Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 18 / 18
  • Öğe
    Künt toraks travması nedeniyle üçüncü basamak bir travma merkezine başvuran hastalarda sternum kırığı
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Kür, Salih; Günal, Nesimi
    Günümüzde gelişen teknoloji, küreselleşen dünya ve artan nüfus sonucunda motorlu taşıt kullanımının artması veşehirlerarasıseyahatlerin yaygınlaşması nedeniyle gelişen trafik kazaları sebebiyle toraks travmalarında artış gözlemlenmektedir. Ülkemizde 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun 78. Maddesi gereğince emniyet kemeri kullanım zorunluluğu getirilmesi sonucunda kullanım sıklığının artması ve acil servislerde görüntüleme yöntemlerinden bilgisayarlı tomografinin (BT) yaygın kullanımı sonucu sternum kırığı tespit etme oranları artmıştır. Sternum kırığında eşlik eden patolojilerin varlığı hastanede yatış süresini ve mortaliteyi artırmaktadır. Bu çalışmada hastanemiz acil servisine izole veya kombine toraks travması nedeniyle başvuran ve yüksek enerjili travmaöyküsü sebebiyle Toraks BT istenen 2131 hasta retrospektif olarak incelendi. Toraks BT'sinde sternum kırığı tespit edilen 230 hasta çalışmaya dâhil edildi. Hastalar yaş, cinsiyet, travma mekanizması, yatış süreleri,travma şiddeti skorları (injury severity score, ISS), eşlik eden patolojiler, kırık lokalizasyonu, kırığın ayrışma oranı ve retrosternal hematom varlığı açısından incelendi. Çalışmaya dâhil edilen hastaların 145'i erkek (%63), 85'i kadın (%37) idi. Hastaların minimum yaşı 18, maksimum 84 idi. Hastaların ortalama yaşı erkeklerde 46,39 ± 16,73 yıl, kadınlarda 51,98 ± 17,26 yıl olarak hesaplandı. Hastalarımızın 217'ü (%94,3) sağ kalmış olup, 13'ü (%5,7) hayatını kaybetti. İzole sternum kırığı bulunan ve emniyet kemeri takılı olduğunu beyan eden hastalarda mortalite izlenmezken hayatını kaybeden hastaların büyük çoğunluğunda eşlik eden kaburga kırığı (10/13) ve intrakranial yaralanma (10/13)olduğu görüldü.Sternum kırıklarının %82,2'si araç içi trafik kazası sonucu oluştu. Hastaların hastanede ortalama yatış süresi 5,53±12,11 gündü. Sternum kırıkları en sık sternum korpusunda olup non deplase kırık şeklinde izlendi. Yirmi üç hastada retsosternal hematom tespit edildi. Sternum kırık lokalizasyonu ve travma mekanizması ile retrosternal hematom arasında ilişki saptanmadı. Sternum kırığı saptanan toraks travmalarında eşlik eden torasik yaralanma olarak en sık kaburgakırıkları ve akciğer kontüzyonu görüldü. Eşlik eden toraks dışı yaralanma olarak en sık vertebra kırığı ve intrakranial yaralanma görüldü. Sonuç olarak tomografik görüntülemelerin künt toraks travmasında yüksek oranda kullanılmasıyla birlikte sternum kırığının insidansında artış gözlemlenmektedir. Sternum kırığına eşlik eden patolojilerin varlığı, mortaliteyi artırıcı yönde etken olması sebebiyle önemlidir. Anahtar Kelimeler: Toraks travması, sternum kırığı, künt
  • Öğe
    Kronik obstrüktif akciğer hastalığında kemik mineral dansitesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Arslan, Mesut; Ekici, Mehmet Savaş
    IV ÖZET Arslan M., Kronik obstrüktif akciğer hastalığında kemik mineral dansitesi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Ânabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2004. Bu tezin amacı KOAH tanısı konulan hastalarda kemik mineral yoğunluğuna etki edebilecek faktörleri belirlemektir. Bu amaçla 40 yaş ve üzeri KOAH'lı 63 hasta (Grup I) ve kronik bronşit' li 35 hasta (Grup II) ile kontrol grubu olarak 40 yaş ve üzeri steroid tedavisi almamış, sigara içmemiş 41 gönüllü (Grup III) çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya katılanların hepsi erkekti. KOAH ve kronik bronşitti hastalar ve gönüllü kontrol grubundakiler fiziksel aktivite, beslenme ve kortikosteroid kullanımı öyküsü yönünden sorgulanıp, antropometrik, biyokimyasal ve hormonal değerlendirmeye tabi tutuldular. Solunum fonksiyon testleri ve kemik mineral dansiteleri (Antero-posterior lumbal ve lateral femoral) ölçüldü. Grup I ile Grup n'nin femur boynu T- skoru ve Z- skoru, Grup ni'den anlamlı olarak düşüktü (p=0.008 ve p=0.043). Grup I' deki hastaların vücût ağırlıkları, beden kitle endeksleri, kol ortası çevresi, kol ortası kas çevresi ve albumin seviyeleri Grup II ve Grup IlI'ten anlamlı olarak düşüktü (p-0.004, p-0.009, p=0.011, p=0.010 ve p=0.017). Tüm grupların seram DHEA-S seviyeleri femur boynu T-skoru ve femur boynu kemik mineral yoğunluğu (p=0.045, p=0.024) ile Serbest androjen endeksi ise lumbal T-skoru, lumbal Z-skora ve lumbal vertebra kemik mineral yoğunluğu ile ilişkili idi (p=0.020, p=0.014 ve p=0.016). Hiçbir steroid preperatı kullanmayan Grup I ve Grup IF deki hastalarınfemur boynu T-skorlan, Z- skorları ve kemik mineral yoğunlukları kullananlardan anlamlı olarak yüksekti (p=0.006, p=0.010 ve p=0.006). Grup Fdeki hastalann femur boynu T-skorlan Grup IFdekilerden anlamlı olarak düşüktü (p=0.047). Sonuç olarak beden kitle endeksi, sigara paket/yılı ve sistemik steroid kullanımı KOAH'lı hastalarda kemik mineral yoğunluğuna etki eden en önemli faktörlerdir. Anahtar Kelimeler: KOAH, osteoporoz, sigara, beden kitle endeksi, kortikosteroid.
