Yazar "Aliefendioğlu, Didem" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 20
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Bir bebeğin aniden ölümü(2016) Aliefendioğlu, Didem; Güzoğlu, NilüferBir yaş altındaki bebeklerin beklenmedik ve açıklanamayan ani ölümü olarak tanımlanan "Ani Bebek Ölümü", postmortem araştırma, ölüm yerinin araştırılması ve öykünün gözden geçirilmesi ile bir dışlanma tanısıdır. Kesin nedeni bilinmemektedir. Ölüme katkıda bulunabilecek bazı durumlar risk olarak tanımlanmıştır. İncinebilir gelişim döneminde olma, genetik yatkınlık ve aşırı immün yanıt ölümcül üçgeni oluşturur. Kritik periyotta bulunan bebeğin çevresel risk faktörlerinin etkisine maruz kalması sonucunda gelişir. Bu nedenle koruyucu önlemler risklerin ortadan kaldırılmasına dayanırÖğe Çocuklarda Fentanil Bant Kullanımı; Bilinçsiz Kullanım Ölümcül Olabilir(2020) Alpcan, Ayşegül; Tursun, Serkan; Ürem, Ozan; Tandırcıoğlu, Ayşe Ümit; Aydın, Gülçin; Aliefendioğlu, DidemTransdermal fentanil kullanımı özellikle süreğen ağrılı hastalarda son yıllarda artmıştır. Ancak uygun olmayan kullanımı ciddi sonuçlar doğurabilir. Burada acil servise solunum arresti ile başvuran ve uygunsuz fentanil kullanımına maruz kalan, 10 yaşındaki bir erkek hasta sunulmuştur.Öğe Çok düşük doğum ağırlıklı prematürede periton diyalizi uygulaması(2009) Aliefendioğlu, Didem; Soyer, Tutku; Çakmak, MuratPeriton diyalizi, akut böbrek yetmezliği tedavisinde yenidoğanlarda da önemli bir seçenektir. Çok küçük prematüre bebeklerin teknik güçlükler, infeksiyona bağlı yüksek mortalite, düşük kilo alımı ve komplikasyonlar nedeniyle periton diyalizi için uygun aday olup olmadıkları ise tartışmalıdır. Burada, akut böbrek yetmezliği nedeniyle periton diyalizi uygulanan ve kaybedilen iki prematüre bebek aracılığıyla, çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde periton diyalizi uygulamasının ve teknik zorlukların sunulması amaçlanmıştır.Öğe Damak Plağı ile Beslenme ve Solunumu Düzelen Pierre Robin Sendromlu Bir Olgu(2017) Katırcıoğlu, Mehmet; Güzoğlu, Nilüfer; Aliefendioğlu, DidemPierre Robin Sendromu (PRS) 1902 yılında tanımlanmış olup damak yarığı, mandibuler retrognati ve/veya mikrognati ve glossopitozis şeklinde üç komponentten oluşmaktadır. Asfiksiye bağlı mortalite oranının % 30 olarak belirlendiği sendromda bir diğer problem de beslenme bozukluğudur. Bu nedenle hayatın ilk günlerinde beslenmenin ve solunumun rahat bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla müdahale gerekebilir. PRS'lu olgularda, hava yolu açıklığını sağlamak için literatürde bildirilmiş olan pozisyon verme, nazofarengeal tüp kullanımı, entübasyon ve cerrahi tedavi gibi yaklaşımlar mevcuttur. Hayatın ilk günlerinde uygulanan bu yaklaşımlar bebek ve aile için travmatik olabilmektedir. Bu yazıda 1 günlük iken beslenememe ve solunum problemleri ile başvuran ve ortodontik aparey kullanımı ile sorunsuz olarak taburcu edilen PRS'lu bir olgu sunulmuştur.