Yazar "Gündüzöz, Güldane" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe According to the Indonesian Scholar Hamka, the Reconstruction of Modern Mankind's Spirituality Through Tasawwuf(Dinbilimleri Akad Arastirma Merkezi, 2021) Gündüzöz, GüldaneThe 'Salafists' are placed in the anti-liberal framework of the modernist Islamic discourse in the twentieth century and on the other hand, they are positioned as a group that emphasizes the essential references of Islam. In this regard Salafist thought was introduced as the representative of a thought that incited some religious movements and imaginations to accuse bid. a. Accordingly Sufism comes first among the thoughts and movements that are accused of bid.a of Salafism. On the other hand, Salafists accepted the zuhd period that restricted to include the Prophet and his friends as a correct model of piety. This article examines how one of the most influential Muslim public figures, Haji Abdul Malik bin Abdul Karim Amrullah (1908-1981), a well-known Muslim scholar and clergyman in the Malay world, was accepted in both these fields. Hamka is one of the most influential Muslim public figures in the Malay world. He is accepted in a wide geographical area both among Salafists and in Sufism. Hamka is a defender of Sufism on the one hand, on the other hand, he created a different thought model by referring to Salaf and the concept of Salafi Islam. Hamka wrote works on Sufism, on the other hand, he was in constant dialogue with those who personally experienced Sufism. According to what is understood from his works Hamka's thought of Sufism was not an intellectual and philosophical Sufism, on the contrary, his views are linked to akhlaq.Öğe An Analytical Evaluation on the Concept Network of the Term Ihsan in Sufism(Ataturk Univ, Fac Theology, 2021) Gündüzöz, Güldane; Gündüzöz, SonerIhsan is used in two somewhat different meanings as an act of doing someone a favour and doing a good job [itqan]. The third meaning that the word ihsan is attributed with the signification of the hadith of Djabra 'il is to worship as if seeing God. This last meaning has a moral emphasis. On the one hand, it refers to the necessity of a person to be sincere in worship, but on the other hand, it points to the ontological and epistemological depth of human existence. In this framework, ihsan and the justice associated with it are qualities in al-Asma' al-Husna of Allah. A network of semantic relations has been created in accordance with the codes of this thought in Islamic thought especially in the mystical context. In Abu al-Baqa' al-Kaffawi's conceptual scheme, one of the authorities in the field of terminology, justice is superior to ibsan. In Raghib al-Isfahani's scheme, justice comes after ibsan. However, in this last scheme, it can be seen that the concepts of justice and ihsan are built only on the act of obedience (giving). It is understood that the ru 'yat Allah and shahada connection of the concept in question is disabled here. As for the concept scheme created by .saft thought the concept of ibsan has been placed after justice. On the other hand, the concept of mushahadah has been evaluated in connection with concepts such as haya and inzi'ac.