  • Öğe
    Astım koah ve bronşektazili hastalarda serum leptin düzeyi ile vücut kitle indeksi, solunum fonksiyonları ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Kurtipek, Ercan; Kalpaklıoğlu, Ayşe Füsun
    IV ÖZET Kurtipek E., Astım, KOAH ve bronşektazi'Ii hastalarda serum leptin düzeyi ile vücut kitle indeksi, solunum fonksiyonları ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2005. Bu tezde astım, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve bronşektazi'Ii hastaların serum leptin düzeyleri ile, vücut kitle indeksi (VKİ), solunum fonksiyonları ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi araştırmak amaçlanmıştır. Bu amaçla çalışmaya yaşlan 18'den büyük olan, stabil dönemdeki 78 astım'lı, 67 KOAH'lı, 37 bronşektazi'Ii hasta ile 34 sağlıklı kontrol, toplam 216 kişi alındı. Vücut kitle indeksi (VKİ) 'ne göre tüm olgular, VKİ> 25kg/m2 olanlar Grup A ve VKİ<25kg/m2 olanlar Grup B şeklinde iki ayrı grupta değerlendirildiler. Alınan kan örneklerinde serum leptin düzeyi ELİZA yöntemiyle çalışıldı ve tüm grupların solunum fonksiyonları zorlu ekspiratuar manevra ile akıma duyarlı spirometre ile ölçüldü. Obezite-spesifik yaşam kalitesi (Impact of Weight on Quality of Life, IWQOL-Lite questionnaire), anketi ile de yaşam kaliteleri değerlendirildi. Astım'lı hastaların VKİ'i, KOAH ve bronşektazi'lilerden daha yüksekti (sırasıyla 29.84±6.46, 25.78±4.96, 27.64±5.19 ve p=0.0001, p=0.20). Astım'lılarda KOAH ve kontrol grubuna göre serum leptin düzeyi yüksek bulunurken (sırasıyla 12.36 ng/ml, 3.35 ng/ml, ve 5.21ng/ml, p=0.0001 ve p=0.0001), bronşektazi'Ii hastalar ile karşılaştırıldığında anlamlı fark yoktu (8.49ng/ml, p=0.1). KOAH'lılarda leptin düzeyi kontrol grubundan düşüktü (p=0.71). Bronşektazi'Ii hastaların serum leptin düzeyi kontrol grubu ve KOAH'lılara göre daha yüksek bulundu (p=0.34 ve p=0.01). Lineer regresyon analiziyle astım, KOAH ve bronşektazi'Ii hasta gruplarında VKİ'i ile serum leptin düzeyi arasında belirgin korelasyon varken (sırasıyla beta=0.44, p=0.0001, beta=0.25, p=0.04 ve beta=0.44, p=0.01), kontrol grubunda yoktu (beta=0.24, p=0.24). Buna göre en belirgin korelasyon astımlı hastalarda gözlenirken, bronşektazi'Ii hastalarda da kuvvetli korelasyon görüldü. Tüm hasta gruplarının beklenen % FEV ı 'leri kontrol grubuna göre daha düşüktü (p<0.05). Hasta gruplarını kendi aralarında karşılaştırdığımızda ise sadece KOAH'lılar da astım'lılara göre beklenen % FEV ı 'leri anlamlı olarak düşükken (p<0.05), diğer gruplar arasında fark yoktu (p>0.05). Ayrıca astım'lı hastalarda lineer regresyon analizi ile grup A'da VKİ'i ile serum leptin düzeyi ve IWQOL arasında pozitif korelasyon saptanırken (sırasıyla beta= 0.36, p=0.01 ve beta=0.58, p=0.0001), grup B'de VKİ'i ile leptin düzeyi ve IWQOL arasında korelasyon yoktu.VKİ >25 kg/m2 olan grupların tamamında VKİ ile IWQOL arasında korelasyon bulunurken, VKİ <25 kg/m2 olan grupların hiçbirinde korelasyon görülmedi. Sonuç olarak kronik havayolu hastalıklarından hem astımda hem bronşektazide artmış serum leptin düzeyinin önemli bir prediktör olduğu düşünülebilir. VKİ >25 kg/m2 olan hasta ve kontrol gruplarında IWQOL-Lite anketiyle belirlenen yaşam kalitesinin bozulması, kronik havayolu hastalıklarının doğrudan obezite-yaşam kalitesine etkisinin olmadığını, yalnızca VKİ'nin rolünün olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Astım, KOAH, bronşektazi, vücut kitle indeksi, leptin
  • Öğe
    Premenstrüel astımda hava yolu inflamasyonu klinik ve hormonal değişiklikler
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Tunçkol, Müge Doğan; Ekici, Mehmet Savaş
    IV ÖZET Doğan Tunçkol M, Premenstrüel astımda hava yolu inflamasyonu, klinik ve hormonal değişiklikler, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2005. Premenstrüel Astım (PMA) menstrüel siklusun geç luteal fazında astım semptomlarında ve pulmoner fonksiyonlarında kötüleşmeyle giden klinik bir durumdur. Bu tezde menstrüasyon öncesi astım semptomlarında artış tanımlayan astımlı bayan hastalarda inflamatuar, klinik ve hormonal değişiklikleri araştırmak amaçlanmıştır. Bu amaçla çalışmaya yaşları 18-50 yaş arasında değişen, stabil dönemdeki 51 astımlı kadın hasta dahil edildi. Hastaların astım ve menstrüel siklus ilişkisini gösteren soruları içeren anket formu dolduruldu. 20 (% 39) hastada premenstrüel dönemde astım semptomlarının arttığı tespit edildi. Premenstrüel yakınması olan 20 hastanın (PMA) 11 'i (PMAİ) ve yakınması olmayan 31 hastanın (NPMA) 5'i (kontrol grup) iki menstrüel siklusun premenstrüel, menstrüel ve siklus ortası dönemlerinde değerlendirildi. îlk menstrüel siklusta hastaların astım semptom skoru belirlenip, solunum fonksiyon testleri, bronş provakasyon testleri (BPT) uygulandı. Ayrıca serumda kadın seks hormon seviyeleri, kortizol, Nitrik Oksit (NO) ve Thiobarbitürik Asit Reaktif Substance (TBARS) seviyesi ölçüldü. Ruhsal durumu değerlendirmek için Hastane Anksiyete Depresyon Skalası (HAD) kullanıldı. Hastaların yaşam kalitesi ise SF-36 (36-item short-form) formu ile değerlendirildi. İkinci menstrüel siklusta ise BPT, serumda NO ve TBARS ölçümü hariç diğer değerlendirmeler her 3 dönemde tekrarlandı. Astım ciddiyet skoru PMA ve PMAİ grubunda NPMA ve kontrol gruplarına göre anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla pO.001 ve p<0.001). PMAİ ve kontrol grupları karşılaştırıldığında, PMAİ grubunda menstrüasyon döneminde PD20 değerleri anlamlı olarak düşüktü (p=0.02). PMAİ grubunda premenstrüel dönemde, gece ve gündüz astım skoru, öksürük semptom skoru ve total astırır skorunda, seram NO" değerlerinde anlamlı derecede yükselme saptandı (sırasıyla p=0.001, p=0.002, p=0.03, p=0.001 ve p=0.005). TBARS düzeylerinde ise premenstrüel dönemde PMAİ grubunda kontrol grubuna göre sınırda anlamlı olmaya yakın yükselme görüldü (p=0.05). PMAİ grubunda E2 düzeyinde siklus ortası döneminde anlamlı düşme saptanırken (p=0.04), kortizol düzeyinde ise menstrüasyon döneminde anlamlı derecede yükselme tespit edildi (p=0.03). PMAİ grubundaki hastalarda premenstrüel ve menstrüasyon dönemlerinde yaşam kalitesinde anlamlı düşme tespit edildi.V PMAİ grubunda, anksiyete skorunun her 3 dönemde (sırasıyla p=0.001, p=0.002 ve p=0.03), depresyon skorunun ise menstrüasyon döneminde anlamlı derecede yükseldiği görüldü (p=0.04). Sonuç olarak, premenstrüel dönemde astım semptomlarında artış tanımlayan hastalarda hava yolu inflamasyonunda artış, solunum fonksiyonlarında azalma, yaşam kalitesinde düşme ve ruhsal durumda kötüleşme saptanmıştır. PMA'lı hastaların belirlenmesi, spesifik önlemlerin tanımlanması ve geliştirilmesini sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Astım, premenstrüel astım, hava yolu inflamasyonu, nitrik oksit, yaşam kalitesi.