Öğe Dış Merkezde ve Hastanemizde Sürfaktan Uygulanan Hastaların Karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Kırdağ, Gaye; Güzoğlu, Nilüfer; Aliefendioğlu, DidemErken sürfaktan tedavisi, sürfaktan eksikliği olan prematüre bebeklerde ventilasyonu destekleyerek hayat kurtarıcı olabildiği gibi, respiratuvar distres bulguları olan ancak Respiratuar Distres Sendromu olmayan bebeklere uygulandığında, gereksiz entübasyon ve mekanik ventilasyon tedavisi ile sonuçlanabilmektedir. Bu çalışmanın amacı ünitemize sevk edilen hastalar ile hastanemizdeki sürfaktan uygulamalarının karşılaştırılmasıdır.Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde son bir yıl içinde Respiratuar Distres Sendromu tanısıyla sürfaktan uygulanan bebekler geriye yönelik olarak incelendi. Hastalar sürfaktan tedavisinin uygulandığı merkeze göre iki gruba ayrıldı. Sürfaktan uygulanması dış merkezde yapılanlar 1. Grubu, kliniğimizde sürfaktan uygulananlar ise Grup 2’yi oluşturdu. Her iki grup gebelik haftası, doğum ağırlığı, antenatal steroid, cinsiyet, APGAR skoru ve sürfaktan verilme endikasyonları açısından karşılaştırıldı.Çalışmamıza birinci grupta 12, ikinci grupta 49 hasta olmak üzere toplam 61 hasta dahil edildi. Grup 1’in ortanca gebelik haftası ve doğum ağırlığı, Grup 2’den yüksek bulundu (p and lt;0.05). Sevk edilen hastalardan sadece 4’ünde (4/12) klinik ve radyolojik bulgularla Respiratuar Distres Sendromu düşünüldü ve hastaların tamamı kliniğimize başvuruda ekstübe edilerek izleme alındı.Sürfaktan uygulaması, protokoller ışığında yapılması gereksiz tedavi ve entübasyonu önleyebilir. Bu çalışma vaka sayısının az olması nedeni ile tüm toplumu yansıtmamakla birlikte, daha fazla veri ile yapılacak çalışmalar için yol gösterici olabilir.Öğe Hipernatremik dehidratasyon: Yenidoğanlarda nadir olmayan bir sorun(2010) Çakır, Elif Pınar; Aliefendioğlu, Didem; Tufan, Erennur; Altuğ, Ümit; Kırlı, ErhanGiriş: Serum sodyum seviyesinin 145 mEq/L’nin üzerinde olması olarak tanımlanan hipernatremi, yenidoğanda nispeten sık görülen bir elektrolit bozuklukluğudur. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmada Ocak 2007 ile Aralık 2008 arasında hastanemizde dehidratasyon nedeniyle izlenen ve serum sodyum düzeyi 145 mEq/L’nin üzerinde saptanan toplam 17 olgu çalışmaya alındı. Olguların dosyalarından anne yaşı, gebelik sayısı, doğum şekli, doğum ağırlığı, başvuru sırasındaki ağırlığı, postnatal yaşı, geliş yakınması, fififizik inceleme bulguları ve serum biyokimyasal ölçümleri kaydedildi. Bulgular: Olguların sekizi kız (%47.1), dokuzu erkekti (% 52.9). Ortanca (veri aralığı) olarak doğum ağırlığı 3340 gram (2600-4600), ağırlık kaybı %17.1 (10-30), postnatal yaş 6.2 gün (2-16), anne yaşı ise 24.9 yıl (21- 39) olarak saptandı. Olguların tamamı sadece anne sütüyle beslenmekteydi. Ortanca serum sodyum ve serum üre değerleri sırasıyla 158 mEq/L (149-192) ve 122 mg/dl (18-428) olarak bulundu. On iki olgu (%70.6) emmeme, iki olgu (%11.8) sarılık, üçü (%17.6) ise huzursuzluk yakınması ile başvurmuştu. Altı olguda (%35.3) nörolojik bulgular da eşlik etmekteydi. Oligoanürik ve/veya hipotansif olgulara sıvı yüklemesi ardından sıvı açığını yerine koyma tedavileri verildi. Sodyum düşüş hızı ortalama 0.50.2 mEq/saat (0.29-0.83) idi. Normal sodyum düzeylerine ulaşma zamanı 24-80 saat