Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Osteoporotik kalça kırığı nedeni ile opere olan hastalarda nötrofil / lenfosit ve platelet / lenfosit oranlarının mortaliteye etkisi(2021) MEHMET ÇOBANAmaç: Geriatrik osteoporotik kalça kırıkları mortalitesi ve morbiditesi yüksek yaralanmalardır. Bu çalışmada amaç osteoporotik kalça kırığı tedavisinde uygulananan artroplasti (total kalça protezi ve parsiyel kalça protezi), intramedüller çivileme ve kayan kalça vidası yöntemlerinden herhangi biri ile kırık tespiti yapılmış hastaların, rutin hemogram testlerindeki hemoglobin (Hb), nötrofil (N), platelet (P) ve lenfosit (L) değerleri ve nötrofil/lenfosit oranı (NLO), platelet/lenfosit oranı (PLO) değerlerinin mortalite üzerine etkisini incelemektir. Aynı zamanda demografik özellikler, komorbid hastalıklar, anestezi tipi ve ASA skoru, kırık nitelikleri, vücut kitle indeksi (VKİ) ve yatış-cerrahi süresi (YCS) ile mortalite arasındaki ilişkisinin ortaya konması amaçlanmıştır. Materyal ve metod: Bu çalışma tek merkezli, retrospektif çalışmadır. Çalışmaya 60-120 yaş arası geriatrik osteoporotik kalça kırığı (femur boyun kırığı, intertrokanterik ve subtrokanterik kırık) olan ve kliniğimizde kalça kırığı nedeniyle artroplasti (total kalça protezi ve parsiyel kalça protezi), intramedüller çivileme veya kayan kalça vidası ile kırık tespiti uygulanmış olan 226 hasta alınmıştır. Hastalarımız cerrahi sonrası 30 gün içinde ölenler (Grup 1), 1-12 ay içinde ölenler (Grup 2) ve 12 aydan uzun sağ kalanlar (Grup 3) olarak 3 gruba ayrıldı. Çalışmaya dahil edilen hastalara ait demografik özellikler (yaş, cinsiyet, VKİ) ile komorbid hastalık sayısı, uygulanan anestezi tipi, ASA skoru, yatıştan cerrahiye kadar geçen süre, kırık tipi, uygulanan cerrahi tespit yöntemi, ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. ve 5. günlerdeki hemoglobin, nötrofil, platelet, lenfosit değerleri ile nötrofil/lenfosit ve platelet/lenfosit oranları hesaplanmış ve bu değerler ile 30 günlük ve 1 yıllık mortalite arasındaki ilişki Pearson ki-kare, Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastalarımızın 13'ü ilk 30 günde 36'sı da 1-12 ay arasında ölmüştür. Yaş ile hem 30 günlük hemde 1 yıllık mortalite ilişkisinin anlamlı olduğu (p=0.002), her 1 yaş artışının 30 günlük mortalite riskini 1.11 kat ve 1 yıllık mortalite riskini ise 1.06 kat arttırdığı gösterilmiştir (p=0.013, p=0.01, sırasıyla). Ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. ve 5. günlerdeki lenfosit değerleri ile ameliyat sonrası 5. gün nötrofil değerlerinin mortaliteyle istatistiksel ilişkili olduğu saptanmıştır (lenfosit için p<0.001, p=0.007, p=0.002, nötrofil için p=0.001 sırasıyla). Benzer şekilde her 3 NLO değeri ile mortalite arasında istatistiksel anlamlı sonuç olduğu görülmüştür (p<0.001, p=0.001, p<0.001, sırasıyla). Ameliyat öncesi NLO değerindeki her 1 birimlik artışın 30 günlük mortalite riskini 1.26 kat, 1 yıllık mortalite riskini ise 1.14 kat arttırdığı gösterilmiştir (her iki p<0.001). Ameliyat sonrası 5. gündeki NLO değerindeki her 1 birimlik artışın hem 30 günlük hem de 1 yıllık mortalite riskini 1.16 kat arttırdığı saptanmıstır (p=0.001, p<0.001, sırasıyla). ROC analizinde ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. ve 5. gün NLO değerleri ile 30 günlük ve 1 yıllık sağkalım arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulunmuştur (ameliyat öncesi NLO p=0.004, p<0.001;ameliyat sonrası 1. gün NLO p=0.033, p<0.001; ameliyat sonrası 5. gün NLO p=0.018, p<0.001, sırasıyla). PLO açısından ise ameliyat sonrası 1. gün hariç diğer 2 değer ile mortalite arasında anlamlılık olduğu saptanmıştır (p=0.003, p=0.001, sırasıyla). ROC analizinde ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 5. gün PLO değerleri ile 30 günlük ve 1 yıllık sağkalım arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur (ameliyat öncesi PLO, p=0.011, p=0.002; ameliyat sonrası 5. gün p=0.018, p<0.001, sırasıyla). Cinsiyet, komorbid hastalık sayısı, kırık tipi, yapılan ameliyat tipi, ASA skoru, uygulanan anestezi tipi, yatış cerrahi süresi, vücut kitle indeksi, kan parametrelerinden hemoglobin ve platelet için ameliyat öncesi, ameliyat sonrası 1. ve 5. gün değerleri ve nötrofil için ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 1. gün değerleri