Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 21
  • Öğe
    Gürültüye bağlı işitme kaybı ve mastoid pnömatizasyon arasındaki ilişki
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2003) Çırpar, Özden; Koç, M. Can
    Amaç: Bu çalışmada mastoid pnömatizasyon hacminin gürültüye bağlı işitme kaybında koruyucu etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Yöntem: Bir silah fabrikasında, aynı gürültülü ortamda çalışmakta olan hepsi erkek 28 işçi çalışmaya dahil edilerek, işitme eşikleri saptanmıştır. Odyolojik tetkik sonucu 2000-6000 Hz frekanslarda 20 dB'den daha fazla kayıp saptanan 18 işçi hasta grubunu, 20 dB'den az kaybı olan 10 işçi kontrol grubunu oluşturmuştur. Hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı yaş ve çalışma süresi farkı yoktur. Mastoid hücre hacminin belirlenmesi için hem çalışma hem de kontrol grubundaki olgular, temporal kemiğe yönelik bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilmiştir. Sonuç: Hasta ve kontrol grubunun mastoid pnömatizasyon hacmi arasında, istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.05). Hasta grubunda işitme kaybının derecesi ile mastoid pnömatizasyon arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Çalışmamızda kişiye ait faktörlerden biri olan mastoidin pnömatizasyon derecesinin gürültüye bağlı işitme kaybında etkisinin olmadığı anlaşılmıştır. Havalanması kötü olan mastoidin iyi havalanmış mastoid hacimlerine göre gürültüye bağlı işitme kaybında bir risk faktörü olmadığına karar verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Gürültü, İşitme kaybı, Mastoid pnömatizasyon.
  • Öğe
    Nazal polipozis patogenezinde goblet hücresi ve mast hücresinin rolü
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Kitapçı, Fatma; Muluk, Nuray Bayar
    ÖZET Kitapçı F, Nazal Polipozis Patogenezinde Goblet Hücresi ve Mast Hücresinin Rolü, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2004. Bu retrospektif çalışmada nazal polipozis patogenezinde goblet hücresi ve mast hücresinin rolü araştırılmıştır. Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Bölümü'nde, nazal polipozis sebebiyle endoskopik sinüs cerrahisi (ESC) uygulanan 28 hastanın (13 erkek, 15 kadın) patoloji preparatlan çalışmaya dahil edilmiştir. Polip dokuları, çıkarıldıkları anatomik bölgelere göre burun içi, maksiller sinüs, etmoid sinüs, sfenoid sinüs olarak smıflandınlmıştır. Her gruptan 10'ar tane olmak üzere hazırlanan 40 preparat PAS/Alcian Blue ile boyanarak ışık mikroskobunda incelenmiştir. Kontrol grubunu ise, septum deviasyonu nedeniyle ameliyat edilen 10 hastanın (7 erkek, 3 kadın) alt konka biyopsilerinden hazırlanan 10 preparat oluşturmuştur. Tüm preparatlarda goblet hücresi, mast hücresi, eozinofiller sayılmış ve epitel tipi belirlenmiştir. Çalışma sonucunda, epiteldeki goblet hücresi sayısının kontrol grubuna göre, istatistiksel olarak anlamlı şekilde arttığı gösterilmiştir (p<0.05). Mast hücre sayısındaki artış, istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Eozinofil sayısı, allerjisi olan nazal polipozisli hastalarda, maksiller sinüs, etmoid sinüs, sfenoid sinüs ve burun içindeki polip dokularının stromasmda kontrol grubuna göre, istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek tespit edilmiştir. Polip dokusundaki yaygın epitel tipi, goblet hücresi içeren psödostratifiye silyalı silindirik epitel olarak tespit edilmiştir. Ancak diğer epitel tipleri de polip yüzeyinde yer almaktadır. Goblet hücresi, mast hücresi ve eozinofil ağırlıklı inflamasyonun tüm sinonazal mukozada görülmesi, nazal polipozisin etyopatogenezinde lokal faktörlerin dışında sistemik faktörlerin de rolü olduğunu göstermektedir. Hastalığın tedavisinde, güçlü antiinflamatuar etkileri nedeniyle topikal ve/veya sistemik formları kullanılan steroidler, indometazin, mast hücre stabilizatörleri, birlikte astımın da bulunması halinde lökotrien inhibitörleri, asetilkolin reseptörVI antagonistleri de tedavide yer alabilir. Rekürrensleri önlemek için allerjisi olan nazal polipozisli hastalar allerj enlerden korunmak ve sigara gibi irritan faktörlerin uzaklaştırılarak çevre koşullarının düzeltilmesi konusunda bilgilendirilmelidir. Ayrıca bu hastalarda steroid tedavisine erken dönemde başlanarak tedavinin etkinliği artırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Nazal polipozis, Goblet hücresi, Mast hücresi, Eozinofil.
