Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Kolorektal kanserlerde PD1, PDL1 ve tümör mikroçevresi lenfoid yanıtın klinikopatolojik parametrelerle ilişkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Ataman, Kübra; Zerngin, Üyesi MehmetAmaç: Kolorektal kanserler (KRK) görülme insidansı ve prognoz açısından günümüzde halen önemini korumaktadır. Son zamanlarda immunterapide hedefe yönelik yeni stratejiler tanımlanmış olup bunlar arasında PD1, PDL1 ve ilişkili yolaklar oldukça umut vericidir. Bu çalışma KRK olgularında PD1, PDL1 ve tümör mikroçevresi lenfoid yanıt ile klinikopatolojik parametreler arasındaki ilişki araştırılmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmamıza 2010-2019 yılları arasında KRK tanısı almış 127 vaka dahil edilmiştir. Bu olgularda immünhistokimyasal olarak PD1 ve PDL1 ekspresyonları değerlendirilmiştir. Ayrıca tümör mikroçevresindeki lenfoid yanıt (tümör stromasındaki lenfoid infiltrasyon, tümör içerisindeki lenfoid infiltrasyon, lenfoid agregat varlığı, lenfoid folikül varlığı ve nötrofil üstünlüğü) ile klinikopatolojik parametreler arasındaki ilişki istatistiksel olarak incelenmiştir. Bulgular: Çalışmamıza 2010-2019 yılları arasında KRK tanısı almış 127 vaka dahil edilmiştir. Bu olgularda immünhistokimyasal olarak PD1 ve PDL1 ekspresyonları değerlendirilmiştir. Ayrıca tümör mikroçevresindeki lenfoid yanıt (tümör stromasındaki lenfoid infiltrasyon, tümör içerisindeki lenfoid infiltrasyon, lenfoid agregat varlığı, lenfoid folikül varlığı ve nötrofil üstünlüğü) ile klinikopatolojik parametreler arasındaki ilişki istatistiksel olarak incelenmiştir. Bulgular: İleri evredeki KRK olgularında lenfovasküler invazyon, perinöral invazyon ve lenf nodu metastaz görülme sıklığı artmıştır. PD1 ekspresyonu izlenen KRK vakalarında lenf nodu metastazı ve yüksek patolojik tümör evresi daha az sıklıkta izlenmiştir. Tümör stroması lenfoid infiltrasyonu şiddetli olan olgularda daha düşük oranda perinöral invazyon izlenmiştir. Lenfoid agregat mevcut olan hastalarda lenfovasküler invazyon anlamlı olarak daha yüksek oranda tespit edilmiştir. Ayıca tümör stroması lenfoid infiltrasyonu, lenfoid agregat ve lenfoid folikül varlığı arasında anlamlı istatistiksel ilişki saptanmıştır. Tümör içerisinde lenfoid infiltrasyon tespit edilmeyen KRK vakalarında lenf nodu metastazı görülme sıklığı artmıştır. PDL1 ekspresyonu, lenfoid folikül varlığı ve nötrofil üstünlüğü ile klinikopatolojik parametreler arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır. Sonuç: Çalışmamızda PD1 ekspresyonu ve tümör mikroçevresi lenfoid yanıtın KRK'da iyi bir prognostik gösterge olduğu sonucuna varılmış olup bu biyobelirteçler, uygun hedefe yönelik tedavilerin planlanması ve yürütülmesi için umut verici olabilir.Öğe Kanser hastalarında psikolojik faktörlerin tedavi uyumuna etkileri(Kırıkkale Üniversitesi / Tıp Fakültesi / İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, 2021) GÖKBERK GÖZÜKANAmaç: Kanser günümüzde en önemli sağlık problemlerinden biri olup sadece ölümcül bir hastalık değil; aynı zamanda hastalarda ve hasta yakınlarında ciddi psikolojik stres oluşturan bir hastalıktır. Kanser hastalarında tedavi uyumsuzluğu, olumsuz klinik sonuçların ortaya çıkmasına, mortalite riskinde artışa ve yaşam kalitesinde azalmaya yol açtığından, tedavi uyumu hastaların tedavi başarısında önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışmada amacımız, yeni tanı alan kanser hastalarının ve onlarla birincil olarak ilgilenen hasta yakınlarının anksiyete, depresyon, kansere ilişkin tutumlarını (kanser damgası) değerlendirmek ve bu psikolojik faktörlerin tedavi uyumuna etkilerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 01.11.2020-01.05.2021 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Polikliniği'ne başvuran intravenöz kemoterapi tedavisi planlanan 50 yeni tanı kanser