Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ADALET, ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK FASLI: TÜRKİYE ÜZERİNE ETKİLERİ(Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019)Avrupa Birliği ekonomik temeller üzerinde 1951 yılında kurulmuş olsa da zamanla giderek diğer alanlarda sağlanan işbirliği ile siyasi bütünleşme sürecine geçilmiştir. 1993 yılında Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesi ile oluşan üç sütunlu yapı AB’de önemli değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Ancak Maastricht Antlaşması’nın meydana getirdiği üç sütunlu yapı, 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile kaldırılmış ve Adalet, Özgürlük ve Güvenlik Alanı’ndaki ulusal çıkarlar topluluk çıkarlarına dönüşmüştür. Böylece artan hukuki kesinlik, yeknesak mevzuat, karar alma sürecinde Avrupa Parlamentosunun daha fazla katılımı, Avrupalılaşma sürecine ve ortak Adalet, Özgürlük ve Güvenlik Alanı oluşturma çabalarının neden olduğu çelişkilere daha kapsamlı, meşru, etkin, şeffaf ve demokratik cevaplar geliştirmeyi kolaylaştırmıştır. Adalet, Özgürlük ve Güvenlik Alanı’ndaki işbirliğinin temeli 1976 yılında ortaya çıkarılan TREVİ Grubu ile atılmış ve zamanla bu alanda sağlanan işbirliği kriterleri Avrupa Birliği müktesebatına dâhil edilmiştir. Nitekim Türkiye’nin Müzakere Çerçeve Belgesi kapsamında gerçekleştirmesi gereken 35 fasıldan 24. Fasıl: Adalet, Özgürlük ve Güvenlik kriterlerini içermektedir. Bu çalışmanın amacı AB İlerleme Raporları çerçevesinde Adalet, Özgürlük ve Güvenlik Alanı’ndaki gelişmeleri ve bu gelişmelerin Türkiye’nin toplumsal ve kurumsal yapısında meydana getirdiği değişimleri ele almaktır. AB üyelik sürecinin Türkiye’nin gerek sosyal ve siyasi yapısında, gerekse demokratikleşme sürecinde önemli katkıları olduğu sonucuna ulaşılmıştır.Öğe İslam Düşüncesinin Demokrasi Problematiğini “Mağrip Düşüncesi” Çerçevesinde Çözümleme: Câbirî’nin Yaklaşımı(2020) Yıldırım, OnurFaslı düşünür Câbirî, Arap-İslam dünyasının uyanışı (Nahda) için Arap-İslam düşüncesinin yeniden yapılandırılmasını kaçınılmaz görür. Çünkü bu düşünce çağın siyasal, toplumsal ve kültürel sorunlarına çözüm bulamamaktadır. Bu düşünceyi (akıl, kültürel miras, gelenek) dinamik hale getirmek için onun referans çerçevesini eleştirmek ve yeniden inşa etmek gereklidir. Câbirî’ye göre Arap-İslam düşüncesinin referans çerçevesi Abbasiler döneminde başlatılan tedvin faaliyetiyle oluşmuştur. Bu çalışmanın konusunu, Câbirî’nin yeni bir tedvin asrı teorisinden hareketle Arap-İslam düşüncesinin demokrasi problematiğinin tahlili oluşturmaktadır. Çalışma, yapı itibariyle biri diğerinin hazırlayıcısı olan iki bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünü, Câbirî’nin Arap-İslam düşüncesini hangi yöntemlerle ele aldığı ve bu yöntemin kılavuzluğunda söz konusu düşünceyi nasıl tahlil ettiği konuları oluşturacaktır. İkinci bölümde, yeni bir tedvin asrı teorisinde hareketle Arap-İslam düşünce geleneği içerisinde demokrasi problematiğini nasıl çözümlediği incelenecektir. Çalışmanın amacı, Câbirî’nin mevcut Arap-İslam realitesine uygun demokrasinin tesisi için teorik bir model oluşturma iddiasında olduğunu ortaya koymaktır.Öğe Şerif Mardin Ve Aydın Meselesi: Dönemsel Ve Düşünsel Bütünlüğü İçinde Bazı Soru(N)Lar(2019) Şahbaz, YunusEntelektüel sorunu Türk düşüncesinin temel tartışma alanlarından biridir. Bu tartışmanın özellikle 1980’lerde yoğunlaştığı söylenebilir. 