Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 21
  • Öğe
    Retina ven oklüzyonu olan hastalarda koroidin yapısal değişikliklerinin değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Dursun, Adife Gamze Akyüz; Örnek, Nurgül
    Amaç: Retina ven tıkanıklığı (RVT) olan hastalarda koroid değişikliklerini ayrıntılı olarak incelemek için, koroid modunda optik koherens tomografi kullanarak intravitreal antiVEGF enjeksiyonlarından sonra koroid yapısındaki değişiklikleri değerlendirmek Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi tıp fakültesi kliniğine başvuran daha önce tedavi görmemiş 29 retina ven tıkanıklığı hastasının 29 gözü ve 29 sağlıklı gönüllünün 29 gözü dahil edildi. 29 RVT hastası intravitreal antiVEGF enjeksiyonlarından önce ve enjeksiyon sonrası 1.,3. ve 6. aylarda koroid mod OKT kullanılarak tetkik edildi. Koroid mod OKT görüntüleri ImageJ kullanılarak ikili hale getirildi. Retina kalınlığı, koroid kalınlığı, lümen alanı, stroma alanı ve toplam koroid alanları ölçüldü ve lümen alanın toplam koroid alanına oranı olan koroid vasküler indeks (KVİ) hesaplandı. Ölçülen bu parametreler RVT olan gözler ile hastaların diğer gözleri ve kontrol grubundaki sağlıklı gözler ile karşılaştırıldı. Bulgular: Bu çalışmaya 29 retina ven tıkanıklığı olgusunun 29 gözü ve 29 sağlıklı gönüllünün 29 gözü kontrol grubu olarak dahil edildi. Gruplar arasında; en iyi düzeltilmiş görme keskinliği, makula kalınlığı, koroid kalınlığı, koroid vasküler indeks (KVİ), lümen alanı (LA) ve stroma alanı (SA) değerleri açısından retina ven tıkanıklığı olan gözlerle, aynı olguların diğer gözleri ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.05). Hastaların sağlıklı diğer gözleri ve kontrol grubu arasında anlamlı fark mevcut değildi (her biri için p>0.05). İntravitreal enjeksiyon yapılan gözde enjeksiyon öncesi ve sonrası 1., 3. ve 6.aydaki karşılaştırmada LA'da enjeksiyon öncesine göre herhangi bir değişiklik izlenmedi (p=0.400, p=0.534, p=0.889). En iyi düzeltilmiş görme keskinliği ve KVİ değerlerinde enjeksiyon sonrası anlamlı artış izlenirken ; makula kalınlığı, koroid kalınlığı ve SA değerlerinde enjeksiyon sonrası anlamlı azalma görüldü ( her biri için p<0.05). Sonuç: Retina ven oklüzyonlu gözlerin tedaviye verdiği cevabı ve hastalığın prognozunu değerlendirmek için koroid yapısındaki değişiklikler kullanılabilir. Anahtar kelimeler: Retina ven oklüzyonu, koroid kalınlığı, koroid vasküler indeks
  • Öğe
    Fabry hastalığında korneanın topografik, aberometrik ve endotel hücre özelliklerinin incelenmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Koç, Kübra Kahraman; Gökçinar, Nesrin Büyüktortop
    Amaç: Fabry hastalığında korneanın topografik, aberometrik ve endotel hücre özelliklerini incelemek ve bu sonuçları sağlıklı gözlerle karşılaştırmak. Gereç ve Yöntem: Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı ile Çocuk Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı'nda Fabry hastalığı tanısıyla takipli 21 hasta Fabry grubu (FG) olarak; 41 sağlıklı gönüllü kontrol grubu (KG) olarak çalışmaya dahil edildi. Olguların oftalmolojik muayenelerini takiben Scheimpflug-Placido disk sistemli ön segment analiz cihazı (Sirius, CSO, Florensa, İtalya) ile korneanın topografik, tomografik ve aberometrik verileri elde edildi. Ayrıca speküler mikroskopi cihazı (Konan CellCheck SL, Konan Medical USA Inc., CA, ABD) ile kornea endotel incelemesi yapıldı. Sonuçlar gruplar arasında istatistiksel olarak karşılaştırıldı ve p?0,05 değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet yönünden anlamlı fark yoktu (p>0,05). Yaş ortalaması FG'de 38,10?11,89; KG'de 38,12?11,94'tü. Kadın/erkek oranı FG'de 9/12, KG'de 19/22 idi. Santral kornea kalınlığı ve en ince kornea kalınlığı FG'de KG'ye göre anlamlı olarak daha inceydi (sırasıyla, p=0,036 ve p=0,023). Ön kamara derinliği ve iridokorneal açı ise FG'de KG'ye göre anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla, p=0,012 ve p=0,002). Korneanın aberrometrik değerleri FG'de genel olarak KG'ye göre daha fazla olsa da bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Speküler mikroskopi ile incelenen kornea endotel verileri açısından iki grup arasında anlamlı fark yoktu. FG içerisinde kornea vertisillatası olan gözlerin verileri KG ile karşılaştırıldığında anterior yüksek sıralı aberasyonlar (HOA), vertisillatası olan grupta anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p=0,047). Sonuç: Fabry hastalığına bağlı kornea vertisillata gözde yüksek sıralı aberasyonların artmasına neden olabilmektedir. Anahtar kelimeler: Aberasyonlar, Fabry hastalığı, kornea endoteli, kornea vertisillata, topografi
  • Öğe
    Nazolakrimal kanal tıkanıklığı tedavisinde sadece ön flep sütürasyonlu eksternal dakriyosistorinostominin uzun dönem sonuçları
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Koç, Salih; Onaran, Zafer
    Nazolakrimal kanal tıkanıklığı (NLKT), gözyaşı drenajını bozarak göz sağlığını ve sosyal hayatı olumsuz etkileyen önemli bir hastalıktır. Tüm yaş gruplarında görülebilir. Erişkinlerde tedavisi için ilk ve en başarılı seçenek dakriyosistorinostomi (DSR) ameliyatıdır. Bu retrospektif çalışmada klasik DSR cerrahisinin bir modifikasyonu olan sadece ön fleplerin sütüre edildiği eksternal DSR ameliyatının uzun dönem sonuçlarını bildirmek amaçlandı. Çalışmaya sadece ön flep sütürasyonlu eksternal DSR ameliyatı yapılan 139 hastanın 154 gözü dahil edildi. 98 kadına (%70.5) ait108 göz (%70.1), 39 erkeğe (%29.5) ait 46 göz (%29.9) incelendi. Gözlerin 85'i sağ (%55.2), 69'u sol (%44.8) idi. Hastaların yaş ortalaması 48.1±14.4 idi (Kadınlarda 47.8±13.6, erkeklerde 49.0±16.5). Kadın hasta sayısı anlamlı olarak yüksekti ancak iki cinsiyetin yaş ortalaması benzer bulundu (p=0.663, p>0.05). Takip süresi minimum 6 ay olup ortalama 81.3±46.8 aydı. Takip süresi sonunda uygulanan cerrahi metodun anatomik başarı oranı %92.9, fonksiyonel başarı oranı %86.4 olarak bulundu. Cerrahi esnasında silikon tüp entübasyonu yapılan 53 gözde (%34.4) fonksiyonel başarı oranı %86.8 (46 göz), anatomik başarı oranı %92.5 (49 göz) olup silikon tüp entübasyonu yapılmayan grupla aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (sırasıyla p=0.561, p>0.05; p=0.562, p>0.05). Toplamda 5 gözde (%3.2) skar şikayeti mevcuttu. Sonuç olarak sadece ön fleplerin sütüre edildiği DSR ameliyatının başarı oranları literatür ile uyumlu olarak yüksek olarak bulunmuştur. Geniş bir vaka serisinde ilk kez bu kadar uzun dönem sonuçlarının tarafımızca bildirilmesinin bu cerrahi modifikasyonu destekleyen bir veri olarak literatüre katkı sağlayacağı ve tercih edecek olanlara yol göstereceği kanaatindeyiz. Anahtar kelimeler: Epifora, nazolakrimal kanal tıkanıklığı, eksternal dakriyosistorinostomi, sadece ön flep sütürasyonu