hastası ve onlarla birincil olarak ilgilenen 50 hasta yakını dahil edildi. Yeni tanı kanser hastalarına kişisel bilgi formu, Beck Anksiyete Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği, Kansere İlişkin Tutumları (kanser damgası) Ölçme Anketi-Hasta versiyonu ve hasta yakınlarına Beck Anksiyete Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği, Kansere İlişkin Tutumları (kanser damgası) Ölçme Anketi – Toplum versiyonu uygulandı. Ek olarak kanser hastaları psikiyatri hekimi tarafından klinik görüşme ile değerlendirildi. Hastalar kemoterapi tedavileri tamamlanana kadar prospektif olarak takip edildi. Tedavi bitiminde araştırmacı tarafından kayıt altına alınan tıbbi veriler kullanılarak Medication Possesion Ratio (MPR) hesaplandı. Bulgular: Kanser hastalarının yaş ortalaması 59,78±12,98 saptandı. Hastaların %52'si kadın, %48'i erkek idi. Hastaların %38'inde depresyon belirtileri, %38'inde anksiyete belirtileri görülürken; %40'ının da kansere ilişkin tutumlarının (kanser damgası) olumsuz olduğu saptandı. Hasta yakınlarının %28'inde depresyon belirtileri, %30'unda anksiyete belirtileri görülürken; %28'inin de kansere ilişkin tutumlarının (kanser damgası) olumsuz olduğu bulundu. Psikiyatri hekimi tarafından yapılan klinik görüşme ile hastaların %26'sında major depresif bozukluk, %8'inde uyku bozuklukları, %6'sında anksiyete bozuklukları tespit edildi. Hastaların %70'inde tedavi uyumu yüksek olarak saptandı. Hastaların sosyodemografik ve klinik özellikleri ile tedavi uyumu karşılaştırıldığında, aralarında anlamlı bir fark saptanmadı. Tedavi uyumu düşük olan grupta, tedavi uyumu yüksek olan gruba göre hastaların ve hasta yakınlarının depresyon belirtileri, anksiyete belirtileri ile kansere ilişkin olumsuz tutumlarının (kanser damgası) daha yüksek olduğu saptandı(p<0,001). Hasta ve hasta yakınlarında kanser damgasının birlikte görüldüğü grubun tamamı, düşük tedavi uyumu gösterirken; sadece hastalarda kanser damgasının olduğu grup ise tedavi uyumu yüksek olan grupta daha sık saptanmıştır(p<0,001). Tedavi uyumu düşük olan grupta, tedavi uyumu yüksek olan gruba göre MDB tanısı alan kanser hastası yüzdesinin daha yüksek olduğu tespit edildi (p<0,001, RR=5,692). MPR değerleri ile KİTÖ-Toplum puanları arasında negatif yönde ve yüksek düzeyde korelasyon görülürken; hasta BAÖ, hasta BDÖ, KİTÖ-Hasta ve hasta yakını BDÖ puanları arasında negatif yönde ve orta düzeyde korelasyon; hasta yakını BAÖ puanları arasında negatif yönde ve zayıf düzeyde korelasyon saptandı. Tedavi uyumu ile ilişkili faktörlerin, çok değişkenli lineer regresyon analizine göre; KİTÖ-Toplum versiyonundaki 1 birimlik artışın, MPR değerinde 0,054 birim azalmaya neden olacağı tespit edildi(p=0,009). Sonuç: Çalışmamızda kanser hastalarında ve hasta yakınlarındaki kanser damgası, depresyon ve anksiyete gibi psikososyal bozuklukların, kanser hastalarında tedavi uyumunu olumsuz yönde etkilediğini tespit ettik. Hasta yakınlarında kanser damgasının, hastalardaki tedavi uyumsuzluğu için potansiyel risk faktörü olabileceğini saptadık. Çalışmamızın sonuçlarının, kanser hastalarında tedavi uyumunu iyileştirmeye yönelik çok merkezli, geniş kapsamlı çalışmalara yol gösterici nitelikte olacağına inanıyoruz. Anahtar Kelimeler: Tedavi uyumu, Kanser, Depresyon, Anksiyete, Kanser damgası, Hasta yakını.