  • Öğe
    Koah'lı ve astımlı olgularda, akut alevlenme ve stabil dönemde; n-asteil sistein'in oksidan-antioksidan dengesi solunum fonksiyon testleri ve yaşam kalitesi üzerine etkileri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Kara, Türkan; Kalpaklıoğlu, Ayşe Füsun
    ÖZET KOAH ve astım patogenezinde oksidatif stresin önemli rol oynadığına dair kanıtlar artmaktadır. Çalışmamız akut ve stabil dönemdeki KOAH ve astımlı hastalarda antioksidan bir ilaç olan N-Acetylcysteine (NAC)'in oksidatif stres, solunum fonksiyon testleri ve yaşam kalitesi üzerine etkilerini araştırmak amacıyla düzenlendi. 20 stabil KOAH'h ve 20 stabil astımlı hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastalara mevcut medikal tedavilerine ek olarak 600 mg/gün NAC tedavisi verildi. NAC tedavisi öncesi ve sonrası oksidanlardan plazma malondialdehid (MDA), antioksidanlardan glutatyon peroksidaz (GPx), katalaz ve süperoksid dismutaz (SOD) düzeyleri çalışıldı. Ayrıca ekzeserbasyondaki 20 akut KOAH'h ve 20 akut astımlı hasta hastanede yatarak tedavi gördüler. Bu hastalar NAC tedavisi alıp almamalarına göre 2 alt gruba ayrıldılar. Stabil KOAH'h grupta NAC (3 ay süreyle 600 mg/gün) tedavisi ile katalaz değerlerinde artış saptandı (tedavi öncesi 4.78±2.21 nmol/dk/ml ve tedavi sonrası 6.40±2.82 nmol/dk/ml; p=0.04). Stabil KOAH'hlarda tedavi sonrası FEVİ değerlerinde farklılık saptanmazken (p>0.05) yaşam kalitesinin fiziksel işlev parametresinde iyileşme görüldü (75.50±22.58 ve 83. 25± 15.24, p=0.01). Akut KOAH'h hastalarda NAC tedavisi alan ve almayan gruplar arasında GPx değerlerinde önemli farklılıklar saptandı. NAC alan grupta GPx değerlerinin diğerlerine göre daha yüksek olduğu tespit edildi (p=0.001). Yine aynı grupta duygu gösteriminde belirgin bir iyileşme mevcuttu (p=0.01). Stabil astımlı hastalarda ise tedavi sonrası antioksidan enzimlerde (GPx, katalaz ve SOD) belirgin bir artış saptandı. Ortalama değerleri sırasıyla; tedavi öncesi 169.28±35.88 nmol/dk/ml, 4.00±3.30 nmol/dk/ml ve 0.85±0.42 U/ml iken tedavi sonrası 199.40±36.90 nmol/dk/ml, 5.87±2.68 nmol/dk/ml ve 1.21±0.41 U/ml (p=0.01, p=0.04 ve p=0.01) bulundu. Aynı grupta FEVj ve yaşam kalitesi parametrelerinde tedavi öncesi ve tedavi sonrası fark yoktu. Stabil astımlı hastalarda 3 ay süreyle NAC 600 mg/gün kullanımının oksidan-antioksidan düzeyleri üzerine etkisi olmazken, akut astımlı hastalarda genel sağlık algılamasını artırdığı saptandı (52.16+21.53 vs 31.24±16.46, p=0.02). KOAH ve astımlı hastalar başlangıç ve tedavi sonrası karşılaştırıldığında; Stabil KOAH'h ve astımlı hastaların ilk başvurulan sırasındaki oksidan-antioksidan düzeyleri arasında fark bulunmazken (p>0.05) NAC tedavisi sonrası stabil astımlı hastalarda SOD düzeyi KOAH'hlara göre belirgin olarak yüksekti (1.21±0.41 U/ml ve 0.88±0.48 U/ml, iip=0.02). Yine her iki grup arasında tedavi öncesi-tedavi sonrası SFT ve yaşam kalitesinde anlamlı farklılık yoktu. Akut KOAH ve akut astımlı hastaların başlangıç ve stabilleştikten sonraki A oksidan-antioksidan düzeyleri ve A FEVı değerleri arasındaki farklar karşılaştırıldığında anlamlı değişiklik saptanmazken (p>0.05), A genel sağlık algılaması akut astımlı hastalarda KOAH'lılara göre belirgin olarak daha fazla iyileşmiş bulundu (p=0.01). Sonuç olarak; akut KOAH ve akut astım ekzeserbasyonunda oksidatif stresin arttığı ve bunun da tedavi ile düzeldiği saptanmıştır. Ancak NAC tedavisinin oksidatif stres üzerine akut astımda etkisi bulunmazken, akut KOAH'da pozitif yönde etkilediği görülmüştür. Diğer taraftan, stabil hastalarda NAC tedavisi hem KOAH hem de astımda antioksidan enzim seviyelerini artırmaktadır. NAC tedavisi ile stabil astımda yaşam kalitesi düzelmezken; stabil KOAH, akut KOAH ve akut astımda NAC tedavisi yaşam kalitesini artırmaktadır. KOAH ve astımlı hastalar karşılaştırıldığında ise stabil astımlı hastalarda NAC tedavisi SOD düzeyini stabil KOAH'lılara göre belirgin olarak arttırmaktadır. Benzer olarak NAC tedavisi akut astımlı hastalarda yaşam kalitesini akut KOAH'lı hastalara göre çok daha fazla iyileştirmektedir. Yaşam kalitesi ve oksidatif hasar üzerine pozitif etkilerinden dolayı astımlı hastalarda NAC kullanımının KOAH'lı hastalara göre daha yararlı olacağı düşünülebilir. Anahtar Kelimeler: KOAH, astım, ekzeserbasyon, NAC, oksidatif stres, solunum fonksiyon testleri, yaşam kalitesi ill
  • Öğe
    Bronşektazili hastalarda inhale steroidlerin etkileri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Akın, Ahmet; Ekici, Mehmet Savaş
    IV ÖZET Akın A., Bronşektazili hastalarda inhale steroidlerin etkileri, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2005. Bronşektazi etyopatogenezinde kronik inflamasyon önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada bronşektazili hastalarda güçlü antiinflamatuvar ajan olan inhale steroidlerin etkilerini prospektif olarak göstermeyi amaçladık. YRBT ile tanıları konmuş stabil dönemdeki bronşektazili 48 hasta çalışmaya alındı. Uzun etkili bronkodilatör tedavisine ilave edilen lOOOug/gün inhale fiutikazon propiyonat, 8 haftalık periyotlarla çapraz tedavi olarak uygulandı. "Çalışma başlangıcında ve her tedavi döneminin sonunda; hastaların semptom skorları günlük semptom takip formlarıyla ölçüldü. Solunum fonksiyon testleri ölçülerek histaminle bronş provokasyonu yapıldı. Hastaların hayat kalitelerindeki değişiklikleri belirlemek için 'The Saint George Respiratory Questionnaire' (SGRQ) Türkçe versiyonu kullanıldı. Balgam TKF- a ve IL-8 düzeyleri ELİSA kitleri kullanılarak ölçüldü. Toplam 41 (29K/12E) hasta çalışmayı tamamladı. Yaş ortalamaları 46.95il2.26, Ortalama FEV1% değeri 66,78± 17.02 idi. Inhale steroid tedavisiyle: öksürük semptom skorunda steroidsiz tedaviye göre anlamlı iyileşme saptanırken (p=0.001) balgam, nefes darlığı ve wheezingde anlamlı bir değişikliğe rastlanmadı (sırasıyla p=0.189, p=0.241, p=0.277). Ayrıca solunum fonksiyon test parametrelerinde tedaviler arasında istatistiksel anlama ulaşan fark saptanmazken, BPT pozitif olan 13 hastanın PD20 değerlerinde steroid tedavisiyle anlamlı artış görüldü (p=0.007). Günlük balgam miktarı ve TNF-a düzeylerinde steroid tedavisi ile anlamlı değişiklik saptanmadı (p>0.05) ancakIL-8 düzeylerinde anlamlı azalma bulundu (p=0.014). İlave olarak SGRQ tüm alt bölüm skorlarında steroid tedavisiyle anlamlı iyileşme saptandı ( p<0.05). Bu bulgular bize bronşektazili hastalarda inhale steroidlerin bronşiyal hiperreaktivite ve bronşiyal inflamasyonu azaltarak semptomlarda ve yaşam kalitesinde iyileşmeye neden olabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, inhale steroid, bronşiyal inflamasyon, yaşam kalitesi