Öğe Anadolu Derviş Sofrasında Hoca Ahmed Yesevî’nin İzleri Derviş Lokmasının Menkıbevî Referansları(2017) Gündüzöz, GüldaneFarklı bölgelerden Anadolu'ya yapılan göçlere sûfîler de iştirak etmiş ve bu coğrafyada meskûn olmayan mahaller dâhil olmak üzere tekkelerini kurmuşlardır. Bu tekkeler Anadolu'yu yurt edinmek üzere bu topraklarda seyahat eden ayende ve revendenin iaşe ve ibatesini temin etmiştir. Bu kapsamda tekke mutfağı, hayatın devamını sağlayan önemli bir maddi kültür unsurudur. Aynı zamanda tekke mutfağının, dervişlerin maneviyatının oluşmasında önemli bir yeri bulunmaktadır. Pek çok konuda Yesevî kültürünün izlerini taşıyan Anadolu tekke mutfağı, özellikle Mevlevîlik ve Bektaşîlik gibi tarikatlarda dervişlerin terbiyesi hususunda bir eğitim ocağı olarak kabul edilmiştir. Buna bağlı olarak tekke mutfağında bulunan bazı eşyanın ve yiyeceklerin sûfîlerin zihnindeki değerler sisteminin oluşmasına katkı sağladığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Anadolu tekke mutfağında mukaddes kabul edilen birçok yiyeceğin ve eşyanın gerek Yesevî geleneğin düşünce sistemini, gerek bazı tekke uygulamalarını izah eden bir yönünün olduğu görülmektedir. Sofra ve sofra ile bağlantılı birçok unsur ve derviş çeyizi arasında önemli bir yeri olan Ahmed Yesevî ile ilgili halifelik nişanları, bu yapıyı destekleyen önemli hususlardandırÖğe Hızır-İlyas Kabulü Bağlamında Anadolu’da Kutsal Mekân Algısının Yeniden İnşası Sorunu -Elvan Çelebi Zâviyesi Örneği(2017) Gündüzöz, GüldaneBu çalışma, özelde Elvan Çelebi zâviyesinin, genelde ise ortaçağ İslâm dünyasında devamlı surette değişen sınır bölgelerindeki kutsal alanların dönüştürülmesinde Hızır-İlyas kabulünün rolünü incelemektedir. Daha çok müsteşriklere ait farklı görüşler incelendiğinde bu zâviyenin geçmişi hakkında Hıristiyanlık etkisine bağlı olarak diyalektik bir köken iddiasını öngören üç temel teorinin geliştirilmiş olduğu görülmektedir. İlk teorinin sahibi Hasluck'un ilgisi özellikle çifte kutsallık (Doppelheiligtum) olgusu olarak bilinen ve Hıristiyan ve Müslüman kutsal mekânları arasındaki özdeşliğe dayanmaktadır. İkinci teori Wolper tarafından ortaya atılmış olup, Elvan Çelebi Zâviyesi'nin mevkiinin varsayılan Hıristiyan geçmişine atıfta bulunmak üzere yapıda spolia adı verilen devşirme antik inşaat malzemesinin kasıtlı kullanıldığı tezine dayanmaktadır. Her halükârda her iki teori St. Theodore ve St. George gibi Hıristiyan azizler ile Anadolu tasavvuf tarihinde yer bulan Hızır-İlyas kabulü arasında bir bağlantı kurma temeline dayanmaktadır. On altıncı yüzyılda Ogier Ghislain de Busbecq (ö. 1591) ve Hans Dernschwam (ö. 1568) tarafından ortaya konulan üçüncü teori ise mimari değerlendirmeleri aşarak keşişler ve dervişler arasındaki analojiyi öne çıkarmaktadır. Bu husus konuyu sadece mimarinin değil, değerler manzumesi bakımından tasavvuf tarihi ve İslâm düşüncesinin bir problemine dönüştürmektedir. Bu çerçevede makale, Elvan Çelebi Zâviyesi'nin inşasındaki muhtemel stratejinin mahiyetini ve bu hususta Menâkıbü'l-Kudsiyye fî Menâsibi'l-Ünsiyye adlı eserin fonksiyonunu sorgulamaktadır. Çalışmada Hıristiyanlık etkisi tezine aykırı olarak zâviyenin konumu ile ilgili İslâmî dinamiklerin de rol oynamış olabileceği hususu incelenmek suretiyle stratejik bir metin olarak Menâkıb'ın yapısal olarak tahliline yer verilmekte ayrıca döneme ait toplumsal şartlar incelenmektedir.