diş renklenmesine etkisinin in vitro olarak incelenmesidir. Bu çalışmada 100 adet ortodontik nedenle çekilmiş, tek köklü ve tek kanallı alt premolar diş kullanıldı. Dişler bukkal mine-sement sınırından apikale doğru 10 mm ölçülerek kalan apikal kısmı uzaklaştırıldı. Giriş kavitesi açıldıktan sonra kanallar #1-4 gates-glidden frezleri ile genişletildi. Kök uçları kompozitle kapatılarak 20 diş (n=10) 2 kontrol grubuna (pozitif kontrol grubu kan, negatif kontrol grubu serum) ayrıldı. Kalan 80 diş uygulanacak medikamente göre 4 ana gruba (1 mg/ml doksisiklin içerikli üçlü antibiyotik patı mTAPd, 1 mg/ml ikili antibiyotik patı mDAP, UltraCal XS kalsiyum hidroksit, Propolis) ve uygulanacak iskeleye göre 2 alt gruba (kan ve PRF) ayrıldı. Dişler distile su içeren kaplarda 37°C'de saklandı. Renk ölçümleri medikament yerleştirilmeden hemen önce, medikament uygulandıktan sonra 1., 2., 3. haftada ve iskele uygulandıktan sonra 1., 30., 60. ve 90. günde yapıldı. Veriler hem spektrofotometre (VITA EasyShade Compact) ile doğrudan ölçülerek hem de çapraz polarize filtreli fotoğraf makinesiyle (Nikon D5300) alınan görüntüler üzerinden Adobe Photoshop programı (Adobe Systems Inc., ABD) yardımıyla ölçülerek kaydedildi.. Elde edilen verilerden ?L*, ?a*, ?b* ve ?E değerleri hesaplandı. Verilerin normallik analizi Kolmogorov-Smirnov testi ile değerlendirildi. Grup içi karşılaştırmada tekrarlı varyans ve Friedman; gruplar arası karşılaştırmada tek yönlü ANOVA ve Kruskal Wallis; metotların karşılaştırılmasında bağımlı ikili t testi ve Wilcoxon testi kullanıldı. Metotlar arasındaki uyumun incelenmesinde sınıf içi korelasyon katsayısı kullanıldı. Dişlerin renklenme düzeyleri incelendiğinde; medikament olarak Propolis ve mTAPd'ın 3. haftada, iskele olarak kanın 90. günde en fazla renklenmeye neden olduğu gözlendi (p<0,05). İskele olarak PRF kullanıldığında 90. günde mTAPd, mDAP ve kalsiyum hidroksit medikamentlerinin renklenmeye etkisi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı tespit edildi (p>0,05). Çalışmamızın sınırları içerisinde, iskele olarak kan uygulanan gruplarda medikament uygulanması sinerjistik etki ile dişin renklenmesini arttırdı. RET'de uygulanacak medikament ve iskeleyi seçerken sinerjistik etkinin renklenme üzerine etkisinin göz önünde bulundurulmasının önemli olduğu görüldü. Anahtar Kelimeler: Dijital Fotoğraf Makinesi, Diş renklenmesi, İkili Antibiyotik Patı, Metil Selüloz, Üçlü Antibiyotik Patı, Propolis, Rejeneratif Endodonti, Spektrofotometre.Öğe Farklı irrigasyon aktivasyon yöntemleriyle kullanılan EDTA, sitrik asit ve etidronik asit'in kalsiyum hidroksit uzaklaştırma ve dentin erozyonu üzerine etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Kiliçaslan, Orhan; Türkyilmaz, Üyesi AliBu çalışmanın amacı; açık apeks simülasyonu yapılan dişlerde EDTA, sitrik asit ve etidronik asit şelasyon ajanlarının, farklı irrigasyon aktivasyon yöntemleriyle kombinasyonunun kök kanallarından kalsiyum hidroksit uzaklaştırma etkinliğinin ve kök kanal dentininde oluşan erozyonun taramalı elektron mikroskopu (SEM) aracılığıyla değerlendirilmesidir. Bu çalışmada 85 adet periodontal sebeplerle çekilmiş tek köklü ve tek kanallı insan dişleri kullanıldı. Kök boyları apeksten itibaren 13 mm boyutunda standardize edildi. 100# no'lu el eğesi kök ucundan 1 mm taşacak şekilde preparasyon yapılarak açık apeks formu elde edildi. Tüm kök segmentlerine %1.5 NaOCl (20 ml/5 dk) irrigasyonu yapılarak, 4 diş kontrol grubu olarak ayrıldı. Kalan 81 diş kullanılan şelasyon ajanına (%17 EDTA, %10 SA ve %9 HEBP) göre 3 ana gruba ve aktivasyon şekline (geleneksel şırınga irrigasyonu, devamlı ultrasonik aktivasyon, Er: YAG lazer/PIPS aktivasyonu) göre 3 alt gruba ayrıldı. Tüm gruplara Ca(OH)2 yerleştirilip, 4 hafta sonra ilgili şelasyon ve irrigasyon aktivasyon tekniği kullanılarak uzaklaştırıldı. Bukko-lingual olarak ikiye ayrılan kök segmentlerinin apikal, orta ve koronal bölümlerinden taramalı elektron mikroskopuyla X2500 büyütmede alınan görüntülerle kanallarda kalan Ca(OH)2 miktarı ve X5000 büyütmede alınan görüntülerle dentin erozyonu değerlendirildi. Şelasyon ajanları arasında Ca(OH)2 uzaklaştırma bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). İrrigasyon teknikleri arasında Ca(OH)2 uzaklaştırma bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunurken (p<0,05), kök kanallarından uzaklaştırılamayan Ca(OH)2 miktarı en fazla geleneksel şırınga irrigasyonu (GŞİ) tekniğinde gözlendi. PUİ ve PIPS aktivasyon teknikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Kesit seviyeleri arasında Ca(OH)2 uzaklaştırma bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunurken (p<0,05), kök kanallarından uzaklaştırılamayan Ca(OH)2 miktarı en fazla apikal kesitte en az orta kesitte gözlendi. Şelasyon ajanları arasında erozyon oluşumu bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). İrrigasyon teknikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunurken (p<0,05), dentin duvarlarında oluşan erozyon miktarı en fazla PIPS aktivasyon tekniğinde, en az GŞİ tekniğinde gözlendi. Kesit seviyeleri arasında erozyon oluşumu bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunurken (p<0,05), dentin duvarlarında oluşan erozyon miktarı en fazla orta kesitte, en az apikal kesitte gözlendi. Çalışmada PUİ ve PIPS