ile mortalite arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı bulundu. Sonuç: NLO ve PLO değerleri ek herhangi bir laboratuar testine ihtiyaç duymayan nötrofil, trombosit ve lenfosit sayıları üzerinden kolayca hesaplanan parametrelerdir. NLO ve PLO değerlerinin ameliyat sonrası dönemde yüksek seyretmesinin devam eden katabolik sürecin göstergesi niteliğinde olduğunu ve buna bağlı olarak mortalite riskinde artışa sebep olduğunu düşünmekteyiz. Çalışmamızın özgünlüğü NLO ve PLO değerlerinin ameliyat öncesi ve sonrası dönemleri kapsayacak şekilde değerlendirilmiş olmasıdır. Anahtar kelimeler: Geriatrik kalça kırığı, Nötrofil/Lenfosit Oranı, Platelet/Lenfosit Oranı, Mortalite.Öğe İrritabl barsak sendromu hastalarının psikiyatrik yönden değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Taymur, İbrahim; Özen, Nurper ErberkÖZET Taymur İ. İrritabl Barsak Sendromu Hastalarının Psikiyatrik Yönden Değerlendirilmesi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2005 İrritabl barsak sendromu (İBS), belirgin bir patoloji göstermeksizin, etyolojisi tam olarak bilinmeyen, fonksiyonel gastrointestinal sendromlar (FGS) (Functional gastrointestinal disease, FGDI) arasında yer almakta olup gastroenteroloji bölümüne başvuran hastalar arasında ilk sıralan almaktadır. Bu güne kadar ÎBS etyolojisi ile ilişkili yapılan bazı çalışmalarda, hastalığın psikiyatrik yakınmalarla bağlantılı olabileceği gösterilmiştir. Bizim çalışmamızda İBS hastalarının psikiyatrik açıdan değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye bölümünde Roma II tam kriterlerine göre İBS tanısı alan 34 hasta dahil edildi. Kontrol grubu ise 32 sağlıklı gönüllüden oluşturuldu. İBS yakınması olan ve sağlıklı kontroller DSM-IV (Diagnostic and Statistical Manual of Psychiatric Disorders-IV, American Psychiatric Association) tanı ve değerlendirme sistemine göre psikiyatrik yönden değerlendirildi ve Mizaç ve Karakter Anketi (MKA) (Temperment and Character Invantory-TCI), Durumluk-Süreklilik Kaygı Anketi-I (State and Trate Anxiety Inventory-II, STAI-II) ve Toronto Aleksitimi Ölçeği (TAÖ) (Toronto Alexitimia Scale, TAS) ölçekleri uygulandı. İBS yakınması olan hastaların yaş ortalaması 36.4Ü8.5; ortalama hastalık süresi 6.65±5.8 yıl idi. Hasta ve kontrol grupları arasında yaş ve cinsiyet dağılımı bakımından fark yoktu ( sırasıyla p=0.354, p=0.803). İBS yakınması olan hastaların %76.5' inde psikiyatrik bozukluk tespit edildi. İBS yakınması olan hastalarda STAI-II puanı kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla 49.15±7.4 ve 41.25±8.16, p=0.001). İBS yakınması olan hastalarda TAÖ puanı kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksek (sırasıyla 1 1.18±3.4ve 8.5±4.5, p=0.007) ve TCI alt ölçeklerinden zarardan kaçınma ve kendini aşma puanlan ÎBS grubunda kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksek bulundu (sırasıyla p=0.023, p=0.039). Sonuç olarak İBS yakınması olan hastalarda TAÖ ve STAI-II puanlarının yüksek; TCI alt ölçeklerinden, mizaç olarak zarardan kaçman, karakter olarak kendini aşma özelliklerinin belirgin olduğu, %76.5 nin psikiyatrik bir tanı aldığı bulunmuştur. Bu çalışmada saptanan bulgular, bu güne kadar İBS ve psikiyatrik bozukluklar arasındaki ilişkiyi gösteren verilerleVI uyumludur. Buna göre, İBS hastalığının etiyopatogenezinde psikiyatrik bozuklukların ya da mizaç ve karakter özelliklerinin katkısı olabilir. Anahtar Kelimeler: İrritabl barsak sendromu, mizaç, karakter, psikiyatrik tanıÖğe Mizaçsal depresyon duyarlılığının erişkin hastalarda var olan psikiyatrik bozukluğun türüne, tedaviye yanıtına, hastanın tedavi izlemine uyumuna etkisinin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2006) Çevik, Şaziye Kazezoğlu; Boratav, Y.Rıza CumhurÖZET Kazezoğlu Çevik Ş. Mizaçsal Depresyon Duyarlılığının Erişkin Hastalarda Var Olan Psikiyatrik Bozukluğun Türüne, Tedaviye Yanıtına, Hastaların Tedavi İzlemine Uyumuna Etkisinin Değerlendirilmesi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale,2006 Bazı mizaç özelliklerinin çeşitli psikiyatrik bozukluklara yatkınlık oluşturduğu bu güne kadar yapılmış pek çok çalışmada gösterilmiştir. Boratav'ın ortaya attığı mizaçsal depresyon duyarlılığı (MDD) ise depresif bozukluklara yatkınlıkla ilişkilendirilen yeni bir kavramdır. Bu çalışmada MDD