  • Öğe
    Katarakt etyopatogenezinde oksidatif hasarın rolü
    (2021) ENES ATALAY; TEVFİK OĞUREL
    Amaç: Bu çalışmada katarakt hastalarının hümör aköz örneklerinde total oksidan seviye (TOS), total antioksidan seviye (TAS), oksidatif stres indeksi (OSİ) ve arilesteraz (ARE) düzeyi ile serum albümin düzeyi incelenerek katarakt etyopatogenezinde oksidatif stresin etkisi değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Prospektif olarak planlanan çalışmada, olgular Haziran 2020-Aralık 2020 tarihleri arasında katarakt cerrahisi planlanan hastalar(n:51) arasından seçildi. Hastalar katarakt özelliğine ve sistemik hastalık varlığına göre gruplandırıldı. Nondiyabetik hastalar grup 1 (n=27), diyabetik hastalar grup 2 (n=24) olarak ayrıldı. Hastalardan katarakt cerrahisi başlangıcında hümör aköz örneği alındı. Örneklerdeki TOS, TAS ve ARE düzeyleri spektrofotometrik olarak ölçüldü ve gruplar arasında karşılaştırma yapıldı. Bulgular: TOS ve OSİ arka subkapsüler katarakt (ASK) grubunda, nükleer katarakt grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0,05). TAS düzeyleri grade 2 grubunda, grade 3 ve grade 4 gruplarına göre anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,006). Albümin düzeyleri grade 2 grubunda, grade 4 grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0,012). Katarakt derecesi ile TAS ve serum albümin düzeyi arasında anlamlı negatif korelasyon mevcuttu (sırasıyla r=-0,395; p=0,004; r=-0,381; p=0,006). Nondiyabetik ve diyabetik hastalar arasında TAS, TOS, OSİ, ARE ve serum albümin düzeyleri açısından anlamlı farklılık yoktu (p>0,05). Nondiyabetik hasta grubunda TOS düzeyi kadınlarda anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,017). Diyabetik katarakt hastalarında glukoz ve HbA1c düzeyi ile TAS düzeyi arasında anlamlı negatif korelasyon saptandı (sırasıyla r=-0,421; p=0,041, r=-0,451; p=0,027). Sonuç: Oksidatif stres, katarakt tiplerinden ASK'da daha yüksek saptandığı için katarakt oluşum mekanizmasının alt tipler arasında farklılık gösterebileceği sonucuna varılmıştır. Katarakt derecesi arttıkça antioksidan kapasitedeki azalma, lens saydamlığını koruma girişiminde antioksidan tüketimini yansıtabilir. Kronik hiperglisemi, antioksidan kapasitenin azalmasına yol açarak katarakt gelişimine katkıda bulunabileceğinden diyabet hastalarında, kan şekeri regülasyonu sağlanarak katarakt önlenebilir veya geciktirilebilir. Antioksidan fonksiyonu olan östrojenin ileri yaşlarda ani olarak azalmasına bağlı oksidatif stres artışı, kadınlarda kataraktın daha sık görülmesi ile ilişkilendirilebilir. Anahtar Kelimeler: Katarakt, diyabetes mellitus, hümör aköz, oksidatif stres, arilesteraz
  • Öğe
    Hipertansiyonun retina sinir lifi tabakasının tarayıcı laser polarimetre ile ölçümü üzerine etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Demirbaş, Engin; Ergin, Ahmet
    ÖZET DEMİRBAŞ E., Hipertansiyonun retina sinir lifi tabakasının tarayıcı laser polarimetre ile ölçümü üzerine etkileri, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2004 Tarayıcı laser polarimetre kullanılarak yeni tanı hipertansiyonu (HT) olanların tedavi öncesi ve sonrası retina sinir lif kalınlıklarının birbiriyle ve HT'si olmayan olgularla karşılaştırılması amaçlandı. Çalışmaya HT'si olan 37 katılımcının 74 gözü HT'si olmayan 39 olgunun 78 gözü dahil edildi. Tüm bireylerin konfokal tarayıcı laser oftalmoskop olan Sinir Lifi Analizörü (Nerve Fiber Analyser, NFAII, GDx VCC version ) ile RSLT kalınlıkları ölçüldü. Her hastanın iki gözünden üçer imaj elde edilip en iyi olan imaj değerlendirmeye alındı. Hastaların sistemik tansiyon arteriel değerleri benzer monoterapi ile kontrol altına alınıp yaklaşık 1 ay sonra ölçümler tekrarlandı. Çalışmada Wilcoxon işaret ve t-test kullanıldı. Çalışmada yeni tam hipertansiyonlu hastaların, tedavi öncesi RSLK değerlerinin; tedavi sonrası değerleri ve sağlıklı kontrol bireyleriyle karşılaştırılması amaçlandı.Değerlendirmede kullanılan 14 parametre içinde gruplar arasında istatistiksel anlamlı farka rastlanmadı. Anahtar Kelimeler: Hipertansiyon, Sistemik tansiyon arteriel, NFA, RNFL
  • Öğe
    Tono-pen ve Goldman applanasyon tonometresi ile göz içi basınç ölçümlerinde kornea kalınlığının etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Dervişoğulları, Mehmet Serdar; Ergin, Ahmet
    Değişen kornea kalınlıklarında, applanasyon tonometrelerinin doğru olmayan sonuçlar vermesi, pek çok araştırmaya konu olmuştur. Bu çalışmada, değişik kalınlıktaki normal kornealarda, Tono-Pen ve Goldman applanasyon tonometresi (GAT) ile yapılan göz içi basınç (GİB) ölçümlerini karşılaştırdık. Çalışmaya sadece sağ gözler dahil edildi. İki yüz elli beş hastanın normal kornealarından, Tono-Pen ve GAT cihazları ile ölçümler yapıldı. Daha sonra, ultrasonik pakimetre ile santral kornea kalınlıkları (SKK) ölçüldü.. Her iki cihazın ölçümlerinin, kornea kalınlığından etkilendiği görüldü. SKK artışı ile birlikte, Tono-Pen'in GİB ölçümlerinde 0,18mmHg/10um ve GAT 'm GİB ölçümlerinde 0,16 mmHg/10um artış görüldü. Tono-Pen ölçümlerinin, GAT ölçümlerine göre daha yüksek olduğu görüldü (p<0,05). Bu, Tono-Pen'in kornea kalınlığının artışından biraz daha fazla etkilendiğini gösterdi ki teorik olarak, Tono-Pen'in GAT'a göre daha küçük bir alandan GİB ölçümü yapması nedeni ile kornea kalınlığından daha az etkileneceği düşünülmüştü. Anahtar Kelimeler: Tono-Pen, Goldman applanasyon tonometresi, göz içi basınç, santral kornea kalınlığı
  • Öğe
    Psödoeksfolyatif glokomda ön kamara derinliği, lens kalınlığı aksiyel uzunluk santral kornea kalınlığı
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Çakmak, Yasin; Akarsu, Cengiz