arasında değişmekteydi. Renal ultrasonografi yapılan (n6) olgulardan ikisinde pelvi-kalisiyel sistemde dilatasyon, birinde ise bilateral medüller nefrokalsinozis ile uyumlu görünüm saptanırken, kraniyal görüntüleme yapılan iki olguda bilateral talamik kanama saptandı. Yorum: Yenidoğanda nadir olmayan bir sorun olan hipernatremi, ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Annelere beslenme eğitimi verilmesi yanı sıra, erken dönemde ağırlık kaybı açısından yakın izlem tablonun gelişiminin engellenmesinde önemlidir.Öğe Intracranial hemorrhage due to vitamin K deficiency in ınfancy: Clinical and radiological findings(2009) Mısırlıoğlu, Emine Dibek; Aliefendioğlu, Didem; Bademci, Gülşah; Baydar, Zekiye; Köse, Gülşen; Çakmak, Fatma NurBu çalışmada; K vitamini eksikliğine bağlı intrakraniyal kanaması olan 25 infantın klinik, radyolojik bulguları ve risk faktörleri geriye dönük olarak değerlendirildi. 25 olgunun 2 (%8)'si klasik tip ve 23'ü geç başlangıçlı tipte idi. 18 (%72)'i erkek ve 7 (%28)'si kız idi. Olguların 24 (%96)'ü sadece anne sütü ile beslenmekteydi. Olguların 18'ine doğumdan sonra K vitamini uygulanmıştı. En fazla görülen semptom kusma (%44) ve konvülsiyon (%40) idi. En fazla saptanan muayene bulgusu fontanel bombeliği (%40) ve solukluk (%40) idi. Onbir (%44) hastada intrakraniyal kanama birden fazla bölgede vardı ve kanama en fazla (%68) intraparankimal alana olmuştu. 12 olgu izleminde normal mental-motor gelişim gösterirken, mortalite oranı %8 bulundu. İntrakraniyal kanama özellikle geç tipin bulgusu olup en fazla intraparankimal alanda olmaktadır. Anne sütü ile beslenen bebeklerde doğumdan sonra K vitaminin yapılmamış olması en önemli risk faktörüdür.Öğe Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne başvuran çocuklarda demir eksikliği anemisi sıklığı ve beslenme durumu ile ilişkisi(2005) Şanlı, Cihat; Koçak, Ülker; Albayrak, Meryem; Oktay, Ayla; Aliefendioğlu, Didem; Hızel, SeldaAmaç: Daha önce bu konu ile ilgili çalışma yapılmamış Kırıkkale ilinde demir eksikliği anemisinin sıklığı ve beslenme durumu ile ilişkisinin araştırılması. Yöntem: Ocak 2001-Temmuz 2001 tarihleri arasında herhangi bir nedenle Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniklerine başvuran 1,362 çocuk arasından demir eksikliği anemisi saptanan yaşları 4 ay ile 16 yıl arasında değişen 126'sı erkek (% 55.3), 102'si kız (% 44.7) toplam 228 çocuk (% 16.7) retrospektif olarak değerlendirildi. Çocuklar yaşlarına göre 4-23 ay (Grup 1, n:167), 2-6 yaş (Grup 2, n:50), 7-11 yaş (Grup 3, n:7) ve 12-16 yaş (Grup 4, n:4) olarak 4 gruba ayrıldı. Çalışmaya alınan çocukların dosyalarından antropometrik ölçümleri, beslenme durumları, solukluk, halsizlik, semptomları, pika, hemoglobin, eritrosit sayısı, hematokrit, ortalama eritrosit hacmi, ortalama eritrosit hemoglobini, eritrosit dağılım genişliği, serum demiri, serum demir bağlama kapasitesi ve serum ferritin düzeyleri kaydedildi. Yaş grubuna uygun Hb değeri - 2 SD altında, serum ferritin düzeyi 12 ng/ml altında olan vakalar demir eksikliği anemisi olarak kabul edildi. Bulgular: Anemi saptanan çocukların yaş gruplarına göre dağılımı