1980 ve sonrası, sivil toplum, anti-Kemalizm tartışmalarının da yoğunlaşmaya başladığı bir dönemdir. Şerif Mardin de diğer yazdıklarının yanı sıra, entelektüel tartışmalarında da ‘80 öncesi ve sonrası yazdıklarıyla önemli bir isimdir. Şerif Mardin’in entelektüel üzerine görüşlerini incelerken, uluslararası literatürü de göz önünde tutmamak meseleyi anlamayı eksik bırakacaktır. O yüzden bu makalede önce alandaki kuramsal tartışmalar incelenecektir. Bunlardan da özellikle entelektüel sorununu iktidarla ilişkileri üzerinden ele alan çalışmalar üzerine odaklanılacaktır. Daha sonra, Türk düşüncesinde aydın tartışmalarının kabaca ve genel hatları sunulacaktır. Öte yandan, 1980’lerin düşünsel atmosferini ve Şerif Mardin’in bu atmosfer içerisinde nasıl konumlandığını da dikkate almak gerekir. Son olarak da, Şerif Mardin’in entelektüel konusundaki görüşleri irdelenecektir. Mardin’in erken dönem metinleri ile ‘80 sonrası metinleri arasında nasıl bir farklılık ya da süreklilik olduğu temel tartışma noktalarından biridir. Mardin’in ‘80 sonrası metinlerinin merkezi kavramı olan ‘daemon’ üzerinde ise bilhassa durulacaktır. Mardin’in metinlerine bütünsel bakıldığı zaman, onun değerlendirmeleri ve tartışmalarının Türk entelektüeline ilişkin tartışmalarda nasıl bir konum işgal edebileceği üzerine değerlendirmelerle tartışma sonlandırılmaktadır.Öğe İbn Haldun Düşüncesinde Egemenlik Olayı(2019) Yaylı, Hasan; Yıldırım, OnurEgemenlik kavramı ve düşüncesi Kıta Avrupası siyaset geleneğinin en önemli parçalarından birisini oluşturmaktadır. Bu gelenek içerisinde egemenlik kavramı, siyasal topluluk içerisinde en üstün emretme-buyurma yetkisi şeklinde tanımlanmaktadır. Bu haliyle egemenliğin, mutlak, sürekli, bölünemez ve devredilemez tarzında niteliklere sahip olduğunu düşünülmektedir. Fransız düşünür Jean Bodin tarafından Devletin Altı Kitabı adlı eserinde ilk olarak bu şekilde tanımlandığı bilinen egemenlik kavramının, ondan yaklaşık iki yüz yıl önce yaşamış olan İbn Haldun tarafından nasıl ele alındığı bu çalışmanın konusudur. Bu çalışmanın amacı, İbn Haldun’un Mukkadime adlı eserindeki görüşlerinden hareketle bir egemenlik teorisi çıkarılıp çıkarılamayacağını tartışmaktadır. Dahası, her ne kadar İbn Haldun açık bir şekilde egemenlik kavramını kullanmayı tercih etmese dahi, düşünürün adıyla özdeşleşen Mukkadime’de egemenlik konusuyla ilgili temel bir bakış açısının elde edilip edilemeyeceği tartışılacaktır. Bu tartışmaya bağlı kalarak çalışma, beş başlık altında incelenmiştir. Birinci başlık, egemenlik kavramının tanımı ve tarihsel gelişimini genel hatlarıyla özetlemeye çalışırken; diğer dört başlıkta İbn Haldun’un Mukaddime adlı eseri ve bu eser üzerine yapılan çalışmalardan hareketle egemenlik tartışması yapılmıştır. Çalışmanın argümanı, Mukkadime’de kullandığı anahtar kavramlar yardımıyla İbn Haldun’un egemenlik çalışmalarını yeniden düşünmemizi sağlayacak bir fırsat sunduğu yönündedir.