  • Öğe
    Nazal polipli hastaların serumlarında serbest oksijen radikalleri ile antioksidan düzeyleri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Alpay, Doğan; Kazkayası, Mustafa
    ÖZET Alpay D, Nazal Polipli Hastaların Serumlarında Serbest Oksijen Radikalleri ile Antioksidan Düzeyleri, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2004. Nasal polipozis etyopatogenezi ile ilgili birçok teori öne sürülmüştür. Günümüzde polip oluşumunun patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada nazal polipli ve normal bireylerin serumlarında serbest oksijen radikalleri ile antioksidanlarm düzeyleri karşılaştırmalı olarak araştırılmıştır. Kırıkkale Üniversitesi KBB AD polikliniğine başvurup nazal polipozis sebebiyle endoskopik sinüs cerrahisi uygulanan 26 hasta, çalışma grubunu; septoplasti, septorinoplasti ve konka hipertrofisi sebebiyle konka rezeksiyonu uygulanan 20 hasta kontrol grubunu oluşturmuştur. Çalışmada oksidan aktivite malondialdehit düzeyi ölçülerek, antioksidan aktivite ise total, bağlı ve serbest sülfidril düzeyleri ölçülerek tespit edilmiştir. Hasta ve kontrol grupları arasında istatiksel olarak anlamlı yaş farkı yoktur. Serbest oksijen radikal aktivitesini etkileyebilecek hastalığı olan bireyler çalışma dışı bırakılmıştır. Hasta grubunda total ve bağlı sülfidril düzeyi istatiksel olarak anlamlı şekilde düşük, malondialdehit düzeyi ise istatiksel olarak anlamlı şekilde yüksek tespit edilmiştir (p<0.05). Sigara, alerji ve burun tıkanıklığı süreleri açısından hastalar değerlendirilmiş ve çalışma grubunda istatiksel olarak belirgin alerji tespit edilmiştir (p<0.05). Çalışmamızda nazal polipozisin, serbest oksijen radikallerinin aktiviteleri ile belirgin şekilde ilişkili olduğu anlaşılmıştır, ancak serbest radikallerin hastalığın sebebi olarak mı, yoksa sonucu olarak mı meydana geldiğini anlamak için başka çalışmalara gerek vardır. Yalan gelecekte sistemik ve lokal antioksidan ajanların tedavi algoritmasında yer almaları uzak bir ihtimal olarak değerlendirilmemektedir. Anahtar Kelimeler: Nazal polip, Malondialdehit, Sülfidril
  • Öğe
    İnsülin bağımsız diyabetes mellitus hiperlipidemi ve hiperlipidemiyle birlikte olan insülin bağımsız diyabetes mellituslu hastalarda odyometrik değerlendirme ve otoakustik emisyon bulgularının karşılaştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Temel, Serap; Arıkan, Osman Kürşat
    ÖZET Temel Serap, İnsülin Bağımsız Diyabetes Mellitus, Hiperlipidemi ve Hiperlipidemiyle Birlikte Olan İnsülin Bağımsız Diyabetes Mellituslu Hastalarda Odyometrik Değerlendirme ve Otoakustik Emisyon Bulgularının Karşılaştırılması, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2005. Sensorinöral işitme kayıplarının pek çok nedeni olmakla birlikte metabolik hastalıklar da bunlardan birisi olarak değerlendirilmelidir. Genel olarak diabetes mellitusun işitme kaybına yol açıp açmadığı sorusunun cevabı için az kanıt vardır. Var olan kanıtlar da odyometrik, elektrofizyolojik ve histopatolojik olarak çelişkilidir. Hiperlipideminin işitme kaybına yol açıp açmadığı konusu ise halen tartışmalıdır. Bu çalışmada insülin bağımsız diyabetes mellitus, hiperlipidemi ve hiperlipidemiyle birlikte olan insülin bağımsız diyabetes mellituslu hastalarda odyometrik değerlendirme yapılmış ve otoakustik emisyon bulguları karşılaştırılmıştır. Bu çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye Anabilim Dalı Endokrinoloji Bilim Dalı'nda izlenen 20 insülin bağımsız diyabetes mellituslu hasta, 20 insülin bağımsız diyabetes mellitus ve hiperlipidemili hasta, Kardiyoloji Anabilim Dalı tarafından izlenen 20 hiperlipidemili hasta ile aynı yaş grubundaki Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Anabilim Dalı'na başvuran 20 sağlıklı kişi dahil edilmiştir. Diyabetik grupta hastalığın süresi ve hastaların yaşı ile işitsel paremetreler arasında; hastaların AKŞ ve TKŞ seviyeleriyle işitsel paremetreler arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Hiperlipidemili hastaların kolesterol, trigliserid, HDL kolesterol, LDL kolesterol seviyeleri ile işitsel parametreler arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmemiştir (p >0.05). Anahtar Kelimeler: Diabetes mellitus, Hiperlipidemi, Otoakustik emisyon, Pür ton odyometri, İşitme kaybı, Yüksek frekans odyometri.
  • Öğe
    Septoplasti sonrası burun tamponunun oksidan stres ve sistemik oksijen saturasyonu üzerine etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2006) Dincer, Can; Kazkayası, Mustafa
    V ÖZET Dinçer C, Septoplasti Sonrası Burun Tamponunun Oksidan Stres ve Sistemik Oksijen Saturasyonu Üzerine Etkisi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2006. Amaç: Bu çalışmada, septoplasti sonrası buma tampon konulmasının veya buna alternatif olarak septuma sütür atılmasının, oksidan stres, sistemik oksijen saturasyonu ve hastanın hayat kalitesi üzerine olan etkileri araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza izole septum deviasyonu tanısı almış 37 hasta dahil edildi. Bütün hastalara septoplasti ameliyatı yapıldı. 18 hastanın burnuna tampon konularak bu tamponlar 48 saat sonra alındı. 19 hastanın ise, septumuna 4-0 krome katgütle kontinü bohça sütür atıldı. Hastaların oksidatif streslerinin göstergesi olarak Malondialdehit, Sülfidril ve Nitrik oksit seviyeleri ölçüldü. Sistemik oksijen satürasyonlanm değerlendirmek için puls-oksimetri cihazı ile manuel ve monitörle olmak üzere iki ayrı yöntemle okisjen satürasyonları Ölçüldü. Ayrıca, tampon veya sürürün hastaların yaşam kalitesini nasıl etkilediğini değerlendirebilmek amacıyla Visuel Analog Skorlama uygulandı. Bulgular: Serum Malondialdehit, Sülfidril ve Nitrik oksit seviyeleri açısından tampon grubu ve sütür grubu arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Ancak, istatiksel olarak anlamlı olmasa da, postoperatif ilk 48 saat içinde serum NO seviyelerinde tampon grubunda sütür grubuna oranla daha fazla düşüş olduğu saptandı. Sistemik oksijen satürasyonları açısından her iki grup arasında istatiksel olarak anlamlı fark elde edilmedi (p>0.05). Tampon grubunda sütür grubuna oranla postoperatif ilk 48 saatte baş ağrısının, fasiyal ağrının ve burun tıkanıklığının daha fazla olduğu bulundu. Sonuç: Septoplasti ameliyatı sonrası yaygın olarak kullanılan tamponun, sistemik oksijen satürasyonunu düşürdüğü, oksidatif stres üzerine olumsuz etkisinin olduğu, burun fizyolojisi için büyük öneme sahip olan Nitrik Oksit düzeylerini düşürdüğü ve hastanın hayat kalitesini olumsuz etkilediği saptandı. Septuma sütür atılmasının tamponunun istenmeyen etkilerini önlediğini ve tampona alternatif olarak değerlendirilmesi gerektiği kanaati edindik. Anahtar Kelimeler: Septum Deviasyonu, Nazal tampon, Sütür, Malondialdehit, Sülfidril, Nitrik oksit, Visuel Analog Skorlama.
