Tıp Fakültesi Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Testlerin sigma düzeylerinin hesaplanması ve iç kalite kontrol sıklıklarının buna göre düzenlenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Gürbüz, Burak; Kaçmaz, MuratAltı sigma metodolojisi son yıllarda, klinik laboratuvarlarda test performansı ölçümünde ve kalite kontrol dizaynında sıklıkla kullanılmaya başlanan bir yöntemdir. Bu çalışmada, laboratuvarımızda çalışılan hormon grubu testlerin analitik performansları sigmametrik olarak hesaplanmış ve performans seviyelerine uygun, yeni kalite kontrol prosedürlerine geçiş yapılmıştır. Bu değişikliklerin test performanslarına olan etkilerinin görülmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızın ilk üç ayında uzun yıllardır süregelen iç kalite kontrol (İKK) sistemi uygulanırken; serbest prostat spesifik antijen (fPSA), karsinoembriyonik antijen (CEA), alfa-fetoprotein (AFP), kortizol, progesteron, testosteron, ferritin ve B12 vitamini testlerinin sigma düzeyleri hesaplanmıştır. Daha sonra Westgard sigma kuralları doğrultusunda, bu sigma düzeylerine uygun İKK sistemlerine geçiş yapılmış, kalite kontrol sıklıkları açılmıştır. Çalışmamızın son altı ayında ise yapılan değişiklikler sonrası test performansları takip edilmiştir. Sigma hesabında kullanılan varyasyon katsayısı (CV) parametresi, İKK verilerinden elde edilirken; bias parametresi dış kalite kontrol (DKK) verilerinden elde edilmiştir. Toplam izin verilen hata (TEa) limitleri içinse Wisconsin Eyaleti Hijyen Laboratuvarı (WSLH) önerileri kullanılmıştır. Çalışmamız boyunca hesaplanan sigma düzeylerinin çok büyük çoğunluğunun altıdan büyük olduğu görülmüştür ve en düşük sigma değeri 4,44 ile AFP'ye ait bulunmuştur. İKK prosedürü değiştirilip, kalite kontrol sıklıkları açıldıktan sonra test performanslarında bariz değişiklikler olmamıştır. Bazı parametrelerin performans seviyelerinin arttığı, bazılarının azaldığı, bazılarının ise değişmediği gözlenmiştir. Ayrıca ilk üç aylık periyotta fPSA, CEA, AFP, kortizol, progesteron, testosteron parametreleri için seviye başı aylık ortalama 10 İKK çalışması yapılmışken; bu sayı son altı aylık periyotta 5,4'e gerilemiştir. Ferritin ve B12 vitamini için ilk üç aylık periyotta seviye başı aylık ortalama 35 ve 34,3 İKK çalışması yapılırken; bu sayı son altı aylık periyotta 8,3 ve 7,8'e gerilemiştir. Sonuç olarak İKK sıklığını test performansına göre ayarlayarak ve uygun kalite kontrol prosedürleri kullanarak, analitik kalitemizden ödün vermeden gereksiz para, zaman ve işgücü sarfiyatının önüne geçebiliriz.Öğe Obez çocuklarda distal femoral kartilajın us-elastografi ile değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Başer, Selçuk; Yılmaz, SevdaAmaç: Obezite rahatsızlığı olan çocuklarda eklem kartilaj değişikliklerinin tespitinde US ve Elastografinin tanıdaki öneminin araştırılması ve ek dejeneratif hastalıkların teşhisinde kullanılabilecek bazal verilerin elde edilmesini sağlamaktır. Materyal ve Metot: Çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi etik kurul onayı ile başlanmıştır. Prospektif kesitsel bir çalışma olarak planlanmıştır. Çalışmaya 75 normal ve 75 obez (toplam 150) çocuk dahil edilmiş olup her çocukta bilateral distal femoral kartilaj değerlendirilmiştir. B mod ultrasonografi incelemesi ile her iki distal femoral kartilajda suprapatellar ve infrapatellar yöntemle kalınlık ölçümü ve dejenerasyon bulguları değerlendirildi. Shear wave elastografi ve strain elastografi ile kartilaj elastisitesine yönelik kalitatif ve kantitatif değerlendirme yapıldı. İstatistiksel analizler yapılırken SPSS 21.0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Yaş ortalamaları kontrol grubu 12,68, hasta grubu 13,12 idi. Vücud-Kitle İndensi(VKİ)'nin sağ ve sol infrapatellar kartilaj kalınlıkları üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahip olmadığı saptanmış (p>0,05) iken, Yaş ve cinsiyetin sağ ve sol infrapatellar kartilaj kalınlığı üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahip olduğu saptanmıştır (p<0,05). Cinsiyete göre distal femoral kartilaj kalınlıkları arasında tespit edilen fark istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır (p<0,05). VKİ'nin suprapatellar yöntemle ölçülen sol distal femoral kartilaj kalınlığı üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahip olmadığı saptanmış iken (p>0,05), yaş ve cinsiyet sağ ve sol suprapatellar yöntemle ölçülen kartilaj kalınlığı üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir etkiye sahip olduğu saptanmıştır (p<0,05). Sonoelastografi (SEG) ölçümlerinde kıkırdakta anlamlı düzeyde yumuşama tespit edilmiştir (p<0,05). Distal femoral kartilaj değerlendirme açısının suprapatellar veya infrapatellar oluşunun anlamlı fark oluşturmadığı saptanmıştır (p>0.05). Obez çocuklarda kıkırdak dejenerasyonunun kontrol grubuna göre anlamlı olarak fazla olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). Sonuç: Obez çocuklarda, özellikle kız cinsiyette ve yaş arttıkça distal femoral kartilaj kalınlık ölçümlerinde tüm sahalarda anlamlı incelme tespit edilmiştir. Obez çocuklarda distal femoral kartilajın shear wave elastografi ile değerlendirilmesinde, strain incelemeyle uygun olacak şekilde kartilaj sertliğinde istatistiksel olarak anlamlı yumuşama olduğu tespit edilmiştir. Obez çocuklarda, kontrol grubuna kıyasla anlamlı düzeyde kıkırdak dejenerasyonu olduğu ortaya konulmuştur. Çalışma verilerinin ışığında obezitenin, çocuk yaş grubunda distal femoral kıkırdak incelmesi ve dejenerasyonu açısından korunulması gereken ve önlenebilir bir risk faktörü olduğu görülmektedir.Öğe Akciğer adenokarsinomu, akciğer skuamöz hücreli karsinomu ve plevral mezotelyoma olgularında BCL-2 ve survivin ekspresyonunun değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2021) Akkaya, Merva Aydemir; Devrim, TubaAmaç: Dünyada, akciğer karsinomu ve plevral mezotelyoma sıklığı giderek artmakta ve yılda yaklaşık 2,2 milyon yeni akciğer karsinomu vakası ile 14.200 yeni plevral mezotelyoma vakasının olduğu bildirilmektedir. Programlanmış hücre ölümünde ortaya çıkan anormallikler karsinomların oluşumunda ve progresyonunda önemli rol oynar. Genetik yolaklarla düzenlenen programlı hücre ölümünde yolakların çalışma ve kontrol edilme süreçlerinde oluşacak bozulmalar kontrolsüz hücre büyümesine ve tümör gelişimine neden olur. Söz konusu süreçlerde görev alan bcl-2, apopitozu inhibe ederek programlı hücre ölümüne engel olduğu tespit edilmiş ilk proteindir. Survivin ise apopitozu düzenleyen öneml b r prote n ailesinin mensubu olup, belirlenen ilk inhibitörlerden biridir. Çalışmamızda, akciğer adenokarsinomu, skuamöz hücreli karsinom (SHK) ve plevral mezotelyomalarda, survivin ve bcl-2 