aktivasyon tekniklerinin, kök kanallarından Ca(OH)2 uzaklaştırmada GŞİ tekniğine göre daha etkili olduğu ancak dentin erozyonuna yol açabildiği gözlendi. Anahtar Kelimeler: dentin erozyonu, kalsiyum hidroksit, irrigasyon aktivasyonu, PIPS, PUİ,Öğe Sigara kullanımının apikal periodontitis ve sinüs membran kalınlığına etkisinin farklı görüntüleme teknikleriyle retrospektif olarak incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Ermiş, Gülşen; Erdemir, AliPeriapikal lezyonlar; kök apeksi çevresinde yer alan enflamatuar bir süreci temsil eder, tanı ve tedavisinde dikkatli bir anamnez, klinik ve radyolojik muayene gerekmektedir. Günümüzde; periapikal lezyonların değerlendirilmesinde panoramik ve periapikal radyografilerin sıklıkla kullanılmasına rağmen, geleneksel radyografi tekniklerine göre daha yüksek oranda doğru tanı koymayı sağladığı bilinmekte olan Konik Işınlı Bilgisayarlı Tomografi (KIBT) kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu çalışmanın amacı, panoramik radyografinin KIBT'e göre periapikal lezyonları saptamadaki duyarlılığı ve sigara kullanımı, periapikal lezyonlar ve sinüs membran kalınlığı ilişkisini değerlendirmektir. Bu çalışmada 2015-2020 yılları arasında Kırıkkale Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'ne başvuran 271 bireyden alınan KIBT ve dijital panoramik radyografi görüntülerinin oluşturduğu arşiv kullanılmıştır. Toplam 1732 maksiller premolar ve molar dişlerin periapikal lezyonları PAİ skorlaması yapılarak KIBT ve panoramik radyografi üzerinden değerlendirilmiştir. KIBT üzerinden periapikal lezyonların 3 düzlemde lezyonun en geniş olduğu alanda ölçümler gerçekleştirilmiştir. Ayrıca 271 bireye ait 542 maksiller sinüs membran kalınlıkları KIBT görüntülerinde sagital kesitte vertikal olarak ölçülmüştür. Kategorik grupların karşılaştırılmasında Mann Whitney U testi ve ki-kare testi kullanılmıştır. Normal dağılımdan gelmeyen değişkenler arasındaki ilişkiler değerlendirilirken Spearman's Korelasyon katsayısından yararlanılmıştır. 271 bireyin 184'ünde (%67,89) en az 1 dişinde periapikal lezyon saptanmıştır. İncelenen dişlerin 324'ünde (%18,7) periapikal lezyon tespit edilmiştir. Cinsiyet ve yaş ile periapikal lezyon arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmemiştir xii (p>0,05). 271 bireyin 207'sinde (%76,38) en az bir dişinde ve incelenen 1732 dişin 445'inde (%25,7) kök kanal tedavisi gözlenmiştir. 445 kök kanal tedavili dişin 109'unda (%24,5) periapikal lezyon saptanmıştır. Sigara kullanan bireylerde periapikal lezyon bulunma oranı sigara kullanmayanlara kıyasla yüksek bulunmuştur (p<0,05). Tüm düzlemlerde 324 dişin 192'sinde (%59,31) KIBT üzerinden lezyon tespit edildiği halde panoramik radyografide periapikal lezyon izlenmemiştir. Ayrıca periapikal lezyonlu dişlerde panoramik-PAİ değerleri ve tüm düzlemlerde KIBT-PAİ değerleri arasındaki ilişkinin orta ve güçlü düzeyli ve aynı yönlü olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). Sinüs membran kalınlığının erkeklerde kadınlara kıyasla arttığı; 45-64 yaş grubunda diğer yaş gruplarına kıyasla ve sigara kullanan bireylerde kullanmayanlara kıyasla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). Periapikal lezyon tespit edilen dişlere komşu sinüs membran kalınlığının periapikal lezyon bulunmayan dişlere komşu sinüse kıyasla daha fazla oranda arttığı gözlenmiştir (p<0,05). Periapikal lezyonlu dişlerde KIBT-PAİ skoru ile bu dişlere komşu sinüs membran kalınlığı arasındaki ilişkinin zayıf-orta düzeyli ve aynı yönlü olduğu görülmüştür (p<0,05). Tek taraflı periapikal lezyonu olan bireylerde periapikal lezyona komşu sinüs membranı kalınlığının, aynı bireylerde periapikal lezyon olmayan bölgedeki sinüs membran kalınlığına göre daha yüksek oranda arttığı tespit edilmiştir (p<0,05). Bu çalışmanın sonucunda, KIBT'nin panoramik radyografiye kıyasla periapikal lezyonları saptamada daha başarılı olduğu, sigara kullanan bireylerde kullanmayanlara kıyasla daha yüksek oranda periapikal lezyon izlendiği bulunmuştur. Sinüs membran kalınlığının yaş ile birlikte, erkek bireylerde kadın bireylere oranla ve sigara kullanan bireylerde sigara kullanmayan bireylere oranla arttığı ve periapikal lezyon ile sinüs membran kalınlığı arasında aynı yönlü ilişki olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Periapikal Lezyonlar, Panoramik Radyografi, KIBT, Sigara Kullanımı, Sinüs Membran KalınlığıÖğe Molar dişlerde farklı intrakoronal derinlikte ve farklı restorasyon materyalleri ile hazırlanan endokronların sonlu elemanlar stres analizi ile incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Dinçer, Buket; Erdemir, AliGünümüzde çürükler, başarısız restorasyonlar, travmalar, erozyon ve abrazyonlar dişlerde kök kanal tedavisi gereksinimine neden olabilir. Bu nedenlerle ciddi diş dokusu kayıpları meydana geldiğinde kök kanal tedavisini takiben endokron restorasyonları uygulanabilmektedir. Endokron restorasyonlarının başarısını etkileyen materyaller ve restorasyon tasarımları ile ilgili araştırmalar devam etmektedir. Bu çalışmanın amacı; endodontik tedavili mandibular birinci molar dişlerde farklı intrakoronal derinlikte ve farklı restorasyon materyalleri (lityum disilikat IPS e-max CAD, zirkonya ile güçlendirilmiş cam seramik Vita Suprinity, PEEK ve %20 seramik dolduruculu modifiye PEEK