  • Öğe
    Septum deviasyonunda nazal hava yolunun değerlendirilmesinde klasik muayene yöntemleri, akustik rinometri ve nazal spirometrinin preoperatif ve postoperatif olarak karşılaştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2007) Tahran, Filiz Datlı; Kılıç, Rahmi
    Amaç: Bu çalışmada , septoplasti yapılan hastalarda nazal hava yolu anterior rinoskopi , nazal endoskopi, akustik rinometri (AR), nazal spirometri ( S), oral spirometri (OS) ve vizüel analog skala (V AS) ile değerlendirildi ve bu yöntemlerin etkinliklerini birbirleri ile karş ı laştı rı ldı. Gereç ve Yöntem: çalışmamıza, izole septum devi asyon u tanı sı ile sadece septoplasti ameli yatı yap ıl an 27 hasta dahil edildi . Kontrol grubu olarak 30 sağ lıklı bireyalındı. Bu ha talara preoperatif anterior rinoskopi, nazal endoskopi, nazal spirometri, oral spirometri, akustik rinometri ve VAS yap ıldı. Hastalar postoperatif 6-8 hafta sonra tekrar aynı test batarya l arı ve muayene yönteml eri ile değerl e ndirildi . Bulgular: Preoperatif ve postoperatif V AS değe rle ri karş ılaştırıldığında tüm parametrelerle te t onalama değerleri aras ınd a istatistiksel olarak yüksek oranda önemli fark elde edildi (P<0,05). Her iki nazal kavite preoperatif ve postope ratif AR parametreleri karşıl aştırıldı ğında test onalama değerleri aras ında sadece solda voll ve msefl 'de istatistiksel olarak an l amlı fark tespit ed ildi . Preoperatif ve postoperatif NS ve OS parametreleri kendi içlerinde karş ılaştırıldığınd a istatistiksel olarak önemli fark saptanmad ı (P>0,05 ). Ancak, istati stiksel olarak anlamlı olmasa da tüm OS parametrelerinde postoperatif artış gözlendi. NS ve OS parametreleri nin büyük oranda birbirleriyle uyum içinde o ldu ğu bulundu. Sonuç: VAS her ne kadar subjektif bir yöntem olsa da postoperatif hasta d eğer l endirilmes ind e önemlidir. AR sadece burnun amerior kı s mının değerl endirilmes inde yararlı bir yöntem iken, septoplasti endikasyonu koymada ve ameliyat başarısını değerl e ndirmede yardımcı bir yöntem oldu ğu kuşku lu bulunmuştur. NS'nin septum deviasyonu ya da septoplasti başarı sının objektif olarak değerl endirilmesi n e katkıda bulunmadığı fikrine varılmı ş tır . OS septoplasti yapılacak h astal arın ameliyattan sistemik anlamda ne kadar faydal andığını gösterebilen, kolay uygu lanabilir, objektif bir yöntem olarak değerlendirilmişıir. Anahtar Kelimeler: Septum Deviasyonu, Endoskopik Muayene, Akustik Rinometri, 'azal Spirometri, Oral Spirometri .
  • Öğe
    Romatoid artritli hastalarda odyolojik testler ve geçici uyarılmış otoakustik emisyonlar
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Dikici, Oğuzhan; Muluk, Nuray Bayar
    Bu çalışmanın amacı, Romatoid Artritli hastalarda, işitsel fonksiyonların odyolojik testler ve geçisi uyarılmış otoakustik emisyonlar ile araştırılmasıdır.Romatoid artritli 20 hasta (7 erkek, 13 kadın; 40 kulak) çalışmaya alınmıştır. Kontrol grubunu, RA hastalığı bulunmayan 20 sağlıklı birey (7 erkek, 13 kadın; 40 kulak) oluşturmuştur. Tüm hastalara saf ses odyometrisi, yüksek frekans odyometrisi, timpanometri ve geçici uyarılmış otoakustik emisyon (TEOAE) testleri yapılmıştır. Çalışma ve kontrol grubu arasında saf ses odyometrisi ve yüksek frekans odyometrisi testlerinde fark tespit edilememiştir. Çalışma grubunda TEOAE 1,0-2,0 kHz %; 1,5 ve 3,0 kHz amplitüd değerlerinin kontrol grubuna göre anlamlı şekilde düşük olduğu; ve 1,0 kHz'de, ipsilateral stapes refleks eşik değerinin kontrol grubundan yüksek olduğu saptanmıştır.Yaşlı hastalarda, hastalık süresi uzun olanlarda, romatoid nodülü bulunanlarda ve Metotreksat kümülatif dozu yüksek olan hastalarda, havayolu işitme eşikleri yükselmekte ve TEOAE değerleri düşmektedir. Hastalığın aktif dönemlerinde, işitme eşikleri daha düşük olmakta; ve Brinkman indeksin yüksek olması da TEOAE değerlerinin düşmesine sebep olmaktadır. Hastalık süresi uzun; Ritchie artiküler indeks, CRP, sedimentasyon ve trombosit sayısı yüksek olan hastalarda komplians değerleri azalmaktadır.Romatoid artritli hastalarda esas olarak sensörinöral işitme kaybı görülebilir ve bu durum erken dönemde geçici uyarılmış otoakustik emisyonlar ile tespit edilebilir. Hastalığın aktif dönemlerindeki inflamasyon ve bunun sonucunda gelişen fibrozis, değişik derecelerde iletim komponentinin de görülebilmesine yol açmaktadır. Emisyonlarda düşme saptanan hastalarda, iç kulağı koruma amacı ile vazodilatatör tedavi ve antioksidan ilaçlar kullanılabilir. Romatoid artritli hastaların ve ailelerinin, sigaranın zararları konusunda uyarılmaları, gerekirse eğitici seminer programlarına katılmaları sağlanmalıdır.