incelendiğinde, 4-23 ay grubu çocuklarda demir eksikliği anemisinin daha sık olduğu saptandı (% 73). Bu yaş grubundaki çocukların % 43'ünün demirden fakir diyetle beslendiği, % 67'sinin 1 yaş altında inek sütü aldığı, % 19.6'sının malnütrisyonlu olduğu saptandı. Sonuç: Psikomotor gelişim ve zihinsel işlevleri etkileyen demir eksikliği anemisinin Kırıkkale ilinde de özellikle 4-23 ay arası çocuklarda oldukça sık görüldüğü ve bu yaş grubunda uygun beslenme önerileri yönünden dikkatli olunması gerektiği vurgulanmıştır.Öğe Mantar zehirlenmesi olan çocuk olguların değerlendirilmesi(2007) Hızel, Selda; Mısırlıoğlu, Emine Dibek; Özdoğan, Selver; Kırlı, Erkan; Evliyaoğlu, Olcay; Aliefendioğlu, DidemÖzet: Mantar zehirlenmesi mortalitesi yüksek zehirlenmelerdendir. Zehirli mantarlar özellikle ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde ortaya çıkarlar ve zehirlenmeleri bu dönemde daha fazla görülür. 2006 yılı 1 Ekim 31 Kasım tarihleri arasında Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümünde mantar zehirlenmesi tanısıyla izlenen olguların; semptomları, semptomların başlama zamanı, hastaneye getirilme zamanları, fizik inceleme bulguları, laboratuvar bulguları, uygulanan tedaviler, hastanede kalış süreleri ve prognozları kaydedildi. Tanımlanan süre içerisinde toplam 24 olgu görüldü. Bu olguların 8 (%33.3)’i sevk edilirken, 16 (%66.7)’sı yatırılarak izlendi. Bütün olguların başvuru anında bulantı-kusma yakınması varken, sadece 3 olguda (%12.5) nörolojik bulgular saptandı. Yedi olguda (%29.2) semptomlar mantar alımını takiben ilk 6 saatte ortaya çıkmıştı. Karaciğer fonksiyon testleri 4 olguda (%16.6) yükselmiş iken, böbrek fonksiyon testleri tüm olgularda normaldi. Sevk edilen olgulardan 2’si (%8.3) kaybedilirken yatırılarak izlenen 16 olgunun hepsi şifa ile taburcu edildi. Mantar zehirlenmesi mortalitesinin yüksekliği nedeniyle, önemli bir sağlık sorunudur ve en iyi tedavi halkın bilinçlendirilmesidir. Bu nedenle eğitim konusunda yürütülecek çalışmalarla halkın uyarılması, bulgular konusunda bilgilendirilmesi ve bulguların ortaya çıkması ile erken hastaneye başvurularının sağlanması mortaliteyi azaltacaktır.Öğe Microarray based mutational analysis of patients with methylmalonic acidemia: Identification of 10 novel mutations(Academic Press Inc Elsevier Science, 2012) Dündar, Halil; Özgül, Rıza Köksal; Güzel-Ozantürk, Ayşegül; Dursun, Ali; Sivri, Serap; Aliefendioğlu, Didem; Tokatli, AyşegülMethylmalonic acidemia is an autosomal recessive metabolic disorder affecting the propionate oxidation pathway in the catabolism of several amino acids, odd-chain fatty acids, and cholesterol. Methylmalonic acidemia is characterized by elevated levels of methylmalonic acid in the blood and urine. Mutations in the MUT gene, encoding methylmalonyl-CoA mutase carries out isomerization of L-methylmalonyl-CoA to succinyl-CoA, cause methylmalonic acidemia. In this study, 30 Turkish patients diagnosed with mut methylmalonic acidemia were screened for mutations using custom designed sequencing microarrays. The study resulted in detection of 22 different mutations, 10 of which were novel: p.Q132*, p.A137G, c.753 + 1T, p.T387I, p.Q514E, p.P615L, p.D625V, c.1962_1963delTC, p.L674F, and c.2115_2116insA. The most common, p.P615T, was identified in 28.0% of patients. These results suggest that microarray based sequencing is a useful tool for the detection of mutations in MUT in patients with mut methylmalonic acidemia. (C) 2012 Elsevier Inc. All rights reserved.