Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Radius distal uç kırıklarında teardrop açısı ve yükseklik restorasyonun fonksiyonel sonuçlara etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Tepe, Ali; Çirpar, MeriçGiriş ve Amaç: Distal radius kırıkları ortopedi ve travmatoloji pratiğinde en sık görülen kırıklar arasında yer almaktadır. Genç yaş grubunda yüksek enerjili, ileri yaş grubunda osteoporoza bağlı düşük enerjiyle meydana gelir. Distal radius kırıklarının yarısı stabildir ve konservatif tedavi edilebilir. Diğer yarası instabildir ve cerrahi tedaviye ihtiyaç duyulabilir. Distal radius kırıklarının takip ve tedavisinde direkt grafide ölçülen parametreler sıklıkla kullanılır. Bu çalışmada radius distal uç kırığı geçiren hastalarda ön arka ve yan grafilerde ölçülen radial yükseklik, volar tilt ve gözyaşı damlası açısının restorasyonun fonksiyonel sonuçlara etkisini saptamak amaçlanmıştır. Gerekçe ve Yöntem: Çalışmamızda, Şubat 2012-Ağustos 2021 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde radius distal uç kırığı nedeniyle cerrahi ya da konservatif tedavi edilen 15-85 yaş arası hastalar dahil edilmiştir. Bu hastalarda klinik olarak el bilek hareketleri, DASH ve hasta bazlı el bileği değerlendirme skorları, JAMAR dinamometre ile kaba kavrama gücü ölçümleri yapılmıştır. Çekilen el bilek grafilerinde kaynamış kırığın nihai radial inklinasyon, radial yükseklik, teardrop ve volar tilt açıları ölçülmüştür. Çalışmanın ilk aşamasında teardrop açısının, volar tiltin ve radial yüksekliğin kaba kavrama gücü ve el bilek hareketleri üstüne etkisine bakılmıştır. Çalışmamızın ikinci aşamasında ise teardrop açısının, volar tiltin ve radial yüksekliğin el bilek fonksiyonlarının üstüne etkisi karşılaştırmış olup hangi değerin daha duyarlı olduğu tespit edilmiştir. Bulgular: Çalışmamızda cerrahi ve ya da konservatif tedavi uygulanan hasta grupları arasında hasta yaşı, cinsiyet, tutulan taraf, dominant taraf, kırık tarihi, açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Katılımcıların etkilenen tarafında tedavi öncesi TDA değeri cerrahi yapılanlarda konservatif tedavi edilenlere göre istatistiksel anlamlı derecede düşükken (p=0.024) tedavi sonrası bu değer cerrahi yapılanlarda istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek ölçülmüştür (p=0.036). Tüm hasta grupları değerlendirildiğinde etkilenen tarafın tedavi sonrası TDA'sı ile HGST değişimi (r=0.342, p=0.041) arasında pozitif korelasyon ortaya konmuştur. Cerrahi yapılan hastalarda da tedavi sonrası TDA'sı ile HGST puanı arasında pozitif korelasyon olduğu görülmüştür (r=0.805, p=0.002). Konservatif yöntemle tedavi edilen hastlarda tedavi sonrası TDA değeri ile HGST değişimi açısından istatiksel anlamlı fark tespit edilmemiştir. Hastaların cerrahi ya da konservatif tedavi sonrası ölçülen volar tilt, TDA, radial yükseklik, radial inklinasyon ve tedavi öncesi TDA değerlerinin hiçbirinin DASH puanı üzerine etkisi istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p=0.154 p=0.370, r=-0.11 p=0.499, r=0.22 p=0.186, r=-0.69 p=0.691, r=-0.251 p=0.14). Sonuç: Çalışmamızda, distal radius kırıklarında kırık redüksiyonu değerlendirilmesinde en fazla kullanılan ölçümler olan volar tilt ve radial yükseklik değerlerinin, tedavi yönteminden bağımsız olarak el bilek fonksiyonlarının geri kazanılmasında önemli bir etkiye sahip olmadığını tespit edilmiştir. Fakat TDA'nın karşı tarafla kıyaslandığında normal değerlere yakın restore edildiğinde kaba kavrama gücünün de o oranda iyi restore edildiği tespit edilmiştir. TDA üç kolon teorisine göre yük taşıyan alan olan ve sigmoid çentik aracılığıyla distal radiulnar eklemi ilgilendiren lunat faset bölgesinin restorasyonu açısından volar tilt açısına göre çok daha önemli bilgiler vermektedir. Anahtar kelimeler: Distal radius kırığı, TDA, kaba kavra gücü, volar tiltÖğe Direkt anterior yaklaşımla ve posterior yaklaşımla uygulanan kalça hemiartroplastisi sonuçlarımızın karşılaştırılması ve prognostik belirteçlerin belirlenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Ataman, Serdar; Canbeyli, İbrahim DenizKalça kırığı tedavisinde artroplasti, ilk tedavi seçeneği olarak ya da başarısız tespit sonrası ikinci tedavi seçeneği olarak kullanılabilmektedir. Çalışmamız, kırık sonrası direkt anterior yaklaşım ve posterior yaklaşım kullanılarak kalça hemiartroplasti cerrahisi yapılan hastaların sonuçlarını karşılaştırmayı ve prognostik belirteçleri tespit etmeyi hedeflemektedir. Aynı cerrah tarafından kalça kırığı sonrası direkt anterior ve posterior yaklaşımla kalça hemiartroplasti tedavisi uygulanan hastalar retrospektif olarak belirlenmiş olup tarama sonrası uygun kriterleri sağlayan 78 hasta tespit edilmiştir. Her iki karşılaştırma grubuna aynı sayıda hasta dahil edilmiştir. Dahil edilen hastaların demografik özellikleri, ek hastalıkları, uygulanan anestezi yöntemleri ve ameliyat öncesi anestezi skorları tespit edilmiştir. Sonrasında iki grup; ameliyat süresince meydana gelen kanama miktarı, operasyon süresi, postoperatif dönemde kan transfüzyon ihtiyacı, yara yeri akıntı süresi, komplikasyonlar (intraoperatif kırık oluşumu, hematom, dislokasyon, yara yeri enfeksiyonu, sinir hasarı, periprostetik kırık ve revizyon cerrahisi) ve fonksiyonel sonuçlar açısından karşılaştırılmıştır. Çalışmaya dahil edilen her iki gruptaki hastaların demografik özellikleri ve mevcut olan ek hastalıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmemiştir. Hastalar bir yıl boyunca takip edilerek veriler kayıt altına alınmıştır. İntraoperatif kanama miktarının ve postoperatif dönemde yara yeri akıntı süresinin posterior yaklaşım grubunda istatistiksel olarak daha fazla olduğu tespit edildi. Diğer parametrelerde istatistiksel anlamlılık saptanmadı. Postoperatif 1. Yılda elde edilen Harris ve Womac skorları, 1. Ayda elde edilen skorlara göre daha yüksek saptanmasına rağmen her iki cerrahi yaklaşım grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Çalışmamızda, direkt anterior yaklaşımda yumuşak doku hasarının daha az ve yara yeri iyileşmesinin daha hızlı olduğunu tespit edildi. Mevcut literatürdeki çalışmalar da dikkate alındığında kalça hemiartroplasti tedavisinde direkt anterior yaklaşımının olumlu sonuçlar ile ilişkili olabileceğini düşünmekteyiz.