  • Öğe
    Mikroskop ve çıplak gözle yapılan kapsül koruyucu tonsillektomi tekniğinin klasik soğuk bıçak tonsillektomi tekniği ile karşılaştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Ağaoğlu, İlker; Kazkayası, Mustafa
    Amaç: Bu çalışma, tonsil ile kapsül arasındaki plandan diseksiyon yapılıp tonsil kapsülünü tonsiller fossa içinde bırakan sadece tonsil parenkimi eksizyonuna dayalı kapsül koruyucu teknik ile tonsilin kapsülü ile beraber eksize edilmesine dayanan klasik soğuk bıçak tonsillektomi tekniğinin birbirlerine üstünlüklerini karşılaştırmak amacıyla yapıldı.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya rekürren tonsillit tanısı ile tonsillektomi operasyonu yapılan 35 hasta alındı. Hastalar rastgele seçilerek her zaman aynı tekniği kullanacak 3 farklı cerrahtan oluşan 3 farklı gruba ayrıldı. 12 hastaya mikroskop ile kapsül koruyucu tonsillektomi tekniği, 11 hastaya çıplak gözle yapılan tonsillektomi tekniği ve 12 hastaya klasik soğuk bıçak tonsillektomi tekniği uygulandı. Bu 3 gruptaki her bir hastanın ayrı ayrı her iki taraf tonsil eksizyonları için operasyon süreleri, kullanılan intraoperatif kanama kontrolü yöntemleri, intraoperatif kanama miktarları, intraoperatif kan kayıp oranları, postoperatif 10 gün boyunca ağrı ve yutma güçlüğü VAS değerleri, histopatolojik olarak spesimenlerin hem makroskopik hem mikroskopik kas/spesimen yüzey alanı oranları kayıt edildi.Bulgular: Tüm grupların postoperatif ağrı ve yutma güçlüğü VAS değerleri karşılaştırıldığında her iki kapsül koruyucu tekniklerle yapılan tonsillektomilerde klasik soğuk bıçak tonsillektomi tekniğine oranla istatiksel olarak anlamlı düzeyde daha az postoperatif ağrı ve yutma güçlüğü olduğu tespit edildi. İntraoperatif kanama miktarlarında ve kan kayıp oranları incelendiğinde kapsül koruyucu teknik ile yapılan tonsillektomilerde klasik soğuk bıçak tonsillektomi tekniğine oranla istatiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük değerler tespit edildi. Histopatolojik incelemede de hem makroskopik hem mikroskopik kas/spesimen yüzey alanı oranlarında kapsül koruyucu teknik ile yapılan tonsillektomilerde klasik soğuk bıçak tonsillektomi tekniğine oranla istatiksel olarak anlamlı düzeyde daha düşük değerler bulundu. Operasyon süreleri karşılaştırıldığında mikroskop ile kapsül koruyucu tonsillektomi tekniği ile klasik soğuk bıçak tonsillektomi teknikleri arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanmazken çıplak gözle yapılan kapsül koruyucu tonsillektomi tekniğinde diğer tekniklere göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek değerler olduğu tespit edilmiştir.Sonuç: Kapsül koruyucu tonsillektomi tekniğinde, postoperatif ağrı komplikasyonundan sorumlu tutulan tonsil kapsülü altındaki kas dokuları açıkta bırakılmadığından dolayı klasik soğuk bıçak tonsillektomi tekniğine göre daha az postoperatif ağrı ve yutma güçlüğü olduğu tespit edilmiştir. Mikroskop kullanımının kapsül koruyucu teknikte büyütülmüş bir görüş açısı sağlayıp doku hakimiyetini arttırarak operasyon zamanını çıplak gözle yapılan kapsül koruyucu tekniğe göre kısalttığı tespit edilmiştir. Kapsül koruyucu tonsillektomi tekniğinin, ister çıplak gözle ister mikroskop ile yapılsın, postoperatif ağrı ve yutma güçlüğünü azalttığı ve sonuçta tonsillektomi sonrası iyileşme dönemini kısalttığı tespit edilmiştir. Sonuçta kapsül koruyucu tonsillektomi tekniklerinin cerrahi olarak emniyetli ve etkili olduğu fikrine varılmıştır.
  • Öğe
    Alerjik rinitli hastalarda flutikazon propiyonatın tek başına, levosetrizin veya montelukast ile birlikte kullanımlarının tedavi üzerine etkinliklerinin karşılaştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Karabıçak, Hasan; Muluk, Nuray Bayar
    Bu çalışmanın amacı, alerjik rinitli hastalarda sadece intranazal kortikosteroid kullanımının ve buna Histamin 1 (H1) veya lökotrien antagonisti eklenerek uygulanan tedavi modellerinin etkinliklerini araştırmaktır.Alerjik rinitli 60 erişkin hasta randomize olarak 3 gruba ayrılmıştır. Altı hafta süre ile Grup I'deki 20 hastaya flutikazon propionat (FP) nazal sprey 400 ?g/gün, Grup II'deki 20 hastaya FP (400 ?g/gün) + levosetirizin (LS) (5 mg/gün) ve Grup III'deki 20 hastaya FP (400 ?g/gün)+ montelukast (ML) (10 mg/gün) tedavisi verilmiştir. Tedavi öncesi (TÖ) ve tedavi sonrası (TS) dönemde hastaların rinokonjunktivit semptomları kaydedilmiş ve yaşam kaliteleri RQLQ ve SF-36 ile, burun tıkanıklığı akustik rinometri (AR) ile değerlendirilmiştir.Çalışmamızda her üç tedavi grubunda, TS dönemde rinokonjunktivit semptom skorlarında TÖ döneme göre istatiksel olarak anlamlı düzelme olduğu saptanmıştır ( p<0.05). Grup II (p<0.001) ve Grup III'ün TS rinit semptom skorlarının (p=0.028) Grup I'den istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha düşük olduğu bulunmuştur. SF-36'daki parametrelerinde daha sınırlı düzelme olmakla birlikte; akustik rinometri ölçümlerinde FP tedavisinin sadece volüm 2'yi, FP+LS tedavisinin ise MCA2 ve volüm 2'yi arttırdığı bulunmuştur. Her üç grupta RQLQ'nun; faaliyetler, uyku, burun ve göz dışı belirtiler, genel sorunlar, burun ve göz belirtileri parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı düzelme gözlenmiştirSonuç olarak, alerjik rinit tedavisinde üç tedavi protokolünün de yararlı olacağı, ancak burun akıntısı, burun kaşıntısı, hapşırık gibi semptomları ön planda olan olgularda kombinasyon tedavilerinin tercih edilmesi önerilmektedir.Anahtar Sözcükler: Alerjik rinit, akustik rinometri, flutikazon propionat, levosetirizin, montelukast, RQLQ, SF-36, yaşam kalitesi.