Öğe Kolon adenokarsinomu ve prekanseröz lezyonlarında stıp1, beta-katenin ve siklin D1 ekspresyonunun değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi / Tıp Fakültesi / Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı, 2021) EMİNE SÜMEYYE ATALAYKolorektal karsinom (KRK), yılda 1,85 milyon yeni vaka ile dünyada ve Türkiye'de sık görülmektedir. KRK'ların büyük bir kısmı prekanseröz lezyonlar olan adenomlardan gelişmektedir. Adenom-karsinom gelişimindeki çok aşamalı sürecin en erken olayı APC gen mutasyonudur. Mutant APC, beta-kateninin sitoplazmada birikmesine ve nükleusa geçerek TCF/LEF trankripsiyon faktörleri üzerinden hücre proliferasyonunun artmasına neden olur. KRK'da prognoz; büyük ölçüde tümör evresini belirleyen barsak duvarına invazyon derinliği, lenf nodu metastazı, uzak metastaz varlığı ve histolojik dereceye bağlıdır. Ancak günümüzde tümörün tekrarlama veya ilerleme riskini öngörebilen güvenilir bir parametre bulunmamaktadır. Bu sebeple hastaların tedavi sonrası bireysel prognozunu tahmin edebilmek için gerçekleştirilecek araştırmalarla moleküler ve immünolojik belirteçlerin tanımlanması elzemdir. Bu çalışmada, kolon adenomatöz polipleri ve KRK'da; beta-katenin, siklin D1 ve Stres Kaynaklı Fosfoprotein 1 (STIP1) ekspresyonlarının belirlenmesi, söz konusu belirteçlerin adenom-karsinom sekansındaki potansiyel etkilerinin değerlendirilmesi ve KRK'da klinikopatolojik parametreler ile ilişkilerinin saptanması amaçlandı. Bu kapsamda STIP1 ekspresyonun beta-katenin ve siklin D1 ekspresyonları ile korelasyonu da değerlendirildi. Hastanemizde tanı almış 88 adet KRK, 20 adet tübüler adenom (TA), 20 adet villöz adenom (VA) ve 10 adet normal kolon mukozası olmak üzere toplamda 138 vaka patoloji raporları retrospektif taranarak çalışmaya dahil edildi. Olgulara immünohistokimyasal olarak beta-katenin, siklin D1 ve STIP1 boyaması uygulandı. Beta-katenin ve siklin D1 için nükleer, STIP1 için ise sitoplazmik boyanmalar değerlendirmeye alındı. Beta-katenin tümör dokusu ve adenomda, normal kolon mukozasına göre daha yüksek seviyede bulundu (p<0,001). TA grubunda KRK grubuna göre daha yüksek beta-katenin ekspresyonu görüldü (p=0,007). VA grubunda ise KRK grubuna göre anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Siklin D1 normal kolon mukozasına göre tümör dokusunda ve adenomda daha yüksek bulundu (sırasıyla p=0,013, p<0,001). TA ve VA grubunda, KRK grubuna göre siklin D1 daha yüksek düzeyde eksprese oldu (sırasıyla p=0,008, p=0,002). Lenfovasküler invazyon ve tümör depoziti olmayan tümörlerde yüksek düzeyde siklin D1 ekspresyonu saptandı (sırasıyla p=0,038, p=0,048). Ayrıca siklinD1 ekspresyonu ile lenf nodu metastazı arasında istatistiksel anlam düzeyine yakın (p=0,067, rho=- 0,196) negatif korelasyon gözlendi. Adenomda normal mukozaya göre daha yüksek bir STIP1 ekspresyon düzeyi saptanmış olmasına rağmen (p=0,007), tümör dokusu ile normal mukoza arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). STIP1 ekspresyonu; TA ve VA gruplarında, KRK grubuna göre yüksek bulundu (sırasıyla p<0,001, p=0,002). KRK grubunda beta-katenin, siklin D1 ve STIP1 ekspresyonu ile diğer klinikopatolojik özellikler arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05). İmmünohistokimyasal markırların birbirleri ile ilişkileri değerlendirildiğinde; beta-katenin ile siklin D1 (p=0,025, rho=0,239), beta-katenin ile STIP1 (p=0,014, rho=0,261), siklin D1 ile STIP1 (p=0,001, rho=0,360) arasında anlamlı pozitif korelasyonlar saptandı. Siklin D1 ve beta-kateninin birlikte eksprese olduğu vakalarda daha düşük lenfovasküler invazyon (p=0,006), daha düşük pT evresi (p=0,085) görüldü. Elde edilen bulgular bir arada değerlendirildiğinde; KRK'da beta-katenin, siklin D1 ve STIP1 ekspresyonlarının birbiriyle ilişkili olduğu, STIP1'in Wnt/beta katenin sinyal yolağı üzerinden siklin D1 ekspresyonunu arttırarak adenomatöz dönüşümde rol oynayabileceği ve bu üç markırın tümörün invaziv aşamasında etkisini kaybettiği sonucuna varılmıştır. Sonuç olarak, KRK hastaları için prognostik belirteçler olarak siklin D1 ve beta-kateninin birlikte kullanılmasının prognozu tahmin etmede faydalı olabileceği değerlendirilmiştir. Anahtar kelimeler: Kolorektal karsinom, STIP1, siklin D1, beta-katenin, immünohistokimya.