materyali (BioHPP)) ile hazırlanan endokronların yük altında davranışlarını SESA (Sonlu Elemanlar Stres Analizi) ile incelemektir. Bu çalışmada periodontal nedenlerle çekilen mandibular birinci molar diş, kök kanal tedavisi yapılarak modelleme için kullanılmıştır. Kalan diş dokusu ile orantılı olacak şekilde 3 ve 4,5 mm intrakoronal derinlikte iki model tasarlanmıştır. Modellerde 1 mm genişliğinde dairesel basamaklı bir marjin ve 1 mm ferrule etkisi oluşturulmuştur. Bu modeller üzerine tasarlanan endokron materyalleri 4 farklı şekilde analiz programına tanımlanmış ve çiğneme kuvvetlerini taklit edecek şekilde uygulanan 300 N'luk dikey ve oblik kuvvetler altında restorasyonda, rezin simanda, minede ve dentinde oluşan Von Mises (VMS) ve asal streslerin değerleri ve dağılımları SESA aracılığıyla incelenmiştir. Madde kaybına uğramış dişlerin, farklı materyallerle, farklı intrakoronal derinlikte tasarlanan endokronlarda ve farklı doğrultudaki kuvvetler altında SESA'da değerlendirildiği bu araştırmanın limitasyonları dahilinde; dikey ve oblik kuvetler altında endokronlarda oluşan stresler okluzal yükleme noklarında yoğunlaşmıştır. Dikey kuvvetler altında elastisite modülü daha düşük olan materyallerin endokron restorasyonlarında daha az stres oluşturduğu, rezin siman ve minede daha fazla stres oluşturduğu ve dentinde ise benzer stresler oluşturduğu görülmüştür. Oblik kuvvetler altında elastisite modülü daha düşük olan materyallerin endokron restorasyonlarında ve rezin simanda daha az stres oluştururken minede daha fazla stres oluşturduğu gözlenirken, dentinde ise benzer stresler gözlenmiştir. Endokron restorasyonlarında kalan diş dokusu ile paralel intrakoronal derinliğin 4,5 mm'den 3mm'ye düşürülmesinin hem dikey hem de oblik kuvvetler altında restorasyon ve diş dokularında çok fazla olumsuz streslere neden olmadığı bulunmuştur. Oblik kuvvetler dikey kuvvetlere göre restorasyonda daha az farkla yüksek olmakla birlikte rezin siman, mine ve dentinde çok daha fazla streslere neden olmuştur. Bu çalışmanın sınırları dahilinde, endokron restorasyonlarında restorasyon materyallerinin, kalan kron boyu ile doğru orantılı intrakoronal derinliğin ve farklı doğrultularda uygulanan kuvvetlerin; restorasyonda ve diş dokularında oluşan streslerin dağılımı ve büyüklüğü üzerinde etkili olduğu sonucuna varıldı. Bu çalışmadan elde edilen bulguların desteklenmesi için gelecekte daha fazla in vitro ve in vivo çalışma yapılması gerekmektedir.Öğe Farklı şelasyon ajanlarının farklı sürelerde uygulanmasının kök dentininden büyüme faktörlerinin salınımına etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Erdoğan, Deniz; Erdemir, AliBu çalışmanın amacı, farklı şelatlama ajanlarının ve uygulama süresinin çekilmiş insan dişlerinin dentinlerinden transforme edici büyüme faktörü (TGF-?1), vasküler endoteliyal büyüme faktörü-A (VEGF-A) ve insülin büyüme faktörü-1 (IGF-1) salınımı üzerindeki etkisini değerlendirmektir. Bu çalışmada; 75 adet tek kanallı premolar dişler kullanıldı. Dişler dekorone edildikten sonra 8 mm uzunluğunda kök segmentleri hazırlandı. #1-4 nolu Gates Glidden frezlerle preparasyon yapıldı. Tüm kök segmentlerine %1,5 NaOCl irrigasyonunun ardından kullanılan irrigasyon solüsyonuna (%17 EDTA, %9 HEBP, %6 BA, NSS) göre 4 ana gruba ve uygulama sürelerine (5, 10 ve 20 dk) göre 3 alt gruba ayrıldı. Ardından örnekler; fosfat tamponlu salin solüsyonunda 37°C'de saklanarak 1. ve 7. günlerde ELISA yöntemiyle TGF-?1, VEGF-A ve IGF-1 salınım düzeyleri ölçüldü ve kök kanalı hacmine göre hesaplamalar yapıldı. Normal dağılan verilerde tek yönlü varyans analizi ve Tukey testi, normal dağılmayan verilerde Kruskal Wallis ve Wilcoxon testi kullanıldı. Tüm büyüme faktörlerinde EDTA grubu NSS grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek salınım gerçekleştirmiştir (p<0,001). EDTA'nın farklı sürelerde uygulanmasıyla büyüme faktörlerinin salınımında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmemiştir (p?0,05). Bu çalışmanın sınırları içerisinde; tüm irrigasyon solüsyonlarının büyüme faktörlerinin salınım seviyelerini zamana bağlı olarak belirgin düzeyde arttırdığı izlenmiştir. EDTA ve HEBP'nin 10 dk uygulanmasının tüm büyüme faktörlerinde en yüksek miktarda salınıma neden olduğu tespit edilmiştir.Öğe Apikal lezyonların ultrasonografi ile muayenesinin etkinliği(2021) AYŞE NUR GÜMÜŞ; ALİ ERDEMİRGiriş: Periapikal lezyonlar; endodontik tedavide sıkça karşılaşılan patojenler olup, tanı ve tedavisinde dikkatli bir anamnez, klinik ve radyolojik muayene gerekmektedir. Günümüzde; periapikal lezyonların incelenmesinde, panoramik ve periapikal radyografiler yaygın olarak kullanılmasına rağmen, incelenilen bölgeyi iki boyuta indirgemesi ve iyonize radyasyon içermesinden dolayı ultrasonografi (USG) gibi non-iyonize üç boyutlu görüntüleme yöntemleri, diş hekimliğinde kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, USG ile elde edilen bulguları farklı muayene ve iki/üç boyutlu radyografik yöntemler sonucu elde edilen bulgularla karşılaştırmaktır. Materyal Metod: Bu çalışmaya 120 periapikal lezyonu olan 117 hasta dahil edilmiştir. Çalışmaya katılmak isteyen bireylerden bilgilendirilmiş onam formları alındıktan sonra ayrıntılı ekstraoral ve intraoral muayeneleri yapılmış ve hastaların iki/üç boyutlu radyografileri