    ÖZET Çakmak Y Psödoeksfolyatif glokomda ön kamara derinliği, lens kalınlığı, aksiyel uzunluk ve santral kornea kalınlığı, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanlık tezi, Kırıkkale, 2005 Psödoeksfolyatif sendrom (PES) ve psödoeksfolyatif glokomlu (PEG) hastalarda ön kamara volümünün azaldığı ve ön kamara açısının daraldığı literatürde bildirilmiştir. PES'lu, PEG'lu ve primer açık açılı glokomlu (PAAG) hastalarda ÖKD'ni, lens kalınlığını (LK), aksiyel uzunluğu (AKS), santral kornea kalınlığı ve ön kamara açısını inceledik ve kontrol grubu ile karşılaştırdık. AKS, LK, SKK ve ön kamara açısı yönünden gruplar arasında bir fark bulamadık. PEG'lu grubun ÖKD'si en düşüktü (2,63±0,43 mm) ve istatiksel olarak anlamlıydı (P=0,02). PES'lu grubun ÖKD'si kontrol grubundan daha azdı fakat istatiksel olarak anlamlı değildi. (2,83±033 mm). PEG hasta grubunun ÖKD ortalaması PES'lu gruba göre daha düşüktü fakat bu istatiksel olarak anlamlı değildi. Sonuç olarak bu bilgiler bize PEG'lu hastalarda ön kamara derinliğinin azalmış olduğunu, kapalı açılı glokom oluşma riskinin artmış olduğunu gösterdi. Anahtar Kelimeler: Psödoeksfolyatif sendrom, Psödoeksfolyatif glokom, Ön kamara derinliği, Aksial uzunluk, Lens kalınlığı
  • Öğe
    Behçet hastalığı'nda oküler tutulumun konjonktival myeloperoksidaz aktivitesi ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Güllü, Reyhan; Ergin, Ahmet
    AMAÇ: Behçet hastalığı, etiyolojisi tam olarak bilinmeyen sistemik bir vaskülittir. Farklı serilerde hastaların yaklaşık %50-80'inde göz tutulumu bildirilirken, %20'inde başlangıç bulgusu olarak gözlenmektedir. Hastalığın etiyolojisine yönelik genetik, immünolojik ve infektif birçok neden öne sürülmüş ve son yıllarda özellikle immünolojik nedenlerin araştırıldığı çok sayıda çalışma ile immün sistemin hastalığın başlangıcında ya da seyrinde önemli bir rol üstlendiği gösterilmiştir. Bu nedenle çalışmamızda etiyopatogeneze ışık tutabilecek imflamatuvar markerların belirlenmesini amaçladık.METOD: Çalışmaya klinik olarak Behçet ve rekürren aftöz stomatit tanısı konulan 71 hastanın 142 gözü ile kontrol grubundaki 22 hastanın 44 gözü dahil edildi. Hasta ve sağlıklı bireylerin her iki göz üst temporal konjonktivalarından yaklaşık 1x1 mm'lik insizyonel biyopsi örneği histopatolojik tanı için alınarak %10'luk formol içinde saklandı. Konjonktiva epiteli ve nötrofil hücrelerinde myeloperoksidaz aktivitesi immünohistokimyasal yöntemlerle değerlendirildi.BULGULAR: Hasta ve kontrol grupları arasında yaş ve cinsiyet dağılımı bakımından fark yoktu (p=0.633, p=0.119). Hasta ve kontrol grubu ile grupların kendi aralarında ikili karşılaştırmalarında epitel ve nötrofil MPO aktivitesi açısından bir farklılık izlenmedi (P=0.140, P=0.237) ancak konjonktiva dokusunu infiltre eden mastosit, plazmosit ve lenfosit hücre infiltrasyonu açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı. Hasta grubunda mastosit, plazmosit ve lenfosit infiltrasyonu sağlıklı kontrol grubuna göre daha yüksekti (p=0.000 p= 0.001, p=0.027). Nötrofil infiltrasyonu açısından bakıldığında ise gruplar arasında herhangi bir farklılık yoktu (p=0.385).SONUÇLAR: Sonuç olarak, çalışmamızda hasta ve kontrol grubu arasında konjonktiva dokusunda mastosit, plazmosit ve lenfosit hücre infiltrasyonu açısından istatistiksel olarak tespit edilen anlamlı farklılık; hastalığın kronik inflamatuar proçese dayalı patogenezini destekler bir bulgudur. Ek olarak nötrofil infiltrasyonu ve MPO aktivitesi bakımından gruplar arasında ki anlamlı bir farklılık saptanamamış olması; nötrofillerin daha çok enfeksiyöz inflamasyonlarda etkin rol alması ve MPO'un da nötrofil fonksiyonlarını yansıtan bir parametre olması nedeniyle olabilir.
  • Öğe
    Tip 2 Diabetes Mellituslu hastalarda serum ve göz içi adiponektin düzeylerii ve retinopati ile korelasyonu
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Turğut, Yeliz; Onaran, Doç. Zafer
    Diabetes Mellitus (DM) insülin salgısının eksikliği yada insülinin biyolojik etkisinin azalmasına veya her ikisine de bağlı oluşan hipergliseminin neden olduğu bir metabolik bozukluk tablosudur. Kronik dönemde kalp, böbrek, sinir sistemi ve vasküler sistemi etkileyerek komplikasyonlara neden olur. Gözde ise diabetik retinopati başta olmak üzere birçok patolojiden sorumludur. Diabetin etyolojisinde bir enerji deposu olmasının yanında aktif bir endokrin organ olan yağ dokusunun da yer aldığı gösterilmiştir. Metabolik olarak aktif hücrelerden oluşan yağ dokusunun ürettiği çok sayıda hormondan biri olan adiponektinin diabet gelişimi ve komplikasyonları ile ilişkisi araştırılan konular arasındadır.AMAÇ: Tip 2 Diabetes Mellituslu hastalarda serum ve göz içi adiponektin düzeylerinin tespiti ve diabetik retinopati gelişimi üzerine muhtemel etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.HASTALAR VE YÖNTEM : Çalışmaya klinik olarak Tip 2 DM tanısı almış ve katarakta bağlı görme azlığı tanısıyla katarakt cerrahisi planlanan 22 hasta ve kontrol grubunda aynı endikasyon ile katarakt cerrahisi planlanan 23 hasta dahil edilmiştir. Katarakt operasyonu sırasında alınan aköz hümör ve serum örnekleri uygun ortamlarda saklanarak alınan örneklerden ELİSA yöntemi ile adiponektin düzeyleri tespit edildi.BULGULAR: 22 Tip 2 DM'li hastanın yaş ortalaması 67.14±8.28 yıl olup kontrol grubunu oluşturan 23 hastanın yaş ortalaması 67.61±10.47 yıl idi.Hasta ve kontrol grubu arasında yaş, cinsiyet ve vucut kitle indeksi değerleri açısından anlamlı fark yoktu.Diabetik hasta grubunda 8.96 ng/ml olan serum adiponektin düzeyi kontrol grubunda saptanan 10.09 ng/ml düzeyine göre düşük olmakla birlikte bu fark istatistiksel olarak anlamlı değil idi (p=0.176). Aynı şekilde hümör aköz APN düzeyleri arasında da anlamlı fark saptanmadı.(p=0.868)(Hasta grubunda 0.22 ng/ml, kontrol grubunda 0.15 ng/ml)Diabetik hastalar retinopati olanlar ve olmayanlar olarak değerlendirildiğinde retinopatisi olmayan grupta serum adiponektin düzeyi (16.56 ng/ml) retinopati olan gruba göre (6.727ng/ml) yüksek olarak bulundu (p<0.05). Hümör aközde ise retinopatili grup (0.23ng/ml) ile olmayan grup(0.20 ng/ml) arasında anlamlı fark yoktu.(p>0.05).Serum ve hümör aköz adiponektin düzeyleri ile yaş, cinsiyet, HbA1c ve açlık kan şekeri düzeyleri arasında korelasyon saptanmadı.SONUÇ: Literatürde mevcut olan sınırlı sayıdaki çalışmanın göstermiş olduğu şekilde çalışmamızda diabetik retinopati gelişimi düşük adiponektin düzeyleri ile ilişkili bulunmuştur. Diabetik hastalarda retinopati gelişimi ve progresyonunda etkili faktörlerden biri serum adiponektin düzeyindeki düşüklük olabilir. Ancak adiponektinin göziçi düzeylerinin retinopati patogenezi ile ilişkisi gösterilememiştir. Bu bulgular ışığında diabette serum adiponektin düzeyinin retinopatiyi öngörmekte bir parametre olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Ancak bu çalışma özellikle diabetik retinopatinin lokal tedavisinde adiponektinin hedef molekül olarak kullanımının şu an için düşük bir ihtimal olduğunu göstermiştir.