  • Öğe
    KOAH'lı hastalarda yıllık FEV1 kaybı ve yıllık FEV1 kaybını hızlandıran faktörler
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Koçyiğit, Pınar; Ekici, Y.Aydanur
    ÖZET Koçyiğit P., KOAH' lı hastalarda yıllık FEVİ kaybı ve hızlandıran faktörler, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2005 FEVj azalması havayolu obstrüksiyonunım tipik bir bulgusudur. Bu nedenle KOAH'm seyri yıllık FEVı düşüşüyle değerlendirilir. KOAH tanılı hastalarda FEVj düşüş oram daha fazla görülmektedir. Bu çalışma stabil KOAH'lı hastalarda, yıllık FEVı kaybı ve bunu hızlandıran faktörleri ortaya koymak amacıyla planlandı. Çalışmaya 57 KOAH'lı hasta (Grup 1) ve 22 sigara içmeyen sağlıklı kişiler (Grup 2) katıldı. KOAH'lı hastalar sigara içmeye devam edenler (Grup la) ve sigarayı bırakmış olanlar (Grup lb) diye 2 subgruba ayrıldı. Toplam 18 aylık çalışma süresinde, hastalar 6 aylık peryotlarla kontrollere çağrıldı. Her kontrolde solunum fonksiyon testleri ve difuzyon testleri yapıldı. KOAH'lı hastalara ilk kontrolde bunlara ek olarak arter kan gazlan ve kan oksidan düzeyini yansıtan malondialdehit (MDA) düzeyi çalışıldı. Ayrıca KOAH'lı hastalara histaminle nonspesifik bronşprovokasyon testi uygulandı. KOAH'lı hastaların postbronkodilatör FEVj(L) 2.25±0.75, beklenen %FEVTleri ortalama 69.02±19.71 olarak saptandı. Ortalama sigara paket yılları aktif içicilerde 35.15±12.81, sigarayı bırakmış KOAH' lılarda ise 37.79±16.03 idi. Kontrol grubunun başlangıç FEVı 'i 3.35±0.50 beklenen % FEVı'leri ortalama 98.23±10.65 olarak saptandı. KOAH'lı hastalarda yıllık FEVı kaybı (yaş, boy, sigara-paket-yılı ayarlaması yapıldıktan sonra) 14.67± 12.93 ml/yıl (0- 54.7), kontrol grubunda ise 8.09±7.12 ml/yıl (0-24) olarak saptandı. Bu sonuca göre KOAH'lı hastaların ortalama yıllık FEVj kaybı, kontrol grubundan yaklaşık 2 kat fazlaydı ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.006). Sigara gruplarına göre; Grup la ve Grup lb, yıllık FEVı kaybı açısından karşılaştırıldığında Grup la'da yıllık kayıp anlamlı olarak daha fazla idiİİİ (p=0.02). Grup la ile kontrol grubu karşılaştırıldığında ise yıllık FEVı kaybı Grupla'da anlamlı olarak fazla idi (p=0.002). Grup lb'nin ise; yıllık FEVı kaybı kontrol grubundan'dan fazla olmasına rağmen aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.304). KOAH'lı hastalarda bronşiyal hiperreaktivite görülme oranı %86 olarak tespit edildi. Bronşiyal aşın duyarlılığı saptanan KOAH' lı hastalarda yıllık FEVı kaybı, bronşiyal aşırı duyarlılığı saptanmayan KOAH'lı hastalardan yüksek olarak saptandı. Ancak fark istatistiksel anlama ulaşmadı (p>0.05). Multiple lineer regresyon analizi yapıldığında yıllık FEV) kaybını en çok belirleyen faktörlerin; sigara içimi, Pa02, KOAH hastalık yılı olarak tespit edildi. Bunların arasında da en belirleyici faktörün sigara içimi olduğu saptandı. Bu sonuca göre KOAH'lı hastalarda sigaranın bırakılması hastalık progresyonunun önlenmesinde en önemli tedavi şeklidir. Yıllık FEV] düşüş i ile ilgili mevcut bulgularımız, daha geniş hasta grubu ve daha uzun süreli takiplerle desteklenmelidir. Anahtar Kelimeler: KOAH, sigara, BHR, yıllık FEVı kaybı
  • Öğe
    Obstrüktif uyku apne sendromlu hastalarda glukoz metabolizma bozuklukları, insülin direnci, IL6, TNF-?, CRP ve hsCRP düzeyleri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2009) Bulcun, Emel; Ekici, Prof. Mehmet Savaş
    Obstrüktif uyku apne sendromlu hastalarda glukoz metabolizma bozuklukları, insülin direnci, IL6, TNF-?, CRP ve hsCRP düzeyleriObstrüktif uyku apne sendromu (Obstrüktif sleep apne sendromu) (OSAS) ile glukoz metabolizma bozuklukları ve artmış insülin direnci (İD) arasındaki ilişki iyi bilinmemektedir. Ayrıca OSAS'lı hastalarda lokal ve sistemik inflamasyonun artığını gösteren IL-6, TNF-?, CRP, ve hsCRP düzeyleri arteriosklerozis ve koroner arter hastalığı için risk faktörleridir. Biz bu çalışmada OSAS tanılı hastalarda glukoz metabolizma bozuklukları ve IL-6, TNF-?, CRP, hsCRP düzeyleri ile hastalığın derecesi arasındaki ilişkiyi inceledik. Bununla birlikte bu hastalarda hayat kalitesini ve hayat kalitesini belirleyen faktörleri araştırdık. Bu amaçla çalışmaya; tanı konulmuş Diabetes Mellius (DM)'u olmayan 109 OSAS tanılı hasta ile 18 sağlıklı birey kontrol grubu olarak alındı. Bu çalışmada OSAS'lı hastalarda İD kontrol grubuna göre yüksek bulundu. Ancak OSAS'lı hastalar hastalık şiddetine göre gruplara ayrıldığında İD açısından gruplar arası istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Ayrıca lineer regresyon analizinde OSAS'lı hastalarda apne hipopne indeksi (AHI), vucut kitle indeksi (VKİ)'inden bağımsız olarak İD'ini belirleyen önemli faktör idi. OSAS tanılı hastalarda tüm glukoz metabolizma bozuklukları %52.2 oranında görüldü. Bu bozuklukları gruplara ayırdığımızda tüm OSAS'lı hastalarda bozulmuş açlık glikozu (BAG) %24.7, bozulmuş glikoz toleransı (BGT) %12.84, DM %14.67 oranında saptandı. Çalışmamızda OSAS'lı hastalar hastalık şiddetine göre gruplara ayrıldığında tüm glukoz metabolizma bozuklukları, hafif OSAS grubunda %33, orta OSAS'lı hastalarda %50, ağır OSAS'lı hastalarda % 61.8 oranında görüldü. Bu çalışmada OSAS'lı hastalarda hsCRP, CRP, TNF-? ve IL-6 düzeyleri kontrol grubundan istatistiksel olarak yüksek bulundu. Linear regresyon analizine göre TNF-? ve IL-6'yı hastalık şiddeti, hsCRP ve CRP'yi ise VKİ belirliyordu. Tüm kişilerde İD ile IL-6 ve TNF-? arasında basit korelasyon ve lineer regresyon analizinde pozitif ilişki görüldü. Çalışmamızda OSAS'lı hasta grubunda hayat kalitesinin fiziksel ve mental sağlık komponentleri kontrol grubundan daha düşük olmasına rağmen fark istatistiksel öneme erişmiyordu. Ancak linear regresyon analizinde OSAS'lı hastalarda mental sağlık VKİ ve gündüz aşırı uykululuk hali ile ve fiziksel sağlık da VKİ ile negatif ilişkili bulundu. Buna göre, OSAS'lı hastalardaki hayat kalitesini hastalık şiddeti değil obezite ve gündüz aşırı uykululuk halinin belirlediği sonucuna varıldı. OSAS'lı hastalarda hastalık şiddeti arttıkça glukoz metabolizma bozukluklarının görülme sıklığı artmıştır. OSAS'lı hastalarda hsCRP, CRP, TNF-? ve IL-6 düzeylerinin yüksek olması kardiovasküler mortalite ve morbidite için risk artışının varlığını gösterir.Anahtar Kelimeler: Obstrüktif uyku apne sendromu, glukoz metabolizma bozuklukları, insülin direnci, inflamasyon.