ekspresyonları ve tümörü infiltre eden lenfositlerin (TIL) progresyondaki rollerinin incelenmesi amaçlandı. Ayrıca, klinikopatolojik parametrelerle söz konusu belirteçlerin karşılaştırılması da hedeflenmiştir. Metod: Bu çalışmada akciğer adenokarsinomu, SHK ve plevral mezotelyomada immunohistokimyasal bcl-2 ve survivin ekspresyonları, TIL varlığı ve TIL'lerde bcl-2 ekspresyonu araştırıldı. Elde edilen verilerin klinikopatolojik parametrelerle karşılaştırılması ve immun belirteçlerin korelasyonları değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışma grupları; 29 akciğer adenokarsinomu, 18 SHK, 10 plevral mezotelyoma ve kontrol grubu olarak 12 normal akciğer parankiminden oluşmaktadır. Solid tip adenokarsinomlarda asiner tipe göre LVİ, plevral invazyon ve lenf nodu metastazı yüksek saptandı (sırasıyla p=0,001, p<0,001, p=0,039). Adenokarsinom grubunda, plevra invazyonu bulunmayan olgularda invazyon bulunanlara göre daha yüksek TIL varlığı tespit edilmiştir (p=0,013). SHK grubunda, adenokarsinom grubuna göre anlamlı şekilde daha yüksek TIL varlığı saptandı (p=0,04). İleri evredeki SHK'da TIL'lerin anlamlı ölçüde azaldığı izlenmiştir (p=0,004). SHK'da TIL'lerdeki bcl-2 ekspresyonu, evre I olan olgularda evre II-III'e göre daha fazla saptandı (p=0,045). SHK'da survivin ile TIL'lerdeki bcl-2 ekspresyonu arasında pozitif korelasyon tespit edilmiştir (p=0,001, rho=0,693). SHK'da survivin ile TIL'lerde bcl-2 koekspresyonu bulunan olguların, daha düşük pT (p=0,025) ve daha düşük klinik evrede (p=0,019) bulundukları saptanmıştır. TIL'lerdeki bcl-2 ekspresyonu adenokarsinom grubunda 70 yaş üzeri olgularda daha az (p=0,01) ve erkeklerde daha fazla (p=0,04) olarak bulundu. Adenokarsinom ve plevral mezotelyoma arasında survivin ile TIL'lerdeki bcl-2 ekspresyonu arasında korelasyon saptanmamıştır. Gruplar arasında, tümörde survivin ile bcl-2 ekspresyonu bakımından anlamlı fark saptanmamıştır. Normal akciğer parankiminde her iki belirteç ile ekspresyon izlenmemiştir. Sonuç: Elde ettiğimiz bulgular bir arada değerlendirildiğinde, erken evre SHK olgularında bcl-2 bakımından pozitif TIL varlığının yüksek düzeyde saptanmış olması ayrıca tümörde survivin ve TIL'de bcl-2 koekspresyonlarının tespit edilmiş olmaları söz konusu belirteçlerin SHK'da iyi bir prognostik faktör olabileceğini düşündürmektedir.Öğe D vitamin eksikliğinde aşil tendonunun B mode us ve elastografi ile değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Tokyürek, Yunus Emre; Sarıkaya, Pelin Zeynep BekinD vitamininin kalsiyum, magnezyum, fosfat homeostazında ve kemik metabolizmasında önemli bir rol oynadığı bilinmektedir[1]. Kas ve tendon dokusunda vitamin D reseptör (VDR) varlığı ile vitamin d eksikliğinde artmış proteoliz sonucunda kasta atrofi ve tendinopati gelişimini etkileyebileceği doğrulanmıştır[4,5]. Bu çalışmada, vitamin d eksikliği olan hastalarda aşil tendonu elastografi ile değerlendirilmesi, böylece tendon yapısında öncü değişikliklerinin önceden tahmin edilebilir hale gelmesi ve tespiti amaçlanmaktadır. Çalışma, Ocak 2023 – Haziran 2023 tarihleri arasında Kırıkkale Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalına ultrasonografi için gelen, yaşları 18-45 arasında değişen D vitamin eksikliği olan 30, D vitamin değeri normal olan 28 toplam 58 kişiyle tasarlandı. B mod ultrason (US) incelemesi ile her iki aşil tendonda kalınlık ölçümü yapıldı. Shear wave elastografi (SWE) ve strain elastografi (SE) ile aşil tendonu elastisitesine yönelik kalitatif ve kantitatif değerlendirme yapıldı. Çalışma grubunda aşil tendon kalınlık ortalamaları solda 0.44 cm, sağda 0.45 cm ölçülürken kontrol grubunda kalınlık ortalamaları solda 0.47 cm, sağda 0.46 cm ölçüldü. Çalışma grubunda tendon kalınlığında bilateral incelme olduğu tespit edildi; ancak bu veri sol tendonda anlamlı (p<0.03) bulundu. SWE değerlendirilmesinde, çalışma grubunda elastisite değerleri sol aşil tendonunda 66 kPa, sağ aşil tendonunda 64 kPa; kontrol grubunda sol aşil tendonunda 84 kPa, sağ aşil tendonunda 85 kPa olarak ölçülmüş olup D vitamin eksikliği olan grupta anlamlı olarak (p<0.001) azalma saptandı. SE incelemesinde ise çalışma grubunda her iki aşil tendonda yumuşama saptandı. Literatürde daha önce D vitamininin aşil tendonu üzerindeki etkilerini elastografik olarak inceleyen bir çalışma tespit edemedik. Çalışmamızda D vitamini eksikliği olan hastalarda her iki bacakta aşil tendonu kalınlığı ve elastikiyetinin azaldığı gözlendi. Hasta sayısının az olması kısıtlayıcı bir faktör olsa da D vitamini eksikliği olan hastalarda sonoelastografik değerlendirme ile aşil tendon etkileniminin olası ilerleyici morbidite ve komplikasyonları önlemek ve azaltmak açısından katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Anahtar kelimeler: D vitamini, ultrason, elastografi, shear wave, strain, aşil tendonu, tendinopatiÖğe Perkütan taş cerrahisinde supin ve prone pozisyonlarında kan gazı değişiklikleri(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Şenocak, İbrahim; Yılmaz, ErdalAmaç: Perkütan nefrolitotomi (PNL) operasyonunda hemodinamik açıdan prone veya supin pozisyonlarından hangisinin avantajlı olduğunu bulmayı amaçladık. Gereç – Yöntem: Kliniğimizde PNL operasyonu planlanan 123 hasta randomize olarak iki gruba ayrıldı. Grup 1'deki 67 hastaya prone, grup 2'deki 56 hastaya supin pozisyonda PNL uygulandı. Hastaların preoperatif (pre-op) ve postoperatif (post-op) spontan solurken Arteriyel kan gazı değerlerine bakıldı. Bulgular: Grup 1 (prone) ve grup 2'deki (supin) hastalarının ortalama yaşları grup 1'de 49,2±13,5 yıl iken grup 2'de 57,3±12,8 yıldır. Grup 1'de ortalama taş boyutu 29,8±11,2 mm iken grup 2'de 20,8±7,2 mm'dir. Grup 1'de ortalama ameliyat süresi 109,9±40,4 dk iken grup 2'de 59±24 dk'dır. Grup 1 ve grup 2'deki tüm hastalara standart PNL yapılmıştır. Grup 1'in ve grup 2'nin pre-op ve post-op dönemlerde alınan kan gazı verilerine bakıldığında post-op dönemde her iki grupta da istatistiksel olarak anlamlı pH düşmesi görüldü. pH düşme farklarını karşılaştırdığımızda istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı. Grup 1'in ve grup 2'nin pCO2 verilerini karşılaştırdığımızda her iki grupta da post-op dönemde pCO2 değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı derecede artış bulundu. Her iki grubun pCO2 artış değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı değildi. Grup 1'in pre-op ve post-op dönemde SpO2 değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmazken, grup 2'nin post-op SpO2 değerinde pre-op değere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı düşme bulundu. Grup 1'in ve grup 2'nin pre-op ve post-op hemoglobin değerleri karşılaştırıldığında her iki grupta da istatistiksel olarak hemoglobin değerinde anlamlı düşme gördük. Grup 1'in ve grup 2'nin pre-op ve post-op bikarbonat değişimlerine bakıldığında her iki grupta da bikarbonatta istatistiksel olarak anlamlı düşme gördük. Grup 1'in ortalama taburculuk süresi 3,34±1,78 gün iken, grup 2'nin 3,05±1,1 gündür. Grup 1'in Stone Free (SF-Taşsızlık) değerlendirdiğimizde genel başarı %86,9 iken, grup 2'nin %92,9'dur. Grup 1'de staghorn taş sayısı 14 hastada mevcut iken grup 2'de staghorn taş yoktu. Sonuç: PNL hastalarının hemodinamisi operasyon sırasında ve sonrasındaki kısa dönemde bozulmaktadır. Supin ve prone pozisyon arasında bu açıdan bir fark olmadığı düşünülmektedir.