Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 14 / 14
  • Öğe
    COVİD-19 pandemisi öncesi ve esnasında üroloji kliniğinde prostat kanseri şüphesi ile değerlendirilen ve prostat kanseri tanısı konulan hastaların klinik risk sınıflamalarının incelenmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Yilmaz, Burak; Yuvanç, Ercan
    Amaç: Prostat kanseri erkeklerde teşhis edilen en sık kanserlerdendir. Tanısı; parmakla rektal muayene, serum PSA yüksekliği, MR görüntüleme gibi yöntemlerle şüphelenip yapılan prostat biyopsisi ile konur. Prostat kanseri genelde asemptomatik olup; alt üriner sistem semptomları, hematüri veya metastazlara bağlı ağrı ile kendini gösterebilir. İnsidansı yüksek olan bu kanserin erken safhada teşhis edilmesi hayati öneme sahiptir. Tanıda gecikme hastanın kür şansına mal olabilir. Özellikle risk grubunda olan hastalara ulaşılamaması veya prostat kanseri şüphesi olan hastalara biyopsinin ertelenmesi gibi sebeplerden dolayı kanser klinik veya patolojik olarak evre atlayabilir. COVİD-19 Pandemisi süresince ertelenmesi önerilen prostat biyopsileri ve poliklinik muayenelerinin prostat kanseri tanısı konulan hastaların klinik evrelerindeki değişikliği saptamayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 01 Ocak 2018- 7 Nisan 2022 tarihleri arasında kliniğimizde PSA yüksekliği, anormal PRM ve/veya anormal mpMRI bulguları nedeniyle 12 kadran (6 sekstant + 6 lateral) prostat biyopsisi yapılan 86 pandemi öncesi ve 86 pandemi esnası olmak üzere prostat biyopsi patolojisi sonucuna göre prostat adenokanser tanısı almış toplam 172 hastanın bulgu ve sonuçları kesitsel olarak değerlendirildi.Hastaların; serum prostat spesifik antijen(PSA) düzeyleri, prostat volümü, prostat biyopsisi parametreleri, gleason skor ve grupları, klinik evre ve klinik risk değerlendirmeleri pandemi öncesi ve esnası gruplarda karşılaştırıldı. Verilere hastane otomasyon sistemi üzerinden ulaşıldı. Bulgular: Biyopsi sonrası prostat adenokanser gelen hastaların yaş ortalaması 66.5 (±7.57) yaş, PSA ortalaması 20,54 ng/ml ve prostat hacim ortalamaları 48 (±10,92) gr idi. Maximum gleason skoru ortalamaları 7, gleason grade grup ortalamaları ise 3 idi. Kanser pozitif kor sayısı hasta başına ortalama 4,5 olarak bulundu. Kanser pozitif korlarda tümör yüzde ortalaması %52 idi. Test sonucuna göre iki grup arası serum PSA düzeyleri mean değerleri sırasıyla 17,04 – 24,04 bulunmuştur(p=0,046). Prostat volüm ortalaması her iki grupta da 48 gr bulunmuştur(p>0,05). Parmakla rektal muayene (PRM) bulguları açısından fark var ancak bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi. Grup-1' de klinik T evresi ortalama 3(T2b) iken Grup-2' de ortalama 4(T2c) olarak bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı(p=0,019). Her iki grupta da Gleason skoru ve Gleason Grade Grup mean değerleri aynıydı (Sırası ile; 7 ve 3). Prostat patoloji sonuçlarında kanser pozitif olarak raporlanan kanser pozitif kor sayısı Grup-1'de 4 kor, Grup-2'de 5 kordu. Bu farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0,007). Kanser pozitif korlarda tümör yüzdeleri ortalama değerleri Grup-1'de %47, Grup-2' de %57 olarak tespit edilmiştir. Kanser pozitif korlardaki tümör yüzdeleri farkı da pandemi öncesi ve esnası grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,024). Her iki grupta da hastaların klinik risk grubu ortalamaları birbirine benzer şekilde orta risk sınıfında tespit edilmiştir(p>0,05) Sonuç: Bu kesitsel tanımlayıcı çalışmanın bulgularına göre, pandemi esnasında yapılmış ve prostat biyopsi sonucu malign olan hastaların pandemi öncesi döneme kıyasla serum PSA düzeyleri, klinik evresi, kanser pozitif kor sayısı ve kanserli korlardaki ortalama tümör yüzdeleri anlamlı olarak yüksektir(p<0,05). Tarihsel sürece bakıldığında kıtalar arası hastalık yapabilecek ve pandemi oluşturan enfeksiyöz hastalıklar geçmişte olduğu gibi gelecekte de yaşanacaktır. Bu gibi durumlarda prostat kanseri şüphesi olan hastalarda prostat biyopsisinin ertelenmesi hastaların; hastalığa bağlı sağkalım veya genel sağkalımını olumsuz yönde etkileyebilir. Pandemi ve benzeri durumlarda prostat biyopsisinin ideal zamanlamasını belirleyebilmek için uzun süre takipli ve karşılaştırmalı çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Deneysel testis torsiyonu oluşturulan ratlarda erken tanıda pentraksin-3 ve scube-1 gibi biyomarkerların incelenmesi