Öğe Political, Economic and Cultural Dimensions of Corruption: A Case of Developed and Developing Countries(2019) Pustu, Yusuf; Abdulaı, Abdul Malik; Yaslıkaya, RefikCorruption continues to be one of humanity’s biggest threat to security, prosperity and justice. It remains one of the most common social evils yet the most difficult to stop. Many scholars from different fields have sought to investigate the economic impact of corruption, the moral and ethical violations, legal consequences that corrupt people should face and the perception on corruption. Further studies have sought to rank countries from the most corrupt to the least corrupt countries in the world. Such comparative studies have given valuable information on the patterns of corruption but rarely provide explanation for the causes. This paper therefore seeks to examine whether there is a trend between corruption and social, political, cultural and religious spheres of selected countries from the developed and developing worlds. By relying on literature from government and non-governmental organisations, academic publications, media articles and publications from investigative agencies, this article finds that there is no consistent relationship between the socio -political, cultural and religious environment and corruption though strong political institutions are key agents in addressing corruption problem.Öğe Modern dönemde Cumhuriyetçi “özgürlük” anlayışı(2013) Çelik, FikretCumhuriyet ve cumhuriyetçi düşünce kavramları, Roma döneminden itibaren siyasal bir rejimi ve zaman zaman da ideolojik bir anlayışı ifade eder nitelikte kullanılmıştır. Fransız Devrimi’nden sonra modern dönemde tekrar popüler olan düşünce, XIX. ve XX. yüzyılda ulus-devlet oluşumlarında halk egemenliği nosyonunu en önemli argümanı olarak kullanarak, siyasal düşünceler içerisinde önemli bir yer edinmiştir. Ancak, ulus-devlet çağının büyük bir bölümünde, siyasal rejim olmaktan öte siyaset felsefesi içerisinde (Rousseau’nun görüşleri hariç) yer bulamayan cumhuriyetçi düşünce, XX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren birey odaklı olarak geliştirilen ve küreselleşme kavramı dâhilinde gelişen liberal kuramla, “özgürlük” düşüncesinin nasıl sağlanabileceğine yönelik fikirsel rekabete girmeye başlamıştır. Fakat özgürlük hususunda bireyin mi, yoksa toplumun mu öncelikli olacağına dair teorik belirsizliğini gideremeyen cumhuriyetçi düşünce, bir siyasal rejim içerisinde özgürlüğün yurttaşlara en fazla sağlanabilmesi için gerekli argümanların neler olabileceği noktasında evrensel olan ile yerel olana vurgu anlamında da demokrasi teorisiyle belli noktalarda çatışmaya başlamıştır. Nispeten yeni sayılabilecek bu tartışmalar, cumhuriyet ve cumhuriyetçi düşüncenin post-modern dönemde toplumlarla, devlet yöneticileri arasındaki popülaritesini de belirleyecektir. Bu durum cumhuriyetçi düşüncenin günümüzde siyaset felsefesi içinde tartışılan birçok teorik sorun karşısındaki yerinin sağlamlaştırılabilmesi adına önemlidir.Öğe Popülizm: İdeolojisizliğin İdeolojisi ya da İktidar İdeolojisi(2019) Fedayi, Cemal; Yıldırım, OnurBugün artık temsili demokrasiyle yönetilen uluslarda iktidarı elinde bulunduran parti ve lider kadrosunun dört başı mamur ideolojik öğretilere ihtiyaç duymadığı bellidir. Ne tüm örüntüleriyle liberalizm ne de tüm fraksiyonlarıyla sosyalizm iktidarı elde etmeye ve konsolide etmeye yardımcı olabilirler. Temsili demokrasilerde siyasal iktidarın elde edilmesi için tüm ideolojik öğretilerin yerine popülizmin gücüne dayanmak daha ikna edicidir. Popülizm yazılı bir öğreti olmaması ve kuramsal formülasyonu dışlaması, bu ikisinin yerine de esnek ama güçlü iddialar manzumesiyle iktidarın ideolojisi olarak istihdam edilmektedir.