Öğe MR görüntülemede ayak bileği morfolojisi ile talusun osteokondral lezyonlarının ilişkisinin araştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Pehlivan, Ozan; Serbest, SancarTalusun osteokondral lezyonları, talusun ayak bileği eklem yüzeyinde kıkırdak ve subkondral kemiği ilgilendiren lezyonlarıdır. Sık görülen bir durum olmasına karşın, tedavisi, kıkırdak dokunun özelliklerine bağlı olarak zorluklar içermektedir. Bu çalışmanın amacı, ayak bileği morfoloji ve biyomekaniğini değerlendirmek amacıyla kullanılan parametrelerin, TOL gelişimi üzerine etkisi olup olmadığını göstermektir 2015-2021 yılları arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji AD.'na başvuran ve ayak bileği MR görüntülemesi yapılmış olan hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. MR incelemede TOL izlenen 111 hasta TOL (+) grubunu, 111 TOL izlenmeyen hasta TOL (-) hasta grubunu oluşturdu. Her iki hasta grubunda Tibiotalar Surface Angle, Tibial Anterior Surface Angle, Joint Line Convergence Angle, Tibia-Medial Malleol Angle, Tibial Lateral Surface Angle, Anterior Opening Angle of Talus, Troklea Tali Uzunluğu, Tibial Plafond Posterior Dudağı ile Talar Dom Arası Mesafe ölçüldü, Troklea Tali/Eklem Aralığı Mesafesi, Troklea Tali Uzunluğu/Plafond Anterior-Posterior Uzunluğu oranları bulundu. Bulunan değerler istatistiksel olarak analiz edildi. TOL (-) ve TOL (+) grup arasında Tibial Lateral Surface Angle (p=0.005), Tibia-Medial Malleol Angle (p<0.001), Joint Line Convergence Angle (p<0.001), Anterior Opening Angle of Talus (p<0.001), Troklea Tali Uzunluğu (p=0.002), Troklea Tali Uzunluğu/Eklem Aralığı Mesafesi oranı (p=0.019) ve yaş açısından anlamlı farklılık vardı. Lojistik Regresyon Analizi sonrası Joint Line Convergence Angle, Tibia-Medial Malleol Angle, Anterior Opening Angle of Talus, Troklea Tali Uzunluğu değerlerinin TOL tanısı koyabilmede anlamlı etkileri olduğu ve "en iyi belirteç" olarak kullanılabileceği bulundu. TOL (+) tanısı koyabilmede 'JLC', 'TMM', 'AOT' ve 'LOT' değerlerinin geçerli parametreler olsalar da TOL tanısını koyabilmede yeterli güvenirliğe sahip parametreler olamayabilir. Talusun doğumsal ya da kazanılmış morfolojik değişikliklerinin osteokondral lezyonların gelişimi üzerinde etiyolojik bir faktör olarak rol oynayabilir. Anahtar kelimeler: Talusun osteokondral lezyonu, ayak bileği morfolojisi, osteokondral defektÖğe Bilgisayarlı tomografi kullanılarak diz protezinin ideal komponent büyüklüğünün öngörülmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Özsar, Barış Kemal; Uslu, M. MuradÖZET Özsar, Banş Kemal, "Bilgisayarlı Tomografi Kullanılarak Diz Protezinin İdeal Komponent Büyüklüğünün Öngörülmesi" Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2004 Total diz artroplastisinde femoral komponentin büyüklüğünü belirlemek için pek çok yöntem olmasına rağmen, günümüzde bu yöntemler kendilerine göre sorunlar ile cerrahları özellikle ameliyat öncesi yanılgıya düşürmektedirler. Günümüzde en çok kullanılan yöntem direk grafiler üzerine yerleştirilen şablonlar ile yapılan ölçümlerdir. Femoral komponentin ameliyattan önce ideal büyüklüğünü öngörmek için direk grafiler ve şablonlar yardımıyla yapılan yöntem ile bilgisayarlı tomografi skenogramlan kullanılarak geliştirilen yöntem bu çalışmada karşılaştınlmıştır. Çalışma, kuru kemiklerde, kadavrada ve Total diz protezi ameliyatı ile tedavi endikasyonu konmuş gonartroz hastalarında olmak üzere üç aşamada gerçekleştirilmiştir. Çalışmada, kuru kemiklerin ve kadavra femurlarmın direk grafileri elde edilip bunlara şablonlar yerleştirilmiş ve yapılan ölçümler kayıt edilmiştir. Ardından kuru kemik ve kadavralara bilgisayarlı tomografi skenogramlan çekilip femoral komponent büyüklüğünü öngörmek için ölçümler yapılmıştır. Daha sonra posterior referans sistemine göre kuru kemikler ve kadavra femurlan uygun biçimde osteotomize edilip altın standart değerler elde edilmiş ve direk grafilerden ve bilgisayarlı tomografi skenogramlarmdan elde edilen değerler ile karşılaştınlmıştır. Çalışmaya bundan sonra Total diz protezi ameliyatı ile tedavi endikasyonu konmuş gonartroz hastalan ile devam edilmiştir. Benzer şekilde hastalann ameliyat öncesi direk grafileri ve bilgisayarlı tomografi skenogramlan elde edilip, her iki yöntemin kendine özgü ölçüm yöntemleri uygulanmış ve sonuçlar kayıt edilmiştir. Hastalann femurlan ameliyat esnasında distal ve anterior osteotomi yapıldıktan sonra posterior referans sistemine göre ölçülüp altın standart değerleri bulunmuştur. Altın standart değerler ile direk grafiler ve şablonlar kullanılarak yapılan yöntemin sonuçlan ve bilgisayarlı tomografi kullanılarak yapılan yöntemin sonuçlan birinci, ikinci ve üçüncü aşamalarda T-İstatistiği kullanılarak karşılaştınlmıştır. Bu değerlendirmelere göre üç aşamada da Bilgisayarlı TomografiVI Skenogramı ile elde edilen ölçümlerin ideal değerler ile arasında fark olmadığı ve direk grafiler ile yapılan ölçümlerin ideal değerlerden belirgin farklılık gösterdiği bulunmuştur. Anahtar kelimeler; Femoral komponent büyüklüğünü ölçme, diz artroplastisi, bilgisayarlı tomografiÖğe Distal radius malunionlarında rotasyonel deformitenin tespiti(Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Çırpak, Meriç; Eftal, GüdemezÖZET ÇIRPAR Meriç, Distal radius malunionlarında rotasyonel deformitenin tespiti, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2004. Bu çalışmanın amacı radius malunionlarında, frontal, sagittal ve horizontal planlarda oluşturulan deformitelerde, radyografi ve bilgisayarlı tomografi kullanılarak doğru ölçümlerin yapılabileceğini araştırmak, birden fazla planda oluşmuş deformitelerde, ölçüm değerlerinin birbirleri üzerine etkisi olup olmadığını incelemek ve kullanılan radyolojik değerlendirme yöntemlerinin istatistiksel doğruluk hesaplamalarım yapmaktır. Çalışma AO sınıflamasında yer alan Colles kırığı, dorsal Barton kırığı, şoför kırığı ve eklem içi kırıklar ve alt tiplerine uygun, değişik derecelerde dorsal tilt, radial inklinasyon, rotasyon ve volar tilt verilerek hazırlanan malunion modelleri üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu malunion modelleri, tamamı birbirinin aynı olan 1 02 adet sol radius kemiğine ait maketler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın ilk aşamasında, elde edilen malunion modellerinde çekilen direk grafilerde ölçülen dorsal tilt, radyal inklinasyon ve volar tilt değerleri, malunionlarm hazırlanması aşamasında verilen altm standart değerler ile karşılaştınlmıştır. Bu karşılaştırma sonrasında, özellikle rotasyon kusurunun da olduğu modellerde beklenen değerlerin ölçülen değerlerden istatistiksel olarak anlamı derecede farklı olduğu saptanmıştır, ikinci aşamada, bilgisayarlı tomografi kesitlerinde rotasyon kusurunun dereceleri ölçülmüş, bu ölçümlerin malunion modellerinin oluşturulması aşamasında fragmanlara verilen rotasyon değerleri ile istatistiksel olarak uyumlu olduğu görülmüştür. Bu çalışmada, distal radius kırık ve malunionlarında kırık fragmanlannda mevcut olan rotasyonun tedavi ile düzeltilmeye çalışılan radial inklinasyon ve dorsal tilt değerlerinde yanlış ölçümlere yol açtığı sonucuna varılmıştır. Rotasyon defornıitesinin tespitinde bilgisayarlı tomografinin doğru ölçümleri gerçekleştirebilecek olan bir görüntüleme metodu olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Distal radius, malunion, rotasyonel deformite, el bileği biyomekaniği Destekleyen Kurumlar: KÜ Bilimsel Araştırma Projeleri Dairesi 03080304 nolu projeÖğe Diz Dejeneraktif artiriti olgularında radyofrekans enerjisi kullanılarak kondroplasti uygulaması(Kırıkkale Üniversitesi, 2005) Engin, Murat; Ekşioğlu, FatihV ÖZET Engin Murat, 'Diz dejeneratif artrit olgularında radyofrekans enerjisi kullanarak kondroplasti uygulaması'. Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi. Kırıkkale 2005. Diz dejeneratif artriti (osteoartroz) özellikle yaşlı nüfusu etkileyen, en sık görülen eklem hastalığıdır (1). Genetik faktörler önemli rol oynamasına rağmen, şişmanlık aşın kullanma ve yaşlanma önemli nedenlerdendir (1). Eklem kıkırdağında yumuşama, fazla yük taşıyan yüzeylerde zamanla kıkırdağın erozyonu, subkondral kemiğin açığa çıkması, ilerleyen evrelerde subkondral kemikle erozyon ve kalınlaşma gibi patolojik değişiklikler olur. Başlangıçta uzun süre sessiz seyreden hastalık daha sonra devamlı ağrı ve fonksiyon kaybı ile kişinin yaşam kalitesini bozar (1,2). Bu çalışmanın amacı diz dejeneratif artriti olgularında radyofrekans enerjisi ile yapılan kondroplastinin klinik ve radyolojik etkinliğini araştırmaktır. Radyofrekans (RF) enerjisi ile artroskopik kondroplasti yeni ve sağlam bir yüzey yaratarak eklem kıkırdağındaki ilerleyen hasarı durdurur. Bu sayede eklem içine dökülen parçacıklar ve inflamatuar mediatörler azalır, daha etkin ve uzun süreli semptomatik iyileşme sağlanır, tezinden yola çıkıldı. RF enerjisi ile kondroplasti ve diğer artroskopik girişimler (menisektomi, doku ablasyonu, büzüştürme) sıkça kullanılmakla beraber uzun süreli etkileri ve sonuçlan tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada RF enerjisi ile kondroplastinin etkilerini araştınldı. Kliniğimize başvuran 39-70 yaş arası, 6 aydan uzun süre diz ağrısı olan, konservatif tedaviye cevap vermemiş, sistemik hastalığı olmayan, diz dejeneratif artritinin erken radyolojik bulgulan saptanmış, mekanik takılma semptomdan olan, diz içi en az bir kompartımanda Outerbridge evre 2-3 kıkırdak lezyonu olan, alt ekstremite dizilim bozukluğu olmayan 20 olgu çalışmaya alındı. Çalışmamızda, kısıtlı sayıda olguya rağmen RF enerjisi ile Outerbridge evre 2-3 kondral defektlere yapılan artroskopik debridman ve kondroplastinin kısa dönem sonuçlannm klinik ve radyolojik olarak iyi sonuçlar verdiği saptandı. Anahtar kelimeler: Radyofrekans enerjisi, kondroplasti, artroskopi, dizÖğe Medial tibia plato kırıklarının tedavisinde, plak-vida tespiti ile vida tespitinin etkinliğinin biyomekanik olarak karşılastırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Çift, Hakan Turan; Çetik, ÖzgürBu çalısmanın amacı, medial tibia plato kırıklarında da lateral plato kırıklarında olduğu gibivida ile osteosentez uygulandığında yeterli stabilitenin olusup olusmadığını anlamak; buamaçla plak-vida osteosentezi ile vida osteosentezi yöntemlerini biyomekanik olarakkarsılastırmaktır. Schatzker tip IV tibia plato kırıklarında 3 adet 6,5' luk 16 mm yivlispongioz vidalar ile tespit yapılmıs kırıklar ile 6 delikli destek T plak-vida ile tespit yapılmıskırıklarda stabiliteyi değerlendirmektir. Bu amaçla, kemik modelinde medial tibia platoyaSchatzker tip IV kırık modeli olusturuldu. Kırık redüksiyonu yapıldıktan sonra 2 tedaviseklini karsılastırmak için 2 gruba ayrıldı. Birinci grupta 10 adet kemik modelinde kırığınanatomik redüksiyonunu takiben 3 adet 6,5 ` luk spongioz vida pullu olarak kullanıldı. ?kincigrupta 10 adet kemik modelinde kırığın anatomik redüksiyonunu takiben 1 adet 6 delikli Tplak ile kırık hattı proksimaline 3 adet spongioz vida ve kırık hattı distaline 4 adet kortikalvida ile fiksasyon yapıldı. Tespitten sonra kemik modelini yük verme cihaza adapte edilerekyüklenme uygulandı. Kemik modeline artan tarzda aksiyal kompresyon uygulandı. Cihazbilgisayar bağlantılı olup bilgisayarda olusan grafi üzerinden yüklenme takip edildi.Grup I'deki kemik modelinin yüke dayanma sınırı 1397,6 ± 194,4 iken, Grup II için dayanmasınırı 2153,2 ± 204,4 olarak belirlendi. Her iki grup arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlıbulundu (p<0.001). Buna göre plak-vida uygulanan kemik modelinin deneysel yükdayanıklılığı sadece vida uygulanan modele göre anlamlı derecede yüksek olduğu belirlendi.Bu bağlamda, diz eklemine binen yük normal günlük aktivite sırasında vücut ağırlığının 4-6katıdır. Diz eklemine gelen yükün %75' i medial tibia platoya iletildiğine göre plak-vida ileelde edilen yüklenme kuvveti günlük fizyolojik aktivite ile olusan kuvvete sadece vida ileosteosentez sonucu elde edilen yüklenmeden daha yakındır. Bu nedenle anatomikrepozisyonun korunabilmesi için medial tibia plato kırıklarında vidaya göre daha stabil olanosteosentez yöntemi olan plak vidanın tercih edilmesi gerekmektedir.Öğe Sınırlı insizyon tekniği ile karpal tünel gevşetmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2009) Arı, Mahmut; Çırpar, MeriçBu çalışmada, median sinirin gevşetilmesinde sınırlı insizyon tekniğinin etkinliği araştırılmıştır. Bunun için klinik olarak şikâyeti olan, fizik muayene ve ENMG tetkikiyle karpal tünel sendromu tanısı konulan 42 hastanın 50 elinde bu tekniğe uygun karpal tünel gevşetme ameliyatı yapılmıştır. Hastalara ameliyat öncesi Boston Sorgulama Skoru değerlendirmesi, Semmes-Weinstein Monoflaman testi, iki nokta ayırma testi, kaba kavrama, uç kavrama, üçlü kavrama ve lateral kavrama testleri yapılmıştır. Karpal tünel sendromu tanısı konulan hastalara rejyonel blok anestezisi altında sınırlı insizyon tekniği ile karpal tünel gevşetme ameliyatı uygulanmıştır. Ameliyat sonrası ilk gün tendon kaydırma egzersizleri verilmiştir. Hastalar değerlendirilmek üzere ameliyat sonrası 3. ve 6. ayda tekrar kontrole çağrılmıştır. Hastalara bu zamanlarda tekrar Boston Sorgulama skoru, Semmes-Weinstein Monoflaman testi, iki nokta ayırma testi, kaba kavrama, uç kavrama, üçlü kavrama ve lateral kavrama testleri uygulanmıştır. Ameliyat öncesi yapılan bu testlerle, 3. ve 6. ay testleri karşılaştırılmıştır. Boston sorgulama skorunda, duyu ve motor muayene testlerinde ve hastaların subjektif şikâyetlerinde istatistiksel olarak belirgin düzelmeler olduğu saptanmıştır. Bütün bunların sonucunda, hastaların büyük çoğunluğu sözel olarak yapılan ameliyattan fayda gördüğünü bildirmişlerdir. Bu çalışmada elde edilen tüm objektif ve subjektif değerlendirme sonuçlarına göre, sınırlı insizyon ile median sinirin etkili bir şekilde dekomprese edilebileceği, birçok tekniğe göre komplikasyonların ise sınırlı olduğu ortaya konmuştur.Anahtar Kelimeler: Karpal tünel sendromu, sınırlı insizyon tekniği, Boston sorgulama skoru, kaba kavrama, uç kavrama, üçlü kavrama ve lateral kavrama testiÖğe Kalkar defekti olan femur üst uç kırıklarında diafizer sement desteğinin femur üst uç yük dağılımının etkisinin sonlu element analizi ile tayini(Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Deniz, Cemal Serdar; Ekşioğlu, FatihFemur trokanterik bölge kırıkları oldukça sık görülen