Öğe Pandemi sürecinin erken döneminde ambulans hizmetleri ile üniversite hastanesi acil servisine başvuran hastaların tıbbi durum ve demografik özelliklerinin incelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi / Tıp Fakültesi / Acil Tıp Ana Bilim Dalı, 2021) TAHİR ŞAŞMAZŞaşmaz T. Pandemi Sürecinin Erken Döneminde Ambulans Hizmetleri ile Üniversite Hastanesi Acil Servisine Başvuran Hastaların Tıbbi Durum ve Demogra-fik Özelliklerinin İncelenmesi. Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı (Uzmanlık Tezi). Kırıkkale, 2021. Giriş ve Amaç: Şiddetli Akut Solunum Sendromu Koronavirüsü 2 (SARS-CoV-2) ya da bilinen popüler adıyla 2019 Koronavirüs Hastalığı (COVID-19) virüsü ortaya çıktığı Çin'in Wuhan kentinden tüm dünyaya yayılarak küresel bir tehdit haline gel-miştir. Ülkeler ve toplumlar, pandemi veya diğer afetler karşısında çoğu zaman ha-zırlıksız olup, özellikle başlangıç aşamasında bocalamalar yaşamakta ve Sağlık sistemi özellikle de Acil Tıp hizmetleri (Ambulans ve Acil servis) bu durumdan olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu çalışmanın amacı, COVID-19 pandemisinin erken döneminde üçüncü basamak sağlık kuruluşu acil servisine ambulansla başvuran has-taların tıbbi durum ve demografik özelliklerini incelemek ve benzer süreçlerin ya-şanması durumunda yapılması gereken hazırlık ve planlamalar konusunda yol göste-rici bilgiler elde etmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 01.01.2020 ile 30.06.2020 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi (KÜTF) Hastanesi acil servisine ambulansla getirilen has-taları üzerinde retrospektif olarak yapıldı. Hastalar, başvuru zamanlarına göre değer-lendirildi ve 01.01.2020-31.03.2020 tarihli başvurular Erken Pandemi Dönemi (EPD), 01.04.2020-30.06.2020 tarihli başvurular ise Pandemi Dönemi (PD) olarak ayrılarak iki farklı grup oluşturuldu. Tüm hastaların demografik özellikleri, triyaj kategorileri, tanı dağılımları ve klinik sonlanımları kaydedildi. Her iki dönem verileri hem kendi içinde hem de birbirleriyle karşılaştırılarak analiz edildi. Elde edilen veriler SPSS 22.0 programı ile değerlendirildi ve p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışma dönemi içinde toplam 29114 hasta acil servise kabul edilmiş olup, bunların 4148'i ambulansla getirilen hastalardı. Ambulansla yapılan başvuruların tüm başvurulara oranı EPD'de %8.96 (n=1777) iken, PD'de ise %25.5 (n=2371) idi ( p<0.001). Ambulansla başvuran hastaların %27.7 (n=1149)'sini Travma olguları, %72.3 (n=2999)'ünü ise Dahili olgular oluşturuyordu. Başvuruların en sık gerçek-leştiği saat dilimi her iki dönemde de 12:00-15:00 saatleri arasıydı. Travma her iki dönemde de başvuruların en sık nedeni iken, Dahili olgular arasında ise ilk üç sırayı Kardiovasküler sistem (%14.9), Gastrointestinal sistem (%13.8) ve Enfeksiyon hastalıkları (%12.5) acilleri oluşturuyordu. Erken pandemi döneminde ambulansla baş-vuran hem Dahili hem de Travma olgularının yaş ortalaması PD'ye göre anlamlı düzeyde düşüktü (Sırasıyla 55.56±21.55; 59.70±19.39/yıl, p=0.003; 36.57±24.17; 39.90±24.85/yıl, p=0.017). Dahili olgularda EPD'ki kadın cinsiyet başvuru oranının, PD'de anlamlı oranda azaldığı görülürken (Sırasıyla %53.23; 44.98, p<0.001), travma olgularında erkek cinsiyetteki hastaların başvuru oranları arasında farklılık saptanmadı (Sırasıyla %64.84; 65.75, p=0.397). Dahili olgularda PD'de Sarı, EPD'de ise Kırmızı ve Yeşil triyaj kategorideki hastaların oranı anlamlı düzeyde yüksekti (Sırasıyla p<0.001; 0.009; <0.001). Erken pandemi dönemi ile karşılaştırıldığında, PD'de Sarı katergorideki Travma olgularının oranı anlamlı olarak artarken, Kırmızı kategorideki Travma olgularının oranı ise azalmıştı (Sırasıyla p=0.02; 0.03). Pandemi döneminde Trafik kazalarının oranı EPD'ye göre azalırken, darp ve Kesici-Delici alet yaralanmasının oranı ise anlamlı olarak artmıştı (Sırasıyla p<0.001; 0.09; 0.001). Ambulansla başvuran hastaların yatış oranları bakımından EPD ile PD arasında farklılık saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Erken pandemi döneminde hem Travma hem de Dahili olguların Ambulansla yaptığı başvuru sayısı daha az olup, PD'de ise bu durum tersine dönmüştür. Travma hastaları her iki dönemde başvuruların en sık nedeni olmakla birlikte, EPD'de Dahili olgular arasında Kırmızı ve Yeşil triyaj kategorideki hastaların özellikle de Kardio-vasküler acillerin, daha fazla başvuru yaptığı göze çarpmaktadır. Travmaların büyük çoğunluğunu Trafik kazaları oluştursa da, PD'de ateşli silahlara veya kesici-delici aletlere bağlı yaralanmaların oranı artmıştır. Acil sağlık hizmetlerinin daha verimli hale getirilebilmesi, olası benzer durumlarda karşılaşılacak problemlerin daha hızlı ve daha kolay bir şekilde üstesinden gelinebilmesi için; ülke ve dünya genelinde pandemi ve acil sağlık hizmetleri etkileşimini içeren ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar kelimeler: Acil sağlık hizmetleri, Ambulans, COVID-19, PandemiÖğe Gastrointestinal sistem kanserli geriatrik hastalarda uygunsuz ilaç kullanımının tıme to stop kriterleri ile değerlendirilmesi ve kullanımının klinik sonuçları(2021) MELİKE TEKŞUT; İRFAN KARAHANÖZKAN M, Gastrointestinal sistem kanserli geriatrik hastalarda uygunsuz ilaç kullanımının TIME to STOP kriterleri ile değerlendirilmesi ve kullanımının klinik sonuçları, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Uzmanlık Tezi, Kırıkkale, 2021 Uygunsuz ilaç kullanımı (UİK) geriatrik popülasyonun önemli problemlerinden biridir. Kanser hastalarında karşılaşılan farklı problemler olması nedeniyle kullanılan ilaç miktarı ve uygunsuzluk durumları artmaktadır. Amacımız gastrointestinal sistem kanserli hastalarda uygunsuz ilaç kullanımının etkilerini değerlendirmek kemoterapi yan etkisi, mortalite ve progresyonla ilişkisinin araştırılmasıdır. Çalışma verileri için Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi İç hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji polikliniğine Haziran 2012 ile Haziran 2020 tarihleri arasında başvuran toplam 800 hasta dosyası tarandı. Çalışmaya alma ve dışlama kriterleri uyguladıktan sonra seçilen 154 dosya retrospektif olarak incelendi. Olguların dosyalarından başvuru yaşları, cinsiyetleri, Eastern Co-operative Oncology Group (ECOG) performans skoru, sigara içme durumu, kanser tanıları, kanser evreleri, ek hastalıkları, tanı tarihi, varsa ölüm tarihi, cerrahi olup olmaması, radyoterapi alıp almaması, kullandığı ilaçlar, nüks ve progresyon durumu, kemoterapi yan etkisi varlığı, yan etki çeşitleri, "TIME to STOP" kriterlerine göre UİK varlığı ve tanı anındaki laboratuvar parametreleri kaydedildi. Olguların %66,9'u erkek %33,1'i kadındır. Ortalama başvuru yaşı 71,86±6,4 idi. En sık karşılaşılan kemoterapi yan etkileri bulantı, kusma, böbrek toksisitesi ve ağrı olarak sıralanmaktadır. "TIME to STOP" kriterlerine göre 98 uygunsuz kullanım arasında en sık kullanılan ilaçların gliklazid, hyosin N-butil bromür, simetikon, difenoksilat atropin ve tiyokolşikozid olduğu görüldü. Hastaların laboratuvar değerleri UİK'ya göre karşılaştırıldığında aralarında anlamlı farklılık gözlenmemiştir. "TIME to STOP" kriterlerine göre gastrointestinal kanserli 154 hastanın %68,1'inde UİK saptanmıştır. UİK erkeklerin %69'unda kadınların %68,6'sında saptanmış olup istatistiksel fark yoktu. "TIME to STOP" kriterlerine göre UİK ve kemoterapi yan etkileri arasında pozitif korelasyon vardı ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,001, OR=5,6). Çalışmamızda UİK'nın mortaliteye etkisi olmadığı saptanmıştır. Mortalite ile ilişkili faktörlere baktığımızda yaş, kanserin evresi, albümin değeri, kreatinin değeri, operasyon öyküsü ve progresyon varlığı anlamlı bulunmuştur. En yüksek mortalite oranı "TIME to STOP" kriterlerine göre kardiyovasküler sistem ilaçlarını uygunsuz kullanan hastalarda gözlenmiştir. Çalışmamızda tüm kanser