  • Öğe
    Fosfodiesteraz 5 İnhibitörü Kullanan Hastalarda Otoakustik Emisyonlar
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Öntepeli, Sertan; Muluk, Nuray Bayar
    Bu çalışmada üroloji bölümünde erektil disfonksiyon (ED) sebebi ile fosfodiesteraz-5 inhibitörü tedavisi verilen hastalarda, Geçici Uyarılmış Otoakustik Emisyonlar (Transient Evoked Otoacoustic Emission-TEOAE) ve Distorsiyon Ürünü Otoakustik Emisyonlar (Distortion Product Otoacoustic Emission-DPOAE)araştırılmıştır. Erektil disfonksiyon sebebi ile Üroloji Bölümü tarafından, Uluslararası Ereksiyon Bozuklukları Değerlendirme İndeksi (International Index of Erectile Function-İİEF) sorgulama formu doldurulup hastalar değerlendirildikten sonra,tedavi öncesi dönemde Kulak Burun Boğaz (KBB) Muayenesi yapılarak, KBB sorgulama formu doldurulup, komple odyolojik tetkik, TEOAE ve DPOAE yapılmıştır. Fosfodiesteraz-5 inhibitörü olarak, Grup 1'de yer alan hastalara Viagra®50 mg (Sildenafil), haftada 2 kez; Grup 2'de yer alan hastalara Cialis® 20mg (Tadalafil) haftada 2 kez; ve Grup 3'te yer alan hastalara ise Levitra® 20mg (Vardenafil) haftada 2 kez verilmiştir. Hastalar, 3 hafta (Haftada 2, toplam 6 doz)ilaç kullanmışlardır. Tedavi için 3 hafta (6 doz) ilaç kullanan hastalar tekrar görülerek komple odyolojik tetkik, TEOAE ve DPOAE tekrarı yapılmıştır. Her 3grubun tedavi öncesi ve sonrası değişiklikleri Kruskal Wallis Varyans Analizi ile değerlendirilmiştir. Tedavi sonrası dönemde tedavi öncesi döneme göre odyolojiktetkik sonucunda, işitmede Grup 1 (Sildenafil grubu)'de odyometride hava yolu 4000 Hz frekans, Grup 2 (Tadalafil grubu)'de hava ve kemik yolu 4000 Hz frekans; veGrup 3 (Vardenafil grubu)'te hava yolu 2000 frekans ve hava yolu saf ses ortalama(SSO) değerleri ile kemik yolu 500 Hz frekans ve kemik yolu SSO değerlerindedüzelme olduğu saptanmıştır Bu düzelme ise ilaçların koklear kan damarlarında meydana getirdiği vazodilasyon ve sonucunda oluşan kan akımı artışına bağlanmıştır.Anahtar Sözcükler: Erektil disfonksiyon,Transient Evoked Otoakustik
  • Öğe
    Nazal mukoza temas noktası ile ilişkili yansıyan baş ağrılarında cerrahi tedavinin etkinliği
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Yalçınozan, Eda Tuna; Kazkayası, Mustafa
    Bu çalışmanın amacı nazal mukoza temas noktalarından kaynaklandığı varsayılan yansıyan baş ağrılarında cerrahi tedavinin etkinliğini araştırmaktır. Çalışmaya kulak burun boğaz kliniğimize baş ağrısı nedeniyle başvuran, 3 ay veya daha uzun bir süredir baş ağrısından yakınan ve nazal mukoza temas noktası varlığı saptanan hastalar alınmıştır. Hastalar nöroloji kliniğine yönlendirilmiş ve muayeneler sonucu rinojenik bir neden dışında herhangi bir primer veya sekonder baş ağrısı tanısı almayan 20 hasta (8 kadın, 12 erkek) çalışmaya dahil edilmiştir.Çalışmaya dahil edilen hastalar paranazal sinüs bilgisayarlı tomografi, vizüel analog skorlama (VAS), short form 36 health survey (SF-36v2) yaşam kalitesi anketi ve akustik rinometri (AR) ile değerlendirilmiştir. Yapılacak nazal cerrahi tedavi yöntemleri temas noktasının yerleşimine göre planlanlanmıştır. Kontrol grubunu ise hastaların postoperatif 8. hafta, 24. hafta ve postoperatif 1.yıl VAS, SF-36v2 ve AR sonuçları oluşturmuştur. Preoperatif (preop), topikal uygulama sonrası (TS), postoperatif 8. hafta (po8) ve postoperatif 24. hafta (po24) vizüel analog skala skorları arasında yapılan ikili karşılaştırmalar sonucu oluşan fark hepsinde istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.013). SF-36v2 yaşam kalitesi anketi formu değerlendirme sonuçlarında preop, po8 ve po24 skorları arasındaki ikili karşılaştırmalar sonucu istatistiksel olarak önemli fark saptanmıştır (p<0.017). Preoperatif ve postoperatif AR sonuçları arasında istatistiksel anlamda bir fark gözlenememiştir (p>0.05).Sonuç olarak, anterior rinoskopi ve endoskopiyi içeren detaylı rinolojik muayene, topikal lidokain testi ve bilgisayarlı tomografi birbirini tamamlayan ve baş ağrısı hastalarında bir bütün olarak tüm hastalara yapılması gereken incelemelerdir. Bu değerlendirmeler sonrasında tanı alan rinojenik kaynakların ortadan kaldırılması ile baş ağrısında rahatlama olması, cerrahinin tedavide etkin bir yöntem olabileceğini göstermiştir.Anahtar Kelimeler: Yansıyan baş ağrısı, mukoza temas noktası, cerrahi tedavi
  • Öğe
    Bağ dokusu hastalıklarında odyovestibüler bulgular
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Güngör, Özge Özata; Kazkayası, Mustafa
    Bu çalışmanın amacı bağ dokusu hastalıklarından RA (Romatoid artrit) ve PEX (psödoeksfoliyasyon sendromu) hastalarında odyovestibüler sistemin ne kadar etkilendiğini araştırmak ve bu hastalıkların birbirleriyle yapısal temelde benzerliklerinin olup olmadığını ortaya koymaktır.Çalışmamızda 30 RA hastası 23 PEX hastası ve KBB'a kulak şikayetleri dışındaki nedenlerle başvuran 30 olgu kontrol olarak çalışmaya alınmıştır. Hastalara saf ses odyometri, timpanometri, akustik refleks, otoakustik emisyon (OAE) ve vestibüler uyarılmış miyojenik potansiyel (VEMP) testleri uygulanmıştır.Çalışmamızda RA grubunda; saf ses odyometrisinde hava yolu 500, 1000, 4000 Hz frekanslarında, kemik yolu 500, 4000 Hz frekanslarında; PEX grubunda ise hava ve kemik yolunda tüm frekanslarda kontrol grubuna göre daha fazla işitme azlığı saptanmıştır. PEX grubunda işitme azlığının RA grubuna göre tüm frekanslarda artmış olduğu görülmüştür. Timpanometride basınç ve gradient değerlerinin her iki hastalık grubunda da artmış olduğu saptanmıştır. PEX grubunda ipsilateral kulakta tüm frekanslarda, kontralateral kulakta ise 500, 1000, 4000 Hz frekanslarında kontrol grubuna göre akustik refleks daha az alınmıştır. VEMP testinde RA hastalarında N1 latansının ve P1N1 amplitüdünün kontrol grubuna göre daha uzun olduğu görülmüştür. RA ve kontrol grubu OAE değerleri karşılaştırıldığında 1000, 2000 Hz frekanslarında TEOAE amplitüd değerlerinin ve 1000 Hz frekansta DPOAE değerlerinin RA grubunda daha düşük olduğu görülmüştür. PEX grubunda TEOAE amplitüd değerlerinin 1000, 1500, 2000, 3000 Hz frekanslarında kontrol grubuna göre daha düşük olduğu görülmüştür. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, 1500, 2000, 3000, 4000 Hz frekanslarında DPOAE amplitüd değerlerinin PEX hastalarında daha düşük olduğu saptanmıştır.PEX ve RA'in etyopatogenezleri ve sistemik etkileri göz önüne alındığında odyovestibüler sisteminde bu şekilde etkilenmiş olabileceği kanaatine varılmıştır