kırıklar olup tüm vücut kırıkları içerisinde %10 orana sahiptirler. Cerrahi tedavinin amacı erken mobilizasyon sağlayarak en kısa sürede kırık öncesi yaşam tarzına geri döndürmektir. Bu çalışma, kalkar femoris defektli femur üst uç kırıklarında kalkar destekli protezlere alternatif olarak diafizer sement desteği ile kombine yapılan artroplastilerde femur üst ucundaki yük dağılımının ?sonlu eleman analizi? yöntemiyle sanal ortamda, biyomekanik olarak olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya koymayı amaçlamıştır. Bu analiz mühendislik mekaniğinde yapıların stres analizinde kullanılmak üzere geliştirilmiş bir programdır. Analizin en büyük faydası uzun süre ve yüksek maliyet gerektiren deneysel çalışmaların bilgisayar ortamında düşük maliyet ve kısa zamanda yapılabilmesidir. ANSYS yöntemi ile 3 femur modeli oluşturuldu. Bunlara:1) Kalkar defektsiz trokanterik kırık modeli,2) Kalkar defektli kalın sement mantolu intertrokanterik kırık modeli3 )Kalkar defektli ince sement mantolu intertrokanterik kırık modeli adı verildi.Sonlu element analizi ortamında yük dağılımları incelendi. Bunun için iki bölge incelendi. Bunlardan biri tüm femur ve diğeri trokanter minörden başlayıp distal 5 cm.lik kısma uzanan bölgeydi. Kalın sement mantolu intertrokanterik kırık modelinin sement kalınlığı 15-17 mm arasında, ince sement mantolu intertrokanterik kırık modelinin sement kalınlığı 4-5 mm arasındaydı.Bulgularımızda, Kalkar defektsiz trokanterik kırık modelinde tüm femurda 22.9 MPa, trokanter minörden başlayıp 5 cm.lik bölgede 29.2 MPa stres değerleri, sırasıyla Kalkar defektli kalın sement mantolu intertrokanterik kırık modeli 23.6MPa, 29.9MPa, Kalkar defektli ince sement mantolu intertrokanterik kırık modeli 24.2MPa, 32.1 MPa stres değerleri sonucu çıktı. Bu üç modelde istatiksel olarak stres değerlerin anlamlı bir fark olup olmadığına bakıldı. t-Test yöntemi kullanıldı ve hepsinde P değeri 0.005' ten büyüktü.Sonuç olarak bu çalışmadan elde edilen çıkarımlar şunlardır:1.Her üç modelde elde edilen sonuçlarda sonlu eleman analizi ile tüm femurun stres değerlerine göre trokanter minör distali 5 cm. lik bölgede streslerin artmasına bağlı olarak daha da arttığı saptanmıştır. Bu değerler literatürde elde edilen sonuçlarla uyumludur.2.Kalkar bölgesinin kalın bir sement mantosu desteklenmesinin, ince bir sement mantosu ile desteklenmesine göre proksimalde daha az stress shielding oluşma ihtimalini ve sonuçta da protezin daha uzun süreli bir ömrü olabileceği öngörülebilir.3.Çalışmadan elde edilen bulgulara göre kalkar bölgesi parçalı ya da defektli intertrokanterik kırıklarda bu bölgenin kemik çimentosu ile şekil verilip bir çeşit kalkar oluşturulması ile kullanılacak olan bir hemiartroplasti ameliyatında sement/kemik bileşkesinde daha fazla stres oluşturmadığı bulguları elde edilmiştir. Yaşlı hastalarda bu tür kırıkları olan hastalarda bu yöntemin, gerek maliyetinin daha uygun olması, gerekse intraoperatif süreçte ek bir müdahaleye ihtiyaç göstermemesi nedeni ile kalkar destekli bir hemiartroplastiye ideal bir alternatif olması öngörülebilir.Öğe Kübital tünel sendromunda iki farklı medial epikondilektomi tekniğinin etkinliklerinin karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Özüak, Seyfi Cem; Çırpar, MeriçGiriş: Kübital Tünel Sendromu (KuTS), ikinci en sık periferal kompresyon nöropatisidir. Literatürde, KuTS tedavisinde kullanılacak cerrahi tekniğin seçimi ile ilgili veriler çelişkilidir.Amaç: Bu çalışmanın amacı, KuTS'ta kullanılan iki farklı medial epikondilektomi yaklaşımının klinik sonuçlarını öznel ve nesnel parametrelerle karşılaştırmaktır.Gereç ve Yöntem: 2009-2011 yılları arasında, yaşları 20-56 arasında değişen 22 KuTS hastası (24 dirsek) başarısız olan konservatif tedavi yaklaşımlarından sonra, parsiyel medial epikondilektomi (PME) (12 dirsek) veya distal medial epikondilektomi (DME) (12 dirsek) tedavi edildi. Nesnel değerlendirmelerde, beşinci parmakta iki nokta ayrımı (İNA) ve Semmes-Weinstein Monofilament (SWM), kaba kavrama ve pinç kuvveti (etkilenen ekstremite/kontralateral oranı) kullanıldı. Fonksiyonel sonuçlar Wilson-Krout kriterleri kullanılarak değerlendirildi. Ayrıca, dirsek eklem açıklığı, dirsek instabilitesi, medial dirsek ağrısı, Froment ve Tinel bulgusu değerlendirildi. Tüm bu değerlendirmeler, 3., 6. ve 12. aylarda da yapıldı.Bulgular: Cerrahi öncesi McGowan derecelendirmesine göre PME grubunda, 2 hasta Derece I, 9 hasta Derece IIa, Derece IIb; DME grubunda, 10 hasta Derece IIa, 2 hasta Derece IIb olarak sınıflandırıldı. Hastaların tamamında, cerrahi öncesindeki sinir iletim hızı ölçümleri yavaştı.Cerrahi sonrası zaman noktalarının tamamında Semmes-Weinstein Monofilament test sonuçları, DME grubunda (tüm karşılaştırmalar için p<0.05) başlangıca göre anlamlı düşüş gösterdi, fakat PME grubunda hiçbir zaman noktasında başlangıca göre anlamlı düşüş gözlenmedi. Hem DME hem de PME gruplarının ikisinde de; cerrahi sonrası zaman noktalarının tamamında İNA testi, lateral pinç, terminal pinç, tripod grip ve kaba kavrama ölçümleri, cerrahi öncesine göre anlamlı düzelme gösterdi (tüm karşılaştırmalar için p<0.05). DME grubunun 6. ve 12. ay lateral pinç; 3., 6. ve 12. ay tripod grip ve kaba kavrama kuvvetleri PME grubunun değerlerdinden yüksekti (tüm karşılaştırmalar için p<0.05).Wilson-Krout kriterlerine göre sonuçlar, PME ile tedavi edilen grupta 3. ayda olguların 8'i (% 66.6) iyi, 4'ü (% 33.3) orta; 6. ayda olguların 7'si (% 58.3) iyi, 5'i (% 41.7) orta; 12. ayda olguların 7'si (% 58.3) iyi, 5'i (% 41.7) orta idi. Sonuçlar, DME grubunda 3. ayda olguların 6'sı (% 50) mükemmel, 6'sı (% 50) iyi; 6. ayda 10'u (%83.3) mükemmel, 2'si (% 16.7) iyi; 12. ayda 11'i (% 91.6) mükemmel, 1'i (% 8.4) iyi idi. Altıncı ve 12. ayda, DME grubunun fonksiyonel sonuçları PME grubununkilerden anlamlı derecede daha iyiydi.(iki karşılaştırma için p<0.05).Sonuç: DME, dirsekteki kübital kompresyon nöropatisi için güvenilir bir tedavi gibi görünmektedir. Ek olarak, duyu ve pinç/kaba kavrama açısından cerrahiye yanıt DME grubunda PME'ye göre daha erken dönemde ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlar, fonksiyonel sonuçlarla da paralellik göstermektedir.Anahtar Sözcükler: Kübital tünel sendromu, parsiyel medial epikondilektomi, distal medial epikondilektomi.Öğe Önkol çiftkırığı nedeniyle intramedüller k teli ile tespit uygulanan çocuk ve adolesanlara ait klinik ve radyolojik sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Toprak, Ümit; Türker, MehmetGiriş: Çocuk ve adolesanlardaki önkol çift kırıklarının büyük çoğunluğu kapalı redüksiyon ve alçılama ile tedavi edilebilmektedir. Çocuklardaki önkol çift kırıklarının cerrahi stabilizasyonu gerektiğinde, intramedüller çivileme tekniği kullanılabilmektedir. Bu tedavinin uygulanma nedeni, karmaşık işlevleri olan bu iki kemiği tespit etmektir.Amaç: Bu çalışmanın amacı, kapalı redüksiyonu başarısız olan instabil diafizial önkol çift kırıkları, intramedüller K teli tespit yöntemi ile tedavi edilen çocuk ve adolesanların klinik ve radyolojik sonuçlarını retrospektif olarak gözden geçirmektir.