Öğe Adalet Partisi’nin Birinci Dönemi: 1961-1971(2019) Fedayi, CemalBu çalışmada Adalet Partisi’nin kuruluşu ve ilk dönemi (1961-71) incelenmiştir. Adalet Partisi, DP’nin devamı niteliğinde bir parti olarak kurulmuştur. İlk yıllarda pasif bir politika takip etmiştir. AP’nin tek başına iktidarda olduğu 1965-69 döneminde, iktisadi alanda ilerlemeler olmuştur. Siyasi ve sosyal alanda ise istikrar yakalanmıştır. Bu dönemde ordu ile ilişkilerde ılımlı bir yol takip edilmiştir. AP, 1969 yılından itibaren hem siyasal hem de sosyal zeminde güç kaybetmiştir. Sosyo- ekonomik yapıdaki değişimlerin de etkisiyle 1970 yılından itibaren her alanda huzursuzluklar ve istikrarsızlıklar yaşanmıştır. Demirel liderliğindeki hükümet, önce sayısal üstünlüğünü, sonra da siyasi ve sosyal üstünlüğünü kaybetmiştir. İçine girilen olumsuz süreç 12 Mart 1971 tarihli darbe ile sonuçlanmıştır.Öğe Uluslararasılaşan Yerel Yönetimler: Yerel Dış Politika (Paradiplomasi) Kavramına Teorik Bir Bakış(2018) Yaylı, Hasan; Gönültaş, Yasin CanBelirli coğrafi alanlarda merkezi yönetimin gücünü, aynı doğrultuda yerel düzeyde yaşayan topluluklar üzerinde kullanan yerel yönetim mekanizmaları; küreselleşme, demokratikleşme, yerelleşme gibi faktörlerle birlikte farklı nitelikler kazanmıştır. Ortaya çıkan çeşitli uluslararası organizasyonlarla birlikte sınır-ötesi yerel yönetim işbirliği hareketliliği artarak devam etmiş, ulus-üstü yönetim (merkezi yönetim) politikaları, genel olarak yerel düzeydeki yönetimin uluslararası nitelikteki politikalarını etkilemiştir. Devletin ekonomideki yerinin azaltılmaya çalışılması, demokrasi, âdem-i merkeziyetçi yönetim istekleri, küreselleşmeyle birlikte merkezi yönetimlerin üzerinde önemli birer baskı aracı haline gelmiştir. Merkezi yönetimler, söz konusu taleplerin karşılığını bulacağı yerlerin yerel birimler olduğu bilincindedirler. Ancak bu karşılığın hangi politikalarla yapılacağı üniter ve federal yapılanmalarda farklılık göstermiştir. Ayrıca yerel birimlerin merkezi yönetimlerin uyguladığı politikalardan bağımsız olarak kendi politika alanlarını oluşturarak farklı yerel birimlerle yaptıkları işbirlikleri de ortaya çıkmıştır. Bu anlamda yerel birimlerin uluslararası ilişkileri neticesinde; kardeş şehircilik, sınır-ötesi işbirlikleri, yerel yönetimler arasında kurulan birlikler gibi olgular ve bu olguların temel dinamiklerini belirleyen yerel dış politika sürecini yani paradiplomasiyi ortaya çıkarmıştır.Öğe Yerel Yönetimlerde Ölçeği Büyütmenin Siyasi Sonuçları: Avrupa’da Belediye Birleşmeleri Üzerinden Bir İnceleme(2019) Yaslıkaya, RefikBelediye birleşmeleri, bir yüzyıla yaklaşan tarihiyle tüm dünyada uygulanan yerel yönetim reformlarının en önemlilerinden biridir. Başta büyük nüfus içeren yerel yönetimlere sahip Kuzey Avrupa ülkeleri olmak üzere, dünyanın pek çok ülkesinde belediye sayıları, birleştirmeler yoluyla azaltılmaktadır. Birleştirme reformlarının en önemli motivasyon unsuru, her zaman ölçek ekonomisi tezi olmuştur. Büyüklüğü verimlilikle ilişkili gören reform stratejileri, belediye birleşmeleri ile artan büyüklüğün ortalama maliyetleri düşüreceğini varsaymaktadır. Maliyetlerde düşüş beklentisi beş gerekçeye dayandırılmaktadır. Bunlar sabit maliyetlerin daha büyük birimlere yayılması, küçük birimlerdeki tekrarlanan örgütlenmeler kaynaklı israfın (duplication / mükerrer örgütlenme) ortadan kalkması, belediye yönetiminde uzmanlaşmanın sağlanması, daha gerçekçi planlama yapılabilmesi ile doğrudan ve dolaylı idari harcamaların azalmasıdır. Ancak bu ilişkiyi alanda test eden araştırmaların önemli bir kısmı varsayıma destek veren net