Öğe Neonatal resüsitasyon konusunda sağlık çalışanlarının düşünceleri ve pratik uygulamaları(2008) Aliefendioğlu, Didem; Şanlı, Cihat; Mısırlıoğlu, Dilek Emine; Albayrak, Meryem; Toprak, Şule; Bülbül, Hızel SeldaBu çalışma, sağlık çalışanlarının neonatal resüsitasyon konusunda düşünce ve pratik uygulamalarını araştırmak amacıyla planlandı. Bu çalışmaya çeşitli sağlık kuruluşlarında görev yapan ve neonatal resüsitasyon uygulayan 183 sağlık çalışanı katıldı. Önceden hazırlanmış anket formları katılımcılar tarafından yalnız olarak dolduruldu ve veriler kaydedildi. Çalışmaya alınan 183 sağlık çalışanının; 119’u kadın, 64’ü erkek, ve yaş ortalaması 315 yıl olup 60’ı pratisyen hekim, 24’ü ebe veya hemşire, diğer uzmanlık alanları ise çocuk sağlığı ve hastalıkları (n:75), kadın hastalıkları ve doğum (n:16), anestezi (n:8) idi. Resüsitasyon gerektirebilecek bebeğin durumu ile ilgili olarak aile ile konuşma zamanı konusundaki düşünceleri sorgulandığında ankete katılanların %87.4’ü doğumdan önce konuşmak gerektiğini düşünmekte idi, ancak pratikte sadece %41.5’i uyguluyordu. Bebeğin resüsitasyonuna başlanması için aile kararının önemli olduğunu düşünenlerin oranı %31 idi. Resüsitasyonu sonlandırmak konusunda son karar kime ait olmalı sorusuna, %59.6’sı aile kararının önemli olmadığını düşündüklerini belirtti. Bu soru ile ilgili pratik uygulamalarında kendi kararlarını daha da önemsedikleri (%85.8) görüldü. Yenidoğana yaşam desteği verilmesi kararına ailenin katılabilmesi için en önemli faktör anne babanın bu konuda bilinçli ve işbirliğine hazır olması (%61.2) olarak tanımlandı. Başlanmış olan resüsitasyon işlemini sonlandırmak için tıbbi kriterin ne olduğu ve resüsitasyon uygulanmaması için gebelik haftası veya doğum kilosu için alt sınırların neler olduğu sorularına sırasıyla ankete katılanların %20.8 ve %24’ünün hiç yanıt vermediği, yanıt verilmemesi ile meslek grubu ve neonatal resüsitasyon kursu katılımı arasındaki ilişkinin anlamlı olduğu görüldü. Bu çalışmada, neonatal resüsitasyon konusunda, sağlık çalışanlarının büyük çoğunluğunun bebeğe resüsitasyon uygulanması kararına ailelerin katılmasının gerekli olmadığını düşündükleri uyguladıkları, NRP kursuna katılmanın teorik bilgilenmeyi sağladığı ancak tutum ve davranışları etkilemediği düşünüldü.Öğe Pentalogy of Fallot in a patient with Down syndrome(2006) Mısırlıoğlu, Dibek Emine; Aliefendioğlu, Didem; Doğru, M. Tolga; Şanlı, Cihat…Öğe Prematüre bir bebekte mide perforasyonu(2009) Aliefendioğlu, Didem; Soyer, Tutku; Çakmak, Ahmet MuratYenidoğanda mide perforasyonu sıklıkla prematüre bebeklerde gözlenen, nadir ve yaşamı tehdit eden bir sorundur. Burada mide perforasyonu saptanan prematüre bir bebek sunulmuş ve yenidoğanda mide perforasyonlarının klinik özellikleri, tanı ve tedavi yöntemleri tartışılmıştır .