Öğe Şizofreni hastalarında tedaviye uyumu etkileyen faktörler(Kırıkkale Üniversitesi, 2021) Doğruel, Seda; Buturak, Şadiye VisalAmaç: Bu çalışmanın amacı şizofreni hastalarında tedavi uyumuna etki eden faktörleri ortaya koymaktır. Yöntem: Çalışmaya DSM-5'e göre şizofreni tanısı alan, 18-65 yaş aralığında, en az okur-yazar olan ve ek tıbbi hastalığı olmayan 50 hasta ve bu hastalara bakım veren 50 hasta yakını alınmıştır. Çalışmada; hasta ve yakınlarına Sosyodemografik veri formu, hastalara Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği (PANSS), Calgary Şizofrenide Depresyon Ölçeği, Beck Bilişsel İçgörü Ölçeği, Morisky Tedaviye Uyum Ölçeği, Arizona Cinsel Yaşantılar Ölçeği, Apati Değerlendirme Ölçeği, Şizofreni Hastalarında İşlevsel İyileşme Ölçeği (ŞİLO), Liverpool Üniversitesi Antipsikotiklerin Yan Etkilerini Değerlendirme Ölçeği ve Ruhsal Hastalıklarda İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeği (RHİDÖ) uygulanmıştır. Hasta yakınlarına Psikolojik Yardım Aramada Kendini Damgalama Ölçeği (PYAKDÖ), Zarit Bakıcı Yük Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği ve Beck Depresyon Ölçeği uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmamızda hastalık başlangıç yaşı, ekonomik durum, PANSS negatif, pozitif, genel psikopatoloji ve total puanları, Calgary şizofrenide depresyon puanları, Ruhsal hastalıklarda içselleştirilmiş damgalanma puanları, Liverpool Üniversitesi antipsikotiklerin yan etkilerini değerlendirme ölçek puanları ve Apati değerlendirme ölçeği hasta formu puanları ile Morisky tedaviye uyum ölçeği düşük-orta uyum ve iyi uyum grup puanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark olduğu gösterilmiştir. Yapılan lojistik regresyon analizinde ekonomik durumun, PANSS, Calgary şizofrenide depresyon, Ruhsal hastalıklarda içselleştirilmiş damgalanma, Liverpool Üniversitesi antipsikotiklerin yan etkilerini değerlendirme ve Apati değerlendirme ölçeklerinin tedavi uyumunu öngörmede anlamlı düzeylerde tahmin güçlerinin olduğu ve şizofreni hastalarında tedaviye uyumsuzluğu yordamada kullanılabileceği anlaşılmıştır. Sonuç: Çalışmamızda erken hastalık başlangıç yaşının, kötü ekonomik durumun, pozitif ve negatif belirti şiddetinin, eşlik eden depresif belirtilerin, içselleştirilmiş damgalanmanın, antipsikotik ilaç yan etkilerinin ve apatinin tedaviye uyumsuzlukla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmadan çıkan verilerin; tedaviye uyumu ön görme ve artırma konusunda göz önünde bulundurulacak faktörler açısından klinisyenlere fayda sağlayabileceği düşünülmektedir.Öğe Serum total safra asidi ve GLP-1 seviyesinin glukoz toleransı ile olan ilişkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Tekin, Ercan; Çağlayan, OsmanAmaç: Araştırmamızda Gestasyonel Diyabetes Mellitus (GDM) tanılı gebelerde Glukagon Benzeri Peptid-1 (GLP-1) ve Total Safra Asidi (TSA) konsantrasyonlarının Glukoz Toleransı ile olan ilişkisini ortaya koymak amaçlanmaktadır. Gereç – Yöntem: Araştırmamız vaka kontrol çalışması olarak Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine başvuran 18-45 yaş aralığındaki ve 24-28. haftalarda Oral Glukoz Tolerans Testi (OGTT) yapılan gebe kadınların dahil edilmesi şeklinde tasarlandı. Çalışma 20 (yirmi) GDM tanısı alan ve 20 (yirmi) sağlıklı gebe olmak üzere toplam 40 (kırk) vakadan oluşturuldu. Serum glukoz ölçümleri enzimatik hekzokinaz metotla, total safra asidi ölçümleri ise kolorimetrik metotla kit aplikasyonu sonrası otoanalizörde gerçekleştirildi. GLP-1 düzeyleri Human GLP-1 ELISA kiti ile manuel olarak analiz edildi. Bulgular: Araştırmaya katılan gebelerden kontrol grubunda olanların yaş ortalaması (27,95 ± 3,82) GDM grubunda olanların yaş ortalamasından (30,25 ± 4,91) istatistiksel olarak farklı değildi. VKİ açısından ise kontrol grubunun ortalamasının (27,01 ± 2,92 kg/m2) GDM grubunun ortalamasından (29,58 ± 4,31 kg/m2) istatistiksel olarak farklı olduğu saptanmıştır. Korelasyon analizi sonrası çok güçlü ve anlamlı korelasyon sadece kontrol grubu GLP-1 açlık ve GLP-1 1. saat (r=0,76 p=0,00) arasında mevcuttu. Güçlü ve anlamlı korelasyon ise kontrol grubunda TSA açlık ile TSA 1.saat (r=0,55 p=0,01) arasında ve GDM gurubunda TSA açlık ile TSA 1.saat (r=0,65 p=0,00) arasında mevcuttu. Grup içi karşılaştırmalarda hem kontrol grubunda hem de GDM grubunda GLP-1 açlık-GLP-1 1. saat ve TSA açlık-TSA 1. saat arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Gruplar arası karşılaştırmada VKİ (p=0,043), GLP-1 açlık (p=0,014) ve GLP-1 1. saat (p=0,004) arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilirken yaş, TSA açlık ve TSA 1. saat arasında anlamlı fark tespit edilmedi. Sonuç: Çalışmamızda GLP-1 konsantrasyonlarının GDM'li grupta kontrol gruba göre daha yüksek ve anlamlı farklı olduğu tespit edilirken TSA konsantrasyonlarının karşılaştırmasında gruplar arasında anlamlı fark tespit edilmemiştir. GDM'li hastalarda oluşan insülin direncine tepki olarak GLP-1 konsantrasyonlarında artışın, azalan insülinotropik etkinin telafi edilmesi yönünde olduğunu göstermektedir. Gruplar arası TSA konsantrasyonlarının anlamlı farklı olmamasına rağmen referans aralığının üst kısmında bulunması glukoz toleransı açısından olası etkinin TSA alt gruplarından kaynaklandığını düşündürmektedir. Ayrıca TSA ile GLP-1 arasında korelasyonun bulunmaması da birbirlerinden bağımsız olarak veya TSA alt gruplar ile ilişkili olarak etkili olabileceklerini göstermektedir.