kanıtlar ortaya koyamamaktadır. Birleşmeler yoluyla ortaya çıkan belediye büyüklüğünün tümüyle ölçek ekonomilerini gerçekleştirebildiğine dair kanıtlar sunabilen çalışmaların sayısı oldukça sınırlıdır. Ölçek kanıtları bulan çalışmalarda; ölçek kazançları ya yalnızca idarenin genel harcamalarıyla sınırlı kalmakta ya da belli bir büyüklüğün üstüne çıkıldığında ortadan kalkmaktadır. Bazı kanıtlar ise yalnızca belli hizmetlerle sınırlıdır. Öte yandan araştırmaların çok daha büyük kısmı, belediye birleşmelerinin ölçek ekonomileri üretmediğini gösteren bulgulara sahiptir. Bu çalışma, sözü edilen kanıtları belli başlıklar altında gruplayarak değerlendirmekte ve belediye büyüklüğü artmasına karşın maliyetlerin neden azalmadığını gerekçeleriyle birlikte ortaya koymaktadır.Öğe Air Maidans, Can It Be?(Mdpi, 2018) Correia, Zeynep Ceren HenriquesAirports are located at the core of the production process, but can they also be where the revolutionary subject is hidden? We know what airports stand for nowadays, but have we pushed for what they could possibly stand for? Can airports, as a form of urban technology, be reimagined beyond their current roles of a space technology nexus driving capital movement? Can we imagine, idealize, and locate them somewhere else in a period dominated by the economy of time, where speed and accessibility matter the most? In this framework, this provocative essay aims to frame airports as a protest and public expression venue. Drawing inspiration from recent examples, such as the Stansted Airport protests in the UK, the Occupy Airports protests that occurred all around the United States, and touching upon the divergent example of Turkey's 15th of July night protests in 2016, I provide a glimpse of an alternative prospect for this key urban infrastructure.Öğe Pivotal 20th century contributions to the development of the Anthropocene concept: overview and implications(Indian Acad Sciences, 2018) Correia, Ricardo A.; Correia, Zeynep C. H.; Malhado, Ana C. M.; Ladle, Richard J.Humans have become such dominant drivers of planetary changes that scientists are now debating the establishment of a new epoch: the Anthropocene. The concept of the Anthropocene has gained rapid visibility, quickly becoming a trademark of 21st century scientific literature. Interestingly, some studies claim that this idea can be traced back to the 19th and 20th centuries, others suggest that this concept is strongly associated with emerging multidisciplinary views of humans as drivers of global environmental change. In this article, we analyse bibliographical data to trace the key 20th century contributions towards the development of this concept in scientific literature. Using data from Web of Science, we identify five historical citation peaks and show that their associated key publications stem both from natural and social sciences, clearly highlighting the multidisciplinary nature of Anthropocene science. With the ongoing debate for a formal definition of the Anthropocene epoch, we argue that a geological definition aligned with the interdisciplinary development of the concept may be the best way to ensure that it remains relevant to the wider scientific community.