özelliğinin tanı grupları ile ve tanı gruplarındaki bazı sosyodemografik ve klinik özelliklerle ilişkisinin, MDD dahil olmak üzere çeşitli klinik özelliklerin tedavi izlemine olan etkisinin araştırılması planlanmıştır. Bu amaçla Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri polikliniğine randevu alarak başvurmuş hastalar muayene edilmiş, DSM IV tanı sınıflamasına göre major depresif bozukluk (MDB), panik bozukluğu (PB), obsesif kompulsif bozukluk (OKB) ve yaygınlaşmış anksiyete bozukluğu (YAB) tanılarını karşılayan hastalar MDD araştırma tanı kriterleri ve hastalıklarına uygun değerlendirme ölçekleri uygulanarak değerlendirilmiş, tedavilerine başlanmış ve izleme alınmıştır. îzlemde 2 ay sonra kontrole gelen hastalara hastalıklarına yönelik değerlendirme ölçekleri yeniden uygulanmış, tedaviyle ilgili yanıt, ilaca uyum, ilaç yan etkisi, ilaç değişikliği bilgileri kaydedilmiştir. Çalışmaya alman 16-71 yaşlar arası 157 hastanın 119'u kadın (%75,8) 3 8 'i erkek (%24,2), hastaların yaş ortalaması 34,53 ± 10,86 olarak saptanmıştır. Değerlendirme sonucunda 157 hastanın 79'unda (%50,32) MDD saptanmıştır. Bu çalışmanın sonucunda tanı grupları arasında MDD varlığı açısından anlamlı fark bulunmamıştır. MDB tanı grubunda MDD özelliğinin ve III. Eksen özelliğinin olmaması izleme uyumu arttıran durumlar olarak istatistiksel anlamlılığa ulaşmıştır. OKB tanı grubunda MDD olmayan hastalarda Boratav Depresyon Tarama ÖlçeğiVI puanlarındaki değişim, MDD olanlara göre daha fazla bulunmuştur. PB grubunda yaş düştükçe tedavi uyumunun arttığı sonucuna ulaşılmıştır. YAB tanı grubunda ise MDD olmayanlardaki HAM-A değişim yüzdesi MDD özelliği olanlara göre anlamlı düzeyde daha yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak MDD özelliği MDB tanı grubunda tedaviye uyum üzerine etkili bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Mizaçsal depresyon duyarlılığı, psikiyatrik bozukluk, tedaviye uyum, tedaviye yanıtÖğe Premenstrüel sendrom belirtilerinin aleksitimi, öfke ve sosyodemografik özellikler ile iliskisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Aydoğmuş, İlke; Özen, Nurper ErberkPremenstrüel sendrom?, menstrüel siklusun geç luteal fazı sırasında ortaya çıkan ve menstrüasyonun baslaması ile kısa sürede yatısan, çesitli duygusal, fiziksel ve davranıssal belirtileri tanımlamak amacıyla kullanılan genel bir terimdir. Premenstrüel sendrom belirtileri üreme çağındaki kadınlarda yaygın olarak görülmektedir. Ancak, etiyolojisindeki belirsizlikler ve tanısında yasanan güçlükler nedeniyle yeterince tanınıp tedavi edilememektedir. Önceki yayınlar, premenstrüel sendrom ile aleksitimi ve öfke arasında bir iliski olabileceğini düsündürse de bu konuda ülkemizde yapılan arastırma sayısı oldukça kısıtlıdır. Bu çalısmada ise,üreme çağındaki kadınlarda, premenstrüel sendromun aleksitimi, öfke ve birtakım sosyodemografik özellikler ile iliskisinin değerlendirilmesi amaçlanmıstır. Arastırma, 16?45 yas arası, basit rastgele örneklem yolu ile seçilen, 200 kadın katılımcı ile yürütülmüstür. Katılımcılar, Premenstrüel Değerlendirme Formu, Toronto Aleksitimi Ölçeği, Spielberger Sürekli Öfke ve Öfke ?fade Tarzı Ölçeği, Bedensel Duyumları Abartma Ölçeği, Belirti Yorumlama Anketi, Beck Depresyon Envanteri ve Beck Anksiyete Envanteri'ni içeren testler ile değerlendirilmistir. Premenstrüel sendrom tanısı için DSM-IV'te önerilen belirtilerin vesosyodemografik özelliklerin belirlenebilmesi için ise arastırma için hazırlanan anket formları kullanılmıstır. Katılımcılar, Premenstrüel Değerlendirme Formu puanlarına göre ?olası premenstrüel sendromu olanlar? ve ?premenstrüel sendromu olmayanlar?olmak üzere iki alt gruba ayrılmıstır. Olası premenstrüel sendrom grubu ile medenî durum ve psikiyatrik hastalık öyküsü arasında istatistiksel olarak anlamlı bir iliski olduğu gözlenmistir. Bekârlarda ve öyküsünde psikiyatrik hastalığı olanlarda, olasıpremenstrüel sendromun daha fazla görüldüğü saptanmıstır. Olası premenstrüel sendrom grubunda, Toronto Aleksitimi Ölçeği, Sürekli Öfke Alt Ölçeği, Öfke Dısa Alt Ölçeği puanlarının daha yüksek, Öfke Kontrol Alt Ölçeği puanlarının ise daha düsük olduğu tespit edilmistir. Çalısma sonuçlarımız, tüm sınırlılıklara rağmen, premenstrüel sendromun yordayıcılarının kesin olarak belirlenebilmesi için daha fazla sayıda nitelikli çalısmaya gereksinim olduğunu göstermektedir.Anahtar Kelimeler: Premenstrüel sendrom, aleksitimi, öfke, sosyodemografik özellikler.