Öğe Adrenal insidentaloma hastalarının elastografi ile değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Çelik, Enes Nusret; Özdemir, AdnanBu çalışmada amaç, insidentaloma vakalarında adrenal bezin sonoelastografik özelliklerini ortaya koymak, insidentaloma tanısı alan ve kesitsel incelemelerde tanı konulan adrenal kitlelerin elastografi özelliklerini belirlemek ve ultrasonografi (US) incelemede fark edilen adrenal kitlelerin ileri tetkiklere gerek kalmadan sonoelastografi ile adenom tanısını konulmasını sağlamaktır. Çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi etik kurul onayı ile başlanmıştır. Prospektif kesitsel bir çalışma olarak planlanmıştır. Çalışmaya Haziran 2022-Şubat 2023 tarihleri arasında İç Hastalıkları Endokrinoloji Polikliniğine başvuran ve hastane PACS (Picture Archiving and Communication Systems) sisteminde bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüsü bulunan 42 hasta dahil edilmiş olup toplam 46 adrenal lezyon strain elastografi ile değerlendirilmiştir. Adrenal lezyon komşuluğunda karaciğer, böbrek ve dalak parankimi strain elastografi ile değerlendirilmiştir. Hastaların serum kortizol, serum DHEA-S (dehidroepiandrosteron sülfat), serum aldosteron, idrar metanefrin ve idrar VMA (vanil mandelik asit) değerlerine bakılmıştır. İstatistiksel analizler yapılırken IBM SPSS 21.0 paket programı kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Toplam 42 hastamızın 32'si kadın, 10'u erkek ve ortalama tanı yaşı 55,9'du. Adrenal insidentalomaların 37'si adenom, 6'sı myelolipom, 1'i kist, 1'i indeterminate ve 1'i metastazdı. Lezyonların 26'sı sağ, 12'si sol, 4'ü bilateral yerleşimli ve kitle uzun aks ortalaması 26,1 mm'di. Adrenal lezyon tiplerinin strain elastografi değerleri ve renk skala değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). Adrenal lezyon strain elastografi ile lezyon boyutu ve komşu parankim elastografi değerleri arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulunmadı (p>0,05). Laboratuvar değerlerinin lezyon strain elastografi değerleri ve karaciğer, böbrek, dalak parankim elastografi değerleri arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). Çalışmamızda, adrenal insidentalomalarda tanı yaşı, cinsiyet dağılımı ve kitle lokalizasyonu ile ilgili verilerimizin literatür ile uyumlu olduğunu tespit ettik. Adrenal lezyonların strain elastografi ile değerlendirilmesinde renk skala değerleri ve elastografi değerleri arasında anlamlı ilişki saptamadık. Literatürde bu konu ile ilgili çalışmalar sınırlı olduğundan dolayı, çalışmamızda elde edilen veriler gelecekteki araştırmalar için bir referans olarak kullanılabilir. Elastografi tekniğinin referans değerlerini ve tekrarlanabilirliğini belirlemek için çok merkezli ve daha fazla hasta grupları içeren prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Kırık iyileşmesi sürecinde kandaki preptin hormon seviyesi ve immünhistokimyasal olarak insan kemik dokusunda araştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Özdemir, Tevfik Onur; Serbest, SancarKırık iyileşme sürecinde yer alan mekanizmalar ve olaylar ortopedi ve travmatoloji biliminde büyük ilgi gören bir konu olmaya devam etmektedir. Kırık iyileşmesini etkileyen faktörler ve iyileşmeyi hızlandıran araştırmalar popüler araştırma konularıdır. Özellikle kırık iyileşmesini hızlandırma konusunda birçok farklı çalışma yapılmıştır. Çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğine başvuran ve kesin tanısı "uzun kemik kırığı" olarak doğrulanan hastalar ile hasta grubu ile yaş ve cinsiyet bakımından uyumlu herhangi bir tıbbi problemi olmayan sağlıklı gönüllüler dahil edildi. Çalışmaya 25 uzun kemik kırığı olan ve 25 herhangi bir tıbbi problemi olmayan sağlıklı gönüllüler dahil edildi. Bunun yanı sıra preptin hormonunun immünhistokimyasal olarak insan kemik dokusunda gösterilmesi amacıyla femur proksimal uç kırıkları ve koksartroz nedeniyle kliniğimizde opere edilecek ve normal şartlarda atılacak olan femur başları alındı. Femur başlarının immünhistokimyasal boyaması gerçekleştirildi. Çalışmanın sonucunda hasta grubunda sağlıklı bireylere göre preptin değerlerinin hastaneye başvuruları sırasında, ameliyat sonrası birinci günde ve ameliyat sonrası altmışıncı günde yüksek olduğu saptandı. Ayrıca hasta grubunda ameliyat sonrası altmışıncı günde ölçülen ALP değerlerinin de sağlıklı bireylere göre yüksek olduğu bulundu. Diğer yandan parathormon değerlerinin hasta grubunda hastaneye başvuruları sırasında, ameliyat sonrası birinci günde, ameliyat sonrası on beşinci, altmışıncı ve yüz yirminci günde yüksek olduğu tespit edildi. Ek olarak femur başlarına yapılan immünhistokimyasal boyamada özellikle osteoblastlarda preptin hormon immünpozitifliği gösterildi.Öğe Ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu yapılan hastaların preoperatif ve postoperatif patella yerleşiminin karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Aydemir, Mehmet; Çırpar, MeriçHamstring tendon otogrefti ile ÖÇB rekonstrüksiyonu sonrası diz eklemi biyomekaniğinde bazı değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmanın amacı, hamstring tendon otogrefti ile ÖÇB rekonstrüksiyonu yapılan hastaların direkt lateral radyografi görüntülemeleri üzerinden ameliyat öncesi ile ameliyat sonrası birinci gün ve üçüncü ay patella yüksekliklerinin karşılaştırılmasıdır. Çalışmamıza, 2015-2022 yılları arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nde hamstring tendon otogrefti ile ÖÇB rekonstrüksiyonu yapılan ve araştırma kriterlerine uyan 16-50 yaş arası 67 hasta dahil edildi. Dahil edilen hastaların ameliyat öncesi, ameliyat sonrası birinci gün ve ameliyat sonrası üçüncü ay diz lateral direkt radyografi görüntülemeleri retrospektif olarak değerlendirildi. Bu görüntülemelerde Insall-Salvati indeksi (ISI), Caton-Deschamps indeksi (CDI) ve Blackburne-Peel indeksi (BPI) ölçüldü. Bu parametrelerin erkek, kadın ve genel popülasyondaki ameliyat öncesi, ameliyat sonrası birinci gün ve ameliyat sonrası üçüncü ay ölçüm değerleri arasında anlamlı fark olup olmadığı karşılaştırıldı. Genel popülasyonda, ISI değeri ameliyat öncesi 1.07±0.14, ameliyat sonrası birinci günde 1.01±0.15 ve üçüncü ayda 1.00±0.15 ölçüldü. CDI değeri ameliyat öncesi 1.04±0.12, ameliyat sonrası birinci günde 0.96±0.12 ve üçüncü ayda 0.94±0.11 bulundu. BPI değeri ameliyat öncesi 0.86±0.11, ameliyat sonrası birinci günde 0.79±0.12 ve üçüncü ayda 0.77±0.11 ölçüldü. ISI, CDI ve BPI değerlerinde erkek, kadın ve genel popülasyonda ameliyat öncesi değerler ile hem ameliyat sonrası birinci gün hem de uzun dönem takip değerleri arasında belirgin istatistiksel farklılık olduğu saptandı (p<0.001). Çalışmamızda, hamstring tendon otogrefti ile ÖÇB rekonstrüksiyonu sonrası birinci gün ve üçüncü ayda direkt radyografi görüntülemeleri üzerinden patella yüksekliğinde anlamlı şekilde azalmanın meydana geldiği gösterilmiştir. Ayrıca ÖÇB rekonstrüksiyonu sonrası uzun dönem takipte patella yüksekliğinin azalmasında olası başarısız olma (ISI>1.2) riskini en iyi öngörebilecek parametrenin sadece ameliyat öncesi ölçülen ISI değeri olduğu bulunmuştur.