  • Öğe
    OSAS tanısı ile CPAP tedavisi alan hastalarda Kompleks Uyku Apne Sendrom sıklığı ve etkileyen faktörler
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Karakoç, Tülay; Ekici, Aydanur
    Sürekli pozitif havayolu basınç (CPAP) tedavisi gören Obstrüktif Uyku ApneSendrom (OSAS) hastalarında ortaya çıkan ya da artan santral apne ve/veya yenigelişen Cheyne-Stokes Solunumu varlığı Kompleks Uyku Apne Sendromu(CompSAS) olarak adlandırılmıştır.Biz de çalışmamızda CPAP titrasyonu uygulanan OSAS hastalarında ortaya çıkanCompSAS sıklığını ve bunu etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık. Orta ya daağır dereceli OSAS tanısı olan 75 hastanın ilk tanısal ve CPAP titrasyonçalışmasındaki polisomnografi kayıtları incelendi. Ayrıca hastalara solunumfonksiyon testleri (SFT), gündüz istirahatte arter kan gazı (AKG) ve biyokimyasalkan tetkikleri yapıldı. Son bir aydaki uyku kalitesini gösteren Pittsburg Uyku Kalitesiİndeksi (PUKİ), gündüz uykululuk durumunu ölçen Epworth Uykululuk Skalası(ESS), yaşam kalitesini ölçen Medical outcome survey-short form 36 (SF-36) vemental durum düzeyini tespit eden Standardize Mini Mental Test (SMMT) anketleriuygulandı.Biz 75 OSAS hastasının 15'inde (%20) CompSAS geliştiğini tespit ettik. HastalarıCompSAS ve OSAS olarak iki gruba ayırdık. Her iki grubun yaş ortalamaları,cinsiyet, eğitim durumu, aylık gelir dağılımları, Body Mass Indeks (BMI) arasındafark saptamadık. CompSAS grubunda serum LDL kolesterol düzeyi diğer gruptanönemli derecede yüksekti. Ayrıca CompSAS grubunda santral apneler uyku sırasındaNREM evresi ve supin pozisyonda daha sık olarak gözlendi.Sonuç olarak serum LDL kolesterol yüksekliği CompSAS gelişimi için bir riskfaktörüdür. Ayrıca CompSAS hastalarında uyku pozisyonunun düzenlenmesiönemlidir. Serum LDL kolesterol düzeyi yüksek olan CompSAS hastalarıkardiovasküler hastalık riski yönünden daha detaylı değerlendirilmelidir. CompSASve kardiyovasküler hastalık risk ilişkisinin daha detaylı araştırılması için prospektifve daha geniş kapsamlı takip çalışmalarına ihtiyaç vardır.Anahtar Kelimeler: CompSAS, OSAS, CPAP
  • Öğe
    Kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan hastalarda endotel disfonksiyonu, arteriyel sertlik (stıffness) ve BODE indeksinin değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Tireli, Gökhan; Kalpaklıoğlu, Füsun
    Bu çalışmada, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) hastalarında, endotel disfonksiyonu, arteriyel sertlik ve BODE indeksi ölçümleri ile KOAH'la ilişkili artmış kardiyovasküler riskin mekanizmalarını araştırdık.Çalışmaya stabil haldeki 50 erkek KOAH hastası ve hasta grubu ile yaş açısından uyumlu olan ve hava yolu obstrüksiyonu bulunmayan 50 erkek kontrol grubu olarak alındı. Bütün katılımcılara BODE indeksi ölçümleri yanısıra endotel fonksiyonlarının, arteriyel sertliğin ve ekokardiyografik ölçümlerin değerlendirilmesini içeren kardiyovasküler incelemeler yapıldı.Arteriyel sertlik parametrelerimizi olgu ve kontrol grubumuzda benzer bulmakla birlikte, olgu grubumuzda 9 kişide direk arteriyel sertlik saptanırken, kontrol grubunda arteriyel sertlik saptanmadı. KOAH' lı hasta grubumuzda nitrat bağımlı genişleme (NBG) ölçümleri kontrol grubuna göre bozulmuş olarak bulunmuş olup, akım bağımlı genişleme (ABG) ve nitrat bağımlı genişleme ölçümlerimiz arasında pozitif korelasyon mevcuttu. BODE indeksi değerleri olgu grubunda kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulundu. Beklenen bir bulgu olarak, BODE indeksi ile FEV1, beden kitle indeksi ve 6 dakika yürüme testi arasında negatif ilişki, MMRC dispne skalası arasında ise pozitif ilişki olduğu görüldü.Sonuç olarak, arteriyel sertlik varlığı, endotel fonksiyonlarındaki anormallik ve endotelden bağımsız olarak gelişen düz kas disfonksiyonu, KOAH ve buna bağlı artmış kardiyovasküler hastalık riski arasındaki ilişkiyi gösteriyor olabilir.
  • Öğe
    Astımlı hastalarda hastaneye yatış sıklığı ve etkileyen faktörler
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Karacan, İsmet; Ekici, Aydanur
    Astım, solunum yollarının havayolu aşırı duyarlılığı ve kronik inflamasyonu ile karakterize bir hastalığıdır. Solunum yolları risk faktörlerine maruz kaldığında inflamasyon, mukus plakları ve bronkokonstriksiyon ile hava akımı sınırlanmasına neden olur. Astım hastalığı toplumu hem ekonomik hem de sosyal anlamda etkilemektedir. Tüm dünyada önemli bir okul ve iş gücü kaybı nedeni olup; astımın topluma maliyeti hesaplanırken sadece hastane ve tedavi giderleri değil, işgücü kaybı (hasta ve yakınlarının) ile astıma bağlı erken ölümlerde göz önüne alınmalıdır. Biz de bu çalışmada, GINA (Global Initiative for asthma: Global Initiative for Asthma Prevention and Treatment) kriterlerine göre astım tanısı almış hastalarda hastaneye yatış sıklığını etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 18 yaşın üstünde, 80 (60K/20E) astımlı hasta dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, anamnez ve fizik muayeneleri, antropometrik değerlendirmeleri, ilaç kullanım öyküleri, eşlik eden sistemik hastalıkları kaydedildi. Son 1 ve 5 yılda acile başvuruları ve hastaneye yatışları sorgulanarak, solunum fonksiyon testleri (SFT) ve prick testleri yapıldı, kan hemogram, C- reaktif protein (CRP), Immunglobin E (IgE), serum eosinofili düzeylerine bakıldı. Her bir hasta için; Kontrole Dayalı Astım Sınıflaması (GINA 2011), Astım Kontrol Testi (AKT), Astım Yaşam Kalitesi Ölçeği (AQLQ) , Short Form 36 (SF-36) Hayat Kalitesi Formu, Hastane Anksiyete ve Depresyon Skalası (HAD) kaydedildi. Astımlı hastaların yaş ortalaması 50.3±12.0 yıl ( 20-80) idi. GINA-2011 rehberine göre 26 hasta kontrol altında, 37 hasta kısmi kontrol altında, 17 hasta ise kontrol altında değildi. Son bir yıl içinde hastane yatışı olan hasta sayısı 18 (%22.5), son beş yıl içinde hastaneye yatışı olan hasta sayısı ise 27 (%33.7) olarak saptandı. Hastalar son 5 yılda hastaneye yatışı olanlar (HYO) grup 1 ve hastaneye yatışı olmayanlar iv (HYOM) grup 2 olarak iki gruba ayrıldı. Gruplar arasında cinsiyet (p=0.1 ), yaş (p=0.4), VKİ (p=0.4), sigara paket/yıl (p=0.4) karşılaştırıldığında anlamlı fark tespit edilmedi. Grup 1?de sık solunum yolu enfeksiyonu geçirme (p=0.006), geçirilmiş pnömoni (p=0.02) ve eşlik eden hastalıklar (p=0.04) grup 2?ye göre istatistiksel anlamlı olarak daha fazlaydı. Gruplar şikayetlerini başlatan veya arttıran tetikleyici faktörler açısından değerlendirildiğinde; hastaneye yatışı olanlarda evde beslenen hayvanlar (p=0.01) istatistiksel anlamlı, ruhsal durum (p=0.051) ise sınırda anlamlı olarak hastaneye yatışı olmayanlara göre daha sık astımı tetikleyici faktörler olarak bulundu. Multiple Lojistik regresyon analiziyle cinsiyet, yaş, VKİ gözönüne alındığında FEV1% ve AKT puanı, hastaneye yatışın önemli belirleyicileri olarak saptandı. Sonuç olarak astım yaygın görülen kronik bir hastalıktır. Günümüzde astım tedavisinin hedefi astım kontrolünün sağlanmasıdır. Bizde bu çalışmamızda astımlı hastalarda hastaneye yatış sıklığı ve etkileyen faktörleri araştırdık, FEV1% ve AKT puanını hastaneye yatışın önemli belirleyicileri olarak bulduk. Bu faktörlerin astımlı hastaların takip ve kontrolünde dikkate alınması, hastaların hastaneye yatış sıklığını azaltarak, okul ve iş gücü kaybını azaltacak böylece astımın topluma olan maliyeti azaltılıp, hastaların yaşam kalitesinin artırılmış olması sağlanmış olunacaktır. Anahtar Kelimeler: Astım, hastaneye yatış, tetikleyen faktörler