Öğe Kadınlarda cinsel işlev bozukluğu sıklığı ve ilişkili parametrelerin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2009) Mert, Derya Güliz; Özen, Doç. Nurper ErberkKadın cinsel işlev bozukluğu (KCİB), biyolojik, psikolojik ve kişilerarası belirleyicileri olan, çok boyutlu ve çok sebepli bir problem olarak tanımlanmaktadır.Çalışmada Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Psikiyatri polikliniğine cinsel işlev bozukluğu (CİB) dışında başka yakınmalarla başvuran, en az bir yıl evli olan bayan hastalarda, CİB varlığı, sıklığı ve etkileyen olası faktörleri ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Veriler, dört farklı anket ve yüzyüze görüşme ile elde edilmiştir. DSM-IV Eksen I Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Psikiyatrik Görüşme Formu (Structured Clinical Interview for DSM-IV Axis I Disorders-SCID-I) uygulanıp, görüşmelerde CİB tanısı koyabilmek için cinsel işlev yakınmalarının eksen I tanısından bağımsız olup olmadığı sorgulanmıştır. Ayrıca CİB tanısı koyabilmek için hastalarla ayrıntılı görüşmeler yapılmıştır. Anket kadının sosyodemografik özelliklerini, sağlıkla ilgili özelliklerini, sosyal yaşantısını, cinsellikle ilgili tutumu ve cinsellikle ilgili daha özel ve ayrıntılı sorulardan oluşmuştur. KCİB değerlendirilmesi için yaygın olarak kullanılan Kadın Cinsel İşlev İndeksi (KCİİ) kullanılmıştır. Depresyon ve anksiyete şiddetini ölçmek için de Beck Anksiyete ve Beck Depresyon Ölçeği kullanılmıştır.Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 35.9±8.6 yıldı. Kadınların %93'ü evhanımı ve %50' si ilkokul eğitimli idi. Kadınlar ortalama 16.6 ± 8.6 yıl evliydiler.Bu araştırmada 20-74 yaş evli kadınlarda CİB prevalansı %37.9 olarak bulunmuştur.Bu kadınlarda, CİB'nu etkileyen etmenler şunlardı: kadın ve eşinin yaşı, evlilik yılı, çalışma durumu, kadın ve eşinin eğitimi, eve gelen gelir, cinsel gelişim öyküsü, evlilik şekli, evlilik yaşantısı, eşle ilgili özellikler.Bu araştırmada, KCİB prevalansı literatürle uyumlu bulunmuştur. Yaş ve sağlık durumu dışında kalan sosyokültürel etmenlerin çoğu eğitim ile açıklanabilmektedir. CİB'nun önlenmesi ve giderilmesi için eğitim, önemli bir başlangıç noktası olarak belirmektedir.Anahtar Kelimeler: Kadın, kadın cinsel işlev bozukluğu, sosyal yaşantı, evlilik yaşantısı, cinsel gelişim, cinsel yaşantı, eşin cinsel sorunu.Öğe Panik bozukluğunda beden duyumlarına odaklanmış dikkatin hiyerarşik görsel uzaysal işlemleme üzerinden aydınlatılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2009) Yüksel, Serhat; Koçak, Orhan MuratPanik yaşantısının, felaketleştirme süreçlerini uyaran tehdit ilişkili bedensel duyumların yanlış yorumlanması ve panik hastalarının bedensel durum değişimine dikkatlerini daha çok odaklamaları ile ilişkili olduğu ileri sürülmüştür (Bilişsel-Dikkatsel Model). Bu çalışmada, PB hastalarında dikkatin beden duyumlarına yönelmesinin, ?hedef yönelimli dikkat süreçleri?nde bozulma ve işleyen bellek rezervinde azalmayla ilişki olup olmadığı, görsel-uzaysal hiyerarşik işlemleme ve işitsel sözel öğrenme ödevleri üzerinden değerlendirilmesi amaçlandı.PB (n=12) ve kontrol grubu (n=12), el tercihi açısından eşleştirildi. Görsel-uzaysal hiyerarşik işlemlemeyi değerlendirmek amacıyla global ve lokal bileşenleri olan Navon harflerinin 10 santisaniye'lik süre boyunca, arka arkaya ve periferik görme alanından-sağdan veya soldan randomize olarak sunulduğu bir kompüterize ödev verildi. Her katılımcı ve uyaran özelliği için (global/lokal, girişimli/girişimsiz, uyaranın geldiği taraf sağ/sol), hem doğru yanıt oranı, hem de doğru yanıt süresi hesaplandı. Dikkat ve işleyen bellek kapasitesini değerlendirmek amacıyla, İşitsel-Sözel Öğrenme Testi (AVLT) uygulandı. Katılımcıların anksiyete düzeylerini belirlemek üzere, Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri (STAI) I-II ve bedensel belirtiler ile ilgili skorlama için Belirti Tarama Listesi (SCL)-90-R'ın somatik yakınmalar alt ölçeği kullanıldı.PB hastalarının lokal doğru yanıt oranları kontrollerden daha düşük, doğru yanıt süreleri daha uzun (sırasıyla, p=0.006 ve p=0.037), global girişime dirençleri daha kötü (p=0.034), AVLT IV, V, VIII skorları daha düşük ve SCL-90-R SY skorları ise daha yüksek bulundu. Ek olarak, AVLT I skorları ile lokal doğru oranı arasında pozitif ilişki olduğu saptandı (r=0.415, p=0.044).Bulgularımız, Panik Bozukluğu hastalarının görsel uzaysal dikkatin lokale odaklanması süreçlerinde daha başarısız olduklarını; girişim etkisi ile ödev performanslarının daha da kötüleştiğini (bu durum işleyen bellek kapasitesi ile ilişkilendirilebilir.) ve bu başarısızlığın bedensel duyumlara odaklanmayla pozitif bir ilişki gösterdiğini ortaya koymuştur.