evrenimizle karşılaştırdığımızda en yüksek ölüm oranı kanser mide kanserinde saptanmıştır. Progresyonsuz sağkalım ile yaş, kanser evresi, albümin düzeyi, kreatinin düzeyi, C reaktif protein (CRP) düzeyi, operasyon öyküsü ve UİK arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Çalışmamızda kanser tanısı anında tespit edilen UİK ile ilişkili olarak kemoterapi toksisitesinin arttığını tespit ettik. UİK'nın kemoterapi yan etkisini öngörmemizde ve bununla birlikte kemoterapi yan etkilerini en aza düşürmemizde önemli bir etmen olabileceğini düşünüyoruz. Çalışmamızın sonuçlarının ileride yapılacak daha kapsamlı çalışmalar için önemli bir veri özelliğinde olduğunu düşünmekteyiz.Öğe İnternet oyun oynama bozukluğunda bağlanma, karakter ve mizaç özellikleri(2021) AHMET FARUK YÜKSELAMAÇ: Bu çalışmanın amacı İnternet Oyun Oynama Bozukluğu (İOOB) tanısıyla dürtüsellik, ebeveyn bağlanması, benlik saygısı, mizaç ve karakter özellikleri gibi değişkenlerin ilişkisini belirlemektir. GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmaya Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğrenci olan ve dışlama kriterleri sonrası 150 katılımcıdan elde kalan 99'u dahil edilmiştir. Katılımcılara tıp fakültesi dekanlığından alınan izin sonrası mail üzerinden ulaşılmış ve tüm ölçekler Google Formları halinde sunulmuştur. Tüm katılımcılara sosyodemografik veri formu, Beck Depresyon Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği, İOOB ölçeği kısa formu, Ana-Babaya Bağlanma Ölçeği (ABBÖ) anne ve baba formları, Barratt Dürtüsellik Ölçeği (BIS-11) kısa formu, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ) ve Mizaç ve Karakter Envanteri verilmiştir. Çalışma grubunun kontrol grubuna göre sayıca az olmasından dolayı kategorik yerine boyutsal analiz yapılmıştır. BULGULAR: Katılımcılar İOOB ölçek puanlarına göre değerlendirildiğinde erkekler kadınlardan daha yüksek puanlar elde etmiştir. İOOB ölçek puanı ile BİS-11 kısa formunun Motor Dürtüsellik ve ABBÖ'nün Baba Aşırı Koruma/Kontrol değişkenleri pozitif korele bulunurken, İOOB ölçek puanı Mizaç ve Karakter Envanteri'nin Zarardan Kaçınma ve Kendini Yönetme'si ile negatif ilişki göstermiştir. Diğer taraftan hem RBSÖ'nün Benlik Saygısı hem de Mizaç ve Karakter Envanteri'nin Yenilik Arayışı ve Ödül Bağımlılığı ile İOOB ölçek puanları arasında beklenen ilişki bu çalışmada bulunmamıştır. SONUÇ: Bu çalışma Motor dürtüsellik ve Baba Aşırı Koruma/Kontrolü'nün oyun bağımlılığıyla en ilişkili değişkenler olduğunu ortaya koymuştur. Bu açıdan, İOOB'ye yönelik tedavi ve terapi planları geliştirirken özellikle babalar olmak üzere ebeveynler tedavi programına dahil edilmelidir. Ek olarak dürtüselliğin bağımlılıklar ile resiprokal ilişkisi düşünüldüğünde erken yaşları hedefleyen önleyici tedavi planları geliştirmek gerekebilir. Çalışmamız aynı zamanda Zarardan Kaçınma ve Kendini Yönetme azaldıkça İOOB riskinin arttığını göstermiştir, bu yüzden kişilikle İOOB ilişkisini daha iyi aydınlatacak ileri araştırmalar yapılması ve farklı kişilik özelliklerine farklı yaklaşımlar geliştirmenin önemli olacağı düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: İnternet Oyun Oynama Bozukluğu, Bağlanma, Ebeveynlik Stilleri, Dürtüsellik, Benlik Saygısı, Kişilik, Mizaç, Karakter, Bağımlılık İletişim Adresi: afarukyuksel@gmail.comÖğe Fibromiyalji sendromu ile transient reseptör potansiyel melastatin 8 (TRPM8) kanalı gen ekspresyonu ve polimorfizmi arasındaki ilişkinin incelenmesi(2021) GİZEM SUNA; ŞAHİKA BURCU KARACAAmaç: Fibromiyalji sendromu (FMS) genellikle yorgunluk, kognitif disfonsiyon, psikiyatrik semptomlar ve çoklu somatik semptomların eşlik ettiği kronik yaygın kas-iskelet sistemi ağrısı nedenidir. Etiyolojisi ve patofizyolojik mekanizmaları tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı TRPM8 tek gen polimorfizmleri (rs10166942, rs11562975) ve gen