  • Öğe
    Diabetik retinopatili gözlerde katarakt ameliyatı sonunda ön kamaraya deksametazon verilmesinin makula ödemi üzerine etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Oğurel, Tevfik; Örnek, Kemal
    Amaç: Diyabetik retinopatili hastalarda, katarakt ameliyatı sonunda ön kamaraya verilen deksametazonun maküla ödemi üzerine muhtemel etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.Gereç ve yöntem: Çalışmaya diyabetik retinopatisi ve kataraktı olan 30 hasta dahil edildi. Bütün hastalara katarakt operasyonu öncesinde en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri, slit lambasıyla biyomikroskopik ön segment değerlendirmesi, Goldmann üç aynalı lensi ile fundus muayeneleri ve Goldmann aplanasyon tonometresi ile göz içi basınç ölçümlerinden oluşan tam bir oftalmolojik muayenenin ardından maküla ödeminin değerlendirilmesi amacıyla fundus floresein anjiografi (FFA) çekildi. Katarakt operasyonunun sonunda hastalara kesi yerinden 0.1 cc deksametazon verildi. Hastalar birinci ay sonunda düzeltilmiş en iyi görme keskinliği, göziçi basıncı ölçümü ve floresein anjiyografi ile değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya yaşları 52-87 arasında değişen ve diabetik makula ödemi olan 18 (% 64,3) kadın ile 10 (% 35,7) erkek hastanın 31 gözü dahil edildi. Hastaların tamamında tip 2 diabet mevcuttu. Olguların ortalama yaşı 65.25±8.57 olup gözlerden 16 (% 25.8)'sında diffüz, 8 (% 25.8)'inde kistoid, 7 (% 22.6)'sinde hem diffüz hemde kistoid makula ödemi mevcuttu. Tüm hastalaların 19 (%61.3)' unda postoperatif makula ödemi aynı kalırken, 12 (%38.7)'inde mevcut durumda bir azalma sözkonusuydu. Operasyon öncesi düzeltilmiş görme keskinliği 0,10±0.11 olup, operasyon sonrası 1.ay görme keskinliği 0,2±0,22 düzeylerindeydi. Postoperatif görme artışı istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p?0.001).Sonuç: Diabetik makula ödemi ve kataraktı olan gözlerde katarakt ameliyatı sonunda intrakameral deksametazon uygulamasının, cerrahinin makula ödemine etkisini azalttığı görülmektedir.
  • Öğe
    16 yaş altı tip 1 diabetes mellituslu hastalarda refraksiyon değişimi ve bunu etkileyen parametreler ile retina sinir lifi analizi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Özdemir, Mehmet; Yılmazbaş, Pelin
    Giriş: Diabetes Mellitus (DM) genel populasyonda sık karşılaşılan bir rahatsızlık olup çocukluk ve adolesan dönemde en sık görülen endokrin (metabolik) bozukluktur. Tanısı semptom ve laboratuar bulgularına dayanır. Kronik dönemde kalp, böbrek, sinir sistemi ve vasküler sistemi etkiler. Gözde de başta diabetik retinopati olmak üzere birçok patolojiden sorumludur.Amaç: Bu çalışmada, tip 1 DM'li hastalarda refraksiyon değişimi ve bunu etkileyen parametreler ile retina sinir lifi kalınlığını değerlendirmeyi amaçladık.Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 16 yaş altı tip 1 DM tanısı alan 30 hasta (21 erkek, 9 kadın) ve kontrol grubu olarak refraksiyon kusuru haricinde herhangi bir göz hastalığı ve tip 1 DM tanısı olmayan 33 birey (19 kadın, 14 erkek) alındı. Hasta grubu kan şekeri düzeylerine göre kontrollü tip 1 DM (16 hasta) ve kontrolsüz tip 1 DM (14 hasta) olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Hasta ve kontrol grubundaki tüm bireylerin oftalmolojik muayeneleri yapılarak otorefraktometri değerleri, biyometri ile lensin kırma gücü ve retina sinir lifi tabakası kalınlıkları ölçüldü.Bulgular: Kontrollü tip 1 DM grubu yaş ortalaması 12.69±1.85 yıl, kontrolsüz tip 1 DM grubu yaş ortalaması 12.89±1.88, kontrol grubu yaş ortalaması ise 13.12±2.19 yıl idi. Hasta ve kontrol grubu arasında yaş ve cinsiyet bakımından fark yoktu (p=0.734 ve p=0.06).Sferik değerler hasta ve kontrol gruplarında karşılaştırıldığında cinsiyet (p=0.001) ve hastalık durumunun (p=0.002) sferik değerler üzerine belli düzeylerde etkisinin olduğu diğer değişkenlerin ise sferik değerler üzerine anlamlı etkilerinin olmadığı saptandı.Astigmat değerleri hasta ve kontrol grupları ile karşılaştırıldığında hastalık durumunun (p=0.005) astigmat değerler üzerine belli düzeylerde etkisinin olduğu diğer değişkenlerin ise astigmat değerler üzerine anlamlı etkilerinin olmadığı saptandı.Aks uzunluğu DM olan grupta kontrol grubuna göre daha uzun ölçüldü. İki grup arasındaki fark istatiktiksel olarak anlamlı idi (p=0.027).Hasta ve kontrol grubu arasında NFA değerleri ve NFA'nın önemli bir göstergesi olan NFI açısından anlamlı fark bulunmadı (p=0.558).DM'li hastalarda diabet süresi ile NFI arasında ilişki saptanmakla beraber bu ilişki istatiktiksel olarak anlamlı değildi (p=0.659).Sonuç: Kan şekeri düzeyi kontrolsüz olan DM'li hastalarda sağlıklı kontrollere göre sferik değerlerde ve astigmat değerlerinde miyopiye daha belirgin bir kayma olduğunu gösterdi. Bu yaş grubunda diabetin retina sinir lifi kalınlığı üzerine etkisi saptanmadı.