Öğe İslâmî Bir Müzakere Etiğinin İmkânı Üzerine: Taha Abdurrahman’ın Şehâdete Dayalı İletişim Teorisi(2021) Gündüzöz, Güldane; Gündüzöz, SonerTaha Abdurrahman, Arap-İslâm dünyasının yaşayan önemli filozoflarından biridir. Eserlerinde bütüncül ve çok yönlü bir İslâmî metodoloji inşa eden Taha Abdurrahman, teo-politik yazıları ile “fizikî ve metafizik bütünlük içerisinde müzakereci bir siyasal iletişim modeli ve İslâmî bir medya teorisi” önermektedir. Bu makale, Taha Abdurrahman’ın bir yönüyle etik, diğer yönüyle teo-politik olan şehâdete dayalı iletişim ve medya teorisi üzerinde yoğunlaşmaktadır.Taha Abdurrahman’a göre, beşerî iletişim, metafizik boyutu esas alan bir yapı olarak, bir yönüyle beşerî ve kolektif, diğer yönüyle, ilahî ve vicdanîdir. Referansları bakımından fizik ve metafizik bütünlüğü gerektiren ve Elest Bezmi?ne ulaşan bu iletişim ağı, Taha Abdurrahman’a göre salt istidlâlin ötesine geçmekte, böylece o, iletişim alanında istidlâl ve şehâdet kavramlarını dengeli biçimde istihdam etmek suretiyle yeni bir müzakere etiği, iletişim modeli ve İslâmî bir medya teorisi oluşturmaktadır.Son tahlilde bu teori, -vicdan, burhan ve sultan (iktidar) kavramlarının bütünlükçü bir anlayışla ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Böylece tüm beşerî ilişkilerin etik, estetik ve epistemolojik boyutta homojen bir yapı oluşturması öngörülmektedir.Genel anlamda demokrasinin bir enstrümanı olan medya alanında ve -farklı versiyonları olmakla beraber- liberteryan teorisyenler tarafından geliştirilen müzakereci demokrasi kavramı ile ilgili birtakım iletişim teorilerinde dinî epistemolojinin etkisiz hâle getirildiği görülmektedir. Bu teorilerden biri, Taha Abdurrahman’ın, müzakeredeki kolektiflik özelliğine vurgusu nedeniyle inceleme ve mukayese konusu yaptığı Habermas’ın iletişim teorisidir. Aslında dine kayıtsızlık, Jürgen Habermas?ınki gibi demokrasinin müzakereci demokrasiye evirilmiş sivil liberteryan yorumlarında sıkça görülen bir durumdur. Oysaki müzakereci demokraside devlet dışı müzakere alanları, bir iletişim alanı olarak görülmekte, medya, sosyal medya araçları ve dernekler gibi unsurlar, devletin resmî müzakere organı parlamento ile benzer nitelikte, toplumsal iletişimin bir paydaşı olarak değerlendirilmektedir. Buna mukabil din olgusuna kayıtsız kalınması paradoksal bir durum oluşturmaktadır. Taha Abdurrahman, İslâmî bir iletişim modeli ve medya teorisi kurmak için müzakere demokrasisinin önemli temsilcilerinden Jürgen Habermas’ın iletişimsel eylem teorisinden oldukça yararlanmış, fakat aynı zamanda bu teoriye yönelik ciddi eleştirilerde bulunmuştur. Abdurrahman’ın teorisine tasavvufî bir neşve katan nevâfil hadisi, Allah’a teslimiyet ve samimi bir taat ile bağlanmış olan kulun her an yanında Allah’ın inayet ve himayesini hissedeceğini ifade eden kudsî bir hadistir ve hadis daha çok tasavvuf çevrelerinde kabul görmektedir.Taha Abdurrahman, İslâmî kümülatif bilgi dağarcığını referans almakta ve İslâm düşüncesinin tarihsel hafıza üzerinden üretimine çalışmaktadır. Ne var ki o, bu metodunda söz konusu birikime sadece kolektif ve beşerî uzlaşıya dayalı bir alan olarak bakmamaktadır. Aksine Taha Abdurrahman, insanın kendi derununda hatırasını taşıdığı metafizik hafızaya dayanmaktadır. Dolayısıyla da İslâm toplumunun bilgi üretimi ve iletişim süreçleri salt argümantasyona dayandırılamayacak şekilde vicdanî boyuta kuvvetli atıflar içeren şehâdet kavramıyla da ilgilidir. Taha Abdurrahman?