Öğe Şizotipide duygu tanıma, işlem belleği ve diğer bilişsel işlevlerin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Canlı, Derya; Özdemir, HaticeBu çalışmada şizotipi tarama ölçekleri ile belirlenen, şizofreni aile yükü olmayan, klinik dışı bir grup adolesanda, yüz ve duygu tanıma süreçlerini, işlem belleği- dikkat performansları, zihin kuramı ve empati kurabilme yeteneklerini değerlendirmek ve bu bilişsel işlev performanslarının klinik değişkenlerle ilişkisini irdelemek amaçlanmıştır.Çalışmaya Büyüsel Düşünce Ölçeği ile taranan 250 kişi arasından Büyüsel Düşünce Ölçek kesme puanını geçen 22 kişi ve kontrol grubu olarak ise Büyüsel Düşünce Ölçeği'nden en düşük puan alan 22 kişi alınmıştır. Deneklere Yüz ve Duygu Tanıma N-geri Testi, Sözel Akıcılık Testleri, Sayı Menzili Testleri, İz Sürme Testi A ve B, Stroop Renk Kelime Testi ve Zihin Kuramı Testleri'nden oluşan bir nörokognitif değerlendirme bataryası uygulanmıştır. Ayrıca katılımcıların empati yeteneğini değerlendirmek için Cambridge Davranış Ölçeği, depresif belirtilerini değerlendirmek için Beck Depresyon Envanteri ve anksiyete belirtilerini değerlendirmek için Beck Anksiyete Envanteri de kullanılmıştır. Şizotipal özellikler ise Büyüsel Düşünce Ölçeği ve Fiziksel Anhedoni Ölçeği ile değerlendirilmiştir.Duygu tanıma n-geri uygulamasında şizotipi grubunun kontrol grubuna göre doğru sayılarının daha az olduğu ve daha yavaş oldukları saptanmıştır. Tüm deneklerin mutluluk duygusuna doğru yanıtının en az, üzüntü duygusuna doğru yanıt zamanlarının ise en yavaş olduğu saptanmıştır. Yüz tanıma n-geri uygulamasında şizotipi grubunun daha az doğru yaptığı, tüm deneklerin 2-geride 1-geriye göre anlamlı olarak daha az doğru yaptıkları ve her iki grubun da 2-geride 1-geriye göre daha yavaş olduğu saptanmıştır. Şizotipi grubu ve kontroller arasında İz Sürme Testi-B dışındaki diğer tüm nörokognitif testler açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Ölçek puanları açısından şizotipi grubunun Beck Depresyon Envanteri, Beck Anksiyete Envanteri ve Fiziksel Anhedoni Ölçek puanları kontrollere göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Cambridge Davranış Ölçeği açısından ise gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır. Ayrıca Zihin Kuramı Testleri açısından da gruplar arasında farklılık gözlenmemiştir. Beck Depresyon ve Beck Anksiyete Envanter puanları ile gruplar arasında farklılık saptanan İz Sürme Test-B süresi arasında anlamlı korelasyon saptanmamıştır.Bulgularımız, şizotipide gözlenen yüz ve duygu tanıma ile ilgili sorunun duygusal süreçlerle ilgili bir bozulmadan çok bellek yükü artışından kaynaklanabileceğini, dikkat, bellek ve yürütücü işlevler açısından yaygın bir bozulma gözlenmeyebildiğini, depresyon ve anksiyete belirtilerinin nörokognitif işlevleri etkileyebileceğini öngörmemize neden olmuştur.Öğe Major depresif bozukluğu olan hastalarda ince motor hareket becerilerindeki bozulmanın değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Kılıçaslan, Emine Hande; Koçak, Orhan MuratPsikomotor yavaşlama, depresyonun temel özelliklerinden biridir. Psikomotor yavaşlamanın gözlendiği alanlardan birisi ince motor hareketlerdir. Aynı zamanda, ince motor hareketler üzerinden, psikomotor yavaşlamanın arkasında yatan bilişsel ve motor süreçlerin detaylı incelenmeside mümkündür. Literatür ince motor hareketlerdeki yavaşlamada hem motor hem de bilişsel süreçlere göndermede bulunmaktaysa da daha net çıkarımlara olanak vermemektedir. Bu çalışmanın amacı, depresyon hastalarında gözlenen ince motor hareketlerdeki yavaşlamanın motor ve/veya bilişsel süreçler açısından nasıl etkilendiğinin ortaya konmasıdır. Bunu yaparken literatürdeki belirsizliğin etkenlerinden olabilecek metodolojik karışıklığı azaltacak yeni bir paradigma kullanılması düşünülmüştür.