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, dominant (n=10) veya dominant olmayan (n=13) ekstremitesinde tam önkol çift kırığı tedavi edilen, yaşları 5-16 yıl arasında (ortalama yaş 11.17 yıl; 21 erkek ve 2 kadın) olan 23 hasta dahil edildi. Alçı tespitinin ilk 7 günü içinde redüksiyon kaybından sonra, redüksiyonu takiben K teli kullanılarak intramedüller tespit yapıldı. Bütün hastaların başlangıç ve izlemin on ikinci ayına ait klinik ve radyolojik değerlendirmeleri yapıldı. Radius ve ulnanın açılanmasını değerlendirmek amacıyla anteroposterior ve lateral radyografilerden ölçümler yapıldı. Fonksiyonel sonuçlar, Wilson-Krout kriterlerine göre değerlendirildi.Bulgular: Yirmi üç hastanın tellerinin postoperatif dönemde çıkartılması için geçen ortalama süre 46.7 (aralık 41-75 gün) gündü. Cerrahi sonrası anteroposterior ve lateral radyografilerden ölçülen radial ve ulnar açılanmalar, cerrahi öncesi ölçümlerden anlamlı derecede düşüktü (tüm karşılaştırmalar için p<0.001). Cerrahi sonrası on ikinci ayda ölçülen tüm açılanmalar 5º veya daha düşüktü. Dominant önkol kırıklarında, postoperatif dönemde kırık ekstremite el kavrama kuvveti ile diğer ekstremite el kavrama kuvveti değerleri arasında anlamlı fark yoktu (p=0.175). Dominant olmayan önkol kırıklarında, postoperatif dönemde kırık ekstremite el kavrama kuvveti, diğer ekstremite el kavrama kuvvetinden anlamlı derecede düşüktü (p=0.005). Etkilenen önkol rotasyon kısıtılılıkları hem supinasyon (4.61±1.34 derece) hem de pronasyon (5.04±1.22 derece) için normal sınırlardaydı. Fonksiyonel sonuçlar 23 hastanın tamamında (% 100) mükemmeldi. Olguların 8'inde implanta bağlı cilt irritasyonu gelişti (%34.7). İki hastada yüzeyel doku enfeksiyonu gelişti (%8.6). Hastaların hiçbirinde nöropraksi veya telin çıkartılmasından sonra açılanma, yeniden kırılma, ekstremite boyunda farklılık gelişmedi.Sonuç: Önkol çift kırıklarının alçı tespiti ile tedavisi sırasında redüksiyon kaybı olduğunda uygulanan K teli ile intarmedüller fiksasyon, mükemmel anatomik ve fonksiyonel sonuçlar sağlayan güvenilir bir tedavidir.Anahtar Sözcükler: İntramedüller çivileme, önkol çift kırıkları, çocuklar ve adolesanlar.Öğe Trombosit kaynaklı büyüme faktörü-BB emdirilmiş, biyolojik yıkılabilir poli(hidroksibütirat-CO-3-hidroksivalerat) çubuklar: Kırık iyileşmesi üzerine etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Yalçınozan, Mehmet; Türker, MehmetBu çalışmanın amacı kırık kemik sahasında, lokal trombosit kaynaklı büyüme faktörü (PDGF) salınımının kırık iyileşmesine faydasını ve cerrahi tedavide uygulanan implantların aynı zamanda kırık iyileşmesini hızlandırmak amacıyla sürekli salınım sistemi olarak kullanılabileceğini göstermektir.Çalışmada kullanılan biyoyıkılabilir çubukların hammaddesi olarak poli-ß-hidroksibütirat-co-3-hidroksivalerat (PHBV), salınacak madde olarak ise rekombinant rat PDGF-BB'si kullanılmıştır. Çalışmada ağırlıkları 300-350 gr olan toplam 35 erkek Sprague-Dawley cinsi rat kullanılmıştır. Çalışma grupları; kırık modeli oluşturulup herhangi bir tedavi almamış ratlar Grup A (n=10), tedavi olarak PDGF-BB içermeyen implant uygulanmış ratlar Grup B (n=10), tedavi olarak 600 ng PDGF-BB içeren implant uygulanmış ratlar Grup C (n=10) ve sağlıklı ratlar Grup D (n=5) olacak şekilde düzenlenmiştir. Tüm ratların sağ tibialarına genel anestezi altında implantların içerisine yerleştirilecekleri, çaplarına uygun delikler açılarak, Grup A ratlar bu haliyle kapatılmış; Grup B ve Grup C ratların tibialarına implant yerleştirilerek kapatılmıştır. Ratlar farklı kafeslerde normal diyetle beslenirken aktivite kısıtlamasına gidilmemiştir. İmplant yerleştirilen ratlar sakrifiye edilmeden önce aldıkları bakımın ardından 30. gün sakrifiye edilip çalışma tamamlanmıştır. Tüm ratların postoperatif 0. ve 30. günlerde direkt grafileri çekilmiş ve tibialar sakrifikasyon sonrası rezeke edilmiştir. Tüm grupların çalışma sonunda çekilen X-Ray grafileri radyolojik iyileşme açısından değerlendirilerek karşılaştırılmıştır. Aynı zamanda grupların makroskopik olarak anteroposterior (AP) ve mediolateral (ML) kallus çapları ölçülmüştür. Mekanik testlerde maksimum burulma mukavemet gücü ve burulma sertlikleri hesaplanmıştır. Her gruptan rastgele seçilen ikişer adet tibia ise kallus içerikleri açısından histolojik olarak karşılaştırılmıştır.Çalışma sonuçları SPSS 17.0 (SPSS Inc, IL, U.S.A.) istatistik yazılımı ile değerlendirilmiştir. İstatistik incelemede kantitatif değerlerin karşılaştırılması için Tukey düzeltmeli tek yönlü varyans analizi, kalitatif değerlerin karşılaştırılması için ise ki-kare testi kullanılmıştır. p değerinin < 0.05 olması istatiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. İstatistik analiz sonucunda PDGF-BB içeren implant yerleştirilmiş olan Grup C ile tedavisiz bırakılmış ve boş implant uygulanmış grupların tibiaları arasında maksimum burulma mukavemet güçleri bakımından diğer üç gruba göre istatistiksel olarak anlamlı üstünlük bulunmuştur. Grup A, B'nin birbirleriyle karşılaştırmasında gruplar arasında anlamlı fark bulunamamıştır. Burulma sertliği açısından Grup C ile Grup A ve B arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuş, Grup C ve Grup D arasında ise maksimum burulma mukavemet güçleri ve burulma sertlikleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır.Yapılmış olan çalışmanın istatistik sonuçları incelendiğinde sürekli PDGF-BB salınımı yapan biyolojik olarak yıkılabilir implantlarla uygulanan tedavinin, diğer tedaviler ve tedavisiz bırakmaya göre anlamlı bir şekilde kırık iyileşmesini uyararak 1. ayın sonunda normale yakın yük taşıma kapasitesine ulaşılmasını sağladığı anlaşılmıştır. Çalışmamız kırık iyileşmesini hızlandırmak amacıyla, bu faktörlerden biri olan trombosit kaynaklı büyüme faktörünün biyoyıkılabilir implantlar yardımıyla oluşturulan sürekli salınım sisteminden lokal olarak salınmasının kırık iyileşmesini olumlu yönde etkilediğini göstermiştir. İnanıyoruz ki ileriki dönemlerde bu şekilde hazırlanmış olan sistemlerle uygulanacak olan tedavilerle hastaların kırık nedeniyle olan tedavi süreleri kısalarak hem maddi, hem manevi yönden daha iyi sonuçlar alınmasını sağlayacaktır.Anahtar Kelimeler: Kırık iyileşmesi, trombosit kaynaklı büyüme faktörü, poli-ß-hidroksibütirat-co-3-hidroksivalerat, biyoyıkılabilir plastik, implant, ortopedik cerrahi, PHBV, PDGFÖğe Osteoporotik ratlarda oluşturulan kırık modelinin iyileşmesine zoledronik asit tedavisinin histolojik ve biyomekanik etkileri(Kırıkkale Üniversitesi, 2014) Aslan, Arif; Türker, MehmetOsteoporoz; kemik gücünde azalma ile karakterize, kemik kırıklarına yol açan bir hastalıktır. Osteoporoz hastalarında