değerlendirilmiştir. Bunu takiben tüm hastaların hem ekstraoral hem de intraoral problarla detaylı USG muayenesi yapılmıştır. Periapikal lezyonların; USG'de görünürlüğü, periapikal radyografilerdeki periapikal indeks skorlaması (PAI) ve konik ışınlı bilgisayarlı tomografide (KIBT) elde edilen kalan kemik miktarı da kaydedilmiştir. Periapikal lezyonların ekojenitesi (anekoik / hipoekoik / hiperekoik) kist ve granülom açısından değerlendirilmiştir. Ayrıca, tüm radyografik yöntemlerde periapikal lezyonların meziodistal (MD) ve süperioinferior (SI) ölçümleri hesaplanıp USG ile elde edilen ölçümlerle karşılaştırılmıştır. Kategorik grupların karşılaştırılmasında bağımsız t-testi ve ki-kare testi kullanılmıştır. Ölçülenlerin Pearson korelasyon katsayıları hesaplanmıştır. Bulgular: 120 Periapikal lezyondan USG ile elde edilen 49 görüntünün PAI skoru 3 ve üzeri olduğu tespit edilmiştir. KIBT'de kalan kemik miktarı ile USG'de görüntülenen periapikal lezyonların PAI skoru arasında %33 negatif korelasyon hesaplanmıştır. Ekojenite değerlendirmesi sırasında USG ile 8 kist ve 41 granülom ön tanısı konulmuştur. Lenf nodlarının palpasyonunda saptanan 6 kronik lenfadenopati (%5.11) USG ile de görüntülenebilmiştir. 120 periapikal lezyonun klinik muayenesinde 16 fistül yolu tespit edilmiş ve 7 tanesinin fistül rotası USG ile izlenebilmiştir. USG ile saptanan periapikal lezyonların MD ölçümleri ile periapikal (%89.9), panoramik (%78.9) ve KIBT (%98.9) MD ölçümleri arasında pozitif bir korelasyon saptanmıştır. Ayrıca USG ile gözlenen periapikal lezyonların SI ölçümleri ile periapikal (%89.9) ve CBCT (%99.5) SI ölçümleri arasında da pozitif korelasyon hesaplanmıştır.. USG ile görüntülenen lezyonların KIBT ile kalan kemik miktarı da ölçülmüş ve KIBT'de ortalama kemik miktarı 1.957 mm olduğu sonucuna varılmıştır. Sonuç: Bu çalışmanın sonucunda, periapikal lezyonların PAI skoru ile kalan kemik miktarı arasında ters yönlü bir ilişki olduğu ve hem MD hem SI ölçümlerinde USG ile KIBT arasında yüksek bir korelasyon olduğu bulunmuştur. Periapikal lezyonların incelenmesinde perfore olmuş veya incelmiş kortikal kemik alanlarında USG; non-iyonize, üç boyutlu ve gerçek zamanlı alternatif bir görüntü yöntemidir.Öğe Başlangıç mine lezyonlarının tedavisinde farklı remineralize edici ajanların etkinliğinin süt ve daimi dişlerde değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2015) Tulumbacı, Fatih; Oba, Aylin AkbayBaşlangıç Mine Lezyonlarının Tedavisinde Farklı Remineralize Edici Ajanların Etkinliğinin Süt ve Daimi Dişlerde Değerlendirilmesi Bu çalışmanın amacı, farklı içerikli remineralize edici preparatların, çekilmiş çürüksüz daimi ve süt molar dişlerinde yapay olarak oluşturulmuş çürük lezyonları üzerindeki remineralizasyon etkinliğinin ve yeni oluşan remineralize yapının kristal boyutu, yoğunluğu ve apatit yansımasının in vitro koşullarda değerlendirilmesidir. Çalışma kapsamında çekilmiş çürüksüz daimi ve süt molar diş örnekleri, her biri 20 örnekten oluşan bir negatif kontrol ve 6 adet deney grubuna rastgele ayrılmıştır. Grup 1: Deiyonize Su (Negatif Kontrol Grubu), Grup 2: Colgate Cavity Protection (1450 ppm F), Grup 3: Sensodyne Rapid Relief (Stronsiyum Asetat + 1040 ppm F), Grup 4: GC MI Paste Plus (CPP-ACP + %900 ppm F), Grup 5: Clinpro Tooth Creme (Trikalsiyum Fosfat + 900 ppm F), Grup 6: Clinpro 5000 (Trikalsiyum Fosfat + 5000 ppm F), Grup 7: Sensodyne Repair and Protect (Kalsiyum Sodyum Fosfosilikat (Novamin)+1450 ppm) preparatlarından oluşturulmuştur. Yapay çürük oluşturulan mine örneklerine 28 günlük pH siklusu uygulanmıştır. Örneklere her grup için seçilen remineralizasyon ajanları günde iki kez uygulandıktan sonra remineralize edici etkinlikleri 3 ayrı değerlendirme yöntemi ile ölçülmüştür. Nicel olarak ölçüm yapabilmesi nedeniyle DIAGNOdent, kantitatif bir değerlendirme olan çürük lezyon derinliğinin ölçülmesi amacıyla Polarize Işık Mikroskobu ve yeni oluşan yapıların kristalografik analizinin yapılabilmesi amacıyla X-Işını Kırınımmmetresi (XRD) kullanılmıştır. Elde edilen verilerin istatistiki analizleri One-way ANOVA ve Post-Hoc testleri kullanılarak yapılmıştır. Anlamlılık düzeyi 0,05 olarak kabul edilmiştir (p<0,05). DIAGNOdent değerlendirme sonuçlarına göre; süt ve daimi diş örneklerinin her ikisinde de 28 günlük pH siklusu sonunda, Clinpro 5000 (Grup 6) uygulanan gruptan elde edilen değerlerde en fazla düşüş (en yüksek remineralizasyon) gözlenirken, Colgate Cavity Protection (Grup 2) GC MI Paste Plus (Grup 4) ve Clinpro Tooth Creme (Grup 5), içeren gruplar bu grubu takip etmiştir. Daimi dişlerde Grup 6 ile Grup 2, Grup 4 ve Grup 5; süt dişlerinde Grup 6 ile Grup 4 arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmazken (p?0,05) Grup 6'nın hem daimi hem de süt dişlerinde diğer gruplar ile aralarında anlamlı fark olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Polarize Işık Mikroskobu değerlendirmesinin sonucunda daimi ve süt dişi örneklerinde Clinpro 5000 (Grup 6), Colgate Cavity Protection (Grup 2) ve GC MI Paste Plus (Grup 4) gruplarıyla tedavi edilen çürük lezyon derinliği diğer gruplardan daha düşük bulunmuştur. Grup 6 ile Grup 2 ve Grup 4 arasında anlamlı farklılık gözlenmemiş diğer gruplar ile istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). XRD yöntemi ile yapılan değerlendirme