Öğe The nationalist-conservative criticism of Turkish Westernism: The Erol Güngör example(Ahmet Yesevi University, 2012) Yildiz F.; Çelik F.Strengthening the frail state was the fundamental issue for the Turkish intellectuals entering the scene in the post-Tanzimat era. In time, the ideas suggested by Turkish intellectuals on state systems and public issues in order to halt the state's decline gained an ideological content. From the final period of the Ottoman era onwards, the Turkish intellectuals, who were influenced by positivist and materialist views originating from the West, became an influential force in reshaping the state and social order from the Tanzimat to the foundation of the Republic. This study reviews the nationalist-conservative intellectual and scholar, Erol Güngör's criticism of the Turkish Westernizationist-reformist intellectuals' approach to public issues and matters of national culture, primarily religion, from the post- Tanzimat era to his own time.Öğe Globalization of culture and change of established political positions(International Relations Council of Turkey, 2006) Bülbül K.This article argues that the modernization process has created standardization in different areas of life, while culture has been relatively and independently preserved during this process. Nevertheless, it is difficult for societies to sustain independent compartments in the cultural area while employing standardized techniques, institutions, and principles in the areas of economics, politics, and technology. This article explores the reflections of members of the Turkish Grand National Assembly (TGNA) on cultural globalization, since the TGNA is the main policy maker in Turkey. Although the perceptions of TGNA members generally differ, according to whether they are members of the AKP (Justice and Development Party) the CHP (Republican People's Party), their approaches do not depart greatly from that expected from general theoretical discussions. The approaches of the members of parliament (MPs) do not pertain to Turkey only.Öğe Yönetimde Etik ve Yozlaşma(2006) Çevikbaş, RafetÖzet: Yönetim ve yöneticilerin iyi işlev görememesi sonucu, buna çözüm olarak girişilen reform çalışmalarında yönetimin hukuksal, siyasal, örgütsel ve mali boyutlarına ağırlık verilerek sorunun etik boyutu ihmal edilmektedir. Etik, en üstün ve kutsal değerler olan ahlak, hukuk ve dini değerleri temel alan belirleyici bir olgu olup, kişinin veya çalışanların davranışlarına temel teşkil eden ahlak ilkelerinin tümü olmaktadır. Yönetsel alanda etik olgusu ise, doğru eylem ve işlemlere ulaşmak için gerekli olan ilke ve standartların ifadesi olmaktadır. Yönetimde denetim mekanizmasının genellikle seyrek ve sonradan işletilmesi, gayri-şahsilik ilkesinin ortaya koyduğu tarafsızlık, sadakat ilkesi ve yasal düzenlemeler kamu görevlilerinin kamu yararına ve çıkarına uygun hareket etmesinde yeterli güce sahip olamamaktadır. Dolayısıyla etkinlik ve verimlilikten uzak olan kamu yönetiminde, yönetsel etik, verimlilik için de gerekli olmaktadır. Kamu yönetiminde etiği gündeme getiren esas unsur ise “Yozlaşma” olgusu olmaktadır. Yozlaşma olgusu ise merkeziyetçilik, yönetimde dışa kapalılık-gizlilik ve tutuculuk, hizmet sunumunda yetersizlik, kurallara aşırı bağlılık(şekilcilik), siyasallaşma, aracı kullanma ve rüşvet gibi nedenlerle ortaya çıkmakta olup, bunları giderici önlemlerin alınması yönetsel etik için öncelikli konulardan birisi olmaktadır.