ekspresyon düzeyi ile FMS'nin varlığı, semptom şiddeti ve farklı klinik özelliklerinin arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Materyal ve Metod: Çalışmaya 2016 ACR tanı kriterlerine göre FMS tanısı almış 60 kişiden oluşan hasta grubu ve 40 kişiden oluşan kontrol grubu olmak üzere toplam 100 kişi dahil edildi. Tüm katılımcıların demografik özellikleri kaydedildi. Her iki gruba da Görsel Analog Ölçek, Yorgunluk Şiddet Ölçeği (YŞÖ), Fibromiyalji Etki Anketi (FEA), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ), Mini Mental Test (MMT) uygulandı. Katılımcıların periferik kan örneklerinden total RNA izolasyonu yapılarak RT-PCR yöntemi ile TRPM8 gen ekspresyonu belirlendi. Polimorfizm bölgelerindeki değişen alleller, allele özgü nükleotidlerle mutasyon belirleme teknigi (ARMS-PCR) kullanılarak belirlendi. Elde edilen sonuçlar IBM SPSS Statistics 20 programı kullanılarak analiz edildi. Bulgular: Elde edilen sonuçlara göre hasta grubundaki bireylerin gen ekspresyon düzeyleri kontrol grubuna oranla istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek idi (hasta grubu ort=9.33±2.41, kontrol grubu ort=6.29±2.76, p<0.001). Kontrol grubuna göre hasta grubunda TRPM8 mRNA düzeylerinde 8,24 kat artış (kat değişimi=8,24) gözlemlendi. Tüm katılımcılar değerlendirildiğinde yaygın ağrı düzeyi ve semptom şiddeti, VAS, YŞÖ, FEA, BDÖ, PUKİ skorları ile gen ekspresyon düzeyleri arasında pozitif yönlü korelasyon vardı. MMT puanları ile gen ekspresyon vi düzeyleri arasında negatif yönlü korelasyon mevcuttu (p<0.001). Hasta grubundaki kadınlarla kontrol grubundaki kadınlar değerlendirildiğinde rs10166942 ve rs11562975 polimorfizim dağılımları arasında anlamlı fark saptandı (p<0.05). Hasta grubundaki kadınların kontrol grubundaki kadınlara göre rs10166942 T allel dağılımı anlamlı olarak yüksekti. Sonuç: TRPM8 geni, FMS gelişimi ve semptom şiddeti ile ilişkilendirilebilecek genetik faktörlerden biri olabilir. Çalışmamız sonuçlarına göre FMS hastalarında TRPM8 gen ekspresyon düzeyi artmaktadır. Gen ekspresyonu düzeyi arttıkça katılımcıların fibromiyalji ile ilişkili semptomları kötüleşmektedir. Ayrıca FMS yatkınlığı ile allel ve genotip sıklığı açısından rs10166942 ve rs11562975 polimorfizimleri arasında anlamlı bir bağlantı olabileceği saptanmıştır. Bu konuda daha net verilere ulaşabilmek için TRPM8 ile FMS arasındaki ilişkiyi ortaya koyan daha büyük örneklem boyutuna sahip ve diğer etnik gruplarda yapılan araştırmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Fibromiyalji sendromu, etyopatogenez, TRPM8, gen ekspresyon, polimorfizmÖğe İnvaziv duktal meme karsinomlarında annexin 2 ve caveolin 1 ekspresyonlarının ki-67 proliferasyon indeksi ve klinikopatolojik parametrelerle ilişkisi(2021) MERVE ERYOLAmaç: Meme kanserlerinin artan sıklığı, kansere bağlı ölüm oranlarının yüksek olması, cerrahi komplikasyonlar ve tedaviye bağlı toksisite gelişimi hastaları risk gruplarına ayırarak optimal tedaviyi belirleme çabası doğurmuştur. Bu nedenle kanser tedavisinde hedefe yönelik ajanların kullanımı gündeme gel ile Annexin 2 (Anx 2) ve Caveolin 1 (Cav 1)' in invaziv duktal meme karsinomlarda prognostik ve prediktif önemi araştırılmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmamıza 2010-2020 yılları arasında invaziv duktal karsinom tanısı almış 81 adet meme kanseri olgusu dahil edilmiştir. Bu olgularda immunhistokimyasal olarak Ki-67, Cav 1 ve Anx 2 antikorlarının boyanması değerlendirilmiştir. Cav 1 ve Anx 2' nin Ki-67 proliferasyon indeksi ve klinikopatolojik parametreler ile ilişkisi istatistiksel olarak incelenmiştir. Bulgular: Yüksek Ki-67 proliferasyon indeksinin invaziv duktal meme karsinomlarında yüksek mitoz skoru, yüksek tümör grade' i ve HER2 pozitivitesi ile ilişkili olduğu, ER ve PR ekspresyonu ile ters korelasyon gösterdiği saptanmıştır. Cav 1 ekspresyonunun yüksek grade, yüksek