  • Öğe
    Tavşan gözlerinde intravitreal daptomisin toksisitesinin araştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Erzurum, Can; Yılmazbaş, Prof. Pelin
    Bu çalışmanın amacı intravitreal daptomisin enjeksiyonunun tavşan retinası üzerindeki olası toksik etkilerini araştırmaktır.Çalışmamızda 36 adet erişkin beyaz Yeni Zelanda tavşanı kullanılmıştır. Tavşanlar altışarlı altı gruba ayrılmış, beş deney grubuna 0,05 ml dengeli tuz çözeltisi (Balanced Salt Solution - BSS) içerisinde sırasıyla 100 µg, 150 µg, 200 µg, 350 µg ve 700 µg dozlarında daptomisin intravitreal enjeksiyonla uygulanmıştır. Kontrol grubundaki altı tavşana ise 0,05 ml BSS intravitreal olarak uygulanmıştır. Tavşan gözlerinden hazırlanan retina preparatları ışık mikroskobu altında incelenmiştir.0,05 ml BSS içerisinde, 100 µg, daptomisin uygulanan gözlerin ışık mikroskopi bulguları kontrol grubuna benzer iken; 150 µg ve 200 µg daptomisin uygulanan tavşan gözlerinde minimal hücre hasarı ve hücresel organizasyonda minimal değişiklikler gözlenmiştir. 350 ve 700 µg daptomisin uygulanan tavşan gözlerinde ise hücre tabakalarında ödem ve vakuolizasyon görülmüştür.0,05 ml BSS içerisinde intravitreal yolla enjekte edilen 100 µg dozundaki daptomisinin tavşan retinalarında kontrol grubuna göre anlamlı değişikliklere sebep olmaması ve vitreus boşluğundaki uzun yarı ömrü göz önüne alındığında, ileride halen endoftalmi tedavisinde kullanılan intravitreal antibiyotik ajanların yerini alabileceği kanaatine varılmıştır.
  • Öğe
    Göziçi ranibizumab enjeksiyonunun optik sinir üzerine etkisinin patern vep ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Demiryürek, Serkan; Onaran, Zafer
    Amaç: Koroid neovaskülarizasyonu tedavisi için sık olarak kullanılan anti-VEGF ajan olan ranibizumabın göziçi enjeksiyonunun optik sinir üzerine etkisinin patern VEP testi ile değerlendirilmesidir.Yöntem: Yaşa bağlı makula dejenerasyonu nedeniyle koroid neovaskülarizasyonu gelişmiş ve 0,5mg göziçi ranibizumab enjeksiyonu yapılan 20 hastanın 20 gözüne ve diğer gözlerine enjeksiyon öncesi ve sonrası 1. ve 6. haftalarda patern VEP testi yapıldı. Aynı yaş grubunda 10 kontrol grubu hastasına patern VEP testi yapılarak sonuçlar karşılaştırıldı.Bulgular: Yaşları 64 ve 82 arasında olan 20 yaşa bağlı maküla dejenerasyonlu hastanın yaş ortalaması 73,45 idi. Enjeksiyon yapılan gözlerin başlangıç en iyi görme keskinliği ortalaması 9/100 idi ve son olarak 6. haftadaki en iyi görme keskinliği 14/100' dü. Enjeksiyon yapılan gözlerde başlangıç göziçi basıncı ortalaması 13,85mmHg idi, 1. haftadaki göziçi basınca ortalaması 16,75mmHg ve son olarak 6. haftadaki göziçi basıncı ortalaması ise 14mmHg idi. Hasta grubu ve kontrol grubu VEP dalga boyları ve latansları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Enjeksiyon yapılan ve diğer gözlerde enjeksiyon sonrası 1. ve 6. haftalardaki VEP dalga boylarında ve latanslarında istatistiksel olarak anlamlı bir gerileme yoktu (p>0.05).Sonuç: Çalışmamızda VEP incelemesi ile 0.5 mg ranibizumabın göziçi enjeksiyonunun optik sinire dolaylı hasarı olmadığı gösterilmiştir.
  • Öğe
    Ultraviyole B ışınına maruz bırakılan rat gözlerinde retinol palmitatın fotokeratit oluşumunu önleyici etkisinin değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Filizay, Mehmet Caner; Gökçınar, Doç. Nesrin Büyüktortop
    Fototoksik keratit, kar körlüğü, kaynakçı keratiti, fotokeratit, ultraviyole keratiti, fazla süre veya dozda ultraviyole (UV) ışınına maruz kalmakla ortaya çıkan akut kornea hasarına verilen isimlerdir. Sıklıkla koruyucu gözlük takmadan kaynak yapan veya kış sporları ile uğraşan kişilerde görülmektedir. Ultraviyole hasarına bağlı belirtiler genellikle 6-12 saat içerisinde ortaya çıkmaktadır. Hastada yüzeysel punktat keratit, total epitel deskuamasyonu ve buna bağlı şiddetli ağrı ve görme kaybı görülmektedir. Göz kapama, siliyer spazmı çözücü, ağrı kesici damla ve suni gözyaşı damla gibi semptomatik tedavi ile 36-72 saat içinde kornea yeniden epitelize olmaktadır. Ancak bu iyileşme sürecinde hasta ağrılı ve iş göremez haldedir. Ultraviyole ışını epitelde mitozu inhibe etmekte, nükleer fragmantasyon yapmakta, stroma keratositlerinde geri dönüşümlü hasara ve endotelde pleomorfik değişikliklere sebep olmaktadır. Bu hasarda serbest radikallerin rol oynadığı ve bazı antioksidan ilaçların hasarın ortaya çıkmasını önlemede veya tedavide etkili olduğu deneysel olarak gösterilmektedir. A vitamini (Vit-A, retinol palmitat) antioksidan etkisi olduğu bilinen bir maddedir ve literatürde farklı mekanizmalarla oluşturulan kornea epitel hasarının tedavisinde faydalı olduğu bildirilmektedir. Retinol palmitat içeren Vit-A posTM göz kremi; A vitamini eksikliğine bağlı keratokonjonktivit, atopik keratokonjonktivit, kseroftalmi gibi kornea bozuklukları için terapötik endikasyonu olan bir ilaçtır. Ancak ultraviyole hasarı önlemeye veya tedavi etmeye yönelik etkisi olup olmadığı bilinmemektedir. Çalışmamızda ratlarda fototoksik keratit modelinde retinol palmitatın hasarı önleyici etkisini incelemeyi amaçladık. 