Öğe Omuz MR görüntülemelerinde rotator manşet yırtığı saptanan hastalarda anatomik ölçümlerin prediktif açıdan incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Üner, Çağrı; Oktaş, BirhanRotator manşet yırtklarının (RMY) etyolojisi multifaktoriyeldir. Bu faktörler intirinsik, ekstrinsik ve travmatik olabilmektedir. Literatürde rotator manşet yırtıklarının nedenlerini araştıran çok sayıda çalışma mevcuttur. Çalışmalarda lateral akromial açı, akromial indeks ve kritik omuz açısı gibi oran ve açılar ölçülmüş olup bunların RMY ile ilişkisi sorgulanmıştır. Bu değerler dışında çalışmamızda litaratürde daha önce bahsedilmemiş olan 'subakromial indeks' olarak tariflediğimiz ölçümümüzü gerçekleştirdik. Çalışmamızda bu dört ölçüm değerinin spesifite ve sensitivite oranlarının bulunmasını hedefledik. 2013-2021 yılları arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne başvurmuş 35-60 yaş arasındaki hastaların omuz manyetik rezonans (MR) görüntülerine ve raporlarına ulaşıldı. Belirtilen tarihler arasında çekilmiş 500 omuz MR görüntüsü tarandı. Hastalar MR, direkt görüntüleme ve radyoloji raporları üzerinden yapılan incelemeler sonucu rotator manşet yırtığı olan [(RMY (+)] ve olmayan [RMY(-)] olarak iki gruba ayrıldı. Rotator manşet yırtığı olan hastalarda akromial indeks, kritik omuz açısı, lateral akromial açı ve subakromial indeks ölçümleri yapıldı. Aynı parametreler kontrol grubunda da ölçülerek vaka kontrol çalışması yapılması adına istatistiksel olarak incelendi. İstatistiksel olarak RMY(-) kişiler ile RMY(+) hastalar arasında yaş (p<0.001), cinsiyet (p=0.004), akromial indeks (p=0.009), kritik omuz açısı (p=0.006), subakromial indeks (p=0.003), humeroglenoidal mesafe (p=0.029) ve akromiohumeral mesafe (p=0.002) değerleri arasında anlamlı farklılık tespit edildi. Bu sonuçlara göre RMY(+) hastaların, RMY(-) kişilere göre yaşlarının daha ileri, akromial indeks ve kritik omuz açısı ölçüm değerlerinin daha yüksek, buna karşılık subakromial indeks, humeroglenoidal mesafe ve akromiohumeral mesafe ölçüm değerlerinin daha düşük olduğu bulundu. Ayrıca RMY tanısının daha çok kadın hastalarda konulduğu saptandı. ROC-Curve analizi sonucunda yaş >47 yıl ise (p<0.001, duyarlılık %77özgüllük %70), kadın cinsiyet ise (p=0.013, duyarlılık %66, özgüllük %60), akromial indeks değeri >0.58 ise (p=0.009, duyarlılık %60, özgüllük %63), kritik omuz açısı değeri >30.55 ise (p=0.006, duyarlılık %59, özgüllük %63), subakromial indeks değeri <0.58 ise (p=0.003, duyarlılık %60, özgüllük %64) ve akromiohumeral mesafe değeri <25.75 ise (p=0.003, duyarlılık %64, özgüllük %66) bu hastalarda RMY tanısının öngörülebileceği varsayıldı. Logistic Regresyon analizi sonunda yaş (p<0.001) ve akromial indeksin (p<0.014) rotator manşet yırtığını öngörebilmede en iyi parametre olabileceği bulundu. Fakat demografik veri olan yaş ve cinsiyet parametreleri ve subakromial indeksi oluşturan alt ölçüm parametreleri analiz dışı bırakılıp diğer çalışma parametrelerine Logistic Regression analizi uygulandığında subakromial indeks parametresinin RMY tanısı tahmininde "en iyi belirteç" olarak kullanılabileceği tespit edildi (p<0.004).Öğe Preoperatif MR görüntülemelerinde ön çapraz bağ hasarı açısından prediktif değerlerin, tanısal artroskopi opere hasta grubu üzerinde incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2021) Soy, Furkan; Oktaş, BirhanBu çalışma ile ön çapraz bağ (ÖÇB) yaralanmasının sekonder bulgularından olan arka çapraz bağ açısının, tibianın anteriora translasyon miktarının ve femorotibial rotasyon açısının tanısal artroskopi ile ÖÇB yaralanma durumuna göre gruplanmış hastalarda eşik değerlerinin ve bu değerlere ait spesifite ve sensivite değerlerinin hesaplanması ve bu üç parametreden hangisinin ön çapraz bağ tanısı koymada en yüksek prediktif değere sahip olduğunun bulunması amaçlanmıştır. 2015-2020 yılları arasında kliniğimizde tanısal artroskopi yapılan hastalar geriye dönük tarandı. Bilgilerine ulaşılan 266 hasta çalışma popülasyonumuzu oluşturdu. 143 hasta artroskopik olarak yapılan muayenede ön çapraz bağ yırtığı tanısı konularak hasta grubuna (ÖÇB-R) alındı. Geri kalan 123 hasta artroskopik muayenesinde ön çapraz bağ hasarı tespit edilmediği için kontrol grubuna (ÖÇB-I) alındı. Ön çapraz bağı yırtığı mevcut olan hasta grubunda ameliyat öncesi MR görüntülemelerinde, ÖÇB yırtığının sekonder bulgularından olan anterior translasyon miktarı, arka çapraz bağ açısı ve femorotibial rotasyon açısının ölçümleri yapıldı. Aynı parametreler kontrol grubunda da ölçülerek vaka kontrol çalışması yapılması adına istatistiksel olarak incelendi. ÖÇB-R ve ÖÇB-I grubu arasında yaş bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık vardı (p<0.001). ÖÇB-R grubu daha genç hastalardan oluşmaktaydı. ÖÇB-R ve ÖÇB-I grubu arasında cinsiyet bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık vardı (p=0.001). ÖÇB-R grubunda erkek hasta hakimiyeti daha fazlaydı. Tibianın anterior translasyon miktarı (TAT), ÖÇB-R grubunda ortalama 7 mm (-4 – 17 mm) olarak, ÖÇB-I grubunda ortalama 5 mm (-4 – 12 mm) olarak bulundu. Arka çapraz bağ açısı (AÇB-A), ÖÇB-R grubunda ortalama 110º (52º-157º) olarak, ÖÇB-I grubunda ortalama 122º (82º-162º) olarak bulundu. Femorotibial rotasyon açısı (FTRA), ÖÇB-R grubunda ortalama 5.8º (-5º–18º) olarak, ÖÇB-I grubunda ortalama 1.6º (-10.9º–10º) olarak bulundu. Her üç değer bakımından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p<0.001). ROC-Curve analizi sonucunda tibianın anterior translasyon miktarı (TAT) > 6.05 mm eşik değerinin ön çapraz bağ rüptürü olasılığını öngörebilmede %63 sensitif ve %65 spesifik olabileceği, arka çapraz bağ açısı (AÇBA) < 116.5º eşik değerinin ön çapraz bağ rüptürü olasılığını öngörebilmede %65 sensitif ve %70 spesifik olabileceği, femorotibial rotasyon açısı (FTRA) > 3.45º eşik değerinin ön çapraz bağ rüptürü olasılığını öngörebilmede %73 sensitif ve %72 spesifik olabileceği anlaşıldı. Logistic Regresyon analizi sonunda FTRA'nın ön çapraz bağ yırtığı olasılığını öngörebilmede en iyi parametre olabileceği bulundu (p<0.001). Özellikle şüpheli olgularda, tibianın anterior translasyon miktarının, arka çapraz bağ açısının ve femorotibial rotasyon açısının, ön çapraz bağ rüptürü olan hasta grubunu ön çapraz bağı sağlam bireylerden ayırmada kullanılabileceği bulunmuştur. Bu üç değer arasında en yüksek sensitive ve spesifite oranları ile en iyi prediktif değere femorotibial rotasyon açısının sahip olduğu bulunmuştur.