    (2021) MEHMET ÖZAVCI; MEHMET ÖZAVCI
    Amaç: Testis torsiyonu(TT) spermatik kord ve eklerinin kendi aksı etrafında rotasyon yapması sonucu oluşan nadir, akut ve acil müdahale edilmesi gereken bir durumdur. Testis torsiyone olduğunda arteriyal akım durur, iskemi oluşur.Arteriyal akımın 4-6 saat süreyle kesilmesi sonrası nekroz meydana gelir.Tanıdaki gecikme testisin kaybına yol açar. Erken tanıda iskemiyle ilişkili Pentraksin-3 (PTX-3) ve Signal peptide, complement C1r/C1s, Uegf, and Bmp1 (CUB),Epidermal Growth Factor-Like Domain-Containing Protein-1 İnflamatuar (SCUBE-1) gibi markerların kullanılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Deneyimizde Sprague-Dawley cinsi erkek 240-300 gr ağırlığında 21 rat 3 gruba ayrıldı, İlk grup Kontrol-Sham(S) grubu olacak şekilde Grupta 7 denek yer aldı. İkinci grup Torsiyon 2. saat grubu olacak şekilde, 7 denekten oluştu.Bu grupta ratlarda spermatik kord bulunarak ekleriyle birlikte 720 derece torsiyone edilip 2 saat boyunca klemplenip arterial akım kesilip iskemi oluşturuldu.Üçünçü grup Torsiyon 4. saat grubu olacak şekilde, 7 denekten oluştu.Bu grupta ratlarda spermatik kord bulunarak ekleriyle birlikte 720 derece torsiyone edilip 4 saat boyunca klemplenip arterial akım kesilip iskemi oluşturuldu. Bütün gruplarda operasyon öncesi, 2. saat ve 4. saat kan örnekleri alınıp,biyokimya tüpleri ile -80 derecede kanları saklanıp serum PTX-3 ve SCUBE-1 seviyelerine bakılarak raporlandı. Bulgular: Sham(Kontrol) grubu işlem öncesi PTX-3 seviyesi ortalama 10,29 ±2,47 iken Sham (Kontrol) grubu işlem sonrası için ise 11,73±2.5 olarak ölçülmüştür.Bu fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p=0,01).2 saattlik torsiyon grubunda işlem öncesi PTX-3 seviyesi 10,58±1,96 iken işlem sonrası 13,96±1,3 olarak ölçülmüştür.Bu fark istatiksel olarak anlamlıdır(p=0,005).4 saatlik torsiyon grubunda işlem öncesi PTX-3 seviyesi 12,36±3,12 iken işlem sonrası 16±1,6 olarak ölçülmüştür.Bu fark istatiksel olarak anlamlıdır(p=0,001) Sham(Kontrol) grubu işlem öncesi SCUBE-1 seviyesi ortalama 3,87 ±0,4 iken Sham (Kontrol) grubu işlem sonrası için ise 5,73±0,41 olarak ölçülmüştür.Bu fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p=0,01).2 saattlik torsiyon grubunda işlem öncesi SCUBE-1 seviyesi 3,03±1,96 iken işlem sonrası 4,68±1,84 olarak ölçülmüştür.Bu fark istatiksel olarak anlamlıdır(p=0,011).4 saatlik torsiyon grubunda işlem öncesi SCUBE-1 seviyesi 3,37±0,7 iken işlem sonrası 5,4±0,84 olarak ölçülmüştür.Bu fark istatiksel olarak anlamlıdır(p=0,001) 2. Saat ve 4. Saat işlem sonrası testis torsiyonu grupları arasında serum PTX-3 değerlerinin artışı istatiksel olarak anlamlıdır.(p=0,027) 2. Saat ve 4. Saat işlem sonrası testis torsiyonu grupları arasında serum SCUBE-1 değerlerinin artışı istatiksel olarak anlamlı değildir.(p=0,317) Sonuç: Bu deneysel çalışmanın bulgularına göre, TT'lu sıçanlarda 2. saat ve 4. saat serum PTX-3 seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksektir.Benzer şekilde serum SCUBE-1 seviyeleri 2. Saat ve 4. Saatte kontrol gubuna göre anlamlı olarak yükselmiştir.Artan serum PTX-3 ve SCUBE-1 seviyelerinin, testis torsiyonunun erken teşhisinde bir biyomarker olarak potansiyel bir role sahip olabileceği görülmüştür. Testis torsiyonu'nun erken teşhisi için bu biyomarkerlarla ilgili klinik araştırmalar gelecekteki klinik çalışmaların odağı olmalıdır. Anahtar Kelimeler: Pentraksin-3, SCUBE-1, Testis Torsiyonu, İskemi
  • Öğe
    Seminal plazma ve serum testosteron-östrojen oranlarının semen parametreleri üzerine etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Ferhat, Mehmet; Başar, Halil