Çalışmaya DSM-IV-TR tanı kriterleri ile major depresif bozukluk tanısı konulmuş 28 hasta ve 28 sağlıklı gönüllü alınmıştır. Katılımcılara demografik veriler için sosyodemografik bilgi formu ile birlikte depresyon şiddetini ölçmek için Beck Depresyon Ölçeği, anksiyete şiddetini ölçmek için Beck Anksiyete Ölçeği verilmiştir. Tüm katılımcılara aynı seans içinde pür motor bir test olan " Parmak Vuru Testi" (PVT), dikkat ve motor süreçlerini barındıran "Seri Seçim Reaksiyon Testi" (SSRT) ve strateji geliştirme, eylem monitörizasyonu gibi bilişsel süreçleri barındıran, PVT ve SSRT'nin bir kombinasyonu olan "Hedefe Vuru Testi? (HVT) verilmiştir.Çalışma sonuçlarına göre major depresif bozukluğu olan hastalar PVT'de daha düşük puanlara sahiptir. Ayrıca SSRT'de major depresif bozukluk grubunun daha uzun reaksiyon sürelerine sahip olduğu görülmüştür. Bununla birlikte hasta grubunun HVT' de daha başarısız olduğu ancak bu başarısızlığın HVT hedef puanlarının düşüklüğünden ziyade HVT hata puanlarının yüksek olmasından kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca HVT hedef puanları depresyon şiddeti ve seri seçim reaksiyon testindeki reaksiyon süresi arttıkça azalmaktadır. PVT puanlarının yüksek olması hem HVT hata hem de HVT hedef puanlarının yüksek olmasıyla kuvvetli ilişki içindedir.Bu çalışmanın sonuçları major depresif bozukluğu olan hastalarda hem motor hem bilişsel olarak yavaşlama olduğunu telkin etmektedir. Bununla birlikte bu hastaların gündelik hayattaki yavaşlamasının asıl nedeninin bilişsel olduğu, strateji üretme konusunda yaşadıkları sıkıntıyı, yetersiz de olsa, eldeki motor kapasite ile telafi etmeye çalıştıkları öne sürülebilir. Dolayısıyla motor beceri düzeyinin, eksikliğin telafisi üzerinden, psikomotor yavaşlamanın klinik görünümünde etkili olduğu yorumu yapılabilir.Anahtar kelimeler: Major depresyon, psikomotor yavaGlama, ince motor hareket, biliGsel süreçler, motor süreçlerÖğe Bipolar bozukluğu olan hastaların bakım veren yakınlarında tükenmişlik sendromu ve sosyal işlevsellik düzeyleri(Kırıkkale Üniversitesi, 2014) Kafadar, Tugay; Buturak, Şadiye VisalBakım verenlerin kronik psikiyatrik bozuklukların seyri üzerindeki etkisi bi-linmektedir. Bakım verenlerin psikiyatrik durumu tükenmişliği, sosyal işlevselliği genellikle göz ardı edilmektedir. Biz bu çalışmada ataklar arası dönemde bile hasta-nın işlevselliğini bozan bipolar affektif bozukluğu (BAB) olanların bakım verenlerde sosyal işlevselliği, tükenmişlik, anksiyete ve depresyon düzeyleri üzerinde, hastalıkla ilgili faktörlerin etkilerini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 101 bipolar bozukluk tanılı hasta ve her birinin 2 bakım vereni ça-lışmaya dahil edildi. Hastaların DSM-IV'e göre tanıları psikiyatrist tarafından SCID-I kullanılarak konuldu. Hastaların depresyon ve mani şiddetleri Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçegi (HDDÖ) ve Young Mani Derecelendirme Ölçegi (YMDÖ) ile değerlendirildi. Hastalıkla ilgili değişkenleri ve sosyodemografik verileri topla-mak için SKIP-TURK formu kullanıldı. Bakım verenler için tarafımızca hazırlanan sosyodemografik veri formu kullanıldı. Bakım verenlerde tükenmişlik, sosyal işlev-sellik, depresyon ve anksiyete düzeylerini değerelendirmek için sırasıyla mashlac tükenmişlik ölçeği (MTÖ), sosyal uyum kendini değerlendirme ölçeği (SUKDÖ), hastane anksiyete depresyon ölçeği (HADÖ) uygulandı. SUKDÖ puanlarıyla bakım verenlerin eğitim düzeyi arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki saptadık. MTÖ'de duygusal tükenmenin istatiksel olarak kadınlarda daha fazla olduğu gözlenmiştir. MTÖ'ne göre duygusal tükenme ile hastane anksiyete depresyon ölçeğinin anksiyete alt ölçeği (HADA) (p?0.01), hastane anksiyete depresyon ölçeğinin depresyon alt ölçeği (HADD) (p?0.01), bakım süresi (p?0.01), maslach tükenmişlik ölçeğinin duyarsızlaşma alt ölçeği (MÖD) (p?0.01) ve tarafımızdan hazırlanan bakım vermenin subjektif zorlanma derecesi (ÖZZOR) (p?0.01) arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Hastaneye yatış olup olmamasıy-la bakım verenlerin HADA(p=0.032), HADD(p=0.033), MÖDT(p=0.022), ÖZZOR(p=0.004), düzeyleri arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. MÖD ile HADA (p?0.01), MÖDT (p?0.01), SUKD (p?0.01), ve ÖZZOR (p?0.01) arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Bipolar bozukluk bakım verenlerin sosyal işlevselliğini bozan, anksiyete ve depresyon düzeylerini arttıran, tükenmişliğe neden olan kronik psikiyatrik bozukluk-tur. Anahtar kelime: bipolar affektif bozukluk, tükenmişlik, sosyal işlevsellik, bakım verenÖğe Kayıp sonrası büyümeyi belirleyen faktörler(Kırıkkale Üniversitesi, 2015) Şen, Duygu Tiryaki; Koçak, Orhan MuratYas, en geniş anlamıyla, herhangi bir kaybın ardından gelişen duygusal, düşünsel ve davranışsal tüm tepkileri içinde barındıran süreçtir. Hemen tüm kuramcılar, yasın temel olarak bir yeniden toparlanma süreci olduğunu kabul ederler ve bu sürecin iyi işlememesinin patolojik yasla sonuçlanabileceğine dair genel bir kabul vardır. Bu noktada, tersinden bir bakışla, yas yaşamanın bir altyapı/kapasite gerektirdiği ve bu kapasitenin düzeyinin psikopatoloji geliştirme ihtimaliyle ters orantılı olduğu öne sürülebilir. Bu kapasitenin en önemli yansımalarından birisi psikolojik anlamda büyümedir. Yakın birisinin kaybını deneyimlemeden önce, bireyler kendi kişilik özellikleriyle ilişkili olarak, kendi dünyalarında çok sayıda farklı davranışlarda bulunabilirler. Bireyin öznel dünyasındaki inançları, çeşitli teoristler tarafından travma sonrası gelişiminin belirlenmesi için kilit unsur olarak düşünülmüştür. Özellikle travma sonrası büyüme üzerine geniş bir literatür mevcuttur. Eğer yas bir toparlanma süreciyse kaybın ardından bireyde gözlenen gelişim ve yaşamı olumlu anlamda yeniden değerlendirme yas yaşama kapasitesinin önemli bir yansıması olarak kabul edilebilir. Ve bu durumda, kaybı olan bireylerden psikopatoloji geliştirmiş olanlarda kayıp sonrası büyümenin olmayanlara göre daha düşük gözlenmesi beklenir. Bu çalışma bu hipotezi test etmeyi amaçlamıştır. Çalışmaya 47 kronik böbrek yetmezliği nedeni ile dialize giren hasta ile 49 kayıp yaşamış major depresif bozukluğu olan hasta alınmıştır. Kontrol grubu ise 49 sağlıklı gönüllüden oluşmuştur. Çalışmaya katılanlara travma sonrası büyüme(TSB) ölçeği ve Problem Çözme Envanteri uygulanmıştır. Bu çalışmada TSB skoru bağımlı değişken, grup ve cinsiyet bağımsız değişken ve eğitim, yaş, kayıptan bugüne geçen süre (ay olarak) ve problem çözme becerileri skoru eş değişken (covariate) olarak ANCOVA'ya sokulmuştur. Burada karşılaştırılan tüm gruplardaki bireyler kayıp yaşamış bireylerdir. Gruplar arasında kayıp tipi farkı olmakla birlikte bu zaten grubu tanımladığından ek değişken olarak kayıp tipi katılmamıştır. ANCOVA sonucunda gruplar arasında, PTB skorları açısından istatistisel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p‹0,001). En düşük PTB skoru major depresif bozukluk grubunda saptanmıştır. MDB grubu ile diğer iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır. Dializ ve kontrol grubu arasında PTB puanları açısından anlamlı fark saptanmamıştır. Kişinin bilişsel işlemleme tarzının gösteren Problem Çözme Envanteri (PÇE) puanlarının da neredeyse anlamlılığa yakın bir etkisi olduğu (p=0.079) gözlenmiştir. Bu sonuçlar yas ile ilişkili bireysel gelişim kapasitesinin psikopatoloji geliştirmiş bireylerde daha az olabileceğine işaret etmekle birlikte yas yaşama kapasitesi ile psikopatoloji ilişkisini gösteren daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Bunu destekleyen çalışmalar ışığında yas yaşama kapasitesini ölçen bir ölçeğin geliştirilmesi psikopatolojiyi aydınlatmada katkı sağlayacaktır.Öğe Farklı etki mekanizmalarına sahip antidepresanların bilişsel işlevler, yan etkiler ve işlevsellik üzerine etkilerinin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Erdoğan, Çiğdem; Rezaki, Hatice ÖzdemirBu çalışmada farklı etki mekanizmalarına sahip antidepresanlardan seçici serotonin geri-alım inhibitörü (SSGI) ve agomelatinin depresyon belirtileri, bilişsel işlevler, dürtüsellik, yan etkiler ve işlevsellik üzerine etkilerinin bir aylık tedavi sürecinde karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmamızın katılımcıları, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri polikliniğinde Mayıs 2015 ve Aralık 2015 tarihleri arasında depresyon tanısı ile herhangi bir SSGI veya agomelatin başlanmış hastalardır. Katılımcı hastalar en az ortaokul mezunu ve 18-50 yaş