Öğe Serum leptin levels and their relationship to tumor necrosis factor-? and interleukin-6 in neonatal sepsis(2003) Koç, Esin; Üstündağ, Gonca; Aliefendioğlu, Didem; Ergenekon, Ebru; Bideci, A.; Atalay, YusufCirculating leptin concentrations are raised in animal models of inflammation and sepsis and leptin production is also increased in rodents by administration of endotoxin or cytokines. The purpose of this study was to investigate the effect of sepsis on serum leptin concentration and whether circulating leptin was related to tumor necrosis factor-? (TNF-?) and interleukin-6 (IL-6) release in newborn infants. Plasma leptin, TNF-? and IL-6 were measured in 20 neonates with culture-proven sepsis as soon as sepsis was diagnosed and after recovery and in 15 healthy control infants. There was no significant difference in plasma leptin levels between septic and control infants (p>0.05); there was also no difference in plasma leptin levels in septic neonates before and after therapy (p >0.05). No relationship between leptin and TNF-? (r = 0.16, p >0.05) or I1-6 (r = 0.12, p >0.05) was identified. These findings suggest that a major role of leptin in acute neonatal sepsis appears unlikely.Öğe Supraventricular tachycardia in a neonate with respiratory syncytial virus infection(2006) Mısırlıoğlu, Emine Dibek; Aliefendioğlu, Didem; Alphan, Nursel…Öğe Traditıonal child care procedures in an anatolian city(2009) Aliefendioğlu, Didem; Hızel, Selda; Mısırlıoğlu, Emine Dibek; Şanlı, Cihat; Albayrak, Meryem; Oktay, AylaAmaç: İnsanlık tarihi kadar eski olan geleneksel uygulamalar, günümüzde modernle- şen tıp tekniklerine karşın güncelliğini korumaktadır. Toplumsal ve kültürel özellik- ler, bebek bakımı ile ilgili davranışları da etkilemekte ve bunların bazıları bebek için yararlı iken bazıları bebek için zararlı olabilmektedır. Bu çalışma ile Anadolu’nun orta bölgesinde yer alan ve yoğun göç alarak kurulan Kırıkkale ilinde bebek bakımı ile ilgili geleneksel uygulamaların araştırılması amaçlanmıştır. Metod: Randomizasyon yöntemi ile seçilen evlerde annelere önceden hazırlanmış anket formları doldurtularak, annelerin sosyodemografik özellikleri ve geleneksel uygulamalar açısından pratikleri araştırıldı.Karşılaştırmalarda ki kare testi kullanıl- dı. Lojistik regresyon modelinde geleneksel uygulamaların evlenme yaşı ve eğitim düzeyi ile etkileşimi araştırıldı. Bulgular: Yaşları 18-60 arasında değişen toplam 974 anne ile görüşüldü. Annelerin 201 (% 43)’i 30 yaş altında idi. Yüzde yirmidokuzunun evlenme yaşı 17 veya altı iken, ilk gebeliği 17 yaş veya altında olanların oranı % 16 olarak bulundu. Tüm anne- lerin % 48’inin bebek bakımında en az bir geleneksel uygulamaya başvurduğu ve en sık uygulamanın kundaklama (% 27,2) olduğu görüldü. Eğitim düzeyi 8 yılın altında olanlarda, evlenme yaşı 17 yaş veya altında olanlarda ve son gebeliği üzerinden 10 yıldan uzun zaman geçmiş olanlarda bu uygulamalar daha fazla oranda idi (p<0,05). Sonuç: Günümüzde halen bebek bakımı ile ilgili geleneksel uygulamaların devam ettiği görülmektedir. Ancak, bebeğe zarar verebilme olasılığı da bulunan bu uygu- lamaların daha genç ve eğitimli anneler tarafından daha az yapılıyor olması, anne eğitiminin önemli olduğunu ve yıllar içinde toplumsal yapının az da olsa değiştiği izlenimini vermektedir.