    ÖZET Ferhat M, Seminal Plazma ve Serum Testosteron/Östrojen Oranlarının Semen Parametreleri Üzerine Etkisi. Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2005. Bu çalışmada serum ve seminal plazmadaki testosteron-östrojen dengesinin semen parametreleri üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Etik kurul onayı alındıktan sonra 18-40 yaşlar arasında 100 hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan bütün hastaların kan hormon değerleri normaldi ve sperm analizini etkileyebilecek bir organik patolojileri yoktu. Semen parametreleri normal olan 47 kişi grup I ve bozuk olan 53 hasta ise grup II olarak sınıflandırıldı. Her iki grupta, serum ve seminal plazmada; testosteron, östradiol ve testosteron-östradiol oranlarını karşılaştırdık. İstatistiksel inceleme; gruplar arası ortalamalar farkı student-t testi ile, gruplar arasında seminal plazma ve serumda; testosteron, östradiol ve testosteron-östrojen oranlan ise Pearson Korelasyon testi ile yapıldı. P<0,05 anlamlı kabul edildi. Grup IF de serum da; testosteron düzeyi (P= 0.043) ve testosteron/östradiol oranı (P= 0,048) anlamlı derecede düşük, östradiol düzeyi (P= 0.014) ise anlamlı derecede yüksek bulundu. Yine grup IF de seminal plazma da; total testosteron düzeyi (P=0,598) ve testosteron/östardiol oranlan (P=0,644) daha düşük, östradiol düzeyi ise daha yüksek (P=0,393) bulundu. Serum T/E2 oranlan ile sayı, motilite ve morfoloji karşılaştınldığında; serum T/E2 ile sperm sayısı (P= 0,857), motilite (P= 0,010) ve morfoloji (P = 0,040) arasında doğru, ancak istatstiksel olarak motilite ve morfoloji arasında anlamlı korelasyon vardı. Seminal plazma T/E2 ile sperm sayısı (P= 0,774), motilite (P= 0,403) ve morfoloji (P= 0,252) arasında doğru, fakat istatistiksel olarak anlamsız korelasyon bulundu. Özellikle serum T/E2 oranının, sperm motilitesi ve morfolojisini anlamlı derecede etkilediği ve bu patolojinin anti- östrojenlerle tedavi edilebilir bir infertilite nedeni olduğu sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: Semen parametreleri, serum, seminal plazma, östradiol testosteron.
  • Öğe
    Protez enfeksiyonlarının önlenmesine yönelik olarak yavaş antibiyotik salınımlı membran ile kaplı penil protez uygulaması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Tuğlu, Devrim; Batislam, Ertan
    ÖZET Tuğlu D., Protez enfeksiyonlarının önlenmesine yönelik olarak yavaş antibiyotik salınımlı membran ile kaplı penil protez uygulaması, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dah Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2005. Bu tezde, Yavaş salınımlı antibiyotik kaplı olan penil protezlerin, kavernozal dokuda enfeksiyon gelişmesini önlemedeki etkinliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla yapılan deneysel çalışmada 4 ana grup oluşturuldu. 1. grup antibiyotik kaplı protezlerden ve enfeksiyon ajanı inoküle edilen gruptu. 1. grupta 3 farklı grup antibiyotikle kaplı protez vardı. Vankomisin kaplı gruba enfeksiyon ajanı olarak staph, aureus verildi. Gentamisin kaplı gruba enfeksiyon ajanı olarak Staph, aureus ve E. Coli verildi. Sefaleksin kaplı gruba enfeksiyon ajanı olarak Staph, aureus verildi. 1. grup kendi içinde 4 ayrı gruptan ve her bir grup 5 tavşandan oluşmak üzere 1. grupta 20 tavşan yer alıyordu. 2. grup antibiyotik kaplı olmayan protezlerden ve enfeksiyon ajanı inoküle edilen gruptu. 2. grupta 3 farklı grup parenteral antibiyotik uygulanan antibiyotiksiz protez vardı. Vankomisin verlen gruba enfeksiyon ajanı olarak staph, aureus verildi. Gentamisin verilen gruba enfeksiyon ajanı olarak Staph, aureus ve E. Coli verildi. Sefaleksin verilen gruba enfeksiyon ajanı olarak Staph, aureus verildi. 2. grup kendi içinde 4 ayrı gruptan ve her bir grup 5 tavşandan oluşmak üzere 2. grupta 20 tavşan yer alıyordu. 3. grup 3 farklı grup antibiyotikle kaplı protez ve enfeksiyon ajanı inoküle edilmeyen gruptu. 3. grupta vankomisin kaplı protez, gentamisin kaplı protez ve sefaleksin kaplı protez vardı. 3. grup kendi içinde 3 farklı gruptan ve her bir grup 5 tavşandan oluşmak üzere 15 tavşan yer alıyordu. 4. grup 3 farklı parenteral antibiyotik verilen, antibiyotiksiz protez ve enfeksiyon ajanı verilmeyen kontrol grubundan oluşmaktaydı. 