Öğe Vergi cezaları konusunda 5728 sayılı kanunla yapılan düzenlemeler ve değerlendirilmesi(2008) Üstün, Ümit Süleyman; Ünsal, HilmiBazı kanunlarda yer alan ceza hükümlerinin Türk Ceza Kanununa uyumumun sağlanması amacıyla 5728 sayılı kanun çıkarılmıştır. Bu kanunda, hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılan vergi suçları ve cezaları konusunda da TCK‘ya uyum sağlanmasına yönelik yapılan düzenlemeler yer almaktadır. Bu düzenlemeler sonucu bazı vergi suçlarının cezalarında artma olurken, paraya çevrilme konusunda da önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Bu çalışmada, söz konusu düzenlemeler açıklanacak ve bunların bir değerlendirmesi yapılmaya çalışılacaktır.Öğe Avrupa Birliği’nde Demokrasi Açığını Kapatma Yollardan Biri Olarak Euroseptisizm Ve Bu Kavramın Türkiye’deki Karşılığı(2018) Çelik, Vasfiyeİkinci Dünya Savaşı?nın ardından Avrupa kıtasında barışı tesis etmek adına altı kurucuülke tarafından kurulan ve genişleme sürecinin ardından yirmi sekiz üyeyle dünyadakigelişmelerde söz sahibi olmaya çalışan Avrupa Birliği (AB), üye ülkeler ve üye ülkelerinvatandaşları tarafından zaman zaman eleştirilmektedir. Özellikle ulusal egemenlik yetkisininAB?nin güçlenmesiyle her geçen gün azalması ulus devletler tarafından büyük bir tehdit olarakalgılanırken, bunun sonucunda bazı üye ülkeler birliğin bazı politika alanlarına dâhil olmamışvebazı anlaşmalar üye ülke vatandaşları tarafından reddedilmiştir. Vatandaşlar tarafındanüyeliğin veya bazı anlaşmaların reddedilmesi ise AB sürecinin artık elitler tarafından değil devatandaşlar tarafından yönlendirilecek bir entegrasyon sürecine doğru evrildiği anlamındayorumlanmıştır. Bu algının ve durumun arkasında ise İngiltere?de ortaya çıktığı düşünülen ve ABpolitikalarına şüpheyle yaklaşan ve entegrasyon sürecini sorgulayan Euroseptisizm kavramınınolduğu düşünülmektedir.Ulus devlet bazında bazı partiler şüphecilik anlamında ya tamamen AB?ye karşıçıkmakta ya da geleceğine ilişkin muhalif görüşler sunmakta, bu duruma paralel olarak AvrupaParlamentosu?nda da bağımsız Euroseptik bir grup bu düşünceleri ulusüstü seviyededillendirmektedir. Amaç ise AB?de yaşanan demokrasi açığını olabildiğince azaltmaktır. Bu açığıkapatmak için ise Avrupa vatandaşlığı fikri yerleştirilmeye ve sürece vatandaşların katılımısağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak Euroseptisizm coğrafi, ekonomik, aday veya üye ülke veyamezhep durumu anlamında farklı karşılıklar bulabilmektedir. Konuya Türkiye açısındanbakıldığında ise partiler ve vatandaşlar arasında Euroseptisizmin yükselişte olduğugörülmektedir.Öğe 1982 Anayasasında Sendika Kurma Hakkı ve Sınırlanması(2016) Aydın, Mesut1982 Constitution recognizes the right to form trade unions in article 51. According to the article 51, employees and employers have the right to form unions and higher organizations, without prior permission, in order to safeguard and develop their economic and social rights and the interests of their members in their labour relations. Thus, the Constitution guarantees the right to form trade unions as a consequence of the right of association, which is essential to a democratic society. On the other hand, article 51 of the Constitution includes a set of limitations regarding the right to form trade unions. According to the article 51, the right to form a union might be restricted on the grounds of national security, public order, prevention of commission of crime, public health, public morals and protecting the rights and freedoms of others. The limitations should be solely fixed by law. The Constitution