osteoporotik kırıklar sık görülmekte ve hayat kalitesini azaltmaktadır. Zoledronat; en potent bifosfonattır ve remodelizasyon üzerindeki etkilerinden dolayı kırık tamiri ve iyileşmesindeki rolü diğer ilaçlardan daha fazladır. Çalışmamızda; osteoporotik ratlarda oluşturulan kırık modelinin iyileşmesinde zoledronik asit tedavisinin, kemik histolojisine ve kemiğin biyomekanik özelliklerine etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada, ağırlıkları 300- 350 gr olan toplam 48 adet Sprague- Dawley cinsi rat kullanılmıştır. Tüm ratlara overektomi uygulanarak, 1 hafta sonra 2IU/g subkütan heparin tedavisine başlanmıştır. Tedaviye başlamadan önce ve 4 hafta boyunca günlük enjeksiyon tedavisi sonrasında rastgele seçilen 4 ratın vertebra kemik mineral dansitesi ölçülmüş ve süreç sonunda ratlarda preoperatif ölçümlere göre osteoporoz oluştuğu tespit edilmiştir. Osteoporotik ratlar rastgele 4 gruba ayrılmıştır. Bu gruplardan kontrol grubu olan A grubundaki ratlara kırık modeli oluşturulup herhangi bir tedavi verilmemiştir. B grubundaki ratlara kırık modeli oluşturup 6 hafta D vitamini ve kalsiyum kompleksi oral gavaj olarak günlük verilmiştir. C grubundaki ratlara kırık modeli oluşturulup ameliyat sonrası 2. Haftada zoledronik asit 0.1 mgr/kg, subkutan verilmiştir. D grubundaki ratlara ise kırık modeli oluşturduktan sonra hem 6 hafta D vitamini ve kalsiyum kompleksi verilmiş hem 2. Haftada zoledronik asit subkutan enjeksiyonu yapılmıştır. 6 hafta sonra bütün ratlar sakrifiye edilmiştir. Sakrifikasyonun ardından sol tibialar rezeke edilerek çıkartılmış, histopatolojik ve biyomekanik incelemeleri yapılmıştır. Biyomekanik olarak maksimum burulma güçleri ve maksimum burulma açıları ölçülmüş ve burulma sertlikleri hesaplanmıştır. B grubundan 1 , C ve D gruplarından 2 şer adet örnek histopatolojik olarak incelenmiş ve karşılaştırılmıştır. Biyomekanik çalışmaların istatistiksel analizi IBM SPSS Statistics 20 programı kullanılarak yapılmıştır. İstatistiksel değerlendirilmesi için Kruskall Wallis H testi kullanılmıştır. Kruskall Wallis H testi sonuçları anlamlı çıktığında, çoklu karşılaştırma için Bonferroni'nin belirlediği Mann - Withney U testi kullanılmıştır. Zoledronik asit tedavisi alan 3. grubun maksimum burulma gücü değerleri kontrol (grup 1) ve sadece kalsiyum ve D-vitamini alan gruplara (grup 2) göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Zoledronik asit tedavisine ek olarak kalsiyum ve D-vitamini alan grubun (grup 4) maksimum burulma gücü değerleri kontrol grubuna (grup 1) göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. Kırılma sertliği değerlendirilmiş ve sonuçta yine Zoledronik asit ve Zoledronik asit ve D vitamini verilen gruplarda kontrol ve kalsiyum ve D vitamini verilen gruplara göre daha yüksek bulunmuş fakat istatistiksel anlamlı fark bulunamamıştır. Sonuç olarak; osteoporotik ratlarda oluşturulan kırık modelinde tek doz zoledronik asit tedavisi kırık iyileşmesini biyomekanik ve histolojik olarak olumlu yönde etkilemiştir. Günlük verilen kalsiyum ve D vitamini ile yapılan tedavi kırık iyileşmesini etkilememiştir. Zoledronik asit tedavisine kalsiyum ve D vitamini eklenmesinin kırık iyileşmesine ek bir katkısı olmamıştır. Klinik kullanımda osteoporotik kırık tedavisi sırasında tek doz zoledronik asit tedavisi verilmesi kırık iyileşmesine olumlu katkıda bulunacaktır. Yapılacak klinik çalışmalar ile tek doz zoledronik asit uygulamasının osteoporotik kırık tedavisininde faydalı olabileceğini düşünüyoruz.Öğe İbandronik asit ve kalsiyum-D vitamini tedavisinin osteointegrasyon üzerindeki etkilerinin karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2014) Durusoy, Serhat; Çırpar, MeriçDurusoy S, İbandronik Asit ve Kalsiyum-D Vitamini Tedavisinin Osteointegrasyon Üzerindeki Etkilerinin Karşılaştırılması. Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, 2014. Amaç: Bu çalışmanın amacı, antiresorptif ajan olan ibandronik asit ve kalsiyum- D vitamini kompleksinin metal implantların osteointegrasyonuna olan etkilerini histomorfometrik ve mekanik olarak değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 45 adet dişi Sprague-Dawley cinsi rat üzerinde gerçekleştirilmiştir. Ratlar üç gruba ayrılmıştır. Bütün ratların sol femurlarında 1mm kalınlığında paslanmaz çelik K-teli ile intramedüller çivileme gerçekleştirilmiştir. Kontrol grubu olan Grup A'daki ratlar çivileme sonrası hiçbir medikal tedavi almamıştır. Grup B'deki ratlara postoperatif altı hafta boyunca 37,5mg kalsiyum ve 25IU D vitamini tedavisi verilmiştir. Group C'deki ratlara ise sol femur intramedüller çivilemesi sonrası 25µg dozunda ibandronik asit subkütan olarak verilmiştir. Altı hafta sonunda bütün ratlar sakrifiye edilmiş ve opere edilen bacaktaki femurları çıkarılmıştır. Bütün K telleri için maksimum çekme gücü ölçülmüş ve her grup için ortalama çekme gücü hesaplanmıştır. Histomorfometrik olarak her bir grup için implant çevresi yeni oluşan kemik kalınlığı ölçülmüş ve K teli kalınlığına oranlanarak kendi tanımladığımız osteointegrasyon endeksi(Oint-E) hesaplanmıştır. İbandronat ve Ca-D vit tedavilerinin kemik-metal implant tutunumu üzerindeki etkilerini saptayabilmek için, bütün gruplarda elde edilen ortalama çekme gücü ve osteointegrasyon endeksi değerleri istatistiksel olarak Mann-Whitney U ve Kruskal-Wallis testleri ile kıyaslanmıştır. Bulgular: Grup A ve Grup B arasında ortalama maksimum çekme gücü ve osteointegrasyon endeksi açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu (maksimum çekme için p=0,828, OintE için p=0,172). İbandronik asit verilen Grup C için ortalama maksimum çekme gücü ve osteointegrasyon endeksi Grup A ve Grup B ile kıyaslandığında elde edilen değerin istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu saptandı (Maksimum çekme gücü için grup A'da p=0,001, grup B'de p=0,001, OintE için grup A' da p=0,009, grup B'de p=0,016) Sonuç: Bu çalışma ibandronatın metal implant-kemi tutunumu üzerinde belirgin bir olumlu etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Biz ibandronik asitin, özellikle osteoporotik yaşlı hastalarda, kemik kırıklarına bağlı implantasyon ve artroplasti uygulamalarında cerrahi sonrasında osteointegrasyonu arttırmak amacıyla kullanılabileceğini düşünüyoruz. Ancak, bu deneysel çalışmanın sonuçlarını destekleyecek ileri klinik çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Osteointegrasyon, ibandronat, kalsiyum, D vitamini, implant ömrüÖğe Halluks rijidus cerrahi tedavisinde rezeksiyon interpozisyon artroplastisi ile implant artroplastisi sonuçlarımızın karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Altıntaş, Mustafa; Oktaş, BirhanAmaç: Bu çalışmada, Coughlin Shurnass sınıflamasına göre ileri evre halluks rijidus tedavisinde implant artroplastisi ile rezeksiyon interpozisyon artroplastisi cerrahi tekniklerinin preoperatif ve postoperatif AOFAS ve 1. metatarsofalangeal eklem hareket açıklıkları kullanılarak klinik ve fonksiyonel olarak karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 19 hastanın 19 ayağı üzerinde gerçekleştirilmiştir. Hastaların preoperatif ve postoperatif 1. metatarsofalangeal eklem hareket açıklıkları, preoperatif ve postoperatif AOFAS'ları kaydedilmiştir. 