4. grup kendi içinde 3 farklı gruptan ve her bir grup 5 tavşandan oluşmak üzere 15 tavşan yer alıyordu. Tüm grupların deneyleri tamamlandıktan sonra 1 ay bekleme süresini takiben deneklerin penil dokuları alındı ve kültür antibiyogramları yapıldı. Sonuçta hiçbir grupta enfeksiyon ajanına rastlanmadı. Penil protez uygulamaları sırasında gerekli sterilite sağlanması, uygun teknik ve antibiyotik profilaksisi antibiyotik ile kaplı penil protez uygulamasına gerek olmadığını düşündürmektedir. Ancak yüksek enfeksiyon riski taşıyan hasta grubunda antibiyotikleVI kaplı protezler kullanılabilinir. Penil protez operasyonlarının en önemli komplikasyonlanndan olan enfeksiyondan korunmak için antibiyotikle kaplı protezlerle enfeksiyon gelişimini değerlendirecek daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Antibiyotik kaplı protez, vankomisin, gentamisin, sefaleksin
  • Öğe
    Varikoselli bireylerde seminal plazma interlökin-10 düzeyinin serum testosteron ve seminal parametreler üzerine etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2006) Ünal, Serhat Haluk; Başar, Murat
    [Özet Yok]
  • Öğe
    İzole Tavşan Böbreğinde ESWL'nin Değişik Agonistlerle Alınan Kasılma ve Gevşeme Yanıtlarına Etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2006) Mert, Halil Çağatay; Yılmaz, Erdal
    [Özet Yok]
  • Öğe
    Kalsiyum okzalat taş hastalarının gastrointestinal traktında Okzalobakter formigenes kolonizasyonu ve idrar parametreleri ile ilişkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Yuvanç, Ercan; Batislam, Ertan
    Amaç: Kalsiyum okzalat taşlı hastaların gastrointestinal traktında Okzalobakter formigenes düzeyinin rakamsal olarak bulunması ve bunun idrar parametreleri ile ilişkisini değerlendirmek ve taş etyolojisindeki rolünü ortaya koymak amaçlanmaktadır.Materyal ve Metod: Kalsiyum okzalat taşı saptanan 27 hasta ile normal sağlıklı 25 birey çalışmaya dahil edildi. Hastaların ve normal bireylerin serum Ca, Na, K, BUN ve kreatinin değerleri ile 24 saatlik idrarda Ca, okzalat, sitrat parametreleri değerlendirildi. Hasta ve kontrol gruplarındaki bireylerin gaita örnekleri alınarak real time PCR yöntemi ile Okzalobakter formigenes düzeyleri çalışıldı.Bulgular: Hastaların 24 saatlik idrar parametrelerinde % 40,74 hiperkalsiüri, % 11,11 hipositratüri ve % 37,03 hiperokzalüri tespit edildi. 5 hastada hiperkalsiüri ve hiperokzalüri birlikte görüldü. 1 hastada hiperkalsiüri, hiperokzalüri ve hipositratüri birlikte mevcut idi. Hiperkalsiürisi olan 5 hastanın 1'inde, hiperokzalürisi olan 4 hastanın 3'ünde Okzalobakter formigenes kolonizasyonu tamamen ortadan kalkmıştı. Hiperokzalüri ve hiperkalsiürinin birlikte olduğu bireylerde, Okzalobakter formigenes düzeyi hipositratüri ve metabolik anomalisi olmayan hastalar ve normal bireylere göre istatistiksel olarak anlam arzedecek şekilde düşük idi.Sonuç: Kalsiyum okzalat taşlı hastalardan hiperokzalürisi ve hiperkalsiürisi olanlarda Okzalobakter formigenes kolonizasyonu ya tamamen ortadan kalkmakta yada oldukça azalmaktadır. Real time PCR ile Okzalobakter formigenes düzeyini ölçmek zor, pahalı bir yöntem olarak göze çarpmaktadır. Hassas bir metod olduğundan etkileyen faktörleri ortaya koyarak bir standart oluşturulması faydalı olacaktır.Anahtar Kelimeler: Okzalobakter formigenes, Real time PCR, Kalsiyum okzalat taşı, Hiperokzalüri, Hiperkalsiüri
  • Öğe
    Sıçan testis dokusunda vazektomi sonrası apoptotik değişiklikler ve ozon tedavisinin etkileri
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2009) Alpcan, Serhan; Başar, Halil