Öğe Seröz otit tanısıyla cerrahi uygulanan pediatrik hastalarda vestibüler sistemin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Yaman, Serdar Hanzala; Cömert, ElaYaman SH. Seröz Otit Tanısıyla Cerrahi Uygulanan Pediatrik Hastalarda Vestibüler Sistemin Değerlendirilmesi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2024 Bu çalışmada seröz otitis media (SOM) tanısı alıp cerrahi olarak tedavi edilen çocuk hastalarda vestibüler sistemin değerlendirilerek, SOM' un vestibüler sisteme etkilerinin ve cerrahi tedavinin etkinliğinin ortaya konması amaçlanmıştır. Bu prospektif çalışmaya SOM nedeniyle cerrahi uygulanan 40 çocuk hasta (Grup 1) ve ek hastalığı olmayan 20 sağlıklı çocuk (Grup 2) dahil edilmiştir. Grup 1 hastaları cerrahi öncesi, cerrahi sonrası 2. gün, cerrahi sonrası 1. ve 2. hafta video head impulse test (vHIT) ile değerlendirilmiştir. Grup 2 hastaları ise timpanogram ve vHIT ile değerlendirilmiştir. Preoperatif timpanogram ve vHIT sonuçları kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Veriler karşılaştırıldığında grup 1 hastalarının preoperatif vHIT değerleri ile grup 2 hastalarının vHIT değerleri arasında anlamlı fark bulunamamıştır (p>0,05). Grup 1 hastalarının cerrahi öncesi ve sonrası vHIT sonuçları karşılaştırıldığında belli kanallardaki VOR kazanç ortalamalarında anlamlı farklar saptanmıştır (p<0,05). Yine Grup 1 hastalarının cerrahi öncesi ve sonrası tetkikleri karşılaştırıldığında cerrahi öncesi var olan covert sakkadların cerrahi sonrası dönemlerde azaldığı ve 2. hafta sonunda tüm covert sakkadların kaybolduğu saptanmıştır (p<0,05). Sonuç olarak; SOM, gelişen medikal ve cerrahi tedavi yöntemlerine rağmen hala çocuk yaş grubunda gerek maddi gerek manevi yönden hastaları, aileleri ve sağlık politikalarını etkileyen önemli bir hastalıktır. Özellikle çocuk hastalarda önemli bir dengesizlik nedenidir. Bundan dolayı çocukların ve ailelerin yaşam kalitelerine, çocukların eğitim hayatına olumsuz şekilde etki etmesinin önüne geçilmesi için erken tanı ve uygun endikasyonlar ile medikal ve cerrahi tedavilerinin yapılması gerekir. Çalışmamız sonuçları göz önüne alındığında cerrahi tedavinin vestibüler sistem üzerine olumlu etkisinin olabileceği düşünüldü.Öğe Parotis ve submandibular glandın difüzyon özelliklerinin boyun MR'de değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Altuntop, İrem; Muluk, Nuray BayarBu çalışmada boyun magnetik rezonans inceleme (MR) görüntülemesinde, parotis ve submandibular glandın difüzyon özellikleri, sinyal karakteristikleri ve boyut incelenmesinin yapılması hedeflenmiştir. Çalışma, 40 erkek 40 kadın olmak üzere toplamda 80 hastanın boyun MR görüntüleri incelenerek yapılmıştır. MR görüntülerinde bilateral parotis ve submandibular glandın alan ve 'Apparent Diffusion Coefficient' (Görünür Difüzyon Katsayısı) (ADC) ölçümleri yapıldı. 18-50 yaş ve 51-80 yaş olmak üzere iki yaş grubu oluşturuldu ve tüm yaş gruplarında parametreler karşılaştırıldı. Submandibular gland ADC ölçümlerinde, Hastaların cinsiyetlerine göre submandibular gland ölçümlerinin dağılımına baktığımızda erkeklerde sol submandibular alan ölçümlerinin (394.4±107.1 mm2), istatiktiksel açısından anlamlı şekilde kadınlara (330.1±89.8 mm2) göre daha büyük olduğu bulunmuştur.(p<0.05). Hastaların yaş gruplarına göre sağ ve sol submandibular ve parotis gland derecesinde istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki görülmüştür. (p<0,05) 18-50 yaş grubunda grade 0 ve grade 1 daha fazla görülürken, 51-80 yaş grubunda grade 1 ve grade 2 daha fazla görülmektedir. Parotis glandda sağ ve sol tarafta alan ve ADC ölçümünde; submandibular gland sağ ve sol tarafta alan, ADC ölçümünde; submandibular gland ve parotis gland arasındaki ADC ölçümünde; sağ submandibular gland ve bilateral parotis gland arasında alan ölçümlerinde istatiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon saptanmıştır.(p<0.05) Tüm hasta grubunda (sağ ve sol taraf) ve yaş gruplarında (18-50 ve 51-80 yaş) alan ve ADC ölçümlerinde; cinsiyete göre (erkek ve kadın) parotis gland ölçümlerinde, alan ve ADC ölçümlerinde; ve grade değerlendirmesinde, gruplar arasında istatiktiksel açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Sonuç olarak hastaların yaşı arttıkça bezdeki heterojenitenin arttığı görülmüştür. Tükürük bezi hastalıklarının tanısında boyun MR günümüzde sıklıkla kullanılmakta olup yaşla beraber tükürük bezindeki heterojenitenin tanı basamaklarında yardımcı olabileceği düşünülmüştür.Öğe Koroner yavaş akımda kronotropik inkompetans(Kırıkkale Üniversitesi, 2024) Çaylı, Merve; Yıldırım, NesligülAmaç: Koroner yavaş akımın(KYA) ve kronotropik yetersizliğin(KY) artan mortalite ile ilişkisi daha önce gösterilmiştir. KYA'ın kesinleşmiş bir tedavi protokolü yoktur. Biz bu çalışmada; "KYA'ı olan hastalarda KY var mıdır ? Varsa bu hastaların kardiyak şikayetler ile hastaneye başvuru sıklıklarında artış var mıdır? " gibi sorulara yanıt bulmayı hedefledik. Yöntem: Çalışmamıza hastanemize başvuran şikayetleri nedeni ile 12 derivas-yonlu elektrokardiyografi(EKG), ekokardiyografi ve kan tetkiki yapılmış sonrasında ileri tetkik olarak egzersiz ekg testi(EET) ve koroner anjiyografi yapılmış, 18 yaşın-dan büyük, anjiyografi sırasında Thrombolysis in Myocardial Infarction (TIMI) kare sayısına göre KYA tespit edilen 29 hasta ve normal koroner arter (NKA) saptanan 27 kişi kontrol grubu olarak dahil edilmiştir. Bir veya daha fazla koroner arterde darlık veya obstrüksiyon izlenmeksizin düzeltilmiş TIMI frame sayısı (TFC) > 27 olması KYA fenomeni varlığı olarak değerlendirildi. Hastaların KY varlığı EET'de yaşa göre beklenen maksimum kalp hızının(YGBKH) %80'ine ulaşamaması olarak kabul edildi. Kronotropik indeks (Kİ), Kalp hızı(KH) rezervinin bir göstergesi olarak ta-nımlanmaktadır. KH rezervi ise dinlenmeden maksimum egzersize kadar olan KH'daki değişim olarak tanımlanır. Dinlenmeden zirve egzersize kadar KH'daki de-ğişimin, dinlenme KH'ı ile YGBKH arasındaki farka bölünmesiyle Kİ elde edilir[1]; (??İ=(???????????????????????????????)/(???????????????????????????????)??100) [1]. Biz de çalış-mamızda bu formülü kullandık. Bulgular: Bu çalışmaya %51,8'i (n=29) KYA hastası, %48,2'si (n=27) de kont-rol grubu olmak üzere toplam 56 hasta dahil edildi. KYA grubunda vücut-kitle in-deksi (VKİ) ortalaması ve hipertansiyon(HT) varlığı oranı kontrol grubuna göre ista-tistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı (p değerleri sırasıyla; p=0,015, p=0,039). KYA tespit edilen hasta grubunda trombosit değerleri kontrol grubuna göre istatistik-sel olarak anlamlı düşük tespit edilirken; üre ve ürik asit değerleri kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı (p değerleri sırasıyla; p=0,002, p=0,027, p=0,026). KYA tespit edilen hasta grubunda sol atriyum(SA) çapı, sol vent-rikül(SV) diyastolik ve sistolik çapları, SV enddiyastolik volümü, SV sistolik kütlesi, mitral kapaktan ölçülen deselerasyon zamanı değerleri kontrol grubuna göre istatis-tiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p değerleri sırasıyla; p=0,041, p=0,034, p=0,014, p=0,022, p=0,025, p=0,011). Mitral kapaktan ölçülen deselerasyon eğim değeri KYA grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşük sap-tandı (p=0,009). EET sırasında ulaşılan maksimum kalp hızı KYA tespit edilen has-talarda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşük saptandı (p=0,045). KYA tespit edilen hasta grubunda KY varlığı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı (p=0,038). Fakat Kİ arasında anlamlı fark yoktu (p=0,953). Duke treadmill skorlar(DTS)ı gruplar arasında benzer olarak tespit edildi (p>0,05). Sonuç: KYA hastaların EET'nde KY olarak adlandırılan YGBKH'nın %80'ine ulaşamama durumu istatiksel olarak anlamlı daha fazla bulunmaktaydı. Fakat KY'in bir göstergesi olan Kİ değerlerinde gruplar arasında anlamlı farklılık izlenmedi. Bu sonuçlar bize KYA'da otonomik disfonksiyon varlığını düşündürmektedir. Fakat bu konuyla ilgili daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.