  • Öğe
    Trombositten zengin plazma ve trombositten zengin fibrin yapılarının tavşan kulak kıkırdağı rejenerasyonu üzerindeki etkilerinin karşılaştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2014) Karaçaylı, Ceren; Kılıç, Rahmi
    Karaçaylı C.,Trombositten Zengin Plazma ve Trombositten Zengin Fibrin Yapılarının Tavşan Kulak Kıkırdağı Rejenerasyonu Üzerindeki Etkilerinin Karşılaştırılması, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2014. Bu çalışmanın amacı trombositten zengin plazma ile trombositten zengin fibrinin kıkırdak dokusu iyileşmesi üzerindeki etkilerinin karşılaştırılması ve her iki materyalin kıkırdak doku iyileşmesini anlamlı derecede artırıp artırmadığını incelemektir. Trombositten zengin plazma (TZP) ve trombositten zengin fibrin (TZF) yüksek miktarda büyüme faktörleri içermektedir. Bunlar son yıllarda kemik ve yumuşak doku defektlerinin iyileşmesinde kullanılmaktadır. Çalışmaya 21 tavşan alınmıştır. Bu tavşanlar her grupta 6 tavşan olacak şekilde 3 gruba ayrılmıştır. Çalışmaya tavşanların her iki kulağı da dahil edilmiştir. Her grup kendi içinde A ve B alt gruplarına ayrılmıştır. Tüm A alt gruplarında tavşanların kulaklarından 10x10 mm2 kıkırdak eksize edilmiştir. Dışarıya çıkarılan kıkırdağın çevresinden 1mm'lik kıkırdak eksize edilmiştir. Birinci grupta kalan 8x8 mm2 kıkırdak TZP ile muamele edildikten sonra çıkarıldığı alana yerleştirilmiştir. İkinci grupta kıkırdak TZF ile muamele edildikten sonra çıkarıldığı alana yerleştirilmiştir. Üçüncü grupta ise kıkırdak herhangi bir muameleye tabi tutulmaksızın çıkarıldığı alana yerleştirilmiştir. Tüm B alt gruplarında tavşanların kulaklarından 10x10 mm2 kıkırdak eksize edilmiştir. Eksize edilen kıkırdak yerine yerleştirilmemiştir. Birinci grupta kıkırdağın çıkarıldığı alanda birbiri ile karşılıklı gelen mukoperikondrium üzerine TZP uygulanmıştır. İkinci grupta kıkırdağın çıkarıldığı alana TZF yerleştirilmiştir. Üçüncü grupta ise kıkırdağın çıkarıldığı alana bir müdahalede bulunulmamıştır. Dördüncü grup sham grubu olarak planlanmıştır. Sham grubu 3 tavşan içermektedir. Bu gruptaki tavşanlara sadece insizyon ve mukoperikondrium elevasyonu yapılmıştır. Kıkırdağa bir girişimde bulunulmamıştır. Histolojik incelemelerde gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır. Diğer bir deyişle TZP ve TZF'nin kıkırdak iyileşmesi üzerine olumlu veya olumsuz bir etkisi gözlenmemiştir.
  • Öğe
    Kliniğimizde tedavi gören ani işitme kayıplarında uygulanan tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2015) Erden, Burak; Kılıç, Rahmi
    Ani işitme kaybı (AİK) üç gün içinde veya daha kısa zamanda aniden gelişen, en az üç frekansı tutan, en az 30 dB ve üzerindeki sensörinöral işitme kaybıdır. AİK etiyolojisi için birçok faktör suçlanmıştır ama kesin bir neden bulunamamıştır. Tedavisi ile ilgili ortak uygulanan bir protokol mevcut değildir. Bu çalışmada ani işitme kayıplı olguların tedavi sonuçları ve bu sonuçları etkileyen prognostik faktörler incelenmiştir. AİK tanısı ile 2011- 2014 yılları arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı'na başvuran 65 olgu 68 kulak çalışmaya dahil edildi. Tüm hastaların ayrıntılı hikayesi alındı. Rutin kulak burun boğaz (KBB) muayenesi ve ayrıntılı laboratuvar incelemeleri yapıldı. Tüm olguların odyolojik değerlendirmeleri yapıldı. Radyolojik olarak kranial magnetik rezonans görüntüleme (MR) ve bilgisayarlı tomografi (BT) çekildi. Tedavide tüm hastalara steroid, vazodilatatör ilaç (betahistin) ve B vitamini verildi. Bir hafta içinde başvuran olguların tedavilerine valasiklovir eklendi. 5 gün içerisinde odyolojik olarak belirgin iyileşme göstermeyen hastaların tedavisine onam vermeleri halinde sistemik steroid tedavisinin yanına gün aşırı intratimpanik 250 mg prednol eklenerek salvage tedavisi uygulandı. Bu çalışmada olguların hikaye bilgileri, klinik bulguları, işitme kaybının derecesi ve odyolojik konfigürasyonları, olguların tedaviye başlanma süresi, işitme kaybının derecesi, vertigo, tinnitus ve AİK netlik dereceleri ve bu faktörlerin prognoz üzerine olan etkileri incelendi. Bu çalışmada olguların 31'si erkek 34'i bayan idi. Yaş aralığı 12-75 arasında idi (ortalama 44.2). Oniki (%17.6) olguda hafif, 23 (%33.8) olguda orta, 24 (%35.3) olguda ileri ve 9 (%13.2) olguda çok ileri AİK tespit edildi. Tedaviye başlama süreleri açısından erken tedaviye başlanan olgularda, tedaviye iyi yanıt açısından istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar alındı (p?0.05). AİK'li olgularda işitme kaybı şiddeti ve tedaviye iyi yanıt açısından istatistiksel olarak anlamı sonuç alındı (p?0.05). Tinnitus, vertigo ve aik netlik derecesi açısından AİK'li olgularda prognostik bir faktör olarak anlamlı sonuçlar elde edilemedi (p?0.05). Tedaviye başlama süresi ve AİK derecesi; AİK'li olgularda anlamlı prognostik faktörlerdir.