  • Öğe
    Obstrüktif uyku apnesi sendromu olgularında platelet indeksleri ile nitrik oksit düzeyi ve karotid arter intima-media kalınlığı arasındaki ilişkiler
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Çimen, Ümüş Dilay; Ekici, Mehmet Savaş
    Obstrüktif uyku apnesi sendromu (OUAS) ile kardiyovasküler morbidite ve mortalite arasında nedensel bir ilişki olduğuna dair kanıtlar vardır. Endotelyal disfonksiyon (nitrik oksit=NO), karotis intima-media kalınlığı (KİMK), ortalama platalet hacmi (MPV) ve platelet dağılım genişliği (PDW), ateroskleroz ve OUAS?la ilişkidir. NO, endotel bağımlı vazodilatasyona aracılık etmektedir. OUAS olgularında dolaşımdaki NO düzeylerinin azaldığı gösterilmiştir. OUAS'ta, yaşam kalitesi de olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu çalışmanın amacı, KİMK, NO, MPV ve PDW ve yaşam kalitesi düzeylerinin OUAS olgularında kontrollerden farklı olup olmadığını ve bu parametrelerin düzeyleri ile NO düzeyleri ve KİMK arasında ilişkili olup olmadığını araştırmaktır. Çalışmamıza, OUAS tanısı konan farklı apne sınıflamasından 70 hasta ve 30 sağlıklı kontrol dahil edildi. Katılımcıların, MPV, PDW, NO ve KİMK değerleri ölçüldü ve MOS 36 maddelik sağlık anketi (SF-36) ile yaşam kalitesi değerlendirmesi yapıldı. OUAS olgularının MPV (p=0.949), PDW (p=0.989), NO (p=0.535), KİMK-sağ/sol/ortalama değerleri (p=0.170/p=0.567/p=0.244) ile kontrol grubunun bu değerleri arasında anlamlı fark yoktu. İki grubun, SF-36 alt ölçek, fiziksel ve mental bileşen puanları arasında anlamlı fark yoktu (tüm karşılaştırmalar için p>0.050). OUAS grubunda, NO, MPV, PDW ve KİMK-ortalama değerleri arasında anlamlı ilişki yoktu (p>0.050). Sonuçlarımız, çalışmamızda değerlendirilen kardiyovasküler risk belirteçlerinin OUAS olgularında kontrollerden farklı olmadığını; bu belirteçlerin düzeylerinin birbirleri ile ilişkili olmadığını gösterdi. Anahtar Sözcükler: Obstrüktif uyku apnesi sendromu, nitrik oksit, karotis intima-media kalınlığı, ortalama platelet hacmi.
  • Öğe
    Abdominal yağ dokusundan izole edilen mezenşimal hücrelerin ratlarda oluşturulan amfizem modeli üzerine olan etkileri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Gülhan, Pınar Yıldız; Ekici, Mehmet Savaş
    Amfizem ve kronik bronşit, kronik obstrüktif akciğer hastalığının (KOAH) farklı fizyopatolojiye sahip önemli bileşenleridir. Elastaz, rat amfizem modeli oluşturmak amacıyla sık olarak kullanılmaktadır. Amfizem modellerinde, bronkoalveolar lavaj sıvısı (BALS) ve serumdaki matriks metalloproteinaz-9 (MMP-9) düzeylerinin amfizem süreci ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Adipoz doku kökenli mezenşimal kök hücrelerin (MKH) amfizem üzerine iyileştirici etkileri olduğuna dair sınırlı sayıda çalışma vardır. Bu çalışmanın amacı, ratlarda elastazla oluşturulan amfizem modelinde adipoz dokudan kökenli MKH'lerin, amfizemi iyileştirici ve MMP-9 düzeyleri üzerine etkilerinin olup olmadığını araştırmaktır. Bu çalışmada, ağırlıkları 250-300 gr arasındaki 6-8 haftalık 31 Wistar albino rat değerlendirildi. Çalışmanın birinci gününde, kontrol grubuna (n=10), intratrakeal olarak salin çözeltisi; Elastaz grubuna (n=12) ve Elastaz-MKH grubuna (n=9) 0.5 ml salin çözeltisi içinde vücut ağırlığının gramına 0.1 IU "porcine" pankreatik elastaz (PPE) verildi. Elastaz-MKH grubundaki ratlara çalışmanın 21. gününde serum fizyolojik içinde süspanse edilen MKH'ler kuyruk veninden uygulandı. Çalışmanın 42. gününde tüm ratlar sakrifiye edildi. BALS ve serum MMP-9 konsantrasyonları ölçüldü ve her iki akciğer amfizem indeksi (Aİ) hesaplandı. Elastaz (p=0.008) ve Elastaz-MKH (p=0.001) gruplarının Aİ medyan değerleri, kontrol grubunun değerinden anlamlı düzeyde düşüktü. Üç grubun serum MMP-9 düzeyleri (p>0.005) ve BALF MMP-9 düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark yoktu (p>0.005). Bizim sonuçlarımız, adipoz doku kökenli MSC uygulamasının amfizematöz ratlarda serum ve BALS MMP-9 düzeylerine etkisi olmadığını düşündürmektedir
  • Öğe
    Stabil kronik obstruktif akciğer hastalarında klinik parametrelerin ve inflamasyon belirteçlerinin pulmoner hipertansiyon ile ilişkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Baykal, Hüsnü; Bulcun, Emel
    Çalışmamızda stabil KOAH hastalarında, kontrol gurubuna göre CRP yüksek izlendi. CRP düzeyi sistemik inflamasyonun bir göstergesi olup, KOAH'lı hastalarda alevlenme sıklığını ve mortaliteyi artırdığı göz önüne alınırsa, KOAH hastalarının ''sistemik inflamatuvar-KOAH fenotipi'' açısından da değerlendirilmesi klinikte yararlı olacaktır. sPAB değeri ile satO2 arasında anlamlı negatif ilişki görülmüştür. KOAH'da PAH gelişmesi için risk oluşturan hipoksemi düzeyi oksijen saturasyonunun sO2% 88-90'dan düşük olduğu düzeydir. KOAH hastalarının saturasyon değerlerinin takibi ve uzun süreli oksijen (USOT) tedavisinin geciktirilmeden planlanması KOAH hastalarında PAH riskinin azaltacak ve/veya geciktirecektir. 6DYT, KOAH hastalarında, kontrol grubuna göre ve PAH saptananlarda, saptanmayanlara göre daha düşük bulundu. Egzersiz sınırlamasını özetleyen bu test noninvaziv olarak hastalık şiddetinin ve hemodinamik göstergelerin değerlendirmesinde, prognozun tahmininde ve tedaviye cevabın değerlendirilmesinde klinisyene yardımcıdır. 