sonucunda remineralizasyon sonrası en yoğun ve kaliteli kristalografik değerler Clinpro 5000 uygulanan grupta gözlenmiştir. Bu in vitro çalışma sonuçlarına göre; süt ve sürekli dişlerde başlangıç mine lezyonlarının tedavisinde TCP+F, CPP-ACP+F ve F içeren remineralize edici ajanların remineralizasyonda daha etkili olduğu, flor ile kombine kullanılan preparatlarda yüksek oranda flor içeren preparatın (TCP+5000 ppm) daha başarılı sonuçlar verdiği belirlenmiştir. Bununla birlikte özellikle çocuklarda yüksek doz flor içeren preparatların tercih edilmemesi gerekliliğinden hareketle, başlangıç mine lezyonlarının başarılı bir şekilde tedavisi için alternatif materyal arayışının devam etmesi, materyallerin in vivo ve in vitro şartlarda farklı tekniklerle değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.Öğe Organotipik modellere uygulanan farklı irrigasyon protokollerinin apikal papillaya ait kök hücrelerin canlılığına etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Akbulut, Merve Özgüven; Erdemir, AliRejeneratif endodontik prosedürler pulpa nekrozlu immatür daimi dişlerin tedavisi için uygulanabilir bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Birçok rejeneratif endodontik tedavi minimal enstrümentasyonla ya da hiç enstrümentasyon yapılmaksızın gerçekleştirilmektedir. Bu nedenle kök kanal dezenfeksiyonunun sağlanması rejeneratif endodontik uygulamalar içinde önemli bir yere sahiptir. Fakat rejeneratif endodontide kullanılan kimyasal ajanların bakteriyostatik/bakterisidal özellikte olması yeterli değildir; aynı zamanda hastaya ait kök hücrelerin hayatta kalma, çoğalma ve farklılaşma kapasitesini de artırabilmelidir. Bu çalışmanın amacı farklı irrigasyon protokollerinin insana ait SCAP'nin canlılığı üzerindeki etkisini değerlendirmektir. Bu çalışmada insana ait immatür üçüncü molar dişlerden elde edilen SCAP akan hücre ölçer kullanılarak karakterize edildi. CD73, CD90 ve CD105 markırlarını aynı anda eksprese hücrelerin yüzdesi %90'ın üzerindeydi. Karakterize edilen SCAP tüm deneylerde kullanıldı. Çalışmada WST-1 yöntemi için 43 adet yeni çekilmiş tek köklü insan dişi kullanıldı. Dişler çekilir çekilmez steril ve soğuk HBSS içerisine yerleştirildi. Bütün dişlerin kron kısmı, dişin uzun aksına dik olarak kesilerek uzaklaştırıldı. 5 mm uzunluğa sahip standart kök segmentleri oluşturmak için steril edilmiş yüksek hızda frezler kullanıldı. 1,3 mm çapında paralel duvarlı kanal yapısı hazırlamak için konik olmayan LSX eğeler kullanıldı ve böylelikle rejeneratif vakaların çoğunda karşılaşılan açık/immatür apeks taklit edilmiş oldu. Bütün organotipik kök kanal modelleri hava ile kurutulup, hidrojen peroksit gazıyla steril edildi ve 1 kontrol grubu (n=3) ve 8 deney grubu (n=5) olmak üzere rastgele 9 farklı gruba ayrıldı. Her grupta farklı bir irrigasyon protokolü uygulandı: (Grup 1) irrigasyon yapılmadı, (Grup 2) %5 EDTA, (Grup 3) %17 EDTA, (Grup 4) %1 NaOCl+%5 EDTA, (Grup 5) %2,5 NaOCl+%5 EDTA, (Grup 6) %5 NaOCl+%5 EDTA, (Grup 7) %1 NaOCl+%17 EDTA, (Grup 8) %2,5 NaOCl+%17 EDTA, (Grup 9) %5 NaOCl+%17 EDTA ile irrigasyon yapıldı. Tüm deney gruplarında irrigasyon ajanı artıklarını uzaklaştırmak amacıyla steril salin kullanılarak final irrigasyon yapıldı. Tüm bu prosedürlerin ardından izole SCAP, PRP ile karıştırılarak organotipik modeller içerisine ekildi. Bu modeller dik bir şekilde 0,4 µm boyutunda porlara sahip transwell insertler (Corning, Tewksbury, MA) içerisine yerleştirildi, 3 ve 7 gün boyunca inkübe edildi. Besiyeri ise her 2 günde bir kez tazelendi. İrrigasyon protokollerinin SCAP canlılığı üzerine etkisi WST-1 yöntemi ile değerlendirildi. İki farklı değerlendirme zamanı için absorbans değerlerini belirlemek amacıyla mikroplaka spektrofotometri cihazı (BioTek, PowerWave XS2) kullanıldı. İstatistiksel analizlerde Bonferroni düzeltmeli Kruskall-Wallis H testi kullanıldı (?=0,05). Grup içi değerlendirmeler ise Wilcoxon işaret testi ile yapıldı. SCAP'nin proliferasyonu, xCELLigence RTCA sistemi ve 96 kuyucuklu E-plate (Roche, Basel, Switzerland) kullanılarak belirlendi. Bu sistemde irrigasyon protokolleri E-plate kuyucuklarına uygulandı ve ardından PRP/SCAP süspansiyonu steril otomatik bir pipet yardımıyla yine E-plate kuyucuklarına ekildi. Tüm deneyler 3 tekrarlı olarak çalışıldı. 116 saat boyunca her kuyucuğun empedans değeri xCELLigence sistemi ile takip edildi ve CI değeri olarak sunuldu. Verilerin analizi için Bonferroni düzeltmeli Kruskall-Wallis H testi kullanıldı (?=0,05). Apoptotik/nekrotik hücreler ikili boyama yöntemi ile değerlendirildi. Bu sistemde irrigasyon protokolleri kuyucuklara uygulandı ve ardından PRP/SCAP süspansiyonu steril otomatik bir pipet yardımıyla yine kuyucuklara ekildi. Tüm deneyler 3 tekrarlı olarak çalışıldı. 24 saat inkübasyonun ardından, floresan ataçmanlı inverted mikroskop (DMI6000B, Leica, Germany) yardımıyla her kuyudan bir görüntü alındı. Tüm hücre ve apoptotik hücre sayısı DAPI filtresi altında belirlenirken, nekrotik hücrelerin sayısı FITC filtresi altında belirlendi. Elde edilen değerlerle apoptoz/nekroz oranı hesaplandı. İstatistiksel analizlerde Bonferroni düzeltmeli Kruskall-Wallis H testi kullanıldı (?