  • Öğe
    Baş-boyun bölgesine manyetik rezonans görüntüleme yapılan hastalarda manyetik rezonans görüntülemenin ve kullanılan kontrast maddenin koklear fonksiyonlara etkisinin otoakustik emisyon, işitsel beyinsapı cevabı ve yüksek frekans odyometri ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2015) Varlık, Mustafa; Kılıç, Rahmi
    Bu çalışmanın amacı daha önce yeterince çalışılmamış bir konu olan, baş-boyun bölgesine Manyetik Rezonans Görüntüleme(MRG) yapılan hastalarda, işlem sırasında var olan gürültünün ve kullanılan kontrast madde-gadodiamid'in işitme fonksiyonları üzerine olan etkisinin değerlendirilmesidir. Çalışmaya 18-65 yaş arası,otoskopik muayeneleri doğal olan, işitme kaybı olmayan, MRG yapılması kontrendike olmayan, toplamda 60 hasta dahil edildi.Bu hastaların 30 tanesi polikliniğimize başvuran kontrastlı temporal MRG yapılan, baş dönmesi ve sebebi açıklanamayan tinnitusu olan hastalardı. Geri kalan 30 hasta ise nöroloji polikliniğine başvuran kontrastsız kranial MRG yapılan, baş dönmesi ve baş ağrısı olan hastalardı. Çalışmaya katılan tüm hastaların KBB muayeneleri yapıldıktan sonra MRG öncesi ve sonrası saf ses odyometrisi, yüksek frekans odyometrisi, işitsel beyinsapı cevabı (ABR) ve distorsiyon ürünü otoakustik emisyon (DPOAE) testleri yapıldı. Çalışmamızda odyolojik test sonuçları istatistiksel olarak karşılaştırıldığında hastaların MRG öncesi ve sonrası, kontrastsız veya kontrast ajan-Gadodiamid kullanılarak yapılan görüntülemelerde işitme değerlerinde anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir. Sonuç olarak bizim çalışmamızda baş bölgesine MRG yapılan hastaların işitme değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik saptanmamıştır. Burada işlem sırasında koruyucu kulaklık kullanımının da bunda etkili olduğunu düşünüyoruz. Ancak çalışma gruplarımızın sayı olarak az olması nedeniyle daha geniş hasta gruplarında MRG gürültüsünün işitme üzerine etkisinin araştırılması ve hekimler tarafından tanı için sıkça başvurulan MRG sırasında koruyucu kulaklık kullanılmasını öneriyoruz. Anahtar Sözcükler: Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG), Yüksek Frekans Odyometrisi, İşitsel Beyinsapı Cevabı(ABR), Distorsiyon Ürünü Otoakustik Emisyon (DPOAE), Gadodiamid, İşitme
  • Öğe
    Multipl skleroz'lu hastalarda koku duyusunun değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2015) Kandemir, Süheyla; Muluk, Nuray Bayar
    Bu çalışmanın amacı daha önce yeterince çalışılmamış bir konu olan, Multipl Skleroz'lu hastalarda koku fonksiyonlarının değerlendirilmesidir. Çalışmaya 18-80 yaşları arasındaki Revised McDonald criteria 2010'a göre multipl skleroz (MS) tanısı konulan 20 hasta ve 20 sağlıklı birey dahil edildi. Çalışmaya alınan tüm hastalara genel KBB ve endoskopik muayene (koku bölgesiyle ilgili nazal endoskopik muayene dahil) ve nörolojik muayenelerinin ardından EDSS (Genişletilmiş Özürlülük Durumu Derecesi), Yorgunluk Ciddiyet Skalası (FSS), MoCA (Montreal Cognitive Assestment) kognitif testi ve Brief Smell Identification test(Kısa koku tanıma testi)(BSIT) uygulandı. MS hastalarının rutin takibinde kullanılmak üzere Magnetik Rezonans (MR) çekimi yapılmakta olduğundan dolayı, son iki yılda çekilmiş Kranial MR'ları alınarak retrospektif olarak lezyonların yerleşim yerleri, dağılım ve ölçümleri yapıldı. Kranial MR da santral koku bölgeleri olan temporal lobda insular girus, corpus amigdala; ve periferik koku bölgeleri olan olfaktor bulbus, traktus ve sulkus incelendi.Koku bölgelerinde MS lezyonlarının (plaklarının) olup olmadığı değerlendirildi. Çalışmamızda yaş ve cinsiyet grupları arasında toplam koku skoru açısından istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık bulunmamıştır (p>0.05). MoCA değerleri MS grubu bireylerde kontrol grubu bireylere göre anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur(p<0.05). Yorgunluk Ciddiyet Skalası değerleri iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı derecede bir farklılık saptanmamıştır (p>0.05). Fakat MS grubu bireylerin % 50'si, sağlıklı kontrol grubunun da % 35'i yorgun olarak bulunmuştur. Toplam koku skoru değerleri ise MS grubu bireylerde kontrol grubu bireylere göre anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Sonuç olarak multipl skleroz'lu hastalarda koku fonksiyonlarında bozulma olmaktadır. Bu nedenle koku bozukluklarınına doğru tanı konulması için kolay ulaşılabilir ve güvenilir test olan BSIT'in yaygın olarak KBB uzmanlarınca kullanılmasını öneriyoruz. Anahtar Sözcükler: Multipl Skleroz (MS),Brief Smell Identification Test, Montreal Cognitive Assestment (MoCA),Genişletilmiş Özürlülük Durumu Derecesi (EDSS), Yorgunluk Ciddiyet Skalası (FSS),Kranial Magnetik Rezonans (MR), Koku bölgesi
  • Öğe
    Septum deviasyonunun mladina sınıflamasına göre değerlendirilmesi ve akustik rinometri ölçümleri, koku duyusu ve sf-36 ile değerlendirilen hayat kalitesi üzerindeki etkileri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Akay, Hatice Güzelküçük; Muluk, Nuray Bayar
    Bu çalışmanın amacı septum deviasyonu olan hastaların Mladina sınıflamasına göre sınıflandırılması, akustik rinometri ölçümleri, koku fonksiyonlarındaki değişim ve bu durumun hayat kalitesi üzerindeki etkilerini incelemektir. Çalışmaya 18-75 yaşları arasındaki septum deviasyonu olan 20 hasta ve 20 septumu düz birey dâhil edildi. Çalışmaya alınan tüm hastalara KBB muayenelerinin ardından, akustik rinometri ölçümleri, SF-36 yaşam kalitesi ölçeği ve Kısa koku tanıma testi (Brief Smell Identification test) uygulandı. Septum deviasyonu olan hastaların deviasyon tipi; anterior rinoskopik muayene, nazal endoskopik muayene ve daha önceden başka sebeplerle çekilen paranazal BT ile Mladina sınıflamasına göre sınıflandırıldı. Çalışmamızda en sık deviasyon tipi Mladina tip 3 olarak belirlenmiştir. Cinsiyete göre toplam koku skorları açısından septum düz grubunda kadınların bilateral toplam koku skoru değerleri, erkeklere göre anlamlı derecede düşüktür (p<0.05). Toplam koku skoru değerleri ise septum deviye grubu bireylerde kontrol grubu bireylere göre anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Tek tek koku değerlerine bakıldığında ise tarçın, muz ve sabun kokularının septum deviye grupta septum düz gruba göre anlamlı derecede düşük olduğu görülmüştür(p<0.05). Sonuç olarak septum deviasyonu olan hastalarda olfaktör fonksiyonlarda bozulma olmaktadır. Bu nedenle septum deviasyonunun tedavisi nazal obstrüksiyonun giderilmesinin yanında koku bozukluğunun tedavisi için de gereklidir. Anahtar kelimeler: Septum deviasyonu, Mladina sınıflaması, Kısa koku tanıma testi, Akustik rinometri, Semptom skoru
  • Öğe
    Sisplatin ototoksisitesini önlemede intratimpanik steroidlerin etkinliği: Deneysel çalışma
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Taş, Burak Mustafa; Şimşek, Gökçe
    Ototoksisite çeşitli terapötik ajanlar ve kimyasal maddelerle karşılaşma sonucu koklear ve vestibüler organda ortaya çıkan hasarlanmaya verilen genel bir isimdir. İç kulağın çeşitli kimyasal maddelere karşı duyarlılığı yüz yıllardan beri bilinmektedir ve günümüzde de ototoksisite, işitme kaybı ve denge bozukluğuna yol açan önemli bir nedendir. İnsan ve hayvan çalışmalarında sisplatinin stria vaskularis ve Korti organında değişikliklere neden olduğu gösterilmiştir. İlk etki kokleanın bazal kıvrımındaki dış tüylü hücreler (DTH)'dedir ve ilerleyici olarak daha apikaldekiler ve iç tüylü hücreler (ITH) etkilenir. Sisplatin özellikle koklea içerisinde reaktif oksijen türevlerinin oluşumunu artırır. Serbest radikal oluşumu intraseluler glutatyon seviyelerinin azalması ve böylece antioksidan enzim aktivitesindeki değişiklikler sonucu oluşur. Antioksidan defans sistemindeki bozukluk lipit peroksidasyonunda artışa neden olur ve böylece tüylü hücreler, destek hücreleri, stria vaskularis ve adituar sinirlerde apopitozis oluşur. Ototoksitite için odyolojik monitörizasyon ve mümkünse ototoksisiteye neden olan ilacın kesilmesi en temel yaklaşımdır. Birçok çalışmada sisplatin kaynaklı ototoksititeyi engellemek için çeşitli kemoprotektif ajanlar kullanılmıştır. Ancak üzerinde görüş birliğine varılmış ideal bir ilaç henüz bulunmamaktadır. Bizim çalışmamızda sisplatin ototoksisitesinin önlenmesinde intratimpanik steroidlerin etkinliği karşılaştırıldı. Bu çalışmada 32 rat (64 kulak) 4 gruba ayrılarak kullanıldı. 1. Gruba intraperitoneal sisplatin verildi. 2. Gruba metilprednizolon intratimpanik olarak verildikten sonra sisplatin verildi. 3. Gruba deksametazon intratimpanik olarak verildikten sonra sisplatin verildi. 4. Gruba ise %0.9'luk NaCl intratimpanik olarak verildikten sonra sisplatin verildi. Tüm gruplara işlem öncesi ve işlem sonrası ABR ve DPOAE testleri yapıldı. Tedavi öncesi ve sonrası ABR 1, ABR 4, ABR (1-4) intervali ve eşik değerleri ölçüldü. DPOAE testinde ise tedavi öncesi ve sonrası 1416 kHz, 2002 kHz, 2832 kHz, 4004 kHz ve 5652 kHz frekanslarında ölçüm yapıldı. Deksametazon ve Metilprednizolon uygulamalarının sisplatin ototoksisitelerini önlemede önemli etkileri gözlenmiştir.
  • Öğe
    Seröz otitli çocuklarda video head impulse testi sonuçlarımızın değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Tozar, Mesut; Cömert, Ela
    Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyu Cerrahisi Anabilim Dalı'nda 01.01.2016 – 01.04.2018 tarihleri arasında baş dönmesi şikayeti ile kliniğe başvuran çocuk hastaların dosyaları incelenerek seröz otitis media (SOM) saptanan ve seröz otit saptanmayan hastalar belirlenerek bu iki hasta grubunun video head impulse testi (vHIT) sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Bu amaçla belirttiğimiz tarih aralığında hastaneye başvuran ve 30 adet SOM saptanan ve 30 adet SOM saptanmayan hastaların vestibülooküler refleks (VOR) kazanç ilişkileri vHIT ile değerlendirildi. SOM saptanan hastalar kulak zarı muayene bulgularına göre de kendi içinde değerlendirildi. SOM saptanan 30 hastanın 15'i nin kız (%50) ve 15 'inin erkek (%50), SOM saptanmayan 30 hastanın 15'inin kız (%50) ve 15'inin erkek (%50) olduğu belirlendi. Çalışma grubunun yaş ortalaması 8.26, kontrol grubunun yaş ortalaması 8.2 olarak belirlendi. Çalışma grubu olarak kabul edilen hastaların 24 tanesinin kulak zarı mat olarak izlenirken, 6 tanesinin kulak zarı muayenesi retrakte olarak izlendi. Grup 1 hastaların 12 tanesinde sol posterior kanallarda covert sakkat saptandı, 6 tanesinde sağ anterior kanallarda ve 4 tanesinde sağ horizontal kanallarda sakkat saptandı. Sol posterior kanal VOR kazanç ortalamalarında istatistiksel olarak anlamlı azalma izlendi. Sağ anterior ve sağ horizontal kanal VOR kazanç ortalamalarında istatistiksel olarak anlamlı azalma izlendi. Çalışmaya dahil edilen hastalarımızın yaş grubuna göre bakıldığında en sık baş dönmesi nedenleri olarak Vestibüler Migren ön plana çıkmaktadır. Benign paroksismal pozisyonel vertigo ve ataksi, postravmatik vertigo ve anksiyete bozukluğuna bağlı vertigo da diğer nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocuklarda vertigo her yaş grubunu etkilemekte, farklı yaş gruplarına göre farklı şikâyetlere yol açmaktadır. Ebeveynlerden alınan anamnez de tanı koymada oldukça önemli yer tutmaktadır. Bizim çalışmamıza göre SOM' un vestibüler sistemi kısmen etkilediği fakat bu etkinin, vestibüler sistemin bütün kanallarında görülemediği gözlemlendi. Sonuçları istatistiksel olarak anlamlı düşünebilmek için daha fazla sayıda hasta üzerinde daha fazla çalışma gerektiğini düşünmekteyiz. Bu şekilde vHIT seröz otitli çocuklarda vestibüler sistemi değerlendirmek için önemli bir tanı aracı olarak kullanılabilir. Anahtar kelimeler: Çocuklar, seröz otitis media, vertigo, vestibülookuler refleks, vHIT,