Öğe Adenoid hipertrofisi olan çocuklarda koku alanlarının manyetik rezonans görüntüleme ile incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Tekin, Yasin; Şencan, ZiyaBu çalışmada adenoid hipertrofisi olan hastalarda santral ve periferik koku alanları incelenmiş; adenoid hipertrofisinin anosmiye sebep olabileceği fikrinden yola çıkılarak olfaktör bulbus hacimleri ve insular korteks alanları üzerindeki etkisi değerlendirilmiştir. Bu retrospektif çalışmaya Kranial Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) çekimi yapılmış ek hastalığı olmayan 60 erkek, 61 kız çocuk hasta dahil edilmiştir. MRG ölçümlerinde adenoid dokunun nazofarengeal mesaye oranı ?%50 olan hastalar adenoid hipertrofisi olan hasta grup (25 erkek, 22 kız) (Grup 1), adenoid dokunun nazofarengeal mesaye oranı ? %50 olan hastalar kontol grubu olarak belirlenmiştir (35 erkek,39 kız) (Grup 2). Kranial MRG kesitlerinde olfaktör bulbus hacimleri ve insular korteks alanları; adenoid genişliği, nazofarengeal mesafe, hava sütunu ve yumuşak damak ölçümleri yapılmıştır. Değerlendirdiğimiz gruplarda adenoid doku büyüdükçe küçülen hava sütunu ölçümleriyle bilateral olfaktör bulbus ölçümü arasında doğrusal yönde bir ilişki olduğu görülmüştür (p<0,05). Olfaktör bulbus ölçümleriyle de insular korteks alanları arasında doğru orantılı bir ilişkinin mevcut olduğu tespit edilmiştir (p<0,05). Sonuç olarak; adenoid genişliğinin nazofarengeal mesafeye oranı ?%50 adenoid hipertrofisi olan çocuklarda olfaktör bulbus hacimleri ve insular korteks alanlarında küçülmenin daha belirgin olduğu, ? %50 olan kontrol grubu çocuklarda koku fonsiyonunun etkilenmediği düşünülmüştür. Adenoid hipertrofisinin koku alanlarında (olfaktör bulbus hacmi ve insular korteks alanı) küçülmeye neden olabileceği ve önemli bir anosmi nedeni olabileceği düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Adenoid hipertrofisi, Olfaktör bulbus, İnsular korteks, Kranial Manyetik Rezonans Görüntüleme, Koku alanları, Koku duyusuÖğe Septum deviasyonu olan hastalarda nazolakrimal kanalın bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Koçak, Furkan Melih; Muluk, Nuray BayarBu çalışmada septum deviasyonu olan hastalarda nazolakrimal kanal proksimalde ve distalde incelenerek septum deviasyonunun nazolakrimal kanal (NLK) çapı ile ilişkisi ve maksiller sinüs (MS) çapıyla ilişkisinin ortaya konması amaçlanmıştır. Septum deviasyonu nedeniyle septoplasti operasyonu yapılan 50 erkek, 50 kadın yetişkin hastanın preoperatif paranazal sinüs bilgisayarlı tomografi (PNSBT) görüntüleri incelenerek, deviye tarafla (ipsilateral) karşı taraf (kontralateral) NLK çapları proksimal ve distalde ölçülmüştür. Ayrıca bilateral MS yükseklik, ön-arka ve horizontal çapları da ölçülmüştür. İpsilateral taraf NLK çapıyla, kontralateral taraf NLK çapı arasında proksimalde veya distalde anlamlı fark bulunmamıştır(p>0,05). Yapılan ölçümler sonucunda NLK'nın deviasyon tarafından etkilenmeksizin proksimalde distalden daha geniş olduğu izlenmiştir(p<0.05). Aynı şekilde deviasyon tarafından etkilenmeksizin NLK'nın erkeklerde kadınlardan daha geniş olduğu izlenmiştir(p<0,05). Çalışmamızda ipsilateral ve kontralateral MS boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark izlenmemiştir(p>0.05). Sonuç olarak; NLK'nın erkeklerde, kadınlardan daha geniş olması ve proksimalde distalden daha geniş olması; Primer Edinsel Nazolakrimal Kanal Obstrüksiyonunun (PENKO) kadınlarda daha sık görülmesini ve sıklıkla kanalın distalinde obstrüksiyonun görülmesini açıklayabilir. Septum deviasyonunun PENKO' ya neden olan etiyolojik faktörlerden birisi olup olmadığı tıp dünyasında halen tartışmalı bir konudur ve bu konuyu aydınlatma adına ileride yapılacak çalışmalar önem arz etmektedir.Öğe Hiperemezis gravidarumlu gebelerde ve sağlıklı gebelerde koku algısı değişimi(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Aslıyüce, Hatice Bütün; Sağsöz, NevinGiriş ve Amaç: Erken gebelik döneminde daha fazla görülen gebelik bulantı ve kusması (GBK) yaygın görülen bir sorundur. GBK'nin şiddetli olan formuna hiperemezis gravidarum (HG) adı verilmektedir. Prevalansı %0,5-2 olan, nadir görülen bir durum olup ciddi sonuçlara yol açması nedeniyle önemli bir sorundur. Hastane yatışı gerektiren dehidratasyon, elektrolit ve metabolit imbalansı ile nutrisyonel kayıplara; Wernicke ensefalopatisi gibi önemli maternal, preterm doğum, büyüme geriliği gibi fetal morbiditelere neden olabilmektedir. Gebelikte koku algısında meydana gelen değişimin GBK'yi ve özellikle HG'yi tetiklediği uzun zamandır düşünülmektedir. Fakat bu konuda yapılmış kısıtlı sayıda araştırma bulunmaktadır. HG'li gebelerde koku algısının sağlıklı gebelere göre ne şekilde değiştiği, bu değişimin HG'yi tetikleyip tetiklemediği konusu değerlendirilmelidir. Bu nedenle çalışmamızda HG'li ve sağlıklı gebelerde koku algısının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel, vaka kontrol çalışması, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu'ndan alınan 22/02/2023 tarihli ve 2023/02 sayılı etik kurul onayından sonra 01/03/2023 – 30/06/2023 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum gebe polikliniğine başvurmuş 30 HG tanılı ve 30 sağlıklı gebe ile yapıldı. Dahil edilme ve dışlanma kriterlerine uygun olan 18 yaş üzeri gebeler çalışmaya alındı. Koku tanımlama testleri iyi havalandırılan bir ortamda, Sniffin Sticks test kiti kullanılarak gerçekleştirildi. Sniffin Sticks test kitinde deri, nane, muz, kahve, tarçın, meyan kökü, gül, balık, karanfil, limon, portakal ve ananas olmak üzere 12 adet koku mevcuttu. Her kokuyu kokladıktan sonra hastalardan 4 seçenek içeren bir ankette doğru cevabı bulmaları istendi. Tüm cevaplar her iki burun deliği için bir skor elde etmek amacıyla kaydedildi. İstatistiksel analizler IBM, (New York, ABD) SPSS versiyon 26.0 paket programı kullanılarak yapıldı. Çalışmada yer alan istatistiksel