=0,05). SEM analizi için 9 adet yeni çekilmiş tek köklü insan dişi kullanıldı. Bütün dişlerin kron kısımları dişin uzun aksına dik olarak kesilerek uzaklaştırıldı. Kök kanalları çalışma boyutunda hazırlandıktan sonra, bütün kökler longitudinal olarak ikiye ayrıldı. Örnekler hava ile kurutuldu, hidrojen peroksit gazı ile steril edildi ve rastgele 9 gruba ayrıldı. İrrigasyon protokolleri uygulandıktan sonra, izole edilen SCAP, PRP ile karıştırıldıktan sonra kök kanalları içerisine ekildi. Örnekler yatay bir şekilde 12 kuyucuklu mikroplakalara yerleştirildi ve 7gün boyunca inkübe edildi. Besiyeri ise her 2 günde bir kez tazelendi. Ardından örnekler SEM analizi için hazırlandı. 1 000× ve 10 000× büyütmede görüntüler alındı. WST-1 yönteminde, 3. günde yapılan ölçümlerde Grup 8 en yüksek absorbans değerine sahipken, 7. günde Grup 3'ün en yüksek absorbans değerine sahip olduğu görüldü. Her iki zaman ölçümünde de en düşük SCAP canlılık oranı Grup 6'da görüldü. xCELLigence RTCA sisteminde, 116 saat sonunda en yüksek değerler EDTA'in tek başına kullanıldığı gruplarda (Grup 2 ve Grup 3) görülürken, en düşük değerler %5'lik NaOCl'in kullanıldığı gruplarda (Grup 6 ve Grup 9) görüldü. En yüksek proliferasyon oranına sahip bu gruplar (Grup 2 ve Grup 3) ile Grup 5, 6 ve 9 arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,01). İkili boyama yönteminde 24 saat sonunda elde edilen verilere göre en yüksek nekroz oranı %5 NaOCl+%5 EDTA (Grup 6) ile irrigasyon yapılan grupta gözlenirken, en düşük nekroz oranı %17'lik EDTA (Grup 3) ile irrigasyon yapılan grupta gözlendi. Hiçbir grupta apoptotik hücreye rastlanmadı. SEM analizi sonuçlarına göre, sadece EDTA'in kullanıldığı (Grup 2 ve Grup 3) ve %2,5 NaOCl+%17 EDTA ile irrigasyon yapılan grupta (Grup 8), SCAP'nin küçük topluluklar halinde ve diğer gruplara göre daha yoğun olarak dentin yüzeyine tutunduğu görüldü. %5'lik NaOCl ile irrigasyon yapılan gruplardan (Grup 6 ve Grup 9) 1 000× büyütmede alınan SEM görüntülerinde ise, fibrin ağ yoğunluğunun azaldığı tespit edildi. Sonuç olarak, %5'lik NaOCl'in dâhil edildiği irrigasyon protokollerinin SCAP üzerinde olumsuz etkilere sahip olduğu görüldü. NaOCl ile yapılan irrigasyonun SCAP üzerindeki olumsuz etkilerini geri çevirmede ise, %17'lik EDTA'in %5'lik EDTA'e göre daha başarılı olduğu tespit edildi.Öğe Farklı lazer sistemlerinin farklı irrigasyon solüsyonları kullanılarak smear tabakasını uzaklaştırmadaki etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Özbay, Yağız; Erdemir, AliSmear tabakasının kök kanallarından uzaklaştırılması amacıyla günümüze kadar pek çok cihaz kullanılmış ve farklı yöntemler uygulanmıştır. Bununla birlikte, son yıllarda lazerler irrigasyon solüsyonlarının aktivasyonunun etkinliğini arttırmak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmanın amacı distile su, NaOCl ve EDTA gibi klinik pratiğinde sıklıkla kullanılan irrigasyon solüsyonlarının farklı lazerlerle aktive edilerek smear tabakasını uzaklaştırma etkinliğinin kök kanallarının farklı bölgelerini de göz önünde bulundurarak karşılaştırılması ve değerlendirilmesidir. İrrigasyon aktivasyon prosedürleri sonrasında, kökler longitünidal olarak ikiye ayrıldı ve x1000 büyütmede elde edilen SEM görüntüleri üzerinde kökün farklı üç bölgesinde (apikal, orta, koronal) smear tabakası uzaklaştırma etkinliği iki farklı araştırmacı tarafından örneklerde hangi irrigasyon ve aktivasyon prosedürünün kullanıldığı bilinmeden birer hafta aralıklarla iki kez değerlendirildi. Gözlemciler arası uyum ve gözlemcilerin kendi içindeki uyumu Kappa analizi kullanılarak değerlendirildi. İstatistiksel analizler SPSS 15.0 for Windows (SPSS Inc, Chicago, IL) bilgisayar programı yardımıyla gerçekleştirildi ve final irrigasyon aktivasyon teknikleri arasında anlamlı farkın bulunup bulunmadığını belirlemek için Kruskal-Wallis testi uygulandı. Gruplar arasındaki ikili karşılaştırmalar ve koronal, orta ve apikal üçlüler arasındaki karşılaştırmalar için Bonferroni düzeltmeli Mann-Whitney U testi kullanıldı. NaOCl ve EDTA kullanılan gruplarda sadece distile su kullanılan gruplara kıyasla istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde daha az smear tabakası gözlemlendi (p<0.05). En yoğun smear tabakası kontrol grubu olarak belirlenen sadece distile su kullanılan Grup 1A'da gözlemlendi ve bu grup ile diğer gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). En düşük smear tabakası varlığı ise irrigasyon solüsyonu olarak NaOCl ve EDTA'in lazerlerle aktive edildiği gruplarda (Grup 2B, 2C, 2D) gözlemlendi (p<0.05). Bu üç grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Distile su ile birlikte lazer kullanılan gruplarla (Grup 1B, 1C, 1D), NaOCl ve EDTA'in lazer aktivasyonu olmadan kullanıldığı kontrol grubu (Grup 2A) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). İrrigasyon aktivasyon yöntemlerinin tamamının smear tabakasının kaldırılmasında istatistiksel olarak anlamlı etkiye sahip olduğu bulundu (p<0.05). Ancak distile suyun lazerle aktive edildiği grupların kendi arasında ve NaOCl ve EDTA solüsyonlarının lazerle aktive edildiği grupların kendi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p>0.05). Apikal bölgede, koronal ve orta bölgelere göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla smear tabakası kaldığı (p<0.05), bununla birlikte orta ve koronal bölgeler arasında smear tabakasının uzaklaştırılması açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadığı gözlemlenmiştir (p>0.05). Çalışmamızın sınırları içerisinde; NaOCl ve EDTA'in ardarda kullanımının smear tabakasının uzaklaştırılmasında distile sudan önemli ölçüde daha etkin olduğu gözlemlenmiştir. İkinci olarak, smear tabakası koronal ve orta bölgelerde apikal bölgeye göre daha etkili olarak uzaklaştırılmıştır. Son olarak, farklı irrigasyon solüsyonlarının lazerle aktivasyonu sonucunda smear tabakası daha iyi bir şekilde uzaklaştırılmıştır. NaOCl ve EDTA'in lazer ile aktivasyonu smear tabakasının uzaklaştırılması açısından en etkin yöntemdir.