    Vazektomi, dünyada yaygın olarak kullanılan bir korunma yöntemidir. Bu çalışmanın amacı deneysel vazektomi modeli oluşturulan ratların germ hücrelerinde apoptozisi değerlendirilmek ve ozon tedavisinin apoptozis üzerine etkisini incelemektir.Bu çalışmada 60 adet erkek wistar ratı kullanıldı. Altışar rattan oluşan 10 grup oluşturuldu. Ratlarda unilateral ve bilateral vazektomi modelleri oluşturularak, 4. ve 6. haftalarda bilateral orşiektomi uygulandı. Germ hücrelerinde ortaya çıkan apopitotik değişiklikler ve spermatogenez üzerine olan etkileri immünohistokimyasal ve biyokimyasal yöntemlerle karşılaştırıldı.Ozon reaktif oksijen türevleri oluşturarak antioksidan savunma sistemini etkileyen tedavi şeklidir. Ozonterapinin apoptozis üzerine etkisini incelemek amacıyla vazektomi oluşturulmuş modellere 6 hafta süreyle intraperitoneal ozon gazı uygulandı ve vazektomi uygulanmayan gruplar ile karşılaştırıldı.Vazektomi sonrası süreye bağımlı olarak e-NOS, i-NOS immünohistokimyasal boyanmalarını ve TUNEL sonrası apopitotik indeksi artmış olarak bulduk. Bu değerler vazektomi uygulanmadan ozonterapi uygulanan grupta da benzer bulundu. Ancak vazektomi sonrası ozonterapi uygulanan gruplarda apopitotik değişikliklerin belirgin derecede azaldığı görüldü.Tüm gruplarda serum FSH, LH, testosteron ve östradiol düzeyleri arasında fark saptanmadı. Serum inhibin-B düzeyleri çift taraflı vazektomi uygulanan modellerde diğer gruplara kıyasla daha düşük değere sahipti.Bulgularımız ışığında ozonterapi oksidatif stres varlığında apoptozisi azaltıcı, oksidatif stres yokluğunda apoptozisi artırıcı etki gösterir.Anahtar sözcükler Apoptozis, inhibin-B, NOS, ozonterapi, vazektomi,
  • Öğe
    Tavşan böbrek dokusunda eswl ile indüklenen oksidatif hasar üzerine antioksidan (Taurin) ve ozon terapi etkilerinin biyokimyasal ve histomorfometrik karşılaştırılması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Görgü, Nart; Başar, Mehmet Murad
    Bu çalışmanın amacı; antioksidan etkiye sahip bir aminoasit olan taurin ve potansiyel oksidatif toksik etkilerine rağmen uygulama dozuna bağlı olarak oksidatif strese bağlı doku hasarı üzerine koruyucu etkileri olan ozon ESWL'nin yol açtığı böbrek dokusu oksidatif hasarı üzerine etkilerini tavşan modelinde karşılaştırmaktır.Çalışmada ortalama yaşları 5,76±0,12 ay (5-8 ay) ve ortalama ağırlıkları 2518,33 ? 49,8 gr (2200?3500 gr) olan 30 adet erişkin (15 dişi, 15 erkek) Yeni Zelanda Albino tipi tavşan kullanıldı. Denekler eşit sayıda denek içeren beş çalışma grubuna ayrıldı. Grup Ikontrol grubu olarak değerlendirildi. Grup II (ESWL): Sağ böbreğe gün aşırı, üç seans ESWL (18 kV, 2000 şok dalgası) uygulandı. Grup III (ESWL+ Taurin): 7 gün 7,5 ml/kg/gün dozda intraperitoneal (i.p.) taurin (%10'luk sulu çözelti) uygulamasını takiben gün aşırı üç seans ESWL uygulaması yapıldı. Grup IV (ESWL+Ozon terapi): 7 gün, gün aşırı 2 mg/kg dozda i.p. ozon terapi uygulamasını takiben gün aşırı üç seans ESWL uygulaması yapıldı. Grup V (ESWL+ Taurin+Ozon terapi): 7 gün süre ile i.p. taurin yanı sıra gün aşırı i.p. ozon terapi uygulaması yapıldıktan sonra gün aşırı üç seans ESWL yapıldı.İzole edilen böbrek dokularında biyokimyasal olarak MDA, NO, t-SH, SOD, GSH-Px, Katalaz düzeyi ölçümleri yanı sıra histomorfometrik incelemeler gerçekleştirildi.Sonuçlar değerlendirildiğinde, ESWL uygulanan tüm gruplarda katalaz değerlerinde hafif bir artış izlenirken, tek başına taurin veya tek başına ozon terapi uygulamasının ESWL'nin yol açtığı artışı engellediği; hatta kontrol değerlerinin de altına düşürdüğü saptandı. ESWL sonrası taurin ve ozon terapinin birlikte uygulandığı grupta ise katalaz düzeyinin ESWL sonrası değere kıyasla anlamlı düzeyde düştüğü gözlendi. GSH-Px, SOD, MDA düzeylerinin ise anlamlı olmamakla birlikte ESWL sonrası arttığı, taurin ve/veya ozon uygulaması sonrası ise kontrol değerlerinin de altında bir düzeye indiği; t-SH'nın ESWL sonrası kısmen artmasına rağmen taurin ve/veya ozon terapi uygulaması sonrası kontrol değerlerine düştüğü; ESWL uygulaması sonrası artan NO düzeyinin ise taurin ve/veya ozon terapi uygulaması sonrası daha da yükseldiği tespit edilmiştir. Histomorfometrik incelemede ise ESWL uygulamasının oluşturduğu doku hasarı üzerine taurin ve ozon terapi uygulamalarının anlamlı olmamakla birlikte koruyucu etkilerinin olduğu, iki yöntemin birlikte kullanılmasının ise ESWL hasarını anlamlı şekilde engellediği gösterilmiştir.Sonuç olarak, ozon terapi ESWL uygulamasının indüklediği oksidatif doku hasarını azaltmakta ve özellikle diğer antioksidan ajanlar ile birlikte kullanıldığında koruyucu etkisi daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.