6DYT; PAH çalışmalarında temel ölçüttür. Kolay uygulanabilirliği ve SFT'ne göre klinik değerlendirmeye daha yüksek katkı sağlamasından dolayı, 6DYT poliklinik kontrollerinde periyodik olarak yapılmalı ve kaydedilmelidir. Takiplerde düşük sonuçların varlığı, hastanın hemodinamik açıdan ayrıntılı değerlendirmesini gerektirecektir. Bu yaklaşım ile klinisyen kardiyak değerlendirme ve PAB kontrolü sonucu PAH gelişimini erken fark edebilir ve bu test tedavi planlamasında ve hastanın takibinde yol gösterici olabilir. KOAH'lı hastalarda, kontrol grubuna göre ve PAH saptananlarda, saptanmayanlara göre BODE indeksi anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. PAB değeri ile BODE indeksi arasında negatif ilişki görülmüştür. SFT parametrelerinden FVC değeri dışındaki parametreler ile PAB ilişkisi görülmemiştir. BODE indeksi hem semptomları, hem de fizyolojik ölçümleri içermektedir. BODE indeksinin tek başına FEV1'den daha anlamlı olduğu bilinmektedir. BODE indeksinin bireysel bileşenleri KOAH hastalarında hem akciğer hemde sistemik etkileri içermektedir. BODE indeksi yüksek olan KOAH'lı hastaların PAH riski de yüksektir. PAH KOAH'lı hastalarda, KOAH şiddetine bağlı olarak gelişmektedir. PAH gelişen KOAH'lı hastalar daha yaşlı, KOAH hastalık şiddeti daha ileride olup, egzersiz kapasiteleri daha düşüktür. KOAH'lı hastalar açısından hastalık şiddeti değerlendirmesi yapılırken BODE indeksi ve alt parametreleriyle değerlendirme yapılması daha uygun bir yaklaşım olacaktır. KOAH'lı hatalarda NT-proBNP değerleri, PAH saptanan KOAH grubunda yüksek bulundu. Ayrıca pearson korelasyon analizinde sPAB değeri ile NT-proBNP arasında pozitif ilişki saptanmıştır. NT-proBNP yanlızca kalp hastalıklarında değil birçok pulmoner kökenli hastalıkta da artabilir. NT-proBNP'nin KOAH ilerlemesini izlemek ve stabil KOAH'lı hastalarda sekonder PAH vakalarını belirlemek için noninvaziv yararlı bir prognostik belirteçtir. Özellikle ileri KOAH olgularda; acil şartlarda hızlı bir NT-proBNP değerlerinin görülmesi, klinik şartlarda ise sPAB ölçümü ile NT-proBNP tetkiklerinin beraber değerlendirilmesi klinikte kolaylık sağlayacaktır. Ayrıca PAH saptanan KOAH hastalarının takiplerinde PAH şiddetinin değerlendirilmesinde ve özellikle yaşlı, ileri evre, 6DYT ve spirometrik ölçüm yapılamayan KOAH olgularında NT-proBNP ve sPAB tetkikinin birlikte değerlendirilmesi değerli bilgiler verecektir. KOAH hastalarında PAH gelişmesi, morbidite ve mortaliteyi artırır. Bu yüzden özellikle ileri evre KOAH hastaları PAH gelişimi açısından kullanımı kolay, hızlı ve tekrarlanabilir bir ölçüm olan ekokardiyografi ile taranmalıdır. Fizyolojik olarak hipoksik vazokonstruksiyon ya da PAB yükselmesi durumlarında NO üretiminin artması beklenir ancak yapılan çalışmalarda, NO üretiminde artma ve azalma gibi değişik sonuçlar bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda sPAB değeri ile serum NO değerleri arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Bu sonuç, NO molekülünün labil bir molekül olması, gerçek düzeyinin tespitinin zorluğu ve metodolojik farklılıklardan dolayı olabilir.
  • Öğe
    Stabil astımlı hastalarda astım kontrol durumu ile nötrofil/ lenfosit oranı, platelet/ lenfosit oranı ve diğer platelet ilişkili inflamatuar değerler (MPV, PCT, PDW) arasındaki ilişki
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Çakır, Ahu Cerit
    AMAÇ: Astım hastalarında tedavi semptomlar, fonksiyonel ve inflamatuar parametrelerin kontrolü üzerine odaklanmıştır. Çalışmamızda stabil astımlı hastalarda; astım kontrol durumunun, solunum fonksiyon testi, yaşam kalitesi anketleri, nötrofil/ lenfosit oranı, platelet/ lenfosit oranı ve diğer platelet ilişkili inflamatuar değerler (MPV, PCT, PDW) ile ilişkisi araştırılmıştır. METOD: Çalışmamıza Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran GINA 2016 kriterlerine göre astım tanısı olan, tedavi kullanan 100 olgu alındı. Hastalar AKT' ye göre tam kontrol, kısmi kontrol altında ve kontrolsüz olarak üç sub-gruba ayrıldı. Solunum fonksiyon testi, genel ve astıma spesifik yaşam kalitesi anketleri yapıldı, alınan tam kanda nötrofil/ lenfosit oranı, platelet/ lenfosit oranı ve diğer platelet ilişkili inflamatuar değerler (MPV, PCT, PDW) hesaplandı. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 100 astım tanılı hastanın lenfosit (2556.6 ± 841.3 / mm3 ve 2282.2 ± 610.0 / mm3,p = 0.04, sırasıyla), trombosit (280330 ± 59994 / mm3 ve 55240.0 ± 59537.8 / mm3, p = 0.01, sırasıyla), PCT (0.27 ± 0.05 ve 0.24 ± 0.05, p=0.008, sırasıyla) sayıları sağlıklı gönüllülere göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur. İki grup arasında nötrofil ( p = 0.1 ), MPV ( p = 0.8 ), PDW ( p = 0.1 ), NLR ( p = 0.6 ), PLR ( p = 0.5 ) açısından anlamlı fark yoktur. Astım hastalarının AKT sonucu ortalaması 18.5 ± 5.4' tür. Grubun % 46 ( n = 46 )? sında astım hastalığı kontrol altında değildir, % 39 ( n = 39 )? unda kısmi kontrol altındadır, % 15 ( n = 15 )? inde ise tam kontrol altındadır. Oluşturulan üç sub-grubun tam kanda bakılan MPV, PDW, PCT değerlerinin kontrolsüz grupta daha yüksek olduğu izlenmiştir ancak sub-gruplar arasında bu değerler açısından istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. NLR ve PLR açısından sub-gruplarda da anlamlı fark yoktur. HAD anksiyete skoru arttıkça, belirtiler, faaliyet ve duygusal skorlar anlamlı düzeyde azalırken, çevresel skorlarda anlamlı değişiklik olmamaktadır. Solunum fonksiyon testi parametreleri ile ilişki araştırıldığında; eozinofil sayısı arttıkça FEV1 ve FEV1/FVC değerinin anlamlı düzeyde azaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Biomass süresi ile FEV1 ve FVC arasında negatif yönde anlamlı bir korelasyon vardır. PCT arttıkça FEV1/FVC? nin anlamlı düzeyde arttığı sonucuna ulaşılmıştır. Total IgE ile FVC, eozinofil yüzdesi ve eozinofil sayısı arasında pozitif yönde anlamlı bir korelasyon vardır. Astım spesifik hayat kalitesinin tüm komponentleri ile hastalık kontrolü arasında yaş, cinsiyet, anksiyete, VKİ ve FEV1/FVC oranı göz önüne alındığında anlamlı ilişki vardır. Hastalık kontrolü azaldıkça Mini-AQLQ komponentlerinden alınan skorlar anlamlı düzeyde azalmaktadır. SONUÇ: Çalışmamızda astımlı hastalarda beklenildiği gibi tombosit ve lenfosit sayıları yüksek bulunmuş; MPV, PDW ve PCT değerlerinin artışının astımda atak için ön görücü olabileceği; AKT' nin, inflamasyonda öngörücü olabilecek platelet ilişkili parametrelerden MPV, PDW ve PCT ve yaşam kalitesi anketleri ile ilişkisinin saptanması sonucunda klinik kontrolün değerlendirilmesinde, AKT' nin daha uygun ve maliyet açısından etkin olacağı düşünülmüştür. Çalışmamızda hasta sayısının kısıtlılığı önemli bir sorundu; ancak ileride yapılacak daha kapsamlı çalışmaların, platelet ilişkili parametrelerin ve AKT 'nin astım atağındaki klinik önemini daha net bir şekilde ortaya koyabileceğini düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Stabil dönemde eozinofilik ve non-eozinofilik KOAH'lılardaklinik, fonksiyonel ve sistemik inflamatuar parametreler