Öğe ER,CR:YSGG lazer uygulamasının süt ve daimi dişlerde mine demineralizasyonunun engellenmesi üzerine etkisinin in vitro koşullarda incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Ulusoy, Nur Burcu; Oba, Aylin AkbayBu tez çalışmasının amacı, insan süt ve daimi diş minelerinin, çürük oluşumuna karşı direncinin arttırılması amacıyla, farklı parametrelerde uygulanan Er,Cr:YSGG lazerin (Waterlase iPlus) etkinliğinin değerlendirilmesidir. Çalışmamızda, mine demineralizasyonunun engellenmesinde kullanımı araştırılan Er,Cr:YSGG lazer uygulamasının; farklı güç değerlerinin, su soğutmalı ve soğutmasız koşullarda kullanımının, topikal floridle birlikte ve ayrı uygulanmasının etkinliği in vitro koşullarda karşılaştırılarak incelenmiştir. Çalışmamızda, 225 adet süt ve 225 adet daimi diş mine örneği hazırlanmış ve mine örneklerinden her grupta 15 adet olacak şekilde 15 süt dişi grubu, 15 daimi diş grubu oluşturulmuştur. Gruplara uygulanan tedavilerin değişken parametreleri; 1- Farklı lazer güçlerinde (0.25 / 0.50 / 0.75 W) ve sabit frekansta (20 Hz) Er,Cr:YSGG lazer uygulaması, 2- Lazerin 2 ml/dk su soğutmalı veya su soğutmasız koşullarda uygulanması ve 3- Lazerin APF ile birlikte veya ayrı uygulanmasıdır. Çalışma protokolüne göre florid uygulanan örneklere önce APF jel, ardından Er,Cr:YSGG lazer uygulanmıştır. Tedavilerden sonra diş örnekleri 14 gün süreyle laboratuvar koşullarında hazırlanan demineralizasyon-remineralizasyon siklusuna tabi tutulmuştur. Mine örneklerinin yüzey ve kesitlerindeki morfolojik değişimler Taramalı Elektron Mikroskopu (SEM) ile incelenmiştir. Örneklerdeki kimyasal içeriğin belirlenmesi için Enerji Dağılımlı X-ışını Spektroskopisi (EDS) kullanılmış ve alınan kesitlerde Ca, P, C, F ve O elementlerinin kütle yüzdeleri mine yüzeyinden derine doğru çizgisel olarak ölçülmüştür. Bu çalışmadan elde edilen veriler, istatistiksel olarak, tek yönlü ANOVA testi ve Sheffe anlamlılık testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Yapılan analizlere göre, hem süt hem daimi dişlerde en yüksek Ca ve P kütle yüzdesi, su soğutmasız-0.75 W lazer grubunda görülmekte olup (p<0,05), APF grubu ile arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (p>0,05). Süt ve daimi dişlerde su soğutmasız-APF+0.75 W lazer grubunun Ca ve P kütle yüzdesi, APF grubu ve su soğutmasız-0.75 W lazer grubundan daha düşüktür. Süt ve daimi dişlerde F kütle yüzdesi, APF+lazer uygulanan gruplarda tek başına lazer uygulanan gruplara kıyasla istatistiksel olarak daha yüksektir (p<0,05). Süt ve daimi dişlerde yapılan SEM incelemesinde, lazer uygulanan gruplarda, mine yüzeyinde enerji yoğunluğuna göre değişen boyutlarda çatlaklar, kraterler ve engebeli alanlara rastlanmıştır. Ayrıca su soğutmalı gruplarda ablazyonun arttığı ve daha geniş kraterlerin oluştuğu izlenmiştir. Sonuç olarak, yaptığımız bu çalışmada süt ve daimi dişlerde Er,Cr:YSGG lazerin 0.75 W gücünde su soğutmasız olarak uygulanmasının mine demineralizasyonuna karşı direnci arttırdığı görülmüştür. Tek başına Er,Cr:YSGG lazer uygulamasının mine demineralizasyonuna karşı direnci APF uygulamasından belirgin olarak daha fazla arttırmadığı; lazerin APF ile birlikte uygulanmasının ise sinerjistik etki sağlamadığı sonucuna ulaşılmıştır.Öğe Sağlıklı ve akut geri dönüşümsüz pulpitis tanısı konmuş dişlerin pulpa doku ve DOS örneklerinde NKA, SP, IL-8 ve MMP-8 değişimlerinin karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Dinçer, Gözde Akbal; Erdemir, AliGünümüzde endodontik diagnoz klinik semptomlar, pulpa testleri ve periapikal radyografiler ile konulmaktadır. Bu yöntemler faydalı olsa da kendi limitasyonları bulunmakta, dahası klinik bulgular ile pulpanın histolojik durumu her zaman korelasyon göstermemektedir. Hastanın subjektif yanıtları ve geleneksel pulpa testlerinin ötesine geçmek için araştırmalar başlamış, günümüze kadar çeşitli diş dokularında pek çok medyatörün enflamasyonla artışına bakılan çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmanın amacı, sağlıklı ve akut geri dönüşümsüz pulpitis tanısı konmuş dişlerin pulpal doku örnekleri ve DOS örneklerinde NKA, SP, IL-8 ve MMP-8 düzeyleri arasında anlamlı bir fark olup olmadığının değerlendirilmesidir. Sağlıklı ve geri dönüşümsüz akut pulpitis tanısı konmuş dişlerden kontralateralindeki dişlerden pulpa ve DOS örnekleri alındıktan sonra örneklerde NKA, SP, IL-8 ve MMP-8 düzeyleri ELİSA testi ile ölçülmüştür. İstatistiksel analizler SPSS 15.0 for Windows (SPSS Inc, Chicago, IL) bilgisayar programı ile gerçekleştirilmiştir. Parametrik veriler için bağımsız örneklem t testi ve tek yönlü varyans analizi (ANOVA), non-parametrik veriler için Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri kullanılmıştır. 