15 adet Wistar cinsi erkek rata UV cihazı ile 311 nm dalga boyunda UV-B ışını vererek totalde 1 J/cm2 enerji ile fototoksik keratit modeli oluşturduktan sonra 14 rat iki çalışma grubuna ayrıldı. Birinci gruba 5. dakikada, ikinci gruba 120. dakikada olmak üzere sağ gözlere 250 IU/ml Vit-A pos kremTM sol gözlere sadece taşıyıcı madde (Vit-A pos kremdeki taşıyıcı madde olan vazelin, parafin, lanolin karışımı) uygulandı. Retinol palmitatın serbest radikal hasarını olası durdurucu etkisi dokusal düzeyde Hematoksilen&Eozin boyama ve hücresel düzeyde TUNEL apoptosis immunohistokimyasal kit sistemi ile çalışılarak değerlendirildi. Bu sayede etken maddenin kornea epiteli dışındaki korneal hücrelere olası etkileri incelendi. İstatistiksel olarak retinol palmitat uygulanan sağ gözler ve retinol palmitat uygulanmayan sol gözler morfoloji ve apoptotik hücre sayıları açısından karşılaştırıldı. Ayrıca 5. ve 120. dakikada ilaç uygulanan gruplarda aynı parametreler karşılaştırılarak ilacın zamanlamasının sonuçlara etkisi olup olmadığını saptanmaya çalışıldı. Elde edilen histopatolojik ve immunhistokimyasal bulguların istatistiksel analiz sonuçları ışığında retinol palmitat etken maddesi içeren krem uygulanan gözler ile sadece taşıyıcı madde içeren krem uygulanan gözler arasında anlamlı fark bulunamadı. Retinol palmitatın istatistiksel anlamlı olarak fotokeratit oluşumunu engelleyici etkisi saptanamadı. Ayrıca ilacın 5. veya 120. dakikada uygulandığı iki grup arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmedi. Ancak 120. dakikada sağ göze Vit-A pos kremTM uygulanan grupta hasarın diğer gruplara göre biraz daha az hasar görüldüğü kanaatine varıldı. Çalışmamızda sonuç olarak retinol palmitatın literatürde belirtilen diğer A vitamini türevi antioksidanlar gibi ultraviyole keratitinin ortaya çıkmasını önleyici etkisi olmadığı gösterildi. Ancak epitel iyileşmesi üzerine bilinen olumlu etkileri nedeniyle ultraviyole keratitinin tedavisinde faydalı olabileceğini düşünmekteyiz. Bu nedenle daha sonraki çalışmalarda tedavi sürecine olan etkilerinin araştırılmasının yol gösterici olduğuna inanmaktayız. Anahtar Sözcükler: A vitamini, fototoksik keratit, kaynakçı keratiti, kar körlüğü, kornea, rat, retinol palmitat, ultraviyole.
  • Öğe
    TİP 2 diyabetli hastalarda aköz ve serum apolipoproten A1 ve B seviyelerinin diyabetik retinopati ile korelasyonu
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2015) Timur, İnci Elif Erbahçeci; Örnek, Kemal
    Amaç: Serum ve aköz apolipoprotein (Apo) A1, Apo B değerleri ve Apo B/A1 oranı ile diyabetik retinopati şiddeti arasındaki ilişkiyi değerlendirmek Gereç ve Yöntem: 60 tip 2 diabetes mellituslu hasta ve 61 kontrol hastası çalışmaya alındı. Serum ve aköz Apo A1, Apo B değerleri ve Apo B/A1 oranları karşılaştırıldı. Yaş, diyabet süresi, hipertansiyon (HT), açlık kan şekeri, HbA1c, serum lipid profili, makula kalınlık ölçümleri ile diyabetik retinopati arasındaki ilişki değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların ortalama diyabet süresi 14.12±7.30 yıldı. Diyabetik hasta grubu ve kontrol grubu arasında serum Apo A1, Apo B değerleri, serum Apo B/A1 oranı ve aköz Apo A1 değerleri arasında fark yoktu (P>0.05). Aköz sıvıda Apo B saptanması kontrol grubunda %4.9; diyabetik hasta grubunda %61.7 idi. Aközde Apo B saptanan hastalarda diyabetik retinopati şiddeti daha fazlaydı (P<0.05). Şiddetli NPDR ve PDR'si olan tüm hastalarda aköz sıvıda Apo B saptandı. Diyabetik hasta grubunda diyabetik retinopati şiddeti arttıkça serum ve aköz Apo B/A1 oranları artmaktaydı(P<0.05). Sonuç: Diyabetik retinopatili hastalarda serum ve aköz Apo B/A1 oranı diyabetik retinopati şiddetiyle ilişkili olabilir. Diyabet regülasyonunda lipid parametreleri göz önünde bulundurulabilir.
  • Öğe
    İntravitreal deksametazon implant uygulama sonuçlarımız
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Güler, Hatice Ayhan; Örnek, Nurgül
    Amaç: İntravitreal deksametazon implant uygulamasının görme keskinliği ve makula ödemine etkisini ve altı aylık süreçteki yan etkilerini araştırmak. Gereç ve Yöntem: Eylul 2015- Eylul 2016 tarihleri arasında retina damar tıkanıklığı, diabetes mellitus, non infeksiyöz arka üveit ya da psodofakik ödem tanısı ile polikliniğimize başvuran ve intravitreal deksametazon implant uygulanması kararı verilen hastalar çalışmaya alındı. 38 hastanın 40 gözü prospektif olarak incelendi. Tam oftalmolojık muayeneleri yapıldı .İntravitreal deksametazon implantının göz içi basıncına , ön kamara açısına , katarakt gelişimine , ön-arka aks uzunluğuna ve korneal endotel sayısına etkisi araştırıldı. Bulgular: Enjeksiyon sonrası 1., 3. Ve 6. aylardaki en iyi düzeltilmiş görme keskinliği(LogMAR) ve makula kalınlığı enjeksiyon öncesinden anlamlı olarak düşüktü (p<0,005). Enjeksiyon sonrası 3. Ve 6. aylardaki katarakt evresi, enjeksiyon öncesinden ve enjeksiyon sonrası 1. aydan anlamlı olarak yüksekti. Enjeksiyon öncesi göz içi basıncı, enjeksiyon sonrası 1.hafta ve 1.ve 3 aylardaki göz içi basıncına göre anlamlı düşük izlendi (p<0,05), 6.ayda ise anlamlı fark izlenmedi. Enjeksiyon sonrası 3. ve 6. aylardaki kornea kalınlıkları, enjeksiyon öncesinden ve enjeksiyon sonrası 1. Aydan anlamlı olarak yüksekti. Enjeksiyon öncesi ve enjeksiyon sonrası 1.haftadaki nazal kadrandaki gonyoskopi derecesi, enjeksiyon sonrası 3.ve 6.aylara göre anlamlı yüksek saptandı. Gonyoskopinin diğer kadranlarında anlamlı fark saptanmadı. OCT-ACA nazalın enjeksiyon sonrası 3. ve 6. Aylardaki değeri, enjeksiyon öncesi ve enjeksiyon sonrası 1. aydan anlamlı olarak düşük saptandı.OCT-ACA İnferiorun enjeksiyon sonrası 3. ve 6. aylardaki değeri, enjeksiyon öncesinden anlamlı olarak düşük saptandı (p<0,05). OCT-ACA'da üst ve temporalde enjeksiyon öncesi ile enjeksiyon sonrası 1., 3. ve 6. aylar arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Enjeksiyon öncesi ve enjeksiyon sonrası 1.ayda endotel hücre sayısı açısından anlamlı değişim izlenmedi, fakat enjeksiyon sonrası üçüncü ayda anlamlı azalma izlendi. Ön-arka aksiyel uzunlukta enjeksiyon sonrası 3. ve 6.ayda enjeksiyon öncesine göre anlamlı yüksek saptandı (p<0,05). Sonuç: İntravitreal deksametazon enjeksiyon sonrası görme keskinliğinde artış ve fovea kalınlığında azalma izlenir fakat enjeksiyon tekrarı gerekebilir. Enjeksiyon sonrası göz içi basıncı artabilir fakat çoğu olguda medikal tedaviyle kontrol altına alınabilir. Katarakt gelişimi artabilir fakat nadiren katarakt cerrahisine gereksinim olabilir. Enjeksiyon sonrası göz içi basınç artışı ve katarakt derecesinin artışına bağlı gonyoskopıde ve OCT'de ön kamarada daralma izlenebilir. Aksiyel uzunlukta artış izlenebilir. Göz içi basıncı artışı ve kornea endotel sayısının azalmasına bağlı olarak santral kornea kalınlığında artış izlenebilir.