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Oyman, Gılman Tuğçe; Ekici, Mehmet Savaş
    GİRİŞ ve AMAÇ: Stabil dönemde Eozinofilik Kronik Obstruktif Akciğer Hastaların'da (KOAH) klinik,fonksiyonel ve sistemik inflamatuar parametreler Non-Eozinofilik KOAH'lılardan farklı olabilir. Araştırmamızın amacı stabil dönemde Eozinofilik KOAH'lılarda klinik,fonksiyonel ve sistemik inflamatuar parametrelerin Non-Eozinofilik KOAH'lılardan farklı olup olmadığını araştırmaktır. METOD:Çalışma prospektif, vaka-kontrollü ve Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde (KÜTF) tek merkezli olarak Etik Kurulu onayı (Etik no:06/10) ve Bilimsel Araştırmalar Proje (BAP no: 2018/064)biriminin desteği ile yapıldı.Çalışmamıza Göğüs Hastalıkları Polikliniği'ne başvuran GOLD 2018 kriterlerine göre KOAHtanısı olan ve tedavi alan 114 olgu alındı. Poliklinikte bakılan kan örneklerinde eozinofil yüzdesine göreKOAH'lı hastalar, Eozinofilik ve Non-Eozinofilik olarak iki gruba ayrıldı.Hastaların retrospektif sağlık verileri tarandı ve prospektif olarak semptomlar, fizik muayene bulguları veSerum Amiloid A Protein (SAA) değeri bakılması için kan örnekleri alındı. BULGULAR: Non-Eozinofilik KOAH (n:53) ve Eozinofilik KOAH(n:61) hastalarının yaş ortalaması, KOAH hastalık süresi, KOAH GOLD grupları derecesi ve dispne skala derecesi, nebülizatör, oksijen konsantratörü ve non-invaziv mekanik ventilasyon cihazı kullanımı, kanda üre ve pro-bnp değeri, kan gazında PC02 değeri,acile başvuru sayısı,son bir yıl içerisinde hastane yatış sayısı ve hastanede yatış süresi Non-Eozinofilik KOAH'lılarda istatistiksel olarak anlamlı farklı bulundu (p=0.047, p=0.047, p=0.022, p=0.017, p=0.009, p=0.010, p=0.003, p=0.035, p=0.015, p=0.001,p=0.018,p=0.043, p=0.035). Eozinofilik KOAH'lılarda FEV1 ve FVC değeri, kanda lenfosit miktarı ve yüzdesi, nötrofil yüzdesi ve laktat klirensi istatistiksel olarak anlamlıfarklı izlendi (p=0.003, p=0.000, p=0.027, p=0.001, p=0.000, p=0.007). SAA proteini ise, Non-Eozinofilik ve Eozinofilik KOAH'lı hastalar arasında anlamlı farklı saptanmadı (p=0.211) SONUÇ: ÇalışmamızdaNon-Eozinofilik KOAH'lılarınklinik,fonksiyonel ve sistemik inflamatuar parametreleri,Eozinofilik KOAH'lılardan daha ciddi olduğu görüldü.Eozinofilik KOAH'lıların ise solunum fonksiyonların daha yüksek, egzaserbasyonları daha hafif olduğu izlendi. SAA erken tanı koymak ve hastalığın prognozu için değerlidir.Fakat çalışmamızda, SAA proteini Eozinofilik KOAH'lılarda ortalama değer olarak daha yüksek bulundu ama istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.Çalışmamızda hasta sayısının kısıtlılığı en önemli sorundu ancak ileride yapılacak daha kapsamlı çalışmaların, SAA protein belirtecinin KOAH'da klinik önemini daha net bir şekilde ortaya koyabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Eozinofilik, Non-Eozinofilik, KOAH, SAA, sistemik inflamatuar parametreler, solunum fonksiyon testi
  • Öğe
    Akut ve stabil dönem pulmoner embolide akut faz reaktanı pentraksin-3 ile klinik, fonksiyonel ve diğer sistemik inflamatuar parametrelerin karşılaştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2020) Çimen, Asiye Büşra; Kalpaklıoğlu, Ayşe Füsun
    Amaç: Pulmoner tromboemboli (PTE); genellikle alt ekstremite derin venlerinden kaynaklanan trombüslerin veya trombüs dışı maddelerin embolizasyonu sonucunda oluşan ve pulmoner arteriyel sistemin değişik derece ve lokalizasyondaki tıkayıcı hastalığıdır. Pentraksin 3 (PTX-3) C-reaktif protein (CRP) ile aynı aileden olan, pentraksin ailesinin bir üyesidir. PTX-3, bakteriyel ürünler, interlökin-1 ve tümör nekroz faktörü (TNF) gibi akut enflamatuar uyaranlarla indüklenir. İnflamasyon venöz tromboembolizmin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde önemli rol oynar. Bu araştırmadaki amacımız PTE hastalarındaki plazma PTX-3 seviyesinin PTE tanısının yanısıra hastalığın prognozu ile de yakından ilişkili olabileceğini ortaya koymaktır. Bu nedenle PTX-3 aktivitesine bakılarak PTE'nin takibi yapılabilir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya alınan hastaların; demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, boy, ağırlık), özgeçmişi (bilinen kronik obstrüktif akciğer hastalığı, konjestif kalp yetmezliği, diyabetes mellitus, hipertansiyon, malignite varlığı, immobilizasyon ve cerrahi operasyon öyküsü), tanı anında (1. vizit) ve 3 ay antikoagülan tedavi sonrası 3. ayda (2. vizit) laboratuar bulguları platelet, hemoglobin, hematokrit, WBC, CRP, sedimentasyon, D-dimer, troponin T, pro-BNP değerleri kaydedildi. Hastaların tanı anında kan gazı değerlendirildi. Pulmoner embolizm şiddet indeksi (PESİ) skorları hesaplandı. Doppler USG incelemesi sonucu DVT saptanıp saptanmadığı kaydedildi. Sağ ve sol kalp yetmezliği açısından EKO'su değerlendirildi. Çalışmaya katılan hastalardan tanı anında ve 3. ay rutin kontrollerinde ve kontrol grubundanPTX-3 çalışılması için için kan alınarak 5 cc plazma alınarak -80 derecede saklandı. Bulgular: Çalışma protokolüne uygun toplam 74 hastadan; PTE grubu içinde 50 hasta, kontrol grubunda ise 24 hasta yer aldı. 3 aylık antikoagülan kullanan hastalardan 2. vizit için 35 hasta kontrole geldi, 4'ü exitus oldu, 11 hasta kontrole gelmedi. PTE hastalarının demografik özelliklerinin, eşlik eden hastalıkların, akciğer grafisi bulgularının ve risk faktörlerinin PTX-3 düzeyleri ile karşılaştırılmasında dispne (p<0.05) ve kardivasküler sistem hastalıkları (p<0.05) dışında PTX-3 düzeyi ile anlamlı bir ilişki bulunamadı (p>0.05). PTE grubu ile kontrol grubu karşılaştırılmasında sedimentasyon, troponin T, pro-BNP, CRP ve D-dimer düzeylerinin de hasta grubunda kontrol grubuna göre yüksek seviyede olduğu bulundu (p değerleri <0.001). PTX-3 düzeylerinde kontrol grubuna göre (0.21 ng/ml) hasta grubunda (0.46 ng/ml) anlamlı olarak artış tespit edildi ( p<0.05). PTE tanısı konan hastaların 3. ayda yapılan kontrol sonuçlarıyla (2. vizit) ilk tanı anındaki sonuçların (1. vizit) karşılaştırılmasında PTX-3 düzeylerinde anlamlı bir değişiklik bulunmadı (p>0.05). PTE hastalarındaki PTX-3 ile D-dimer, CRP, pro-BNP, troponin T değerleriyle korelasyonunda anlamlı bir ilişki saptanmazken; D-dimer, pro-BNP, troponin T değerlerinin birbirleriyle korele olduğu bulundu ( p<0.05). Sonuç: PTX-3'ün,pulmoner emboli hastalarının erken tanısında kullanılabileceği ancak risk sınıflandırmasının ve hastaların prognozlarının PTX-3 ile belirlenmesindeki yeri konusunda dikkatli olunması gerekmektedir. Bu konuda daha fazla sayıdaki hastalarla daha fazla çalışma yapılması önerilmektedir.