1. DOS ve 1 hafta sonra alınan 2. DOS örneklerinin karşılaştırılmasında bağımlı örneklem t testi kullanılmıştır. Son olarak Pearson koelasyon analizi kullanılarak sağlıklı ve geri dönüşümsüz pulpitisli dişlerin pulpa doku ve DOS örneklerinde moleküler belirteçlerdeki değişimin korelasyonuna bakılmıştır. Gruplar arası karşılaştırma yapıldığında, sağlıklı gruba göre tüm medyatör seviyeleri pulpitis grubundaki pulpa örneklerinde istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde yüksek bulunmuştur (NKA: p<0.001, SP: p=0.005 IL-8: 0.001, MMP-8: p<0.001). Aynı şekilde pulpitis grubunda 1. DOS örneklerinde tüm medyatör seviyeleri sağlıklı gruba göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde yüksek belirlenmiştir (NKA: p=0.01, SP: p<0.001, IL-8: p=0.001, MMP-8: p<0.001). Pulpitis grubunda grup içi karşılaştırmada, pulpa ile 1. DOS örnekleri NKA, SP ve IL-8 seviyeleri arasında (NKA: p<0.001, SP: p=0.04, IL-8: p<0.001) istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunurken; pulpa ve 1. DOS örnekleri MMP-8 seviyeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmemiştir (p=0,31). Pulpitis grubunda 1. DOS ile kontralateral sağlıklı dişten alınan DOS tüm medyatör seviyeleri arasında (NKA: p=0.002, SP: p<0.001, IL-8: p=0.01, MMP-8: p=0.01) ve 1. DOS örnekleri ile 1 hafta sonra alınan 2. DOS örnekleri tüm medyatör seviyeleri arasında (NKA: p<0.001, SP: p<0.001, IL-8: p<0.001, MMP-8: p=0.001) istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Çalışmamızın sınırları içerisinde; akut pulpitisli dişlerin pulpa doku ve DOS örneklerinde sağlıklı dişlerin pulpa doku ve DOS örneklerine göre belirgin bir şekilde NKA, SP, IL-8 ve MMP-8 artışı meydana geldiği gözlemlenmiştir. İkinci olarak akut pulpitisli dişlerde, enflame pulpa çıkarıldıktan 1 hafta sonra DOS örneklerinde NKA, SP, IL-8 ve MMP-8 seviyelerinde belirgin bir şekilde azalma meydana geldiği belirlenmiştir. Son olarak ağrı skorları yüksek olan akut pulpitisli dişlerin pulpa doku örneklerinde SP, IL-8 ve MMP-8 seviyelerinin, ağrı skoru düşük olan dişlere göre daha yüksek bulunmuştur.Öğe Farklı irrigasyon ve aktivasyon tekniklerinin dentinden büyüme faktörlerinin salınımına etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2020) Hançerlioğulları, Dilek; Erdemir, AliGünümüzde; dens evaginatus, dens invaginatus, çürük, dental travma veya iatrojenik nedenlerle kök gelişimi duran immatür nekrotik dişlerde revaskülarizasyon (rejeneratif endodonti) tedavisi yaygın olarak uygulanmaktadır. Rejenerasyonun başarısını etkileyen kök hücre, iskele ve büyüme faktörlerini araştıran birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmanın amacı, EDTA ve sitrik asit (SA) gibi klinik uygulamalarda sıklıkla kullanılan irrigasyon solüsyonlarına farklı irrigasyon aktivasyon yöntemleri uygulanarak dentinden salınan transforme edici büyüme faktörü (TGF-ß1), insülin büyüme faktörü-1 (IGF-1), kemik morfogenetik protein-7 (BMP-7) ve vasküler endoteliyal büyüme faktörü-A'nın (VEGF-A) 24. saat ve 7. gün seviyelerinin değerlendirilmesidir. Bu çalışmada; 70 adet periodontal nedenlerle çekilmiş, tek köklü ve tek kanallı premolar dişler kullanıldı. Kök segmentlerinin boyları apeksten itibaren 12 mm boyutunda standardize edilerek, 100# nolu el eğesine kadar preparasyon yapıldı. Kanal içi dentin yüzeyi hariç tüm yüzeyler ojeyle kaplandı. Tüm kök segmentlerine %1.5 NaOCl (20 ml/5 dk) irrigasyonu yapılarak, 10 diş kontrol grubu olarak ayrıldı. Kalan 60 diş kullanılan şelasyon ajanına (%17 EDTA, %10 SA) göre 2 ana gruba ve aktivasyon şekline (konvansiyonel irrigasyon, devamlı ultrasonik aktivasyon, Er:YAG lazer aktivasyonu) göre 3 alt gruba ayrıldı. Aktivasyon işleminden sonra örnekler; 1 ml fosfat tamponlu saline solüsyonu (PBS) içeren eppendorf tüplerine konup 37°C'de saklanarak 1. ve 7. günlerde ELISA yöntemiyle TGF-ß1, IGF-1, BMP-7 ve VEGF-A salınım düzeyleri ölçüldü. Tüm kök segmentlerinden alınan konik ışınlı bilgisayarlı tomografi ile elde edilen görüntüler üzerinde ölçüm yapılarak, kesik koni formülü yardımıyla hacimleri hesaplandı. Her kök segmentinin birim kök kanal hacimleri esas alınarak salınım seviyeleri hesaplandı. Verilerin normallik analizi Kolmogorov Smirnov testi ile değerlendirildi. Veriler normal dağılmadığından non-parametrik testler olan Mann Whitney-U testi ve Wilcoxon testi kullanılarak istatistiksel analiz yapıldı. Tüm büyüme faktörlerinin salınım düzeyleri incelendiğinde; EDTA ve SA grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmedi (p>0.05). Konvansiyonel irrigasyon yöntemine göre aktivasyon tekniklerinin daha etkili olduğu belirlendi (p<0.05). Büyüme faktörlerinin 24. saat ve 7. gün konsantrasyonlarını, SA solüsyonuna uygulanan Er:YAG lazer aktivasyonunun, konvansiyonel şırınga irrigasyonu ve ultrasonik aktivasyona göre istatistiksel anlamlı bir şekilde artırdığı görüldü (p<0.05). 7. gün ölçümlerinde ise; tüm büyüme faktörlerinin salınım düzeylerinin istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde azaldığı tespit edildi (p<0.05). Çalışmamızın sınırları içerisinde; EDTA ve SA solüsyonlarına uygulanan aktivasyon teknikleri tüm büyüme faktörlerinin salınım seviyelerini artırdı. Anahtar Kelimeler: Büyüme Faktörleri, Etilendiamintetraasetik Asit, Sitrik asit, Ultrasonik, Er:YAG Lazer, İrrigasyon Aktivasyonu, Rejeneratif Endodonti