ın çalışmalarına yön veren en önemli hususlardan biri de dilsel bir paradigmaya dayanan Söz-Eylem Teorisidir. Abdurrahman bu teorisi ile pek çok yönden Batılı kaynakları referans almış olsa da Batıdakinden oldukça farklı bir pragmatik yaklaşım inşa etmektedir. Eserlerinde bütüncül ve çok yönlü bir İslâmî metodoloji inşa eden Taha Abdurrahman, i?timâniyye (ilahî sözleşme ve emanet paradigması) ve tedâvuliyye (pragmatik-söz-eylem kuramı) ekseninde bir düşünce dünyası oluşturmaktadır. Taha Abdurrahman, tıpkı şehâdet kavramında olduğu gibi söz eylem teorisinin zeminini oluşturan bu epistemolojik alanı da iletişim modelinde bir enstrüman olarak kullanmaktadır. Bu epistemolojik alan, geleneksel şiir ve kelâmu’l-Arab şevâhidini içermenin yanı sıra, nahiv, belagat, sünnet-i nebeviyye alanlarını referans bilgi olarak görmekte, felsefe ve mantık gibi alanları ise transfer bilgi şeklinde içermektedir.Öğe İSMAİL ÇETİN’İN HAYATI, ESERLERİ ve DÜŞÜNCE DÜNYASINDA TASAVVUF(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Gündüzöz, Güldane; Uysal, Ayşenurİsmail Çetin Efendi (1942-2011) Diyarbakır’ın Hazro ilçesinde dünyaya gelmiştir. Doğduğu bölgede ilim ehli olarak tanınmış bir ailede büyümüştür. Nakşibendiyye, Kadiriyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye ve Çiştiyye tarikatlarından hilafet almış bir gönül insanıdır. Kendisi, Âsım, Nâfi, Şam, İbn Kesîr ve rivayet şâz kıraati olmak üzere beş kıraatten icazet almıştır. Âlimlerin yegâne mirasları olan ilimleri, eserleri ve yaşantıları bizlere rehberlik etmektedir. Bu doğrultuda İsmail Çetin Efendi’nin gayesi de “Ehl-i sünnet ve’l-cemaat” itikadını doğru bir şekilde insanlara ulaştırmak ve anlatmaktır. Velut bir yazar olan İsmail Çetin Efendi’nin Arapça ve Türkçe yayımlanmış elliye yakın eseri bulunmaktadır. İsmail Efendi 1983 yılında Isparta’da kendisine ait “Dilara Kırtasiye” ismiyle açılan kitap, kırtasiye dükkânında eserlerini yayımlamıştır. Yazmış olduğu eserler sadece tasavvuf alanında değil, İslam dininin birçok meselesine ışık tutacak nitelikte yazılmış eserlerdir. İslamiyet’in var olduğu her yerde tasavvuf ilmi vardır kaidesiyle İsmail Çetin Efendi tasavvufun sonradan ortaya çıkan bir ilim olmadığını aksine kavram olarak olmasa da yaşam tarzı olarak Peygamber Efendimiz zamanından beri var olduğunu ifade etmiştir. İsmail Çetin Efendi tasavvufî yönüyle ön plana çıkan bir âlim olmasına rağmen tasavvuf ile fıkıh ilminin birbirinden ayrılan ilim dalları olmadığına vurgu yaparak ortak noktaları üzerinde durmuştur. Bu çalışma İsmail Çetin Efendi’nin kısaca hayatı, eserlerinin muhtevası ve tasavvufî düşüncesi hakkında bilgiler içermektedir.Öğe Legendary References of Anatolian Dervish Cap Connected with ?Al? b. Ab? T?lib(Kırıkkale Üniversitesi, 2018) Gündüzöz, GüldaneKnown as the dervish dowry, the dervish cap has a central prescription inthe lodge’s concrede culture. Dervish clothes and especially dervish cap beganto be accepted as a symbol in the ninth century in the Anatolian lodges. Eachof the sects, claimed their hats in different colors and shapes to be inheritedfrom Prophet and ?Al?. Thusevery order is connected to them with a dervish dowry chain. This concerns theritual of the dervish cap and its place in the order. At the same time, it isimportant that the dervish cap is in a symbolic structure with its color, shapeand parts. Undoubtedly, dervish cap contains symbolic references to creation,divine knowledge and spiritual situation. And the cap in a structure thatrepresents the imagination of the creation of the world in the dervish thought.On the other side, dervish cap is not only interpreted in a historicalchronology. Same time cap is an eschatological centrical point for dervish.Öğe Mütareke Yıllarının İstanbulu'na Mutfaktan Bakmak(2016) Gündüzöz, GüldaneBu makale Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi İstanbulu'nun iaşe sorununu, o yıllarda kaleme alınmış bir yemek kitabı ekseninde ele almaktadır. Yirmi dört sayfadan oluşan "Etsiz Yağsız Tecrübeli Yemekler Kitabı" adlı eserin bu makalede kullanılmış olan matbu nüshası, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi Osmanlıca Risaleler Veri Tabanı'nda bulunmaktadır. Söz konusu eser et ve yağ gibi halkın o dönemde ulaşmakta zorluk çektiği pahalı malzemeler olmadan da lezzetli yemekler yapılabileceği iddiasıyla yola çıkmıştır. Tutumlu olmanın mecburiyetini satırlarında hissettiren bu kitap bu doğrultuda söz konusu malzemeye farklı alternatifler getirerek özgün ve lezzetli yemek tarifleri sunar. Bu yaklaşımın, gastronomi alanında pahalı ve zor bulunan malzemeye alternatif üretmek, daha hesaplı bir malzeme ile pahalı bir malzemeye eşdeğer bir lezzet ortaya koymak gibi ufuk açıcı bir yanı vardır.Öğe Nevşehir Tarihine Düşülen Bir Not: The Women Of Nar(Kırıkkale Üniversitesi, 2019) Gündüzöz, Güldaneİnsanın tabiatında var olan merak duygusu,onu farklı yerleri gezmeye ve gördüklerini kaydetmeye yönlendirmiştir. Bilinçlibir yolculuktan sonra gezilip görülen yerlerin kaleme alınması ile oluşturulaneserler, “seyahatnâme” adı ile anılmıştır (Löschburg, 1998: 8-10). Bu bakımdanseyyah ile turist arasında bazı farklar bulunmaktadır. Zira seyyah, yoğun birhazırlıktan sonra yolculuğuna başlamakta ve bu yolculuğunda derin gözlemleryapmaktadır. Çoğunlukla turistten farklı olarak bir seyyahın yolculuğu, seyahatesnasında keşfettiği yerlerin ayrıntılarını ele aldığı bir eser ileölümsüzleştirilmektedir (Göçer, 2011: 100-101). Bu bağlamda Joyce Roper’ın biryıl önce turist olarak geldiği dönemde bu bölgeye daha sonra yeniden gelmeküzere plan yapması, ülkesine dönünce Türkçe dersler alması ve Nevşehir’de uzunmüddet yaşayabilmek için evini satıp nakit ihtiyacını gidermesi, onun Nevşehir’eikincisinin birincisinden daha farklı bir seyahat olduğu düşüncesinigüçlendirmektedir.Öğe Osmanlı Tekke Mutfak Kültürü ve Mecmuâ-i Fevâid(2016) Gündüzöz, GüldaneOsmanlı tekke mutfağının, Osmanlı tekke yapılanmasında merkezi bir öneme sahip olduğu görülmektedir. Anadolu tekke mutfağı fethedilen toprakların bir yurt hâline gelebilmesinde de önemli bir rol üstlenmiştir. Âyende ve revendeye güvenli bir sığınak olan tekkeler, günün her saati açık mutfaklarından ikram edilen mis gibi "Baba Çorbası" ile Anadolu'da huzurun ve dinginliğin yaşatıldığı yerler olmuştur. Bu makale Osmanlı tekke mutfak kültürünü 1240-1250 (18251835) yılları arasında İstanbul'da kaleme alınmış bir imâret kaydı ekseninde ele almaktadır. Mecmuâ-i Fevâid adlı bu eser, Sultan II. Mahmud devrine ve Hüdâyî Tekkesi Vakfı'na aittir. Mecmuâ-i Fevâid'de imârethâne ve diğer kurumlarda çalışan görevliler ve muhasebe kayıtlarının yanında imârette kullanılan mutfak eşyaları ve yemek tarifleri de yer almaktadır. Söz konusu eser o dönemde Hüdâyî Vakfı imâretinde pişirilen yemekler hakkında detaylı bilgi vermektedir.Öğe The Ottoman Dervish Lodge Cuisine and Majmu'a al-fawa'id(Cumhuriyet Univ, Fac Theology, 2016) Gündüzöz, GüldaneThe dervish lodge cuisine in the Ottoman lodge structuring has a central importance. The lodge cuisine helped Anatolia turn into a homeland. Travelers took shelter in the lodges in Anatolia. So, these buildings were a safe haven for those who travel. Lodge's kitchens were always open. These kitchens offered a delightful "Sheikh Baba's Soup" anytime and these kitchens gave peace and serenity to Anatolia. This article analyzes the Ottoman lodge food culture in the context of a manuscript which belongs to an imaret. This manuscript called Majmu'a al-faw'id was written inÖğe Some Ideas On The References Of Legendary Typology Of The Holy Fāṭimain SHΑΠThought System(2019) Gündüzöz, GüldaneHistorically F??ima the daughter of Muhammad b. ‘Abd All?h, the Prophet of Islam, by his first wife, Khad?ja b. Khuwaylid has an ontological and eschatological meaning in Sh?‘? thought. It is important to reveal the nature of this situation and to analyze the analogy with the Sacred Mary. Figure of F??ima is very different in the Sh?‘? thought system. There is a system of thinking that transcends historical data. An image of the Sacred F??ima, which has an active role in both existential and eternal dimension, is envisaged in this thought. This conception played a role in the institutionalization of the Im?m? Sh?‘? theory within the Sh?‘? tradition. F??ima’s charisma was organized in a similar way to the Saint Mary’s. This charisma has aspects of the hereafter such as intercession and mediation. This charisma also has worldly indicators of healing. Sacred F??ima and Mary are evaluated in a similar “ordeal” event. This analogy shows itself in various nomenclature, virginity, fertility, chastity, intercession, healing and fertility, becoming a celestial being, coming to the world as a divine being subjects. Finally on one hand F??ima figure is shaped as a spiritual source in a historical structure, on the other hand, as in the notion of Virgin Mary, it took an iconographic form in the Sh?‘? thought. Thus F??ima is conceived as an intercessor of wisdom, close to the mediatory concept in Christianity in the Sh?‘? thought system. Sacred F??ima was accepted as a source of healing and fertility. Especially this figure is impressed by Sacred Mary as much as she is influenced by “The Umayiyesi-Umay Ana Figure” in the Altaic area. As a result of this icon appeared in the form of “Hamsa: Hand of F??ima” in Sh?‘? public. This paper examines how the important and respected F??ima is judged to be a reference point for certain beliefs and acceptances in historical and religious perspectives. This paper also examines how F??ima has been transformed into a cult entity in Sh?‘? thought. As a result of this transformation, F??ima’s image is used as a reference in the Sh?‘? literature in formation of upper concepts such as Im?m? Sh?‘? sm, custody and intercession.Öğe TEKKE HAYATINDA ÜÇ MUKTEDİR FİGÜR: SANCAK, ALEM VE TUĞ(2018) Gündüzöz, GüldaneSancak, alem ve tuğ, devlet geleneğini temsil eden önemli sembolik figürlerdir. Anadolu tekke kültüründe ise sancak, alem ve tuğun hem maddi hem de manevi fonksiyonları bulunmaktadır. Sancak, alem ve tuğ, sûfî rivayetlerinde ve dolayısıyla merasimlerde sembolik birer figür olarak ön plandadır. Bu doğrultuda söz konusu eşya ilgili pek çok âdet ve uygulamanın, tarikat yapısının teorik ve felsefi boyutunun birer izdüşümü olduğu görülmektedir. Aynı zamanda sancak, alem ve tuğ, parçası oldukları alegorik dil ve kendine özgü tasavvuf sembolizminin sağladığı semantik imkânlarla, gerek sûfî merasimlerine gerekse tasavvuf geleneğine ve nihayet sûfî terminolojisine farklı boyutlar katmaktadır. Bu makalede bir taraftan menâkıbnâmelerdeki sembolik hikâyelerin derin okumasında, diğer taraftan tarikat ayin ve ritüellerindeki simgesel uygulamaların çözümlenmesinde sancak, alem ve tuğ figürlerinin üstlendikleri işlevler incelenmiştir. Zira diğer bazı unsurlarla birlikte müstakil risalelere konu olan sancak, alem ve tuğ figürlerinin mihverinde kurulmuş olan alegorik ve sembolik dilin çözümlenmesi, tasavvuf düşüncesinin ve dolayısıyla sûfî dilinin anlaşılmasında önemli bir semantik zemin oluşturmaktadır. Bu araştırma başlıca iki bölümden oluşmaktadır. Makalenin birinci bölümünde sancak, alem ve tuğ figürleri temel referansları ve kökenleri bakımından ele alınmış, ikinci bölümde ise söz konusu unsurlar temsili bir dil aracı olması bakımından incelenmiştir. Araştırmanın neticesinde sancak, alem ve tuğun tarikat hiyerarşisinde önemli bir yeri olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca bu objelerin bilgiyi ve değerleri sistemleştiren unsurlar olarak kabul edildiği de anlaşılmaktadır.Öğe THE PERFECT HUMAN in TURKISH FUTUWWAT-N?MAS: SOCIAL and SPIRITUAL MATURATION from THE AKHISM PERSPECTIVE(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Gündüzöz, Güldane; Pehlivanlı, HaticeThe futuwwa organization is one of the religious-Suf? bodies that have contributed to the transmission of Islamic culture to future generations. The futuwwat-n?mas, reflecting this organization in Anatolia, not only established the principles of the Akhi order, founded in the 13th century but also guided its members. These treatises were predominantly written in Arabic and Persian in line with the scholarly tradition of the time in which they were created. However, since they were intended for the Turks living in Anatolia, they were later written in Turkish and transferred to the present day as hand-written copies. The purpose of this study was to analyse this Suf? and ethical perspective in the Turkish futuwwat-n?mas, characterised by a Suf? focus that helped shape Akhism. It aimed to investigate the Akh?s’ manners and customs, their moral and vocational education, as described in the futuwwat-n?mas, based on the perfect human being. Being the ultimate objective of Suf? education, the perfect human being (al-ins?n al-k?mil) exhibits all the divine names and attributes at every level. The perfect human being is the caliph of All?h Ta?ala, who imposed duties on him. The results of the study indicated that futuwwat, as an attribute of Allah, passed on to all prophets beginning with Adam to the last one, and reached its perfection in Prophet Muhammad. Futuwwat-n?mas aimed to raise a human being evidenced by the prophets mentioned in the Qur’anic parables and etiquette created by the Sunnah. Starting with Adam and continuing with other prophets, acquiring a profession was included in the manners of futuwwat as a means of halal income in the spiritual journey.Öğe The Theory of Wahdat al-Wudjud in the Context of Hurufiyya in Gul-Baba's Divan(Ataturk Univ, Fac Theology, 2020) Gündüzöz, Güldane; Dağlar, HaticeHurufiyya emerged and developed in the religious-cultural environment of Khorasan. This philosophical thought system has spread in Anatolia, which has a rich ethnic structure and religious heritage. Hurufism has left deep traces in the field of Ottoman culture and literature. The most prominent effect of this philosophical thought system has been seen in mystical circles. Therefore, this influence continued in the literary texts of the Bektashi path. Hurufism accepts the holiness of letters and numbers. In this direction, it has made the principles of belief clear. This style essentially embodies the idea of Wahdat al-Wudjud. Just as human beings are at the center of the Wahdat al-Wudjud theory, there is also human in the centre of Hurufiyya. The purpose of this thought is to bring the individual closer to the level of al-Insan al-Kamil. Hurufiyya was systematized by Fadl Allah Hurufi. This system continued its influence in the Ottoman Empire until the 17th century. Except for those who went to extremes in defending this theory, the state did not seriously interfere with the Sufis who defended this idea. Divan of Bektashi Gul-Baba was the subject of this article in this context, because the thought of Hurufiyya is very evident in the works of a Bektashi dervish Gul-Baba.Öğe YEMEN’DE BİR İBNÜ’L-ARABÎ MÜDÂFİİ: MECDÜDDÎN el-FÎRÛZÂBÂDÎ(2018) Gündüzöz, GüldaneNazarî irfan konusunda en büyük âlimlerden biri olan Şeyh-i Ekber İbnü’l-Arabî’nin fikirlerinin Yemen’de yayılmasını sağlayan sûfîler çoğunlukla Yemen’e sonradan dışarıdan gelmiş olanlardır. Bir başka ifadeyle Yemen’in iç dinamiklerinden ziyade dışarıdan gelenler tarafından bu fikirlerin transfer edildiği anlaşılmaktadır. Bu sûfîlerin sayısı az olsa da bölgeyi etkileme düzeyi yüksek olmuş ve onların düşünceleri özellikle hicri sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda bu bölgede büyük bir hüsn-ü kabul görmüştür. Ancak İbnü’l-Arabî’nin görüşlerinin beklenmedik şekilde hızla yayılması medrese çevresini rahatsız etmiştir. Özellikle fakihler zaman zaman Yemen’de İbnü’l-Arabî takipçilerini şiddetli bir şekilde eleştirmişler ve bu konuda reddiyeler yazmışlardır. İbnü’l-Arabî düşüncesinin Yemen’de yaygınlaşarak fukahanın eleştirilerine karşı müdafaa edilmesinde Yemen’e yine dışarıdan gelen diğer bir sûfî âlimin büyük katkıları olmuştur. Bu kişi sözlükçülük alanındaki birikimi ile tanınan Mecdüddîn Muhammed b. Ya‘kûb el-Fîrûzâbâdî’den (ö. 817/1415) başkası değildir. Fîrûzâbâdî ile bu dönemde sûfîlere liderlik eden İsmail b. İbrahim el-Cebertî arasında sıkı bir bağ vardır. Cebertî medresesi İbnü’l-Arabî’nin ve Fîrûzâbâdî’nin eserlerini yaymış ve bu, Yemen’de büyük bir etki yapmıştır. Bu eserlerin, Cebertî medresesi eliyle yayılması üzerine medrese hocaları özellikle vahdet-i vücûd gibi konularda sûfîleri eleştirmeye başlamıştır. Öyle ki bazen bu çatışmayı durdurabilmek için zamanın iktidarı devreye girmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine İbnü’l-Arabî düşüncesini reddetmeye ve bu görüşleri çürütmeye yönelik olarak pek çok fakih reddiye yazmışlardır. Bu makale, Yemen’e dışarıdan gelmiş kadı Fîrûzâbâdî’nin, âlim ve fakih kimliğinin yanında onun bir İbnü’l-Arabî müdâfii olarak, bilinmeyen bir başka yönünü incelemektedir. Onun özellikle kadı İbnü’l-Hayyât’ın Nazîru’s-Suâl ve’l-Cevâb risalesine reddiye olarak yazdığı Risâle fi’r-Red ?ale’l-Mu?terizîn ?alâ İbni’l-?Arabî: Reddü’l-Mu?tezirîn ale’ş-Şeyh Muhiddîn’i ve bilahare kaleme aldığı el-İgtibât bi Mu?âleceti İbni’l-Hayyât fî Ecvibeti Mesâ’ile Sü’ile ?anhâ bi-Hakkı Muhyiddîn İbni’l-?Arabî: el-İgtibât bi Mu‘âleceti İbni’l-Hayyât’ı konumuz açısından önem arz etmektedir.