arasındadır. Tüm hastalara ilacın başlandığı ilk gün sosyodemografik veri formu ve SCID-I uygulanmış; ardından tedavinin 1. haftasında erken dönem etki/yan etkilerin değerlendirilmesi için ve 4. haftasında tedaviye yanıt/yan etkilerin değerlendirilmesi için hastalar görüşmeye çağırılmıştır. Her görüşmede hastalara Hamilton Depresyon Ölçeği (HAM-D), Klinik Global İzlenim Ölçeği, Sosyal İşlevsellik Ölçeği, İntihar Olasılığı Ölçeği, UPPS Dürtüsel Davranış Ölçeği, Epworth Uykululuk Ölçeği ve UKU Yan Etki Değerlendirme Ölçeği ile bilişsel testlerden Stroop Testi, İz Sürme Testi ve Sözel Akıcılık Testi uygulanmıştır. SSGI grubu agomelatin grubu ile karşılaştırıldığında, birinci ayın sonunda daha iyi tedavi yanıtı (HAM-D puanlarında %50 üzerinde azalma) ve düzelme (HAM-D puanı ?7) göstermiştir, sırasıyla SSGI %86,7 ve %80 agomelatin %50 ve %40. Bilişsel işlevlerde düzelme depresyon belirtilerindeki düzelme ile ilişkili iken, ilaç grupları arasında bilişsel düzelme açısından fark bulunmamıştır. Ayrıca bilişsel testlerin erken dönemde tedaviye verilen yanıtı yordamadığı gösterilmiştir. SSGI grubu agomelatine oranla daha fazla otonomik ve cinsel yan etkiye neden olmuştur. Her iki ilacın işlevsellik, dürtüsellik, uyku düzeni ve intihar eğilimi üzerine olan etkileri açısından fark bulunmamıştır. Sonuç olarak SSGİ tedavisi klinik belirtilerde daha belirgin düzelme, daha fazla cinsel yan etkiile ilişkili bulunmuş, ancak bilişsel işlevler ve işlevsellikte düzelme açısından agomelatinden farklı olmadığı görülmüştür.Öğe Anksiyete bozukluklarında dissosiyatif belirtiler ve mizaç-karakter ilişkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Sevindik, Muhammet; Koçak, Orhan MuratAmaç: Anksiyete ve dissosiyatif belirtiler arasındaki ilişkiden son yıllarda sıklıkla söz edilmekte ancak her anksiyete bozukluğu hastasında dissosiyatif belirtiler görülmemektedir. Bu çalışmanın amacı anksiyete bozukluğu hastalarında görülen dissosiyatif belirtilerin hastalığın kendisiyle mi yoksa hastalığın görüldüğü bireylerdeki belirli bir mizaç-karakter özelliğiyle mi ilişkili olduğunu ortaya koymaktır. Yöntem: Çalışmamıza polikliniğimize başvuran ve DSM-V tanı kriterlerine göre yaygın anksiyete bozukluğu(YAB) ve panik bozukluk(PB) tanısı alan 75 hasta ile 75 sağlıklı kontrol grubu(KG) olmak üzere toplam 150 gönüllü katılımcı dahil edilmiştir. Hastalarla psikiyatrik görüşme yapılmış, yakınmalarının şiddetini değerlendirmek için Hamilton Anksiyete ve Depresyon Derecelendirme Ölçekleri(HAM-A, HAM-D) kullanılmış, tüm katılımcılardan sosyodemografik veri formu, Dissosiyatif Yaşantılar Ölçeği(DES), Dissosiyasyon Ölçeği(DIS-Q) ve Mizaç-Karakter Envanterini(TCI) doldurmaları istenmiştir. İstatistiksel analizler katılımcılar; YAB(n:45), PB(n:30) ve kontrol grubu(n:75) olmak üzere üç gruba ayrılarak yapılmıştır. Bulgular: Gruplar arasında HAM-A, HAM-D, DES ve DIS-Q puanları bakımından anlamlı fark tespit edilmiştir (PB >YAB >KG). PB ve YAB grubunda mizaç alt ölçeklerinden zarardan kaçınma puanlarında kontrol grubuna göre anlamlı yükseklik bulunmuş, karakter alt ölçeklerinden kendini yönetme kontrol grubunda iki hasta grubundan da yüksek bulunmuş, PB ve YAB kendi içinde kendini yönetme açısından anlamlı farklılık göstermemiştir. DES ve DIS-Q puanlarını etkileyen faktörlerin yüksek HAM-A puanları, tanı, karakter özelliklerinden düşük kendini yönetme ve yüksek kendini aşma puanları olduğu, tanı kontrol edildiğinde dahi DES ve DIS-Q puanlarının HAM-A, kendini yönetme ve kendini aşma puanlarından etkilenmeye devam ettiği saptanmıştır. Sonuç: Çalışmamızda anksiyeteyle dissosiyatif yaşantılar arasında pozitif korelasyon olduğu, hasta grubunun(PB de YAB'dan daha fazla olmak üzere) kontrollere göre daha fazla dissosiyatif belirti gösterdiği bulunmuştur. Yüksek zarardan kaçınma profili; çalışmamızda da anksiyete bozukluklarında saptanmış ancak dissosiyasyonu etkileyen faktörler arasında bulunmamıştır. Çalışmamızda dissosiyasyonu etkileyen faktörlerden olan Düşük kendini yönetme ve yüksek kendini aşma karakter profillerinin dissosiyasyon için bir yatkınlık oluşturabileceği öngörülmüştür. Bu çalışma anksiyete bozukluklarında dissosiyatif belirtileri ve bunun mizaç-karakter ile ilişkisini inceleyen bizim görebildiğimiz kadarıyla ilk çalışma olması bakımından önemlidir.