  • Öğe
    Tavşanlarda intravitreal nepafenak enjeksiyonunun retina üzerindeki etkileri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Ölmez, Yaşar; Oğurel, Tevfik
    Amaç: Non steroid antiinflamatuar ilaç (NSAİİ) olan Nepafenak'ın intravitreal yoldan uygulanmasının oküler dokular üzerine olan etkisinin araştırılması. Materyal-Metod: 14 tavşanın 14 gözü kontrol grubu olmak üzere toplam 41 tavşanın 41 gözü kullanılmış ve nepafenak'ın oküler etkileri araştırılmıştır. Kontrol grubuna dengeli tuz solüsyonu, ilaç gruplarına ise sırasıyla 0,1 mg ve 0,05 mg nepafenak injeksiyonu yapılmıştır. İlaç injeksiyonu sonrası ortaya çıkan oküler etkileri değerlendirmek için biyomikroskopi, indirekt oftalmoskopi, tonometri (Tono-pen) ve pakimetriyi (Reichert) içeren klinik muayene yöntemleri, ışık mikroskopisini içeren histopatolojik değerlendirme yöntemi ve Terminal Deoxynucleotidyl Transferase-mediated dUTP Nick and Labelling(TUNEL) yöntemleri uygulanmıştır. Tüm gözlere enjeksiyonlar yapılmış ve tüm bu değerlendirme yöntemleri, enjeksiyondan önce ve enjeksiyondan sonra sırasıyla 1.hafta ve 1.ayda uygulanmıştır. Bulgular : Biyomikroskopi, indirekt oftalmoskopi, tonometri ve pakimetriyi içeren klinik muayene yöntemleri ile ciddi bir toksisiteye rastlanmamıştır. Bu yöntemlerle izlenen tek komplikasyon katarakttır. Toplamda 2 gözde ortaya çıkan travmatik kataraktlar hariç tutulunca toplamda 1.haftada ilaç yapılan grupta 6 gözde katarakt ortaya çıkmıştır ve 1.ay kontrolde gerilemiştir. Histopatolojik incelemede hiç bir grupta retina toksisitesi saptanmamıştır. TUNEL yönteminde apopitotik index ölçümlerinde kontrol grubuyla ilaç enjeksiyonu yapılan gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir (p>0,05). Sonuç: Nepafenak'ın intravitreal uygulaması sonrasında katarakt gelişimi dışında herhangi bir toksik bulguya rastlanmamıştır. Bu çalışma verilerine göre antiinflamatuar etkili diğer ilaçlardan fayda sağlandığı çeşitli ön ve arka segment oküler patolojilerinde intravitreal NSAİİ uygulamaları da ilave veya alternatif seçenek olarak düşünülebilir. Anahtar Kelimeler: Non-steroid antiinflamatuar ilaçlar(NSAİİ), intravitreal NSAİİ injeksiyonu, oküler toksisite, nepafenak, katarakt
  • Öğe
    Retina ven dal tıkanıklığına bağlı makula ödeminde intravitreal ranibizumab, dekzametazon implant ve triamsinolon uygulamalarımızın geç dönem sonuçları
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Dikel, Nevin Hande; Yumuşak, Mehmet Erhan
    Amaç: Retina ven dal tıkanıklığı (RVDT)?na bağlı makula ödeminin tedavisinde intravitreal Ranibizumab, Dekzametazon İmplant ve Triamsinolon (İVTA) enjeksiyonu uygulamalarının uzun dönem etkinlik ve güvenilirliğini karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: RVDT?ye bağlı makula ödemi gelişen ve intravitreal enjeksiyon uygulanan 43 hastanın 43 gözü retrospektif olarak incelendi. İntravitreal Ranibizumab (Lucentis®) uygulanan 17, intravitreal Dekzametazon İmplant (Ozurdex®) uygulanan 16 ve İVTA uygulanan 10 hasta çalışmaya alındı. Her üç grup hastada enjeksiyon öncesinde ve sonrası 1. ay, 3. ay, 6. ay ve 12. ayda en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), merkezi makula kalınlığı (MMK), subfoveal koroid kalınlığı (SFKK), göz içi basıncı (GİB) ve lens durumu değerlerindeki değişimler incelendi. Bulgular: Hastalar en az bir yıl süresince izlendi. Başlangıç verilerine göre Ranibizumab ve Dekzametazon İmplant grubunda her vizitte; İVTA grubunda ise 1. ve 6. aylarda EİDGK?de anlamlı artış bulundu. MMK her üç grupta da anlamlı olarak azaldı (p=0,007; p=0,001; p=0,044). Ranibizumab grubunda GİB artışı görülmezken; Dekzametazon İmplant grubunda 3 hastada (% 18,8), İVTA grubunda 3 hastada (% 30) GİB artışı görüldü. Ranibizumab grubunda katarakt cerrahisi gerekmezken; Dekzametazon İmplant grubunda 1 hastada (% 6,3) ve İVTA grubunda 3 hastada (% 30) katarakt cerrahisi gerekti. Her üç grupta da SFKK ilk ay anlamlı olarak azalırken diğer aylarda anlamlı değişiklik görülmedi. Sonuç: RVDT?ye bağlı makula ödemi tedavisinde intravitreal Ranibizumab, Dekzametazon İmplant ve Triamsinolon etkili olarak kullanılabilir. Ancak; en güvenilir tedavinin intravitreal Ranibizumab uygulaması ile olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Retina Ven Dal Tıkanıklığı, Makula Ödemi, İntravitreal Ranibizumab, İntravitreal Dekzametazon İmplant, İntravitreal Triamsinolon Asetonid.