  • Öğe
    Böbrek taşlı hastalarda ESWL'nin oksidatif strese etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Hacıislamoğlu, Ahmet; Yılmaz, Erdal
    Giriş ve Amaç: Böbreklerde, vücut dışından şok dalgaları ile taş kırma (ESWL) sonrasındabirçok hasar oluşabilmekte ve bu hasarların bir kısmının oksidatif strese bağlı olarak oluştuğudüşünülmektedir. Bu çalışmada taş hastalarında böbreğe ESWL uygulanmasının, oksidatifstres parametrelerine olan etkisini kan ve özellikle idrar sonuçları ile değerlendirilmesiamaçlandı.Materyal ve Metod: Eylül 2010 - Ocak 2010 tarihleri arasında böbrek taşı hastalığı tanısıile Üroloji Polikliniği'mizce izlenen, uluslararası kılavuzlara göre ESWL tedavisi planlananve gönüllü olarak çalışmaya katılmayı kabul eden 20 hasta, hasta grubu olarak, herhangi birek hastalığı olmayan 20 kişi de kontrol grubu olarak çalışmaya alındı.Hastalardan ESWL'den önce ve ESWL'den sonra kanda, spot idrarda ve 24 saatlik idrardaNitrik Oksit (NO), Total Antioksidan Seviye (TAS), Total Oksidan Seviye (TOS),Malindialdehid (MDA) ve Total Sülfidril (t-SH) ölçümleri, kontrol grubunda da kanda, spotidrarda ve 24 saatlik idrarda NO, TAS, TOS, MDA ve t-SH ölçümleri yapıldı.Bulgular: Çalışmaya hasta grubunda 13' ü erkek 7' si kadın 20 hasta, kontrol grubunda 14' üerkek 6' sı kadın 20 kişi katıldı. Hasta grubu yaş ortalaması 34.3, kontrol grubu yaş ortalaması37.4 idi. Çalışmada oksidatif stresi değerlendirmek amacıyla NO, MDA, TSH, TOS ve TASçalışıldı. Çalışmada hasta grubu ESWL öncesi ile kontol grubu spot idrar, 24 saatlik idrar vekan değerleri, hasta grubu ESWL sonrası ve kontrol grubu spot idrar, 24 saatlik idrar ve kandeğerleri, ESWL öncesi ve ESWL sonrası spot idrar, 24 saatlik idrar ve kan değerleribirbirlerine göre değerlendirildi. Kan MDA sonuçları kontrol grubunda 1735,56±388,08,ESWL sonrası grupta 4794,87±1072,16 olarak belirlendi. Bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı(p< 0,05)idi. Spot idrar TAS düzeyleri ESWL öncesi grupta 0,03±0,008, ESWL sonrasıgrupta 0,07±0,01 olarak belirlendi.Bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı(p<0,05)idi. 24 saatlikidrar t-SH düzeyleri ESWL öncesi grupta 0,81±0,18, ESWL sonrası grupta ise 1,51±0,33olarak belirlendi. Bu sonuç istatistiksel olarak anlamlı (p<0,05)idi.Sonuç: Çalışmaya alınan hastalarda ESWL uygulaması sonrasında kanda MDA düzeyiyüksekliği ile oksidatif strese neden olabileceğini gösterdik. Ancak çalışmanın asıl amacı olanidrarda oksidatif stresi gösteremedik. Bunun olası nedenleri spot idrar ve 24 saatlik idrardadaha farklı oksidatif parametrelerin çalışılması gerekliliği ve daha spesifik hasta grubununseçilmesi olabilir.Anahtar Kelimeler: ESWL, böbrek taşı, oksidatif stres
  • Öğe
    Radikal prostatektomi sonrası inkontinans düzelme süresine prostat apeksinde tümör varlığının etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Şipal, Timuçin; Batislam, Prof. Ertan
    Arka plan ve hedefler: Radikal prostatektomi ( RP ) 10 yıldan uzun yaşam beklentisi olan lokalize prostat kanserli hastalarda küratif tedavidir. Bununla birlikte RP geçiren hastalarda en önemli sorunlardan biri posprostatektomik inkontinanstır ( PPİ ). RP geçirenlerde 3 hafta ile 6 ay arasındaki PPİ oranının % 30-%85 ve kontinans düzelme oranının 1 yılda %95 olduğu bildirilmiştir. RP sonrası inkontinans oranı preopertif faktörler, intraoperatif faktörler ve postoperatif faktörler gibi birçok faktöre bağlıdır. PPİ üzerine prostatik apeksin etkisi daha önceki yayınlarda değerlendirilmişse de apikal infiltrasyonun kontinans geri dönüşümüne etkisi yeterince incelenmemiştir. Bu çalışmada biz prostatik apeks infiltrasyonunun PPİ üzerine olan etkisini prospektif olarak incelemeyi amaçladıkMateryal ve metodlar: Ocak 2008- aralı 2011 tarihleri arasında lokalize prostat kanseri nedeni ile tek bir cerrah tarafından RP yapılan 36 hasta çalışmaya alındı. Analiz için hastalar prostatik apeks infiltrasyonuna göre iki gruba ayrıldı. RP sonrası inkontinans sorgulaması düzenli aralıklarla Incontinence Questionnaire?Short Form (ICIQ-SF) ve günlük kullanılan ped sayısı sorgulaması ile değerlendirildi. Günlük hiç ped kullanmayan hastalar kontinan kabul edildi. Tüm hastaların onkolojik ve fonksiyonel verileri kayıt edildi ( yaş, PSA, Gleason skoru, Prostat ağırlığı, preoperatif erektil fonksiyon, klinik evre, cerrahi sınır pozitifiliği). Preoperatif erektil fonksiyon ereksiyon için bilgi verici IIEF ( International Index Of Erectile Function ) skoru ile değerlendirildi. IIEF skorları ? 18 olan hastalar potens kabul edildi. P değeri <0.05 istatistiksel anlamlı olarak kabul edildi.Bulgular: 1 yılın sonundaki genel kontinans oranı % 90 dı. Apeks infiltrasyonu ? olan grupla apex infiltrasyonu + olan gruplar arasındaki 1. Hafta, 1. ay. 3. Ay, 6. Ay ve 12. Aydaki kontinens oranları sırasıyla % 30- % 0, % 50- %22. 7, % 85- % 45. 5, % 92. 9- %72. 7,% 92. 9-% 86. 4 olarak bulundu ve iki grup arasında istatsitiksel olarak anlamlı fark tespit edildi ( p=0.024 ). Ayrıca analizler patolojik evresi ileri olan ( pT3a, pT3b) hastalarda da kontinens geri dönüşünün uzadığını gösterdi (p=0.022)Sonuç: Sonuçlarımız prostatik apex infiltrasyonunun RP sonrası kontinans geri dönüşümünü anlamlı derecede etkileyebileceğine dair bilgi vermiştir. Sunuçlar ayrıca ileri patolojik evreninde PPİ için bir risk olabileceğini gösterdi. PPİ için apex infiltrasyonun öngörü değerini değerlendirmek için daha geniş çaplı çalışmalara gereksinim vardır.Abahtar kelimeler: Prostat kanseri, radikal prostatektomi, post prostatektomik inkontinans, apikal infiltrasyon, inkontinans ve erektil diskonksiyon sorgulama formları.
  • Öğe
    2 cm'den küçük böbrek taşlarında perkütan nefrolitotomi ve retrograd intrarenal cerrahinin etkinliği
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2014) Bal, Fatih; Yılmaz, Erdal
    Amaç: 2 cm'den küçük böbrek taşlarında RIRC ve PCNL'nin etkinlikleri karşılaştırılarak klinik açıdan en uygun tedavinin bulunması amaçlanmıştır. Yöntem ve gereçler: 2 cm'den küçük böbrek taşı olan 110 hasta çalışmaya alınmıştır. 55 hastaya Perkütan Nefrolitotomi ve 55 hastaya Retrograd İntrarenal Cerrahi işlemi uygulanmıştır. İşlemler esnasında operasyon süreleri, intra op kullanılan mayi miktarı, kan tranfüzyon gereksinimi, intra op skopi kullanımı süresi kayıt edildi. İşlemler sonrasında post op hemoglobin, üre ve kreatinin düzey değişikliği, hastanede kalış süreleri kayıt edildi. Operasyondan 3 ay sonra BT ile böbrekte rezidü taş varlığı değerlendirildi. Sonuçlar: RIRC ve PCNL işlemlerinde; operasyon süreleri PCNL'de istatistiksel anlamlı kısa, intra op kullanılan mayi miktarı PCNL'de anlamlı yüksek, intra op skopi kullanımı süresi, sonda alınma zamanı ve hastanede kalış süresi PCNL'de anlamlı olarak daha uzundu. PCNL grubunda post op hemoglobin düzeyinde istatistiksel anlamlı olarak daha fazla azalma görüldü. Üre ve kreatinin değerlerinde anlamlı iki operasyon karşılaştırıldığında anlamlı farklılık görülmedi. PCNL grubunda operasyon öncesine göre üre düzeyinde anlamlı azalma görüldü. Rezidü taş varlığında her iki operasyonda anlamlı fark görülmedi. Sadece orta kalikste 100-200 mm2 boyutuna sahip taşlar içerisinde ise PCNL grubuna göre RIRC grubunda rezidü taş görülme sıklığı istatistiksel anlamlı olarak daha yüksekti. İntra op kan tranfüzyon