analizlerde p değeri 0,05'in altında olan karşılaştırmalar istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya 30'u hiperemezis gravidarumlu, 30'u sağlıklı olan 60 gebe dahil edildi. Gebelerin yaş ortalaması 26,43±3,97 olarak bulundu. Gebelerin son adet tarihine (SAT) göre gebelik haftası 11+2 (min:6+0-maks:15+6) şeklindeydi. Toplam doğru sayısı HG grubunda sağlıklı gebe grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı farkla yüksek bulundu (p<0,05). Sağlıklı gebe grubunda 2., 5., 6., 7. ve 10. sorulara verilen yanlış cevap sayıları HG grubundan istatistiksel olarak anlamlı farkla fazla bulundu (p<0,05). Sonuç: HG'li gebelerde koku algısı sağlıklı gebelere göre artmaktadır. Kokuların daha fazla algılanmasının gebelerde bulantı ve kusmayı tetikleyen bir faktör olduğu düşünülmüştür. Anahtar Sözcükler: Hiperemezis gravidarum, koku algısı, kusmaÖğe Preeklampsi tanısı konulan gebelerde ve sağlıklı gebelerde maternal serum adma düzeyleri ile PLR, NLR, SII oranlarının ilişkisinin kıyaslanması(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Kaplan, Nur Mehveş; Özkan, Zehra SemaAmaç: Önemli bir maternal morbidite ve mortalite nedeni olan preeklampsi (PE) sistemik inflamasyon ve endotelyal disfonksiyona yol açan bir hastalıktır. Sitotrofoblastların endovasküler invazyonu ve plasentanın gelişimi ile aktif olarak bağlantılı olan nitrik oksit (NO) düzeylerinin PE'de azaldığı, bunun da endotelyal disfonksiyon ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Endojen bir NO sentaz (NOS) inhibitörü olan asimetrik dimetilargininin (ADMA) de NO sentezini azaltarak PE için karakteristik olan bozulmuş endotel fonksiyonu ve uterin arter akış bozuklukları ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bunun yanısıra sistemik inflamasyon belirteçleri olan nötrofil lenfosit oranı (NLR), platelet lenfosit oranı (PLR) ve sistemik immün inflamasyon indeksinin (SII) PE'deki yeri de araştırılmaktadır. Bu amaçla çalışmamızda PE tanısı konulan gebelerde ve sağlıklı gebelerde maternal serum ADMA düzeyleri ile PLR, NLR ve SII oranlarının ilişkisinin kıyaslanması amaçlanmıştır. Materyal-method: Çalışmamıza Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum gebe polikliniğine başvuran 30 PE tanılı ve 30 sağlıklı gebe dahil edilerek iki grup oluşturuldu. Her iki grupta yer alan gebelerin son adet tarihine (SAT) göre gebelik haftası değerleri, maternal anamnezleri, demografik özellikleri (yaş, eğitim durumu), hastalıkları ve ilaç kullanımı, maternal obstetrik öyküleri hastahane bilgi sisteminden çekildi. Gebelerin rutin muayenesinde yapılmakta olan sistolik ve diastolik tansiyon arteriyel (TA) ölçümleri , kilo ve boy değerleri alınarak vücut kitle indeksi (VKİ) hesaplaması , Ultrasonografi (USG) ölçümü fetal bipariyetal çap (BPD), baş çevresi (HC), karın çevresi (AC), femur uzunluğu (FL), amniyotik sıvı indeksi (AFI), tahmini fetal ağırlık (TFA), doğum kilosu ile 1. ve 5. dakika bebek deri dengi, kalp tepe atımı, uyarıya cevap, kas tonusu, solunum (APGAR) değerleri hastahane bilgi sisteminden çekildi. Her iki gruptan doğum öncesi muayenelerinde rutin olarak alınan kanlardan ADMA düzeylerinin ölçümü için artan serum ayrıldı. Ayrıca Rutin gebelik takibi sırasında bakılan hemoglobin (HGB), beyaz küre sayısı (WBC), platelet (PLT), alanin aminotransferaz (ALT), aspartat aminotransferaz (AST), laktat dehidrogenaz (LDH) değerleri ile yine rutin gebelik takibi sırasında bakılan tam idrar tahlilindeki (TİT) protein düzeyi değerleri kayıt altına alındı. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: ADMA değeri PE grubunda (1,59±0,73 nmol/ml) sağlıklı gebe grubuna göre (1,27±0,54 nmol/ml) daha yüksek bulunmakla birlikte, iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). NLR, PLR ve SII değerlerinde de iki grup arasında fark bulunmadı (p>0,05). Yapılan korelasyon analizinde ADMA ile bu değerler arasında korelasyon gözlenmedi (p>0,05). Sonuç: PE'de ADMA düzeyi sağlıklı gebelerden yüksek gözlenmiştir. ADMA değerleri ile NLR, PLR ve SII arasında bir korelasyon gözlenmemiş olup daha geniş popülasyonlu çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Öğe Preeklampsi tanılı hastalarda AST/PLATELET oranının (APRI INDEX) retrospektif analiz edilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2023) Yüce, Banu; Sayan, Cemile Dayangan; Bakırcı, ŞükrüYüce, B, Preeklampsi Tanılı Hastalarda AST/Platelet Oranının (APRI İndeks) Retrospektif Analiz Edilmesi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2023. Amaç: Tıpta uzmanlık tez çalışmamızda preeklampsi tanısı alan hastaların klinik olarak değerlendirilmesinde ve hastalığın tedavi edilmesinde APRI indeksinin prediktif faktör olarak kullanılabilirliğini ve preeklampsi açısından tarama testi olabilme durumunu test etmeyi amaçladık. Materyal- Metod: Çalışmada 2014 ve 2021 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ve polikliniğine başvuran ve gebeliğin hipertansif hastalıkları tanısı alan, şiddetli preeklampsi, preeklampsi ve hipertansif olmayan sağlıklı olgular yer almaktadır. Araştırmamız retrospektif olarak planlandığı için hastanemiz Biyokimya Anabilim Dalı Laboratuvarı verilerinden yararlanılmıştır. Toplamda 400 hasta çalışmaya dahil edilmiş olup bunların 100'ü preeklampsi tanılı, 100 şiddetli preeklampsi, 100 hastada gebeliğin hipertansif hastalıkları ve 100 hastada ise gebeliğin hipertansif hastalıkları tanısı yoktur. Bulgular: Tanı anındaki APRI değerleri öncelikle kontrol grubu, gebelikte hipertansif hastalıklar tanısı alan ve şiddetli preeklampsi hasta grupları arasında ikili şekilde kıyaslandığında preeklampsi tanısı alan grupta kontrol ve şiddetli preeklampsi tanı grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p<0.001). Yapılan ROC analizleri ile GHT'yi predikte edebilecek faktörler, ikili değişkenli biçimde analiz edilmiştir. APRI ve AST, ALT, serum kreatinin değerleri, tam idrar analizi istatistiksel olarak anlamlı bulunabilecek parametreler arasına dahil edilmiştir. Ancak APRI'nin araştırma konumuz olması ve diğerlerine göre GHT ve preeklampsi tanısı açısından kullanılabilirliğinin araştırılması ana hedefimiz olduğu için tablolara yalnızca APRI dahil edilmiştir. İstatistiksel olarak anlamlı bulabileceğimiz parametrelerle çok değişkenli lojistik regresyon analizi gerçekleştirilmiştir. Sonuç: Yapılan analizler ile kontrol ve GHT, ŞPE, kontrol ve PE tanılı hastalar kıyaslandığında APRI'nin PE'yi predikte edebilecek bağımsız faktör olabileceği öngörülmektedir. Bu durum çalışmamız için değerlidir. GHT tanısı alan gebelerde APRI skorunun hastalığın klinik seyrini değerlendirirken kullanılabileceği yönünde bize ön kılavuz oluşturabilir. Anahtar Kelimeler: Preeklampsi, APRI, AST/Platelet Ratio Indeks