  • Öğe
    Tavşanlarda alt kapak ektropiyon modelinde meibomian bez değişikliklerinin incelenmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Özkal, Fatma; Onaran, Doç. Zafer
    AMAÇ: Tavşanlara deneysel ektropiyon modeli uygulayarak ektropiyonun meibomian bezleri üzerine etkisini infrared meibografi ile ve histopatolojik olarak incelemektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda 11 adet tavşanın her birinin bilateral alt göz kapakları çalışmaya dahil edildi. Tavşanların 3'ü kontrol grubunu oluşturdu. Kalan 8 adet tavşanın 3'ü 1.grubu, 5'i 2.grubu oluşturdu. Grup 1 ve grup 2'deki tavşanlara, alt kapak ektropiyon oluşturacak şekilde perioküler cilde sütüre edildi. Üçüncü hafta kontrolünde sütürlerin gevşediği görüldü. Birinci ayda konrol grubu ve 1. grubu oluşturan tavşanlar ötanazi yapılarak alt kapaklar eksize edildi. Meibomian bezleri meibografi ve histopatoloji ile değerlendirildi. İkinci grubu oluşturan tavşanların birinci ayda alt kapaklarına medial-lateral katotomi ve alt bacak kantoliz yöntemi ile kalıcı ektropiyon modeli oluşturuldu. İkinci ayda 2.grup tavşanlar ötanazi yapılarak alt kapaklar eksize edildi. Meibomian bezleri infrared meibografi ve histopatoloji ile değerlendirildi. BULGULAR: Meibografi yüzdeleri (meibomian bez hasarı yüzdesi) ortalama değerleri kontrol grubu, Grup 1 ve grup 2'de sırasıyla 12,86 ± 0.4, 24,58 ± 1.9 ve 31,23 ± 3.8 olarak bulundu ve gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptandı (p < 0.01). Meibografi derecesine göre grup 1, grup 2 ve kontrol grubu arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p < 0.01) . Histopatolojik incelemede ektropiyon olgularında duktal dilatasyon, asiner atrofi, asiniler arası fibrotik değişiklikler saptandı ve uzayan ektropiyonda bulgular anlamlı derecede artmış idi (p < 0.01). Meibomian bez hasarını gösteren artan meibografi yüzdeleri ile histopatolojik gradeleme arasında pozitif korelasyon saptandı (R=0.903 , p<0.001). Meibografi derecesi ile histopatolojik gradeleme arasında pozitif korelasyon saptandı (R=0.866 , p<0.001) . SONUÇ: Ektropiyonun ve uzamış ektropiyon süresinin meibomian bezi üzerinde artan olumsuz etkisi infrared meibografi ve histopatoloji ile doğrulanabilir. Ektropiyonun tedavisinde gecikmenin meibomian bezlerde hasara neden olacağının göz önünde bulundurulması faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Tavşan, Ektropiyon, Meibomian bez, Meibografi,
  • Öğe
    Keratokonus hastalarında optik koherens tomografi, kornea topografisi, optik biyometri ile yapılan ön segment ölçümlerinin güvenilirliği ve tekrarlanabilirliğinin karşılaştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Akbulut, Yaprak; Gökçınar, Nesrin Büyüktortop
    ÖZET AMAÇ: Ön segment parametrelerinin doğru ve kesin bir şekilde değerlendirilmesi birçok ön segment hastalığının tanısında ve tedavi planlanmasında, cerrahi sonrası tatminkar sonuçların sağlanmasında, hasta memnuniyeti ve doğru hasta yönetiminde önem arz etmektedir. Bu çalışmada keratokonus hastalarında ve normal gözlerde kornea topografisi optik biyometri ve optik koherens tomografi ile yapılan ön segment ölçümlerinin tekrarlanabilirliği, güvenilirliği ve birbiri yerine kullanılabilirliği değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Polikliniği'ne Ekim 2017- Ekim 2018 tarihleri arasında başvuran hastalar arasından seçilen 100 normal olgunun 100 gözü ve 82 keratokonus hastasının 82 gözü çalışmaya alındı. Keratokonusu olan gözler Grup 1, normal olgular Grup 2 olarak adlandırıldı. Kombine Scheimpflug kamera Placido disk sistemli kornea topografi cihazı (KT) (Sirius, CSO, İtalya), parsiyel koherens interferometri temelli optik biyometri cihazı (OB) (Nidek Al Scan, Aichi, Japonya), spektral domain optik koherens tomografi (OKT) (Nidek RS-3000, Gamagori, Japonya) ile her olguya aynı gün içinde aynı araştırmacı tarafından üç tekrarlı ölçümler yapıldı. KT ile 3mm zonda ve sim-K keratometrik ölçümleri, merkezi kornea kalınlığı (MKK), ön kamara derinliği (ÖKD), limbus-limbus mesafesi (LLM), iridokorneal açı (İKA); OB ile 2,4 mm ve 3,3 mm zonda keratometri, MKK, ÖKD, LLM ve aksiyel uzunluk (AL); OKT ile MKK ölçümleri kaydedildi. Ortak parametreler için cihazlar arası ölçüm farkı olup olmadığı istatistiksel olarak incelendi. Bland-Altman grafikleri ile cihazlar arası uyumluluk değerlendirildi. Ayrıca her cihazın kendi içinde ölçüm tekrarlanabilirliği değişkenlik katsayısı (DK) ile; güvenilirliği sınıf içi korelasyon katsayısı (SKK) ile incelendi. BULGULAR: Seksen iki keratokonus hastasının 44'ü kadın 38'i erkekti. Grup 2'de ise 51 kadın 49 erkek vardı. Yaş ortalaması Grup 1'de 30,63 ± 9,56; Grup 2'de 30,55 ± 8,76 idi. İki grup arasında cinsiyet ve yaş açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (sırasıyla p=0,721; p=0,917). Amsler-Krumeich sınıflamasına göre keratokonus şiddeti 32 gözde evre 1, 28 gözde evre 2, 13 gözde evre 3, 9 gözde evre 4 düzeyindeydi. Grup 1'de OB 3,3 mm zondan ve KT ile 3,0 mm zondan alınan en düz keratometri ölçümleri arasında istatiksel fark yoktu (p=0,468). Fakat BlandAltman grafiklerine göre %95 uyum aralığı 0,54 mm idi. Bu aralık Grup 2'deki 0,26 mm aralığına göre daha genişti. En dik keratometri ölçümlerinde Grup 2'de OB ve KT arasında istatiksel anlamlı fark yokken, Grup 1'de tüm en dik keratometri karşılaştırmalarında anlamlı fark bulunmaktaydı (p<0,07). MKK için her iki grupta tüm cihazlar arasında istatiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0,001). LLM ölçümleri her iki grupta cihazlar arasında anlamlı farklı değildi (p>0,05). ÖKD için her iki grupta ölçümler arası istatiksel fark saptandı (p<0,001). Ölçüm güvenilirliği KT ile LLM ölçümü (SKK=0,898) dışında çalışmamızdaki tüm cihazlar için tüm parametrelerde mükemmeldi (SKK >0,9). Tekrarlanabilirlik, keratokonuslu gözlerde MKK ölçümü (DK <%3) dışında tüm cihazlar için parametrelerin hepsinde mükemmeldi (DK < %1). SONUÇLAR:Çalışmamızdaki cihazların, keratokonus hastalarında LLM dışındaki parametreler için birbiri yerine kullanılmasının uygun olmadığı; normal olgularda ise MKK ölçümü dışında cihazların birbiri yerine kullanılabileceği sonucuna varıldı. Bununla beraber, çalışmamızdaki cihazların keratokonuslu gözlerde bile mükemmel derecede tekrarlanabilir ve güvenilir ölçüm yaptığını söylemek mümkündür. Anahtar Kelimeler: Güvenilirlik; keratokonus; kornea topografisi; optik biyometri; optik koherens tomografi; tekrarlanabilirlik; uyumluluk.