Öğe VACTERL-H associated with central hypothyroidism: A case report(Medecine Et Hygiene, 2007) Aliefendioğlu, Didem; Bademci, Gülşah; Keskil, S.; Somuncu, Salih; Mısırlıoğlu, E.; Çakmak, Ahmet MuratVACTERL-H associated with central hypothyroidism: A case report: The VACTERL-14 syndrome is a rare combination of vertebral anomalies, anal atresia, congenital heart defects, tracheo-esophageal fistula, abnormalities of kidneys and limb anomalies together with hydrocephalus. This condition is recognized as a hereditary entity with poor prognosis. We present a newborn weighing 3400 g, born by cesarean section to a 27 years old mother who had had an irregular antenatal follow-up. The patient had severe hydrocephalus, proximal esophageal atresia and distal tracheoesophageal fistula, gastric outlet obstruction, imperforated anus and recto-urethral fistula, patent ductus arterious, a bifid scrotum, a vertebral defect, sacral dimple and central hypothyroidism. The patient had no limb defects. The association of central hypothyroidism and VACTER-L-H has previously not been reported.Öğe Wolff-Chaikoff effect in a newborn: is it an overlooked problem?(2006) Aliefendioğlu, Didem; Şanlı, Cihat; Çakmak, Murat; Ağar, Ayça; Albayrak, Meryem; Evliyaoğlu, OlcayHypothyroidism is a serious endocrine disorder emerging from deficient production of thyroid hormone (thyroid gland agenesis or dysgenesis, or inborn metabolic defects of thyroid hormone production) or a defect in thyroid hormonal receptor activity. Prevention of iodine organification by means of using iodine-containing drugs or solutions is a protective mechanism for the body and is known as the Wolff-Chaikoff effect. This effect blocks thyroid hormone generation and is often transient, with thyroid hormone synthesis recovering in a few days or weeks. We present a neonate with transient thyroid dysfunction resulting from topical exposure to iodine-containing antiseptic solution. Our aim was to increase awareness that the use of antiseptic iodine solutions in neonates may result in transient hypothyroidism through the Wolff-Chaikoff effect and should be considered after the use of iodine-containing solutions or drugs. © 2006 Elsevier Inc. All rights reserved.Öğe Yenidoğan Dönemi Hastalıklarında Kan Basıncı Değerlerinin Belirlenmesi(2023) Perk, Oktay; Çakmak, Fatma Nur; Aliefendioğlu, DidemAmaç: Bu çalışmada, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde farklı tanılarla izlenen bebeklerin kan basınçlarının sağlıklı bebeklerle karşılaştırılması, doğum şekli, gebelik yaşı, kilo, cinsiyet ve postnatal yaşa göre değerlendirilmesi ve hipertansiyon sıklığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereçler ve Yöntemler: Bu prospektif, gözlemsel, kohort bir çalışmada, Ankara Dışkapı Çocuk Hastanesi Yenidoğan Servisinde altı ay süreyle izlenen 465 bebeğin kan basıncı değerleri değerlendirildi. Kan basıncı