gereksinimi PCNL'de 3 vaka için gereksinim oldu. RIRC'da kan transfüzyonu yapılmadı. Tartışma: Rezidü taş açısından iki operasyonda da sonuçlar benzerdi. Fakat Retrograt İntrarenal Cerrahi işlemi sonrasında operasyonda takılan double j stentin alınması gerekliliği ve hastaların kırılan parçaları düşürerek ara ara ağrı ifade etmeleri nedeniyle Perkütan Nefrolitotomi operasyonunun hasta ve cerrah için daha yüz güldürücü olduğu görüldü. Ancak PCNL'de kullanılan mayi miktarının ve kanama ihtimalinin fazla olabileceği de unutulmamalıdır. Anahtar sözcükler: Böbrek taşı, Perkütan Nefrolitotomi, Retrograt İntrarenal Cerrahi, Rezidü Taş, Etkinlik
  • Öğe
    Tek taraflı parsiyel üreter obstrüksiyonu yapılan ratlarda koenzim Q ve selenyumun böbrek üzerine etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Kırdağ, Mustafa Koray; Tuğlu, Devrim
    Çalışmamızda unilateral parsiyel üreter obstrüksiyonunda meydana gelen antioksidana bağlı böbrek hasarında selenyum ve koenzim Q'nun etkilerini incelemeyi planladık. 24 adet Sprague-Dawley rat 4 gruba ayrıldı. Sham Grup 1, Grup 2 parsiyel unilateral üreteral obstrüksiyon grup (PUÜO), Grup 3 PUÜO+ Koenzim Q, Grup 4 PUÜO+Selenyum grup. Doku ve kan örneklerinden biyokimyasal olarak paroksanaz, total antioksidan seviye (TAK), total oksidan seviye (TOS) değerleri hesaplandı. Doku örnekleri histopatolojik olarak incelendi. Dokularda total antioksidan kapasite (TAK) düzeyi Grup 3 ve Grup 4'de Grup 2'ye göre istatistiksel olarak anlamlı artış tespit edildi. Doku TOS düzeyi Grup 3 ve Grup 4'de Grup 2'ye göre anlamlı bir azalma tespit edildi. Serum paroksonaz (PON) düzeyi Grup 1 ve 2'ye göre Grup 3 ve 4'de anlamlı bir artış tespit edildi. Histopatolojik incelemelerde intertisyel inflamasyon, konjesyonun kontrol grubuna göre koenzim Q ve selenyum verilen gruplarda daha az olduğu tespit edildi. Selenyum grubunda koenzim Q grubuna göre daha anlamlı bir azalma tespit edildi. Çalışmamızda koenzim Q ve selenyumun unilateral parsiyel üreter obstrüksiyonunda oluşan oksidasyon ve doku çalışmalarında incelenen hasarı azalttığı gözlenmiştir.
  • Öğe
    ESWL yapılan hastalarda böbrek hasarının değerlendirilmesinde TAS, TOS, paraoksonaz, ıl-6 parametrelerinin değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Gür, Serhan; Yuvanç, Ercan
    Vücut dışından şok dalgaları ile taş kırma işlemininin (ESWL) böbrek taşı tedavisinde açık etkinliği yanında böbrek üzerine olan olumsuz etkileri ve bu etkinin belirlenmesine yönelik biyomarker arayışları son yıllarda ilgi konusu olmuştur. Çalışmaya ESWL tedavisi alan 40 hasta alındı. Üriner sistem taşı dışında renal patolojisi olanlar, diyabetes mellitus ve hipertansiyon gibi böbreği etkileyen sistemik hastalığı olanlar, üriner ve üriner sistem dışı tümörü olan hastalar, aktif üriner sistem enfeksiyonu veya üriner sistem dışı enfeksiyonu olanlar, alkol ve sigara içenler, bilinen antioksidan ilaç kullanan ve organ yetmezliği olan hastalar çalışmaya alınmadı. Bu çalışmada böbrek taşı nedeniyle ESWL yapılan hastalarda işlem öncesi ve işlemden 2 saat sonra alınan venöz kan örneklerinde total antioksidan seviye (TAS), total oksidan seviye (TOS), oksidatif stres indeksi (OSI), Paraoksanaz ve IL-6 parametrelerini çalışılarak erken dönemde renal hasar belirteci olarak kullanılabilirlikleri araştırılmıştır. Sonuç: Çalışmamızda, ESWL'nin oksidan/antioksidan dengeyi oksidanlar lehine bozduğunu IL-6 artışı ve PON-1 azalışı ile gözledik ancak TAS, TOS ve OSI parametrelerinde değişiklik göremedik, bu durum IL-6 ve PON-1'in ESWL yapılan hastalarda renal hasarın belirlenmesinde erken dönem için daha hassas markırlar olabileceği göstermiştir.