11 hastaya implant artroplastisi yapılmış ve postoperatif aktif ve pasif eklem hareketine başlanmıştır. 8 hastaya rezeksiyon interpozisyon artroplastisi uygulanmıştır. Bu hastalar 3 hafta çift koltuk değneği ile yük vermeden mobilize edilmiş ve 3. haftadan sonra 1. metatarsofalangeal ekleme aktif ve pasif hareket başlanmıştır. Her iki grupta elde edilen AOFAS ve 1. metatarsofalangeal eklem hareket açıklıkları istatistiksel testlerden Mann-Whitney U testi ve Wilcoxon testi ile kıyaslanarak karşılaştırılmıştır. Bulgular: Artroplasti ve rezeksiyon interpozisyon artroplastisi uygulanan hastaların preoperatif ve postoperatif 1. metatarsofalangeal eklem fleksiyon hareket açıklığında anlamlı fark bulunmadığı (Wilcoxon testi p=0,123; p=0.072) görüldü. Artroplasti uygulanan hastaların preoperatif ve postoperatif 1. metatarsofalangeal eklem ekstansiyon hareketinde anlamlı artış saptandı (Wilcoxon testi p=0,023). Rezeksiyon interpozisyon artroplastisi uygulananların da preoperatif ve postoperatif 1. metarsofalanegal eklem ekstansiyon hareketinde anlamlı fark bulundu (Wilcoxon testi p=0,027) . İmplant artroplastisi ve rezeksiyon interpozisyon artroplastisi uygulanan hastaların preoperatif ve postoperatif AOFAS'larında anlamalı fark bulundu (Wilcoxon testi p=0,003). Sonuç: Hem rezeksiyon interpozisyon artroplastisi hem de implant artroplastisi ile ortaya konan sonuçlar, bu iki tekniğin klinik ve fonksiyonel sonuçlarının benzer olduğunu göstermektedir. İmplant artroplastisi lie kıyaslandığında rezeksiyon interpozisyon artroplastisinin maliyetinin düşük olması, tedavi seçimini etkilyen bir faktör olarak kabul edilebilir. Ancak, iki yöntem arasındaki klinik ve fonksiyonel etkinliğin ortaya konması, komplikasyon oranlarının belirlenmesi için daha geniş hasta grubunda daha uzun süreli takipler ile yapılacak ileri klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Femur intertrokanterik kırıklarında kayan kalça vidası ve proksimal femur çivisi-antirotasyon ile tespit sonrası lag vidası yerleşiminin ve hastaların fonksiyonel sonuçlarının karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Sevinç, Hüseyin Fatih; Çırpar, MeriçPek çok epidemiyolojik çalışma göstermiştir ki, son birkaç dekadda, genel olarak toplumun yaşam beklentisinin artmasına bağlı olarak, proksimal femur kırıklarının insidansı artmaktadır. Bu kırıklarının tedavisinde amaç, hastanın mümkün olan en kısa sürede mobilize olmasını sağlayarak hastayı kırık öncesi yaşamına geri döndürmek ve hareketsizliğe bağlı meydana gelebilecek komplikasyonların oluşmasını önlemektir. Tedavide öncelikli amacın stabil bir tespit elde ederek erken hareket sağlanması olduğu üzerinde fikir birliği bulunmaktadır. Ancak tespit yönteminde seçilecek olan implant türü konusunda tartışmalar devam etmektedir. Kayan kalça vidaları, stabil femur intertrokanterik kırıklarının tedavisinde altın standard olarak kabul edilmektedir. Stabil intertrokanterik kırıklarda kayıcı plak-vida implantları ile tedavideki başarıya rağmen bu implantların instabil kırıklardaki yetersizliği proksimal femoral çivilere olan ilgide artışa neden olmuştur. İntertrokanterik kırık tedavisinde lag vidası yerleşimi, implant yetmezliği ve kaynama sorunları gibi komplikasyonların birincil nedenlerindendir. Bizde bu çalışmamızda, Proksimal Femur Çivisi-Antirotasyon (PFÇ-A) ve Kayan Kalça Vidası (KKV) sistemlerinin lag vidalarının femur başı içindeki yerleşimlerini, KKV ve PFÇ-A implantları ile tedavi edilen hastaların klinik ve fonksiyonel sonuçlarını karşılaştırmayı amaçladık. Çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalında femur intertrokanterik kırığı nedeniyle kayan kalça vidası (KKV) ve proksimal femur çivisi-antirotasyon (PFÇ-A) kullanılarak ameliyat edilen toplam 70 hasta dahil edildi. KKV uygulanan hastalarda lag vida yerleşimlerinin 19'u çok iyi, 6'sı orta, 4'ü kötü, PFÇ-A uygulanan hastalarda lag vida yerleşimlerinin 21'i çok iyi, 6'sı orta, 14'ü kötü olarak değerlendirildi. Hastaların yapılan takiplerinde KKV uygulanan hastaların 1'inde implant yetmezliği görülürken PFÇ-A uygulanan hastaların 11'inde implant yezmezliği görüldü ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptandı. (p=0,011) Kullanılan implanttan bağımsız olarak implant yetmezliği görülen grupta erken postoperatif ölçülen artikulo trokanter majör mesafesi ortalaması 12,33 iken implant yetmezliği görülmeyen grupta 14,87 idi ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. (p=0,237) Kullanılan implanttan bağımsız olarak implant yetmezliği görülen grupta erken postoperatif ölçülen artikulo trokanter minör mesafesi ortalaması 87,16 iken implant yetmezliği görülmeyen grupta 97,8 idi ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptandı. (p=0,004) Sonuç olarak artikulo trokanter minör mesafesinin femur intertrokanterik kırıkların tedavisinde intraoperatif dönemde ve takiplerinde dikkat edilmesi gereken bir parametre ve tedavi sonuçlarını etkileyen bir etken olduğu göstermektedir. KKV uygulamalarında PFÇ-A'ya göre lag vidasının femur başı içerisine daha uygun pozisyonda ve daha kolay bir şekilde yerleştirilmesi klinik sonuçlarının daha iyi olmasını sağlamaktadır.Öğe Cerrahi tedavi edilen karpal tünel sendromlu hastalarda preoperatif ve postoperatif uyku kalitesinin ve klinik bulgularla korelasyonunun değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Okkesim, Cüneyt Emre; Serbest, SancarCerrahi Tedavi Edilen Karpal Tünel Sendromlu Hastalarda Preoperatif ve Postoperatif Uyku Kalitesinin ve Klinik Bulgularla Korelasyonunun Değerlendirilmesi Karpal tünel sendromunda (KTS) gece şikâyetlerinin varlığı bilinen bir gerçek olup, prediktif anlam ifade etmektedir. Ancak karpal tünel sendromu cerrahisi sonrasında tedavinin gece semptomlarına olan etkisini araştıran çalışma literatürde sayıca az ve yetersizdir. Bizim çalışmamızdaki amacımız, KTS'de diğer uykuyu etkileyecek parametrelerin dışlanarak median sinir dekompresyonu sonrasında cerrahinin uyku kalitesi üzerine olan etkisini araştırmaktır. Bu amaçla kliniğimize başvuran, dışlanma parametreleri sonucu çalışmaya uygun bulunarak median sinir dekompresyonu uygulanan 41 KTS hastası çalışmaya dâhil edilmiştir. Hastalar ameliyat öncesinde ve sonrası 3. ve 6. aylarda Pittsburg uyku kalite indeksi, Boston semptom ve fonksiyon skalaları, Sammes – Weinstain monofilament testi ile iki nokta ayırım testleri uygulanmıştır. Elde edilen veriler SPSS v21 programı ile değerlendirilerek ameliyat öncesi ve ameliyattan 3 ay ile 6 ay sonrası elde edilen veriler Friedman Testi ile karşılaştırıldı. Skorlar arası ilişkiler ve grup içi korelasyonlar Sperman korelasyon katsayısı hesaplanarak değerlendirildi. Çalışmamızın sonucunda KTS nedeniyle ameliyat olan ve ameliyat öncesinde uykuyu etkileyebilecek ek rahatsızlığı dışlanan hastalarda median sinir dekompresyonu ameliyatından sonra üçüncü aydan itibaren altıncı aya kadar sağlanan duyusal, fonksiyonel ve semptomatik iyileşme, hastaların uyku parametrelerini etkileyerek uyku kalitesini de artırmaktadır.Öğe De quervain hastalığında konservatif tedavi yöntemlerinin ağrı ve uyku kalitesi üzerindeki etkilerinin karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2020) Keskinkılıç, Seyyid İsa; Serbest, SancarDe Quervain hastalığı el bileğinin radial tarafı üzerinde ağrı, hassasiyet ve ödemle karakterizedir. Abduktor pollicis longus (APL), ekstansör pollicis brevis (EPB) tendonları ve bu tendonların fibroosseöz tendon kılıfları arasındaki mekanik impingiment nedeniyle ortaya çıkmaktadır. De Quervain tenosinovitinin tedavisinde bir uzlaşı sağlanamamıştır. Sıklıkla tercih edilen tedavi modaliteleri içerisinde cerrahi dışı yöntem olan el-elbileği aktivitelerinin modifikasyonu, analjezik ilaçlar, kortikosteroid enjeksiyonları, ortezleme, sıcak, soğuk, TENS, lazer ve masaj tedavisi gibi fizik tedavi modaliteleri yer almaktadır. Bu tedavilerin gerçek etkinliği tam olarak bilinmemektedir. Kinezyobant (KB) rehabilitasyon programlarında kullanılan yeni teknikler içerisindedir. Ortopedik ve spor ilişkili durumlarda yaygın bir şekilde kullanılmasına rağmen, diğer kas iskelet sistemi hastalıklarında yardımcı tedavi olarak giderek daha sık tercih edilmektedir. Bu çalışmada de Quervain hastalığı olanlarda KB'nin ağrı, el fonksiyonları ve uyku kalitesi üzerindeki etkinliğinin el-el bilek orteziyle karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya de Quervain tanısı olan, on sekiz yaş üzeri kırk iki hasta dahil edildi. Prospektif randomize dizayndaki bu klinik çalışmada KB grubunda 21 hasta, el-el bileği ortezi grubunda 21 hasta değerlendirildi. KB grubunda, haftada dört defa iki adet KB uygulanırken, ortez grubuna baş parmağı nötral pozisyonda tutan hazır üretim el- el bileği ortezi önerildi. Hastaların yaş, cinsiyet ve vücut kitle indeksi (VKİ) analizlere dahil edildi. Tedaviden önce ve tedaviden 4 hafta sonra, ağrı şiddeti 10 puanlı bir vizüel analog skala ile (VAS), el fonksiyonları Quick-Disability of the Arm, Shoulder and Hand Questionnaire (qDASH) ölçeği ile, uyku kalitesi Pittsburg Uyku Kalite İndeksi (PUKİ) ile değerlendirildi. KB grubunun yaş ortalaması 40,0 ± 16,6 yıl, ortez grubunun yaş ortalaması 46,3 ± 13,3 yıldı. KB grubunun %85,7'si kadın, %14,3'ü erkekti. Ortez grubunun %76,2'si kadın, %23,8'i erkekti. VKİ ortalaması KB grubunda 27,6 ± 6,0 kg/m2 , ortez grubunda 29,5 ± 6,3 kg/m2 'ydi. Gruplar arasında yaş (p=0,184), cinsiyet (p=0,697) ve VKİ (p=0,314) açısından anlamlı farklılık yoktu. Tedavi sonrasında hem KB hem de ortez grubunda VAS, qDASH ve PUKİ skorlarında anlamlı gelişme izlendi. Tedaviden önce VAS (p=0,570), qDASH (p=0,364) ve PUKİ (p=0,479) skorları benzer düzeydeydi. Tedaviden sonra, KB grubunun VAS (p=0,038) ve qDASH (p=0,033) skorları ortez grubundan anlamlı derecede daha düşüktü, ancak PUKİ (p=0,980) skorları benzer düzeydeydi. De Quervain tenosinoviti tedavisinde hem ortez hem de KB ağrı, el fonksiyonları ve uyku kalitesi üzerinde etkilidir. Bununla birlikte, KB tedavisi ağrı ve el fonksiyonları açısından daha iyi gelişme sağlamaktadır. Anahtar kelimeler: Kinezyobant, de Quervain, Ortez, Ağrı, El fonksiyonu, Uyku kalitesiÖğe Artroskopik ve mini açık onarım yapılan rotator manşet yırtıklarının uyku kalitesi açısından karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2020) Durgut, Erdogan; Canbeyli, İbrahim DenizAmaç: Rotator manşet yırtıkları, kişilerin fonksiyonelliğini bozarak gündelik yaşamını olumsuz etkileyen omuz problemlerinin başında yer alır. Rotator manşet yırtığı olan hastalarda ciddi seviyelere ulaşan uyku bozuklukları oldukça sık görülmektedir. Bu çalışmada artroskopik ve mini açık onarım yapılan rotator manşet yırtıklarının uyku kalitesi açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Şubat 2020 - Mayıs 2020 tarihleri arasında kliniğimize rotator manşet yırtığı tanısı ile başvuran ve cerrahi olarak tedavi edilen 71 hasta (45 kadın ve 26 erkek; ortalama yaş 55,28±8,18(39-75)) bu prospektif çalışmaya dâhil edilmiştir. Hastalara uygulanan cerrahi tipi sorumlu cerrah tarafından hastaların şikayetlerine, fizik muayene bulgularına ve MRG bulgularına göre karar verilerek uygulanmıştır. Hastalara, ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 2, 4, 12 ve 24. haftalarda Vizüel Analog Skalası (VAS), Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ), Basit omuz testi (SST) ve Tek Değerlendirmeli Sayısal Değerlendirme (SANE) testleri uygulanmış olup veriler hasta dosyalarına kaydedilmiştir. Bulgular: Mini-Açık ve artroskopik tamir uygulanan gruplar postoperatif tüm dönemlerde, kendinden önceki dönemlere göre Global PUKİ skorunda istatistiksel olarak anlamlı derecede azalma gösterdi (p<0.001 hepsi). İki grup Global PUKİ açısından karşılaştırıldığında, postop 2. haftada tam artroskopik grupta, Global PUKİ skoru istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük bulundu (p= 0.006). İki grup, Global PUKİ'nin alt parametreleri açısından karşılaştırıldığında; postop 2. haftada, postop 4. haftada, postop 12. haftada ve postop 24. haftada ise tam artroskopik tamir grubunda uyku süresi daha fazla artış göstererek, uyku süresi skoru mini-açık tamir uygulanan gruptan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (p= 0.003, p=0.021, p=0.013, p=0.007 sırasıyla). Ayrıca mini açık ve artroskopik tamir uygulanan gruplar VAS skoru açısından karşılaştırıldığında, postop 12. haftada ise tam artroskopik tamir grubunda VAS skoru daha fazla azalış göstererek istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük bulundu (p=0.048). İki grup, SANE skoru açısından karşılaştırıldığında, postop 2. ve 4. haftada tam artroskopik tamir uygulanan grupta SANE skoru daha fazla artış göstererek mini açık tamir grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek izlendi (p=0.001, p<0.001). Sonuç: Tam artroskopik rotator manşet tamiri yapılan hastalar uyku kalitesi açısından erken dönemde (postop 2. hafta) daha fazla iyileşme gösterirken; postop 4. hafta, 12. hafta ve 24. haftalarda tam artroskopik ve mini açık tamir yapılan gruplar arasında anlamlı bir fark yoktu. Ağrı açısından karşılaştırıldığında, postop 12. haftada tam artroskopik tamir uygulanan grupta daha fazla iyileşme gözlenirken diğer dönemlerde iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark izlenmedi. Anahtar Kelimeler: Rotator manşet yırtığı, Uyku kalitesi, Rotator manşet onarımı, Pittsburgh uyku kalite indeksi, Mini-Açık omuz cerrahisi, Artroskopik omuz cerrahisi