değerlerinin cinsiyet, postnatal yaş, doğum şekli, doğum ağırlığı, annedeki hipertansiyon ve diyabet öyküsü gibi parametreler ile ilişkisi değerlendirildi. Değişik tanı gruplarındaki respiratuar distres sendromu (RDS), neonatal pnömoni, sepsis, indirekt hiperbilirubinemili (İHB) hasta bebekler, gestasyonel yaşları dikkate alınarak kontrol grubuyla sistolik, diastolik, nabız ve ortalama arteryel kan basınçları (OAKB) açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmamıza 465 yenidoğan bebek dahil edildi. Bunlardan 217’si kız idi (%46,7). Doğum ağırlığı ve gebelik yaşı arttıkça kan basıncının da paralel olarak arttığı görüldü (p<0,05). Term ve preterm sepsis, RDS, neonatal pnömoni tanısı olan bebeklerin kontrol grubuna göre sistolik kan basınçları düşük (p<0,05), diastolik kan basınçları ise yüksek bulundu (p<0,05). Altı bebekte hipertansiyon saptandı (%1,3). Bu bebeklerin tanıları bilateral renal displazi (n=1), akut böbrek yetmezliği (dehidratasyona bağlı) (n=1), hipoksik iskemik ensefalopatiye bağlı böbrek yetmezliği (n=1), aort koarktasyonu (n=1), konjenital adrenal hiperplazi (tuz kaybettiren form) (n=1) ve pnömotoraks (n=1) idi. Sonuç: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların takip ve tedavisinde tansiyon ölçümü son derece önemlidir. Kan basıncı ölçümü tanı koydurucudur. Bu yüzden ölçüm dikkatli yapılmalıdır. Direkt ölçüm standart olsa da noninvaziv metotlar klinik olarak daha kullanışlıdır.Öğe Yenidoğan yoğun bakım ünitemizdeki erken ve geç trombositopeni nedenlerinin değerlendirilmesi(2015) Güzoğlua, Nilüfer; Kara, Nagihan Akıcı; Aliefendioğlu, DidemAmaç: Trombositopeni yenidoğan döneminde sık görülen hematolojik sorunlardan biridir. Bu çalışmanın amacı yenidoğan yoğun bakım ünitemizde (YYBÜ) yatan hastalarda trombositopeni sıklığı ve nedenlerini belirlemektir.Gereç ve Yöntemler: Ocak 2011- Mayıs 2014 tarihleri arasında YYBÜ'de yatan hastalar dosya kayıtlarından geriye yönelik olarak incelendi. Postnatal ilk 72 saatte gözlenen trombositopeni erken, 72 saatten sonra görülenler ise geç trombositopeni olarak tanımlandı. Hastaların demografik ve klinik özellikleri ve laboratuar bulguları kaydedildi. Bulgular: Çalışma süresince YYBÜ' de trombositopeni sıklığı %11 idi. Erken trombositopeni gözlenen hastaların trombositopeni nedenleri plasental yetmezlik (n=14), 1 hastada aynı zamanda kromozom anomalisi, sepsis (n=14), maternal trombositopeni (n=7), perinatal asfiksi (n=6), hemofagositoz (n=1) idi. İki hastada yalancı trombositopeni, 4 hastada tanısal değerlendirme yapılamamakla birlikte, neonatal alloimmün trombositopeni düşünüldü. Geç trombositopeni gözlenen hastaların trombositopeni nedenleri kültür pozitif sepsis (n=15), klinik sepsis (n=10), NEK (n=7), TAR Sendromu (n=1), CMV enfeksiyonu (n=1) ve yalancı trombositopeni (n=5) idi.Sonuçlar: Çalışmamızda ilk 72 saat içinde tanı alan hastalarda trombositopeni genellikle gebelik veya doğum komplikasyonlarına bağlı iken, 72 saatten sonra tanı alan hastalar sıklıkla edinilmiş enfeksiyon veya nekrotizan enterokolitle ilişkilidir. Sonuç olarak, trombositopeninin erken veya geç olması etiyolojik açıdan önemlidir