recognizes civil servants' right to form trade unions as well. However the scope, exceptions and limits of the rights of civil servants who do not have a worker status should be prescribed by law in line with the characteristics of their services. This essay analyzes the right to form trade unions and it's limitation in regard with the right of association which deserves special protection in democratic countries. The scope and limits of this right have been discussed in the light of the relevant jurisprudence of the Constitutional Court.Öğe 2004 Belediye Reform Çalışmalarında İdari Vesayete İlişkin Düzenlemelerinin Değerlendirilmesi ve Bir Araştırma(2008) Kavruk, Hikmet; Yaylı, HasanTürk idare yapısında anayasal bir kurum olarak yer alan idari vesayetin mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla uygulanması Anayasal bir çerçeve olarak belirlenmiştir. Mahalli idarelerin özerklik alanını daraltan bir uygulama olarak ortaya çıkan idari vesayet, etkin ve demokratik bir mahalli idare sistemi yapılandırmasında hassas bir yere sahiptir. Anayasal gerekçelerle sisteme entegre edilmesi gereken idari vesayet uygulamalarının mahalli idare sisteminin özerkliğini erozyona uğratmayacak bir içerikle tanımlanması gerekmektedir. Ancak mahalli idarelerin tarihsel gelişimi incelendiğinde idari vesayet uygulamaları çoğu zaman merkezi yönetimin mahalli idareleri sıkı denetim altında tutma araçlarından biri olarak ortaya çıkmıştır. 2004 yılından itibaren yapılan yasama işlemleri ile temel yerel yönetim kanunları yenilenmiştir. 1930 yılından beri yürürlükte bulunan 1580 sayılı kanunun yerini 5393 sayılı Kanun almıştır. Büyükşehir belediye kanunu, il özel idaresi kanunu yeni kanunlarla değiştirilmiş, mahalli idare birlikleri kanunu ilk kez çıkarılmıştır. Bu temel kanunlardan sonra da yerel yönetimlere ilişkin yeni yasalar çıkarılmıştır. Bu yasalarla yerel yönetimlerde bir anlayış değişikliği yaratıldığı söylenebilir. Bu makalede 2004 belediye reformu çerçevesinde Türk mahalli idare sisteminin temel birimi olan belediyeler üzerindeki idari vesayet uygulamaları ve bu uygulamalara yerel yöneticilerin bakışı ele alınacaktır.Öğe Nefret söylemi suçu versus ifade hürriyeti(2013) Uslu, CennetGünümüzde ifade hürriyetine yönelik en ciddi tehdit nefret söylemini kriminalize etmeye yönelik girişimlerden gelmektedir. Tehdidin bir boyutu ifade hürriyetine müdahalenin geleneksel yasakçı yöntem yerine, “insancıl” gerekçeler ve haklar dilinden oluşan yeni bir yöntem ile savunulmasından kaynaklanıyor. Niyet iyi ve dil uygun görününce, sonucun aslında yanlış ve zararlı bulunan belli fikir ve görüşlerin yasaklanması anlamına geldiği kolayca teşhis ve deşifre edilemiyor. Nefret söyleminin kriminalize edilmesinde hem yapısal hem de argümantatif bazı kusurlar mevcut. Yapısal kusurlar nefret söylemi suçunun ancak muğlak ve belirsiz bir tanımının yapılabilmesine izin veriyor. Argümantatif kusurlar ise nefret söylemini yasaklamanın aslında insanların farklılıkları olgusunu reddetmek ve bazı fikirleri gayrî meşru kabul etmek anlamına geleceğini sergiliyor. Açık ve özgür bir sistemin değeri birilerini huzursuz ve rahatsız edecek fikir ve görüşlerin ifadesine “de” yer olmasından kaynaklanır. Buna karşın, nefret söylemini kriminalize etme girişimi ile ifade hürriyetinin sınırları keyfilik ve tarafgirliğe alabildiğine açık hale gelmektedir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »