Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 29
  • Öğe
    Statin kullanan hastalarda aşil tendonunun elastografi ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Göncüoğlu, Alper; Asal, Neşe
    Statinler, aterosklerotik kardiyovasküler hastalıklarda tercih edilen ilaçlardır. Statinler genellikle güvenli ilaçlar olarak kabul edilmekle birlikte ilacın uzun süre kullanımında myopati görülme sıklığı artmaktadır. Öte yandan statin kullanımının tendinopati ve tendon ruptürü gibi yan etkilerinin de olabileceği gösterilmiştir. Bu çalışmada, statin kullanan hastalarda aşil tendonunun elastografi ile değerlendirilmesi, böylece tendinopatinin önceden tahmin edilebilir hale gelmesi ve muhtemel komplikasyonların azaltılması amaçlanmaktadır. Prospektif olarak planlanan çalışma, Eylül 2020 – Mayıs 2021 tarihleri arasında, Kırıkkale Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalına ultrasonografi için gelen, yaşları 18'den büyük, 48 statin kullanmayan ve 45 statin kullanan toplam 93 kişiyle tasarlandı. B mod ultrason (US) incelemesi ile her iki aşil tendonda kalınlık ölçümü yapıldı. Shear wave elastografi (SWE) ve strain elastografi (SE) ile aşil tendonu elastisitesine yönelik kalitatif ve kantitatif değerlendirme yapıldı. Çalışma grubunda her iki aşil tendon kalınlık ortalamaları 0.47 cm ölçülürken kontrol grubunda kalınlık ortalamaları solda 0.50 cm, sağda 0.49 cm ölçüldü. Çalışma grubundaki tendon kalınlığında kontrol grubundakilere göre incelme tespit edildi; ancak bu veri istatistiksel olarak anlamlı değildi. SWE değerlendirilmesinde, çalışma grubunda elastisite değerleri, sol aşil tendonunda 38 kPa, sağ aşil tendonunda 36 kPa; kontrol grubunda sol aşil tendonunda 68 kPa, sağ aşil tendonunda 59 kPa olarak ölçülmüş olup statin kullanan grupta anlamlı olarak (p<0.001) azalma saptandı. SE incelemesinde ise çalışma grubunda her iki aşil tendonda yumuşama saptandı. Literatürde daha önce statin kullanan hastalarda aşil tendonunun sonoelastografi ile değerlendirildiği bir araştırma bulunmamaktadır. Çalışmamızda, statin kullanan hastalarda her iki alt ekstremitede aşil tendon kalınlığında ve elastisitesinde azalma tespit edildi. Hasta sayısının az olması kısıtlayıcı bir faktör olsa da statin kullanan hastalarda sonoelastografik değerlendirme ile aşil tendonunda etkilenimin erken tespitinin olası ilerleyici morbidite ve komplikasyonları önlemek ve azaltmak açısından katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
  • Öğe
    İdiopatik intrakranial hipertansiyon hastalarında kronial hemodinamik değeşikliklerin transkranial doppler ultrasonografi tetkiki ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Huvaj, Sinef; Kara, Simay Altan
    ÖZET Huvaj, S. İdiopatik İntrakranial Hipertansiyon Hastalarında Kranial Hemodinamik Değişikliklerin Transkranial Doppler Ultrasonografi Tetkiki İle Değerlendirilmesi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2004. Transkranial Doppler Ultrasonografi (TKDU) ucuz, noniyonizan, kullanımı kolay, hastaya zarar vermeyen, non-invaziv inceleme yöntemi olarak kullanılmaktadır. İntrakranial vasküler yatağı değerlendirmede, karotis arterin ekstrakranial bölümünün oklüziv hastalığına yönelik olarak indirek bilgiler, Willis poligonu' ndaki kollateral yolların varlığına yönelik direk ipuçları da sağlamaktadır. Ayrıca subaraknoid kanama sonrası vazospazmın belirlenmesi ve beyin ölümüne sahip infantların değerlendirilmesinde yardımcıdır. Bazal serebral arterlerde sağlıklı kişilerde akım karakteristiklerinin belirlenmesine yönelik kullanımıyla ilgili çalışmalar gündeme gelmiş ve yeni bir tanı metodu olarak yerini almıştır. Biz bu yöntemi, sıklıkla menstrüel irregülaritesi olan kilolu adölesan kızlarda ve genç kadınlarda görülen, intrakranial basınç artışıyla giden İdiopatik İntrakranial Hipertansiyon (IIH) hastalarına uyguladık. Bu çalışmanın amacı, IIH hastalarında intrakranial basınç artışına bağlı vasküler yapılardaki hemodinamik değişiklikleri TKDU yöntemi kullanılarak göstermektir. Çalışmamıza 18-48 yaşlan arasında 18 IIH hastası ve 20-39 yaşlan arasında 29 sağlıklı birey kendi nzası ile katıldı. Olgulara prospektif olarak, sektör probla transkranial ve lineer probla ekstrakranial arterlere renkli Doppler ultrasonografi ile akım incelemesi yapıldı. IIH hastalannın parametrelerinin kontrol grubu ile karşılaştırılmasında, sol anterior serebral arterde minimum hızında artış, pulsatilite indeksi ve sistol/diastol oranında azalma bulundu. Sonuçta, çalışmamız IIH' da meydana gelebilecek hemodinamik değişikliklerin tanısal değeri olup olmadığının araştınlmasma ve TKDU'nin tanıda kullanılabilirliğinin gösterilmesine ilişkin daha fazla hasta sayısı ile yapılacak yeni çalışmalara ışık tutacaktır. Anahtar Kelimeler: Transkranial Doppler Ultrasonografi, İdiopatik İntrakranial Hipertansiyon, Hemodinamik Değişiklikler, Willis Poligonu.
  • Öğe
    Sağlıklı bireylerde beynin değişik anotomik lokalizasyonlarında ortalama apparent difussion coefficient değerlerinin saptanması ve difüzyon ağırlıklı manyetik rezonans görüntülemenin önemi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2006) Yılmaz, Betül; Kara, Simay
    ÖZET Yılmaz B., Sağlıklı Bireylerde Beynin Değişik Anatomik Lokalizasyonlannda Ortalama Apparent Difussion Coefficient Değerlerinin Saptanması ve Difüzyon Ağırlıklı Manyetik Rezonans Görüntülemenin Önemi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2006. Difüzyon ağırlıklı görüntüleme (D AG), su moleküllerinin mikroskobik translasyonel (Brownian) hareketlerindeki değişikliklere son derece hassas manyetik rezonans (MR) görüntüleme tekniğidir. Bu görüntüleme tekniği makroskobik anatomiyi mükemmel gösteren konvansiyonel MR ile tespit edilemeyen pek çok bilgiyi sunmaktadır. En sık ve yaygın olarak hiperakut-akut iskemide kullanılmakla birlikte intrakranial enfeksiyonlar, neoplazm, travmatik beyin zedelenmesi, demyelinizan hastalıklar dahil birçok serebral hastalık hakkında bilgi vermektedir ve ayırıcı tanıda konvansiyonel manyetik rezonans görüntülemeye (MRG) katkıda bulunmaktadır. Dokudaki su difüzyonu, ADC (apparent difussion coefficient) haritaları üzerinden matematiksel olarak ölçülebilmekte ve beyin dokusundaki mikroskobik değişiklikler saptanabilmektedir. Çalışmanın amacı, normal görünümlü beyin parankiminin değişik anatomik lokalizasyonlarındaki ortalama ADC değerlerinin ölçülerek referans değerleri oluşturulması ve yaş, cinsiyet, sağ-sol taraf hemisfer farklılıklarının bu değerlere olan etkisinin araştırılmasıdır. Çalışmaya yaşları 20-80 arasında değişen, beyin MRG tetkiki normal olan; metabolik hastalık, diabetes mellitus, hipertansiyon ve geçici iskemik atak öyküsü bulunmayan 20'si erkek ve 20'si kadın toplam 40 olgu dahil edildi. Tüm olgularda, tüm yaş gruplarında, kadın ve erkeklerde; sağ ve sol taraf kortikal gri cevher, beyaz cevher, kaudat nükleus, putamen, talamus, internal kapsül, pons, lateral ventrikül ortalama ADC değerleri hesaplandı. Buna göre ortalama ADC değerleri kortikal gri cevherde 0.89±0.064 mm2/s, beyaz cevherde 0.71±0.052 mm2/s, kaudat nükleusta 0.72±0.058 mm2/s, putamende 0.74±0.052mm2/s, talamusta 0.75±0.049 mm2/s, internal kapsülde 0.53±0.053 mm2/s, ponsta 0.64±0.037mm2/s, lateral ventrikülde 2.94±0.393 mm2/s olarak bulundu. Cinsiyetin ve sağ-sol taraf hemisfer farkının ADC değerlerine etki etmediği görüldü. Yaş ilerledikçe lateral ventriküller ve beyaz cevherde daha belirgin olmak üzere kortikal gri cevher, talamus, kaudat nükleus, putamende ADCVI değerlerinde artış saptandı (p< 0.001). Sonuç olarak, konvansiyonel MR görüntüleme bulguları normal olan olgularda, farklı lokalizasyonlarda standart ADC değerleri elde edilmektedir ve D AG tekniği ile elde edilen normal kontrol değerleri, patolojik durumların araştırılmasında yardımcı olabilir. Anahtar Kelimeler : MRG, DAG, ADC
  • Öğe
    Kanserli olguların metastaz taramasında tüm vücut manyetik rezonans görüntülemenin önemi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2006) Bağcıer, Kader Şebnem; Kara, Simay
    ÖZET Bağcıer Uluç K. Ş, kanserli olguların metastaz taramasında tüm vücut manyetik rezonans görüntülemenin önemi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dak Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2006 Tüm vücut manyetik rezonans görüntüleme (MRG), primer malign tümörü olduğu bilinen hastalarda uygulanan bir görüntüleme yöntemidir. Bununla birlikte otomatik hareketli masa tekniğinin kullanıma başlamasıyla metastatik lezyonu olan hastalarda primer odağın araştırılmasında, polimyozit gibi birden fazla odağın tutulduğu kas hastalıklarında ve çocuklarda fokal kemik iliği infiltrasyonu yapan hastalıklarda kemik iliği tutulumunun araştırılmasında kullanılmaktadır. Bu çalışmada tek bir görüntüleme yöntemi ile tüm vücudu verteksten ayak parmağına dek 4 sekans [Tl single shot, T2 turbo spin echo, Short inversion time inversion recovery (STIR) ve kontrast madde enjeksiyonu sonrasında Tl ağırlıklı imajlar] ile görüntüleyerek yaklaşık 40 dakikada metastaz taramasının yapılması amaçlandı. Primer maligniteleri nedeniyle 29 olgu çalışma kapsamına alındı. Hastaların tümüne tüm vücut MR görüntüleme yapıldı. Olguların bilgisayarlı tomografi (BT), sintigrafi, ultrasonografi (US) ve direkt grafi tetkikleri ile tüm vücut MRG bulguları karşılaştırıldı. Takipte metastazı olan ve bilinen bir metastatik odağı olmayan hastaların %85'inde (14 hastanın 12'sinde) 19 bölgede yeni metastaz odaklan saptandı. Metastaz alanlarının saptanmasında kontrast madde enjeksiyonu sonrası elde olunan Tl ağırlıklı sekans ile STIR sekanslarının en duyarlı sekanslar olduğu bulundu. Sonuç olarak maligniteli hastalarda metastaz taraması amacıyla birden fazla görüntüleme yöntemi kullanmak, hem zamanı hem de maliyeti arttırmaktadır. Ayrıca pozitron emisyon tomografisi (PET), PET-BT ve BT yöntemlerinde hastaların maruz kaldığı radyasyon miktarı da oldukça yüksektir. Bu görüntüleme yöntemlerinde kullanılan kontrast maddelerin alerjik reaksiyon riski MRG kontrastlarından daha fazladır. Bunun üstesinden gelebilmek için tüm vücut MRG malign tümör tanısı alan bireylerde metastaz taramasında etkin, hızlı, ucuz ve X işim içermeyen bir yöntemdir. Anahtar Kelimeler: Tüm vücut MRG, metastaz, malign tümörler, metastaz taraması
  • Öğe
    Migrende beyindeki değişikliklerin manyetik rezonans diffüzyon ve perfüzyon ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2007) Ebru, Ocaklılar; Daphan, Bırsen Unal; Yılmaz, Sevda
    Günümüzde manyetik rezonans görüntüleme, anatomik ve morfolojik görüntülemenin ötesine geçmiş ve non-invaziv olarak dokuların fizyolojik statüleri hakkında bilgi verir hale gelmiştir. Bazı durumlarda, örneğin psikiatrik hastalıklar, erken demans, migren gibi hastalıklarda konvansiyonel MRG incelemeler normal olabilmesine rağmen fizyolojik fonksiyonel görüntüleme gerekebilir (1). Önem kazanan fizyolojik fonksiyonel görüntüleme teknikleri arasında, mikroskopik su hareketlerine duyarlı MR diffüzyon görüntüleme, doku kan akımını belirleyen MR perfüzyon görüntüleme sayılabilir. Çalışmanın amacı, klinik olarak migren tanısı almış olgularda MR Difüzyon tekniği ile beyin parankiminde olası iskemik alanın belirlenmesi, MR Perfüzyon tekniği ile parankimin vasküler yapısının ve olası anormalliklerinin değerlendirilmesi ve bu değerlerin benzer yaş aralığındaki sağlıklı bireyler ile karşılaştırılmasıdır. Çalışmamıza yaşları 19-70 (ortalama 37,89±12.138) arasında değişen, toplam 45 interiktal dönemdeki hasta grubu (bunların 19'u auralı migren hastası) ile yaşları 24-62 (ortalama 36,95±13.77) arasında değişen, toplam 21 sağlıklı olgu kontrol grubu olarak katıldı. Konvansiyonel MR, difüzyon ve perfüzyon ağırlıklı görüntüler alındı. Çalışmamızda hastaların %35.6'sında hiperintens iskemik odaklara rastlandı. Bunlar korona radiata ve frontal lobda daha yoğun olmak üzere beyinde dağınık olarak yerleşmekteydi. Difüzyon ağırlıklı incelemelerde patolojik bulguya rastlanmamış olup ADC değerlerinde hasta-kontrol grubu karşılaştırılmasında anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Perfüzyon MR incelemelerinde ise migrenli hastalarda occipital kortekste rCBF'da azalma, MTT ve TTP'de uzama, occipital beyaz cevherde TTP'de uzama, her iki korona radiata düzeyinde rCBF'de azalma, MTT'de uzama ile sağ frontal beyaz cevherde MTT'de uzama, sentrum semiovalede TTP'de uzama ve ayrıca serebellumda, temporal beyaz cevherde, talamusta TTP'de uzama, serebellar kortekste MTT'de uzama rCBF ve rCBV'de azalma, pons sağ ve sol kesiminde TTP'de uzama saptandı. Sonuç olarak migren hastalarında serebral vasozospasm sonucu, beyin kanlamasında gelişebilecek değişiklikler ionize radyasyon içermeyen noninvaziv bir yöntem olan MR perfüzyon ve difüzyon ile değerlendirilebilir Anahtar Kelimeler: Migren, difüzyon MR, perfüzyon MR
  • Öğe
    Karotid arter intima-media kalınlığı ve plak varlığının serebral beyaz cevher hiperintens lezyonları ve enfarkt oluşumu üzerine etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2007) Kemal, Ali Gökhan; Ünal, Birsen
    Ekstrakranial karotis arterlerde en sık rastlanan patoloji aterosklerotik hastalıktır. Karotis arter intima-media kalınlığının (DMK) ölçümü, erken ateroskleroz değerlendirilmesinde kullanılır. Karotis aterosklerozunun ana lezyonu plaklardır. Ultrasonografi (US), pratik ve noninvaziv bir yöntem olup, artmış DMK ve aterosklerotik plakların değerlendirilmesinde başarılıdır. Serebral beyaz cevher hiperintens (SBCHD) lezyonları, birçok hastalıkta ortak bulgudur. Her yaşta görülebilmekle birlikte ileri yaşlarda sıklığı artar. Ateroskleroz sürecinin en önemli sonucu, gelişen plak ve embolilerin damarları tıkaması sonucu oluşan serebral enfarktlardır. SBCHD lezyonları ve serebral enfarktlar inme açısından yüksek risk faktörüdür. Bu çalışmada, karotid arter DMK artışı ve plak varlığının SBCHD lezyonları ve enfarkt oluşumu üzerine etkisinin araştırılması amaçlandı. Kranial manyetik rezonans görüntüleme (MRG) sonrasında karotis Doppler US tetkiki yapılan, yaşları 20-82 arasında 100 kadın 100 erkek toplam 200 olgu çalışmaya alındı. DKA ve AKA DMK ve plak varlığı araştırıldı. Kranial MRG'de hiperintens lezyonların varlığı ve sayısı değerlendirilip toplam yük değeri hesaplandı. Karotid arter DMK, plak, SBCHD lezyonların toplam yükü ve enfarktın yaş, cinsiyet ve vi birbirleri arasındaki ilişki değerlendirildi. Yaşın ilerlemesi ile birlikte, DMK ve toplam yük artışı, plak ve enfarkt görülme sıklığında artış olduğu görüldü. Cinsiyet faktörünün DMK, hiperintens toplam yükü ve plak üzerine etkisi izlenmedi. Ancak enfarktın erkek cinsiyet ile ilişkisi saptandı. DMK'nın toplam yük üzerine etkisinin bulunmadığı ancak enfarkt ile kuvvetli ilişkisi saptandı. Plağın ise hem toplam yük hemde enfarkt ile ilişkili olduğu görüldü. Anahtar kelimeler: Karotid arter DMK, plak, serebral beyaz cevher hiperintens lezyonlar, enfarkt
  • Öğe
    Abdominal aorta, iliak ve femoral arterlerin darlıklarının saptanmasında koronal B-TFE ve üç boyutlu manyetik rezonans anjiografi tekniklerinin, konvansiyonel dijital çıkarımlı anjiografi ile karşılaştırılması,
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Aktaş, Aykut Recep; Kara, Simay
    ÖZETAktaş A., Abdominal aorta, iliak ve femoral arterlerin darlıklarının saptanmasında koronal B-TFE ve üç boyutlu manyetik rezonans anjiografi tekniklerinin, konvansiyonel dijital çıkarımlı anjiografi ile karşılaştırılması,Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2008.Amaç: Ateroskleroz, orta ve büyük boy musküler arterleri etkileyen, erken yaşlarda başlayan, sistemik, ilerleyici ve periferik arterlerin en sık rastlanan hastalıklardan biridir. Periferik arter hastalığı (PAH) sonucu damar lümeninde daralmalar ve tıkanıklıklar gelişmektedir. Periferik arter hastalığının tanısında dijital çıkarımlı anjiografi (DSA) altın standart görüntüleme tekniği olarak kabul edilmektedir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG), iyonizan olmayan ve yumuşak doku kontrast çözümleme gücü en yüksek tanı yöntemidir. Tezin amacı; aorta ile iliak ve femoral arterlerdeki duvar düzensizlikleri, stenoz ve tıkanmalarının teşhisi ve tedavi sonrası takibinde kontrastsız koronal Balans Turbo Field Echo (B-TFE) sekansının etkinliğini araştırmak ve konvansiyonel Dijital Çıkarımlı Anjiografi (DSA) ve üç boyutlu Manyetik Rezonans Anjiografi (3D-MRA) tekniği ile karşılaştırmalı olarak değerlendirmektir.Gereç ve yöntem: Etik kurul onayı alındıktan sonra, semptomatik periferal arter hastalığı olan ve DSA tetkiki yapılacak, yaş ortalaması 57, biri bayan olmak üzere sayısı toplam 11 olan hastalara prospektif olarak onam formu okutulup onaylatılarak imzalatıldı. Önce 1,5 Tesla MRG cihazında kontrastsız koronal B-TFE, kontrastlı MRA ile 3DMRA tetkikleri yapıldı. Renal arterler, infrarenal abdominal aorta, iliak ve femoral arterlerin damar çapları ölçüldü. Kontrastsız koronal B-TFE ve kontrastlı MRA tekniklerinin duyarlılıkları, altın standart kabul edilen DSA tetkiki ile karşılaştırıldı.Philips DICOM Viewer R2.2 kullanılarak, B-TFE, kontrastlı MRA ile 3DMRA ve DSA DICOM görüntüleri üzerinden, infrarenal aorta, renal arterler, aorta bifurkasyosu; ana, yüzeyel, derin femoral ve iliak arter segmentlerinin ilk 1cm'lik proksimal kesimlerinden ünite cinsinden ölçümler yapıldı. Tüm segmentlerden yapılan ölçümler, infrarenal aorta bifurkasyosu düzeyi (en büyük çap) ve renal arter proksimali düzeyinden (en küçük çap) elde edilen ölçümlerin ünite değerlerine oranlandı. İstatistiksel analiz için SPSS 11.5 programı kullanıldı. B-TFE, MRA ve DSA tekniklerinin birbirleri yerine kullanılabilirlik ve güvenilirliklerinin saptanması için `sınıfiçi korelasyon katsayısı' (intraclass correlation coefficient-ICC) ve `reliability' (Güvenirlik) değerleri, iki yöntemle ölçülen değerler arasında farklılığı incelemek için `bağımlı gruplarda t-testi' yapılmıştır.Bulgular: Koronal B-TFE ile MRA, 3DMRA ve DSA'nın en büyük damar çapı oranları arasında yüksek uyum saptandı. Küçük arter ölçümlerinde B-TFE ile MRA, 3DMRA arasında yüksek uyum ve DSA ile orta derecede uyum bulunmuştur. Bağımlı guruplarda t-testi, kullanıldığında küçük arter çapları oranları arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır. Bu durumda istatistiksel sonuçlar B-TFE'nin DSA ve MRA kadar güvenilir olmadığını göstermektedir.Sonuç: Periferik arter hastalığının tanısında, DSA altın standart görüntüleme yöntemi olmasına rağmen kontrast gerektiren, invaziv, uzun süren ve hastanın radyasyona maruz kaldığı bir tetkiktir. Manyetik Rezonans Anjiografi (MRA), nisbeten daha kısa sürede elde olunan, invaziv girişim gerektirmeyen ancak intravenöz kontrast ajan kullanımı gerektirebilen bir yöntemdir. Büyük damar patolojilerinin izleminde, MRA, 3DMRA ve DSA yerine B-TFE kullanılabilir ancak küçük arterlerde düşük güvenlik nedeniyle tercih edilmemelidir. DSA'da tespit edilmiş, aorta, renal, iliak ve femoral arterlerdeki patolojilerin kontrol ve takibinde, kontrast madde verilmesinde sakınca olan hastalarda ve acil durumlarda, kontrastlı MRA ve DSA yerine, inceleme süresi oldukça kısa ve kontrast gerektirmeyen koronal B-TFE sekansı güvenlikle kullanılabilecek bir yöntemdir.Anahtar Kelimeler : MRG, MRA, DSA, B-TFE, PAH
  • Öğe
    Servikal disk patolojilerinin manyetik rezonans myelografi ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Koçak, Ömer; Yılmaz, Sevda
    İntervertebral disk herniasyonlarının gösterilmesinde günümüzde çoğunlukla ilk ve tek tetkik olarak manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanılmaktadır. MRG'ye ek olarak alınabilen manyetik rezonans myelografi (MRM) tekniklerinin, olguların bir kısmında tanıya yardımcı olabildiği daha önce yapılan çalışmalarda bildirilmiştir. Ancak servikal bölgeye yönelik MRM'de kullanılacak manyetik rezonans sekansı için henüz bir konsensus oluşmuş değildir. Şu ana kadar çeşitli turbo-spin-eko ve gradient eko teknikleri denenmiş olup literatürde özellikle servikal MRM için çok sayıda çalışma bulunmamaktadır. Bilgimiz dahilinde servikal MRM için çalışılan teknikler arasında 2 boyutlu balanced-turbo-field-echo yer almamaktadır. Myelografik etki için kullanılabilecek olan bu sekans özellikle servikal bölgede yapılacak MRM için uygun bir yöntem olabilir. Çalışmamızda servikal disk hernilerinin teşhisinde 2 boyutlu koronal balans turbo field echo ve etkinliği daha önce bir çalışma ile ortaya konulmuş olan 2D/Myelo (Philips Medikal Sistemleri) teknikleri ile elde edilen manyetik rezonans myelografi görüntülerinin servikal disk herniasyonlarındaki tanısal etkinliğini konvansiyonel MRG tekniği ile karşılaştırmalı olarak değerlendirdik. Çalışma, kliniğimize çeşitli sebeplerle servikal MRG için başvuran 64 olgu üzerinde yapıldı. Bu olgularda rutin MRG çekiminden sonra MRM için 2 boyutlu koronal balans turbo field echo tekniği olan B-TFE ve multi-shot single-slice TSE tekniği olan 2D/Myelo çekimleri yapılarak tek radyolog tarafından değerlendirildi ve sekanslarda izlenen disk patolojileri kaydedildi. Veriler üzerinden konvansiyonel MRG altın standart kabul edilerek her iki MRM tekniğinin performans analizleri ve Kappa uyum testleri yapıldı ve sekanslar karşılaştırıldı. İstatistiksel analiz sonucunda 2D/Myelo sekansının, konvansiyonel MRG tetkikine ek olarak kullanmak için yüksek duyarlılık, seçicilik ve uyuma sahip olup servikal bölgeye yönelik myelografi amacıyla güvenle kullanılabileceği ancak koronal B-TFE sekansının sahip olduğu düşük duyarlılık ve zayıf uyum sebebiyle bu bölgenin myelografik değerlendirilmesi için uygun bir yöntem olmadığı bulunmuştur.
  • Öğe
    Korpus kallosumun difüzyon ağırlıklı ve konvansiyonel mr görüntüleme ile yaşa göre değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Karasu, Rabia; Bilgili, Yasemin K Karadeniz
    Karasu R, korpus kallosumun difüzyon ağırlıklı ve konvansiyonel manyetik rezonans görüntüleme ile yaşa göre değerlendirilmesi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale 2008.Difüzyon ağırlıklı görüntüleme, beyin dokusunun canlılığı hakkında fikir veren önemli bir yöntemdir. Kuvvetli manyetik alan gradientleri ile hasta hareketinden minimum etkilenir ve su moleküllerinin mikroskopik translasyonel hareketlerindeki değişikliklerin yansıtılmasında son derece hassastır. Beyin ödemi, sitotoksik ve vasojenik ödem olarak ikiye ayrılır. Konvansiyonel MRG, genellikle bu iki durumu birbirinden ayırt etmeye imkan vermez. Ancak difüzyon ağırlıklı görüntüleme su moleküllerinin hareketini temel alan bir yöntem olduğu için sitotoksik ödemi vasojenik ödemden ayırabilir. Yaşlanmanın etkisi ile beyaz cevherdeki selektif atrofi, gri cevherden belirgin olarak izlenmektedir. Beyaz cevherdeki atrofi, myeline liflerdeki azalmaya bağlıdır. Bu duruma ekstrasellüler mesafedeki artış da eşlik eder. Difüzyon ağırlıklı görüntüleme ile normal görünümlü beyinde yaşlanma ile ortaya çıkan değişikliklerin araştırılması yaşlanma sürecinin anlaşılmasında önem taşımaktadır. Çalışmamızda, difüzyon ağırlıklı görüntüleme ile su moleküllerinin aksonlar boyunca olan hareketlerinden yararlanarak elde edilen ADC değişikliklerinin yaşla değişiminin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Korpus kallosuma yönelik yaptığımız araştırmamızda, x, y ve z eksenlerindeki üç gradyentin ortalaması alınarak elde edilen otomatik ADC haritaları bulunan "trace" difüzyon kullanılmış ve ADC değerinin minimum ve maksimum değerleri 0.589-0.819 mm²/snx10?³; ortalama ADC değeri ise 0.735±0.043 mm²/snx10?³ olarak bulunmuştur. Çalışmamızda yaş arttıkça, korpus kallosumun ortalama ADC değerlerinde istatistiksel olarak belirgin derecede artış bulunmuştur (P<0.01). Sonuçta, ilerleyen yaşla beyaz cevherdeki suyun difüzyon kabiliyetindeki artış yönündeki teorimiz, verilerimizdeki istatistiksel olarak anlamlı sonuçlarla desteklenmiştir. Yani suyun korpus kallosumda difüzyon kabiliyetinin yaş ilerledikçe arttığı saptanmıştır. Sonuç olarak, klinik uygulamada yeni bir fonksiyonel görüntüleme yöntemi olan difüzyon ağırlıklı MRG'nin önümüzdeki yıllarda belirgin bir gelişme göstereceği ve daha yaygın olarak kullanılabileceği kuşkusuzdur.Anahtar kelimeler : DAG, ADC, korpus kallosum, yaş.
  • Öğe
    Lumbal disk patolojilerinde manyetik rezonans myelografinin 2 ve 3 boyutlu sekanslarla değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Seyhan, Serkan; Yılmaz, Sevda
    İntervertebral disk hernisi, diskte meydana gelen dejenerasyon veya travma sonucu disk materyalinin yer değiştirmesini ifade eden bir terimdir. Disk hernilerinin değerlendirilmesinde bir çok görüntüleme yöntemi kullanılmakla birlikte manyetik rezonans görüntüleme (MRG), ilk ve çoğunlukla tek görüntüleme yöntemi olarak kullanılmaktadır. MRG'ye ek olarak alınabilen manyetik rezonans myelografi (MRM) tekniklerinin, olguların bir kısmında tanıya yardımcı olabildiği daha önce yapılan çalışmalarda bildirilmiştir. Çalışmamızda, lumbal disk hernilerinin saptanmasında MRG'ye yardımcı olmak için, 2D/Myelo, 3D/Myelo ve B-TFE teknikleri ile elde edilen MRM görüntülerinin etkinliğini, konvansiyonel MRG ile karşılaştırmalı olarak değerlendirdik. Çalışmaya yaşları 13 ile 72 arasında değişen, konvansiyonel MRG'de disk hernisi saptanan, 30'u erkek 70'i kadın toplam 100 olgu dahil edildi. Bu olgularda rutin MRG çekiminden sonra MRM için TSE tekniği olan 2D/Myelo ve 3D/Myelo ile gradien eko tekniği olan B-TFE çekimleri yapılarak sekanslarda izlenen disk patolojisi değerlendirildi. Veriler üzerinden konvansiyonel MRG altın standart kabul edilerek her üç sekansın performans analizleri ve Kappa uyum testleri yapıldı ve sekanslar karşılaştırıldı. 2D/Myelo'nun duyarlılığı %39.8, seçiciliği %98.7, 3D/Myelo'nun duyarlılığı %45.9, seçiciliği %98.8, B-TFE'nin duyarlılığı %54.4, seçiciliği %98.8 olarak bulundu. Bu sonuçlara göre 2 boyutlu olan 2D/Myelo ile 3 boyutlu olan 3D/Myelo ve B-TFE sekansları disk hernilerinin varlığı ve lokalizasyonu açısından değerlendirildiğinde 3 boyutlu sekansların duyarlılık ve seçiciliği 2 boyutlu sekanstan daha yüksek çıkmaktadır. 3D/Myelo ve B-TFE kendi içinde değerlendirildiğinde ise disk hernisinin tespitinde B-TFE, 3D/Myelo'dan tanı değeri açısından azda olsa daha yüksek bulundu.Sonuç olarak disk hernilerinin tespitinde Konvansiyonel MRG tetkikine yardımcı olmak için MRM planlanan hastalarda hem duyarlılık ve seçiciliğinin yüksek olması ve hemde süresinin daha kısa olması nedeniyle 3 boyutlu B-TFE sekansının, 2 boyutlu 2D/Myelo yerine kullanılabileceği düşünülmüştür.
  • Öğe
    Obezite ve diyabetes mellitus hastalığının karotid intima-media kalınlığına etkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2009) Deniz, İsa; Yağmurlu, Ayşe Banu
    Obezite ve Diyabetes Mellitus hastalığının karotid intima-media kalınlığına etkisi
  • Öğe
    Behçet hastalığında skrotal doopler ultrasonografi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Aktaş, Ünal; Şenyücel, Doç. Çağrı
    Behçet hastalığı vaskülit ile karakteize multisistemik bir hastalıktır. İlk olarak Hulusi Behçet tarafından 1937 yılında tariflenmiştir. Tekrarlayan oral-genital ülserler ve üveit triadı ile meydana çıkar. İlk tariflenişinden bu yana cilt, santral sinir sistemi, gastrointestinal ve pulmoner tutulum gibi farklı organ tutulumları bildirilmiştir.Bu çalışmada; Behçet hastalarında testiküler Doppler parametrelerini ve testis volümlerini değerlendirmeyi, kontrol grubu ile karşılaştırmayı ve testislerde Behçet hastalığına sekonder ortaya çıkması olası değişiklikleri ortaya koymayı amaçladık.Yaşları 25-62 arasında değişen 20 Behçet hastasına ve yaşları 25-60 arasında değişen, geçirilmiş veya mevcut skrotal patolojisi bulunmayan 20 sağlıklı gönüllüye testiküler Renkil Doppler Ultrasonografi (RDUS) yapıldı. İşlem sırasında her bir testis için testis volümü ve rezistif indeks (RI) ölçüldü ve bulgular kaydedildi. Testis hacmi ve testiküler arter ?rezistif indeksi?nin, grup (Behçet Hastalığı/Kontrol) ve testis taraf (sağ/sol) arasındaki karşılaştırmaları çok değişkenli varyans analizi? (MANOVA) ile yapıldı. Değişkenler arasındaki ilişkiler ?Pearson Korelasyon Analizi? ile her grup için ayrı ayrı incelendi.Behçet hastalarının RI değerleri kontrollerin değerlerinden anlamlı düzeyde yüksekti (F (1)=5.410, p=0.023, ?2=0.066). Testis volümleri açısından iki grup arasında anlamlı farklılık yoktu (F (1)=0.121, p=0.729, ?2=0.002). Behçet grubunda hastalık süresiyle sağ testis volümü arasında anlamlı pozitif korelasyon saptandı (p=0.009, r=0.568). Sol testisle hastalık süresi arasında anlamlılığa eğilimli düzeyde pozitif korelasyon gösteriyordu (p=0.052, r=0.440).Behçet hastalığının testiküler arteri etkilediği, dirençte artmaya neden olduğu sonucuna vardık. Testis volümleri açısından gruplar arasında fark olmamasına karşın, Behçet hastalarında hastalık süresi arttıkça testis volümleri arasındaki ilişki dikkat çekicidir.Anahtar Sözcükler: Behçet Hastalığı; testis; Doppler ultrasonografi
  • Öğe
    Klivus morfometrisi ve sfenoid sinüs gelişimi ile ilişkisi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Koşan, Ulaş; Şenyücel, Çağrı
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, T1-ağırlıklı sagittal manyetik rezonans (MR) görüntüleme ile ölçülen çeşitli şekillerdeki klivusların alanlarını saptamak; sfenoid sinüs hacmi ile klivus alanı arasındaki ilişkiyi değerlendirmek; ve farklı sfenoid sinüs havalanma tipine (konkal, presellar, sellar) sahip bireylerin klivus alanlarını karşılaştırmaktır.Gereç ve Yöntem: 18 yaş üzeri toplam 100 bireyin 5 mm'lik MR kesitleri ile elde edilen T1-ağırlıklı serilerde; sfenoid sinüs hacminin belirlenmesi için, sagittal ve koronal kesitler kullanılarak sfenoid sinüsün en geniş ön-arka, transvers ve kraniokadual çapları alınmış ve hacim manuel olarak hesaplandı. Klivus alanı ise, sagittal kesitler içerisinden klivusun kortikal kemik konturunun en geniş olduğu kesit alınarak, konturları manuel olarak çizildikten sonra alan cihaz tarafından otomatik olarak hesaplandı.Bulgular: Dört farklı şekle sahip klivusların alanları arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık vardı (p<0.001). Fasetalı klivus alanları ortalaması, üçgen (p<0.001), tübüler (p<0.001) ve sapan (p=0.001) klivus alanları ortalamasından yüksekti. Sapan klivus alanları ortalaması tübüler klivusların alanları ortalamasından yüksekti (p=0.004). Üçgen klivus alanları ortalaması ile tübüler (p=0.104) ve sapan (p=0.527) klivus alanları ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark yoktu.Sfenoid sinüs havalanma tipine göre ayrılan üç grubun klivus alanı ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık göstermekteydi (p<0.001). Presellar grubunun klivus alanları ortalamasının sellar grubunun klivus alanları ortalamasından yüksekti (p<0.001). Konkal grubunun klivus alanları ortalaması ile presellar (p=0.893) ve sellar (p=0.627) gruplarının klivus alanları ortalamaları arasında anlamlı fark yoktu.Klivus alanı değerleri ile sfenoid sinüs hacmi değerleri arasında zayıf negatif ilişki (r=-0.471, p<0.001) saptandıSonuç: Çalışmamız, sınıflandırdığımız klivus alanı ile sfenoid sinüs hacminin ilişkili olduğuna ve sfenoid sinüs havalanmanın bazı tiplerine sahip bireylerin farklı klivus alanları olacağına dair ön veriler sunmaktadır. Klivus alanlarının ve klivus tiplerinin klinik ve cerrahi avantaj/dezavantajlarını değerlendirmek amacıyla yeni çalışmalara gereksinim vardır.Anahtar Sözcükler: klivus şekli, klivus alanı, sphenoid sinus volumü.
  • Öğe
    Orbitanın difüzyon ağırlıklı manyetik rezonans görüntüleme ile değerlendirilmesi ve yaş grupları için normal orbitaya ait ortalama görünen difüzyon katsayısı değerlerinin saptanması
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Meral, İbrahim; Bilgili, Yasemin
    Difüzyon ağırlıklı MR görüntüleme (DAMRG) su moleküllerinin difüzyon (Brownian) hareketine duyarlı bir manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tekniğidir. Bu teknik ile konvansiyonel MR sekanslarında tespit edilemeyen bazı bilgiler elde olunmaktadır. DAMRG'nin en sık kullanıldığı alan serebral iskeminin erken dönem tanısıdır. Ayrıca intrakranial tümörler, çeşitli enfeksiyonlar, demyelinizan patolojiler, diffüz aksonal injury gibi travmatik beyin hastalıkları, plevral efüzyonlarda eksuda-transuda, araknoid kist-epidermoid kist, kistik neoplazi-abse ayırımlarının yapılması gibi durumlarda da teşhis ve ayırıcı tanının yapılmasında kullanılmaktadır. Orbital inflamatuar sendrom, orbital lenfoid lezyonlar, orbital selülit, optik nörit, endoftalmit gibi orbital patolojiler de DAMRG'nin orbitadaki kullanım alanlarıdır. DAMRG'leri dokulardan elde edilen difüzyon sinyali ve T2 sinyali ile oluşturulur. DAMRG'leri artefaktların ve yanlış yorumlamaların önüne geçmek için T2 etkisini ortadan kaldıran ?apparent diffusion coefficient? (ADC) haritaları ile birlikte değerlendirilir. ADC haritaları ile T2 sinyali ortadan kaldırılmakta ve difüzyon katsayısının matematiksel ölçümü yapılabilmektedir. Çalışmanın amacı; bulbus okuliye ait ortalama görünen difüzyon katsayısı (ADC) değerlerinin farklı yaş gruplarındaki sağlıklı bireylerde belirlenmesi, sağlıklı bireylerde yaş grupları için referans değerler oluşturulması, sağlıklı bireylerde yaşla birlikte okuler ADC değerinde oluşabilecek olası farklılıkları ortaya koymaktır. Çalışmaya yaşları 0-84 arasında değişen, çeşitli nedenlerle bölümümüzde MR incelemesi yapılan ve konvansiyonel MR sekanslarında orbita ya da beyin patolojisi izlenmeyen toplam 160 birey dahil edildi. Bireylerin 74 tanesi erkek, 86 tanesi kadın olup bireyler yaşlarına göre 8 gruba ayrıldı. 0-10 yaş 1. grup, 11-20 yaş 2. grup, 21-30 yaş 3. grup, 31-40 yaş 4. grup, 41-50 yaş 5. grup, 51-60 yaş 6. grup, 61-70 yaş 7. grup, 71 yaş ve üzeri de 8. grup olarak belirlendi. Her yaş grubu için 20'şer adet bireyin DAMRG'leri değerlendirilip sağ ve sol göze ait ADC değerleri ölçüldü. Ölçümler sonucunda yaş grupları, cinsiyet ve sağ-sol göz arasında ADC değerleri arasında anlamlı fark olup olmadığı değerlendirildi. İstatistiksel değerlendirme sonucunda cinsiyet değişkeni ve göz tarafı değişkeninin okuler ADC değerleri üzerine anlamlı etkisi olmadığı saptandı. Ancak yaş değişkeninin okuler ADC değerleri üzerine anlamlı etkisi olduğu görüldü. Tüm yaş grupları içerisinde en düşük ADC değerleri 0-10 yaş grubunda izlendi. Diğer bazı yaş grupları arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar izlenmiş olmakla birlikte hiçbir yaş grubunda ortalama ADC değeri 0-10 yaş grubundaki kadar düşük izlenmedi. Bu durumun okuler ADC ölçümlerinin yapıldığı corpus vitreum'un büyük kısmını oluşturan jelatinöz yapıdaki sıvının su içeriğinin diğer yaş gruplarına nazaran daha düşük olmasına bağlı olabileceği düşünülmüştür. Ancak bu konuda kesin kanıya jelatinöz yapının içeriğinin biyokimyasal yollarla net olarak ortaya konulmasıyla varılacağı düşünülmüştür. Sonuç olarak; konvansiyonel MR sekanslarında normal bulgulara sahip bireylerde farklı yaş grupları için standart okuler ADC değerleri elde olundu. Elde edilen referans değerler oküler patoloji izlenen bireylere ait okuler ADC değerleri ile kantitatif bir karşılaştırmaya imkan sağlayabilir ve daha konvansiyonel MRG bulguları ortaya çıkmadan bize ek bilgiler sunabilir.
  • Öğe
    Patellar tendonun boyutlarının manyetik rezonans görüntüleme ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Uçucu, Orhan; Cömert, Ruhi Barış
    Patellar tendon, kuadriseps femoris kası tendon liflerinin devamı olarak patella ile tuberositas tibia arasında uzanır. Patellar tendinopati, Osgood Schlatter hastalığı ve Sinding Larsen Johansson sendromu gibi hastalıklar patellar tendonun kalınlığında artışa yol açmaktadır. Patellar tendon ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu operasyonlarında otogreft olarak kullanılabilmektedir. Patellar tendonun çok dar veya çok uzun olması bu operasyonun sonuçlarını olumsuz etkilemektedir.Bu çalışmanın amacı MRG ile patellar tendonun genişliği (sağ-sol çapı), kalınlığı (ön-arka çapı) ve uzunluğunu ölçmek ve patellar tendon boyutlarının normal değerlerini ortaya koymaktır. Ayrıca yaş, cinsiyet, kilo, sağ-sol diz değişkenlerine bağlı olarak patellar tendonun boyutlarındaki olası değişikliklerin gösterilmesi amaçlanmıştır.4 Ocak 2010 ile 29 Temmuz 2010 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı'nda diz MRG'si çekilen 59'u kadın ve 56'sı erkek toplam 115 birey çalışmaya dahil edilmiştir. Bu bireylerin diz MRG görüntüleri üzerinden, transvers T2A FFE görüntülerde patellar tendonun proksimal, orta ve distal kesimlerinden genişlik (sağ-sol çap), sagittal T1A SE görüntülerde patellar tendonun proksimal, orta ve distal kesimlerinden kalınlık (ön-arka çap) ve sagittal proton dansite ağırlıklı görüntülerden uzunluk ölçümleri yapılmıştır.Ortalama patellar tendon uzunluğu 42.09 mm, ortalama patellar tendon proksimal kalınlığı 4.24 mm, ortalama patellar tendon orta kalınlığı 4.04 mm, ortalama patellar tendon distal kalınlığı 4.15 mm, ortalama patellar tendon proksimal genişliği 31.09 mm, ortalama patellar tendon orta genişliği 29.99 mm ve ortalama patellar tendon distal genişliği 28.30 mm bulunmuştur. Erkeklerin patellar tendon proksimal, orta ve distal kalınlık ortalamaları ile patellar tendon proksimal, orta ve distal genişlik ortalamaları kadın olguların bu parametre ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptanmıştır. Sol dizden yapılan patellar tendon proksimal genişlik ortalamalarının sağ dize göre önemli derecede yüksek olduğu görülmüştür. Diğer ölçümlerde ise sağ ve sol diz arasında kayda değer farklılık saptanmamıştır. Hasta yaşının patellar tendon boyutları üzerinde anlamlı bir farklılık oluşturmadığı bulunmuştur.Çalışmamızda hastaların vücut ağırlıklarını sürekli değişken şeklinde alarak yaptığımız değerlendirmede, vücut ağırlığının patellar tendonun kalınlık ve genişlik ölçümleri ile pozitif korelasyon gösterdiği görülmüştür. Vücut ağırlığı 72 kg'ın üzerinde olan kadınların patellar tendon proksimal kalınlık ve orta kalınlık ortalamaları, 72 kg ve daha düşük vücut ağırlığına sahip olan kadınların ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Diğer ölçümlerde iki grup arasında önemli farklılık saptanmamıştır. Vücut ağırlığı 80 kg ve altında olan erkekler ile 80 kg'ın üzerinde olan erkekler arasında hiçbir patellar tendon ölçümünde anlamlı farklılık yoktu.Sonuç olarak MRG görüntüleri üzerinden patellar tendon boyutlarının ölçülmesi non-invazif bir yöntem olarak kullanılabilir. Patolojik ölçümlerin değerlendirilebilmesi için tendonun normal boyutları bilinmelidir. Ayrıca tendon boyutlarını etkileyebileceğinden hastanın cinsiyeti ve vücut ağırlığı da değerlendirmede göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Öğe
    Lumbal disk hernilerinin manyetik rezonans görüntüleme'de tiplendirilmesi ve seviye, yaş, cinsiyete göre dağılımları
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2012) Şahin, Safa; Cömert, Ruhi Barış
    İntervertebral diskler vertebral kolonda ani basınç artışlarını dengeleyen yapılardır. Yaşlanma ile beraber disk içeriğindeki su oranı azalarak diskin yapısı bozulur. Tekrarlayan küçük travmalar direkt olarak herniasyona yol açar ya da ilerideolabilecek herniasyonun gelişmesini hızlandırır. İntervertebral disk hernileri, vertebral kolonda her seviyede olabilir; ancak ağırlık ve basınca daha çok maruz kalınan lumbal bölgede daha sık izlenmektedir.Bilinen biyolojik ciddi bir tehlikeli etkisi olmayan, yüksek doku çözünürlüğü ve çok eksenli görüntüler sağlayan MRG, disk hastalıklarını değerlendirme, hastalıkların ciddiyetini belirleme ve takibinde etkisi kanıtlanmış, kullanışlı bir yöntemdir.Çalışmamızda MRG'de saptanan disk herniasyonlarının tiplerini, seviyelerini, herniasyonların yaş, cinsiyete göre dağılımlarını, herniasyonların tip ve seviyeleri ile hastaların yaş, cinsiyetleri arasındaki ilişkiyi araştırdık. Çalışmaya farklı bölümlerden lumbal MRG tetkiki için başvuran, yaşları 18 ile 90 arasında değişen,126 (%42) erkek ve 174 (%58) kadın olmak üzere, MRG'de lumbaldisk hernisi saptanan 300 hasta dahil edildi. On sekiz yaş altındaki bireyler, lumbal MRG incelemesinde L1-S1 seviyelerinde bütün intervertebral diskleri normal olan kişiler,önceden lumbal disk hernisi nedeniyle operasyon geçirmiş hastalar, gebeler, spinal enfeksiyon, hemanjiom dışı spinal neoplasm olan hastalar, hareket ya da metal artefaktlarından dolayı tetkiklerinin diagnostik kalitesi düşük olan hastalar dahil edilmedi. Rutin lumbal MRG'de kullanılmakta olan T1 ve T2 ağırlıklı sagital ve L1-S1 arası toplam 5 intervertebral disk aralığına yönelik transvers T2 ağırlıklı sekanslar, retrospektif olarak değerlendirildi. Bireylerin yaş ve cinsiyetlerikaydedilerek, lumbal MRG görüntülerinden L1-2, L2-3, L3-4, L4-5 ve L5-S1 seviyelerindeki disk patolojileri incelendi. Bu seviyelerde, ilgili intervertebral diskteki `bulging', `fokal protrüzyon', `geniş tabanlı protrüzyon', `ekstrüde diskhernisi' ve `sekestre disk hernisi' belirlenerek kaydedildi.Disk herniasyonları en sık %38.3 ile L4-L5 ve %37 ile L5-S1 seviyelerinde saptandı. Bulging ise %46.7 ile en sık L3-L4 seviyesinde idi. Herniasyon tipleri açısından değerlendirildiğinde fokal protrüzyon en sık L4-5 ve L5-S1 seviyelerinde, geniş tabanlı protrüzyon en sık L4-L5 düzeyinde, ekstrüde disk hernisi en çok L5-S1 seviyesinde, sekestre disk hernisi en sık L4-L5 düzeyinde idi. Bulging en çok 30-50yaşlarında, fokal protrüzyon en fazla 30-50 yaşlarında, geniş tabanlı protrüzyon en sık 50-90 yaşlarında, ekstrüde disk hernisi en sık 50-90 yaşlarında, sekestre disk hernisi en sık 30-50 yaşlarında saptandı. L1-2 seviyesindeki hernilerin %88.8'i, L2-3 seviyesindeki hernilerin %75'i, L3-4 seviyesindeki hernilerin %62'si, L4-5 seviyesindeki hernilerin %43'ü 50-90 yaşları arasında iken, L5-S1 seviyesindeki disk hernilerinin %46.5'i 30-49 yaşları arasında idi.Sonuç olarak MRG, uygun klinik bulgular varlığında intervertebral disk hastalığının değerlendirilmesinde en yararlı görüntüleme yöntemidir. MRG'de disk hastalığının alt tipinin doğru teşhis edilmesi ve sinirler gibi önemli anatomikyapılarla ilişkisinin tanımlanması, hastanın en uygun şekilde yönlendirilmesine ve tedavisinin planlanmasına yardımcı olur.
  • Öğe
    Toraks bilgisayarlı tomografi tetkiki yapılan erkeklerde meme dokusu boyutlarının değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Nazlıoğlu, Adem; Bilgili, Mirace Yasemin Karadeniz
    Jinekomasti erkek memesinde duktal ve glandüler elemanlarının iyi huylu proliferasyonudur. Fizyolojik jinekomasti yenidoğanlarda, prepubertal dönemde ve yaşlanma ile ortaya çıkar. Jinekomasti olguların % 25?i idiyopatiktir. Jinekomastinin potansiyel patolojik nedenleri; hormonları da kapsayan ilaçlar, serum östrojen düzeyinde artış, testosteron üretiminde azalma, androjen reseptör defektleri, kronik böbrek hastalığı, kronik karaciğer hastalığı ve diğer kronik hastalıklardır. Bazı yazarlar, jinekomastinin sadece klinik bir tanı olduğunu öne sürmekle birlikte şüpheli olgular için görüntüleme yöntemleri sıklıkla kullanılmaktadır. Mamografi çoğu zaman jinekomasti teşhisi için yeterli olmasına karşın, asimetrik nodüler jinekomasti, subareolar kanallarının küme ve kitle benzeri yapı oluşturduğu durumlarda yetersiz kalabilir. Bazı olgularda mamografinin yanında US?da kullanılabilir. Jinekomasti paterninin belirlenmesinde sonografik özelliklerin bilinmesi önemlidir. Meme değerlendirilmesinde öncelikli yöntem olmayan BT ise yağ doku ile fibroglandüler doku ayrımını daha net olarak ortaya koymaktadır. Jinekomastinin değerlendirilebilmesi için öncelikle referans değerlerin saptanması ve fibroglandüler dokunun boyutlarının bu değer aralığında yer alıp almadığının tespiti gerekir. Bu çalışmada, sağlıklı erkek memesinin fibroglandüler dokunun referans boyutlarını belirlemeyi amaçladık. Sağlıklı erkek olgularda bu referans değerlerin sapatanabilmesi amacıyla, çalışmaya jinekomasti dışında diğer nedenlerle toraks BT incelemesi elde olunan 216 erkek hasta dahil edildi. Çalışmamızda her iki memede fibroglandüler dokunun transvers (TR), kraniokaudal (KK) ve anterior-posterior (AP) boyutu ile meme başı TR boyutu ölçüldü. Meme fibroglandüler doku boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Her üç anatomik düzlemdeki fibroglandüler doku boyutları, adolesan yaş grubunun kapsayan 2. Dekadda, 1. Dekada göre belirgin artış gösterdi. AP boyutunun 3. Dekadda da arttığı; 4. ve 5. Dekadlarda azaldığı ve 6. Dekadda en yüksek değere sahip olduğu saptandı. Sonraki dekadlarda, AP çapı hafif azalmış olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. TR ve KK boyutlarındaki ölçümler benzerdi. En yüksek değerleri 2. ve 3. Dekadlarda ölçüldü. Meme başı boyutları ile fibroglandüler doku boyutu arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olmayıp meme başı boyutunun yaş ile arasında zayıf ilişki olduğu bulundu. Sonuç olarak, biz, sağlıklı erkeklerde meme fibroglandüler doku boyutları için referans değerleri oluşturduk ve bu değerlerin jinekomasti şüphesi olan olguların değerlendirilmesine yardımcı olacağı inancındayız. Özellikle erkek olguların rutin BT incelemelerinde, çoğu kez göz ardı edilen meme fibroglandüler dokusunun da değerlendirilen parametreler arasında yer alması gerektiği inancındayız.
  • Öğe
    Beyin difüzyon ağırlıklı manyetik rezonans görüntüleme tetkikinde akut iskemili hastalarda görünen difüzyon katsayısı ölçümlerinin değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Hırslı, Canan; Bilgili, Mirace Yasemin
    İnme olarak tanımlanan serebrovasküler hastalıklar; ciddi mortalite ve morbiditeye yol açan hastalıklardan biridir. İnme ölüm sebepleri içerisinde üçüncü ve sakatlık yönünden de birinci sırada olan hastalık grubudur. Bu grubun büyük kısmını oluşturan iskemik inme nörolojik hastalıklar içerisinde en sık görülen ve en çok ölüme neden olan gruptur. Görülme sıklığının fazlalığı ile neden olduğu mortalite ve morbidite oranlarının yüksekliği göz önüne alındığında bu grup hastanın erken ve etkin bir şekilde tedavi edilmesinin önemi anlaşılmaktadır. İskemi alanı etrafında perfüzyonu bozulmuş ancak henüz infarkta uğramamış hücrelerden oluşan iskemik penumbra izlenir. İskemik penumbraya yönelik erken ve doğru tedavi uygulanırsa bu bölgedeki hücrelerin ölümüne bağlı gelişecek nörolojik defisitlerin önüne geçilmiş olur. Bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) teknikleri, doku anatomisini göstermedeki ve baş-boyun patolojilerini saptamadaki duyarlılıklarına rağmen doku içerisindeki fizyolojik değişiklikleri gösteremezler. Kontrast öncesi ve kontrast sonrası yapılan geleneksel MRG ve BT görüntüleme ile geri dönüşümsüz infarktlı beyin dokusu infarkt için risk altında olan iskemik beyin dokusundan (penumbra) ayırt edilemez. Mikroskopik doku düzeyindeki kan akımına duyarlı MR ve BT perfüzyon tekniği ile intravenöz kontrast madde kullanılarak doku hemodinamiği değerlendirilebilir. Ancak bu yöntemlerin donanım maliyeti yüksek olması, kontrast madde verilmesi gibi sakıncaları vardır. İskemik penumbra alanını tahmin etmede kullanılan perfüzyon-difüzyon uyumsuzluğu modelinde iskemik penumbra alanı kaba bir tahmin olup, abartılı olabilir ve fazladan tromboliz tedavisine neden olabilir. Perfüzyon anormal alanlar güvenilir şekilde penumbra dokusunu ve oligemiyi birbirinden ayıramaz. Difüzyon ağırlıklı MR görüntüleme (DAMRG) su moleküllerinin difüzyon (Brownian) hareketine duyarlı bir manyetik rezonans görüntüleme tekniğidir. DAMRG iskemik inme erken dönem tanısında en yüksek duyarlılığa sahip görüntüleme yöntemidir. Calismamizda, difuzyon ağırlıklı görüntüleme (DAMRG) ile akut iskemisi olan hastalarda, iskemi alanı çevresinden elde edilen ve karşı hemisferdeki beyin parankiminde simetrik alanlardan elde olunan Apparent Diffusion Coefficient (ADC) değerlerinde fark olup olmadığınınin tespit edilmesi amaclanmistir. Çalışmaya akut iskemisi olan, semptom başlangıcından sonraki ilk 24 saat içinde hastanemize başvuran ve çalışmaya alınma kriterlerini taşıyan, yaşları 41-83 arasında değişen, 19?u kadın, 25?i erkek, serebrovasküler hastalık ön tanısıyla DAMRG tetkiki elde olunan ve akut iskemi saptanan 44 hasta dahil edildi. 44 hastanın bazılarında birden fazla seviyeden ölçüm yapılarak 62 değerlendirme tamamlandı. Görsel olarak herhangi bir difuzyon kısıtlanması saptanmamak koşulu ile iskemi alanı dış sınırına 4mm, 8mm ve 12 mm uzaklıktan dörder ölçüm yapıldı. Aynı ölçümler simetrik beyin parankiminde tekrarlandı ve relatif ADC değerleri hesaplandı. Her bir olguda, normal görünümlü beyin parankiminde iskemik alanın dış sınırından 4 ve 8 mm uzaklıktaki dörder ROI'den elde edilen ADC değerleri ve bu dört ölçümün ortalaması, sırasıyla noniskemik hemisferdeki simetrik ROI'lerin ADC değerlerinden ve bu ölçümlerin ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü. İskemik alanın dış sınırından 12 mm uzaklıktaki dört ROI'den elde edilen ADC değerleri ve bu değerlerin ortalaması ile sırasıyla noniskemik hemisferdeki simetrik ROI'lerin ADC değerleri ve ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Dört ölçüm setinde iskemi alanına aynı uzaklıktaki ölçümlerin ortalamasına göre değerlendirme yapıldığında; 4 mm uzaklıktaki ROI'lerin ADC değerleri ortalamasının 8 mm ve 12 mm uzaklıktaki ROI'lerin ADC değerlerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük olduğu saptandı. Dört ölçüm setinde iskemi alanının dış sınırından 4 mm uzaklıktaki ROI'lerin rADC değerleri, 12 mm uzaklıktaki ROI'lerin rADC değerlerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü. 12 mm uzaklıktaki ROI'lerin rADC değerleri ortalamasının 4 mm ve 8 mm uzaklıktaki ROI'lerin rADC değerleri ortalamasından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptandı. Elde olunan veriler çerçevesinde, görsel olarak herhangi bir difuzyon kısıtlılığı saptanmayan alanlarda bile istatistiksel olarak ADC değerlerinde farklılık saptanmiş olmasının, normal görünümlü beyin parankiminin değerlendirmesinde ADC değer ölçümünün değer kazandiği düşündürmektedir. Ayrıca elde olunan veriler enfarkt merkezinden ancak 12 mm uzaklıkta difuzyonun saptanabilir değerlerinin normale döndüğünü düşündürmektedir. Anahtar Sözcükler: iskemi, DAMRG, ADC, rADC, ROI
  • Öğe
    Diabetli hastalarda vitröz humor değişikliklerinin diffüzyon MRG ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Kala, İbrahim; Daphan, Birsen Ünal
    Difüzyon ağırlıklı MR görüntüleme (DAMRG) su moleküllerinin difüzyon hareketine duyarlı bir görüntüleme yöntemidir. DAMRG günümüzde en sık akut serebral iskeminin erken dönem tanısında kullanılmaktadır. Son yıllarda DAMRG bazı orbital patolojilerin değerlendirilmesinde de kullanılmaya başlanmıştır. Klinik olarak çeşitli sebeplerle bölümümüzde beyin diffüzyon MRG tetkiki yapılan 40 Diabetes Mellitus hastası ve oküler, serebral patoloji saptanmamış 40 kontrol grubu hastası olmak üzere toplam 80 beyin diffüzyon MRG üzerinden retrospektif olarak yürüttüğümüz bu çalışmada DM? i olan ve olmayanlar arasında yaş grupları, cinsiyet ve göz tarafı değişkenine bağlı olarak oküler ADC değerleri arasında olabilecek farklılıkları araştırmayı amaçladık. DM grubunun yaş ortalaması 54.58 ±10.13 yıl, kontrol grubunun yaş ortalaması 53.68 ± 5.38 yıl olarak saptandı. DM grubunda 24 (% 60) erkek, 16 (% 40) kadın olgu vardı. Kontrol grubunda 20 (% 50) erkek, 20 (% 50) kadın olgu vardı. 40 kişilik DM grubundan elde edilen 80 gözün orbital ADC değerleri ile tüm orbitadan alınan ADC değerleri, kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktü. DM? i olan grup ve DM? i olmayan kontrol grubunda sağ göz ve sol gözden alınan ADC değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. DM grubundaki olgular değerlendirildiğinde; 50 yaş ve altındaki bireylere ait ADC değerleri, 50 yaş üstü bireylere ait ADC değerlerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti. Kontrol grubundaki olgular değerlendirildiğinde; 50 yaş ve altındaki olguların ADC değerleri ile 50 yaş üstü olguların değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark yoktu. DM? i olan grup ve DM? i olmayan kontrol grubunda kadınlar ve erkeklerden alınan ADC değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Sonuç olarak Diabet hastalarında vitreus humor değişikliklerinin değerlendirilmesinde difüzyon MRG kullanılabilir.
  • Öğe
    Baker kistlerinin MRG ile değerlendirilmesi
    (Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Ulusoy, Selim; Bilgili, Mirace Yasemin Karadeniz
    Baker kisti dizin posteromedialinde yer alan gastroknemius-semimembranozus bursasının distansiyonu olarak tanımlanmakta olup bu lezyonlar genellikle dizdeki kronik efüzyon sonucu meydana gelirler. Diz eklemine ait herhangi bir inflamatuar, dejeneratif, travmatik veya neoplastik durum Baker kisti oluşumuna neden olabilir. Klinik olarak genelde popliteal fossanın medialinde ağrısız şişlik olarak ortaya çıkarlar. Klinik olarak çeşitli sebeplerle bölümümüzde diz Manyetik Rezonans Görüntüleme tetkiki yapılan 285 hasta ve 15 hastada her iki dize ait olmak üzere toplam 300 diz MRG tetkiki üzerinden retrospektif olarak yürüttüğümüz bu çalışmada Baker kistinin sıklığını, Baker kisti sıklığının yaşa ve cinsiyete göre dağılımını ve Baker kisti sıklığı ile yaş-cinsiyet arasında bağlantı olup olmadığını araştırdık. Ayrıca Baker kisti saptanan olgularda kistin boyutlarını; morfolojisini (superior veya inferior boynuzda sıvı olması); kistin rüptüre olup olmadığını; septa, serbest cisim, konnektif/fibrokonnektif doku içerip içermediğini araştırdık bu bulguların yaş ile cinsiyete göre dağılımını belirledik. Yaşları 19 ile 79 arasında değişen 154 kadın ve 131 erkek olmak üzere toplam 285 hasta ve 15 hastada her iki dize ait olmak üzere toplam 300 diz MRG tetkikini değerlendirdiğimiz çalışmamızda 63 diz MRG?de Baker kisti saptadık (%21,8). Kadınlarda %21,4; erkeklerde %22,9 oranında Baker kisti tespit edilmiş olup Baker kisti sıklığının cinsiyete göre farklılık göstermediğini belirledik. Baker kisti sıklığının en yüksek olduğu yaş grubunu 40-49, en düşük olduğu yaş grubunu 19-29 olarak belirledik, Baker kisti sıklığı açısından yaş grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptamadık. Baker kisti boyutlarının ve morfolojik görünümlerinin (superior ve/veya inferior boynuzda sıvı olması) yaş ve cinsiyete göre farklılık göstermediğini belirledik. Çalışmamızda belirlenen 64 Baker kistinin dört tanesinde (%6,3) rüptür, 30 tanesinde (%46,9) kist içerisinde septasyonlar, iki tanesinde (%3,1) serbest cisim saptadık. Rüptür, septa ve serbest cisim açısından yaş grupları ve cinsiyete göre farklılık saptamadık. Çalışmamızda belirlenen 64 Baker kistinin hiçbirinde kist içerisinde konnektif/fibrokonnektif doku saptamadık. Sonuç olarak MRG intakt ve rüptüre Baker kistlerinin tanısında, lezyon boyutları ve morfolojisi ile lezyon içerisinde yer alabilecek septa ve serbest cisimlerin belirlenmesinde oldukça etkin bir görüntüleme yöntemidir.