mitoz skor, lenf nodu pozitifliği, HER2 pozitivitesi ve düşük ER ekspresyonu ile ilişkili olduğu, yanı sıra yapılan çok değişkenli analizler ile bu parametreler içerisinde Cav 1 ekspresyonunu etkileyen en önemli parametrenin HER2 skoru olduğu saptanmıştır. Metastatik olguların tamamında yüksek Anx 2 ekspresyonu izlenmiş olup, metastaz varlığı ile Anx 2 ekspresyonu arasında istatistiksel açıdan anlamlı ilişki bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda, invaziv duktal meme kanserlerinde stromal Cav 1 ekspresyonunun kötü prognozu işaret edebileceği ve HER2 tedavisi kararını belirlemede prediktif rolü olabileceği yanı sıra Anx 2 ekspresyonunun tümörün metastaz yeteneğini gösterebileceği sonucuna varılmıştır.Öğe Benign ve malign meme lezyonlarında: HER2/Neu, P27 (Kip1), P57 (Kip2) ekspresyonları ve önemi(Kırıkkale Üniversitesi, 2004) Çetin, Bahar Bakır; Bozdoğan, ÖnderÖZET Bakır Çetin B, Meme Karsinomunda HER2/neu, p27 Kipi ve p57 Kip2 Ekspresyonlan, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ânabilim Dalı Uzmanlık Tezi, KIRIKKALE, 2004. Çok sayıda çalışmada, meme kanserli hastaların %20-30'unda HER2/neu overekspresyon ve amplifikasyonu izlenmektedir. Ayrıca HER2/neu'nun yükselmiş ekspresyonu, kötü prognoz ve klinikle de ilişkilidir. Son yıllarda hücre siklusu mekanizmasının aydınlatılması yönünde gelişmeler, hücre siklus düzensizliğinin tümör gelişiminde sıklıkla izlendiğini göstermiştir. Hücre siklusunda siklin bağımlı kinaz inhibitörleri tarafından yapılan negatif düzenlenmenin bozulması, anormal hücre büyümesi ve belki de onkogenezis ile sonuçlanacaktır. HER2/neu gibi büyüme faktör reseptörleri ile hücre siklusunu düzenleyen genler arasında, bir kısmının mekanizması aydmlatılabilen, pozitif ve negatif ilişki olduğu bilinmektedir Bu çalışmanın amacı; malign ve benign meme dokularında HER2/neu ile p27 Kipi ve p57 Kip2'yi içeren siklin bağımlı kinaz inhibitörlerinin ekspresyon patentlerinin incelenmesi ve aralarındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Çalışmada 30 infiltratif duktal karsinoma-NOS, 1 1 duktal karsinoma in situ ve 20 benign meme dokusu, formalin fikse dokularda; HER2/neu, p27 ve p57 ekspresyonlan immünohistokimyasal olarak değerlendirildi. Yüksek HER2/neu Hercep Test skoru; yüksek histolojik grade (p=0,001) ve düşük p27 H-SKOR (p=0,043) ile ilişkiliydi. Bundan başka düşük p27 H-SKOR ile yüksek histolojik grade (p=0,001) ve düşük p57 H-SKOR (p=0,014) ilişkisi de vardı. Aynca, duktal karsinoma in situ olgularında HER2/neu Hercep Test ile p57 H-SKOR arasında pozitif ilişki (p=0,012) saptadık. P27 H-SKOR değerlerinde infiltratif karsinom olgulan ile in situ karsinom olgulan arasında (p=0,031), duktal epitelyal hiperplazi olgulan arasında (p=0,001) ve fibrokistik değişik gösteren dokular arasında (p=0,001) anlamlı fark izledik. Bizim sonuçlarımız, meme dokusunda HER2/neu gen ürünlerinin, p27 ekspresyonunda azalma yönünde düzenlenme yaptığını gösterdi. Artık değeri kabul görmüş, rutin olarak bakılan HER2/neu HercepTest'in yamnda p27 H-SKOR'un da tedavi yanıtını değerlendirmede, ayıncı tam ve prognozda çok değerli olduğunu düşünüyoruz. HerVI ne kadar p57, p27 ile korelasyon gösterse de, p57'nin HER2/neu tarafından aynı düzenlenmeyi göstermediği dikkatimizi çekti. Meme karsinomunda p57 hakkında yapılacak yeni çalışmalar bu konuyu aydınlatacaktır. Anahtar Kelimeler: Meme karsinomu, HER2/neu, p27, p57.Öğe Kolon adenomalarında ve adenokarsinomalarında galectin-3 ve Ki-67 ekspresyonları ve önemi(Kırıkkale Üniversitesi, 2008) Mutlu, Ebru; Atasoy, PınarMutlu E., Kolon Adenomalarında ve Adenokarsinomalarında Galectin-3 ve Ki-67 Ekspresyonları, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi, KIRIKKALE, 2008.Amaç: Kolorektal karsinomaların büyük çoğunluğu adenokarsinomalardan gelişir. Adenom-karsinom sekansı kolorektal karsinogenezi anlamamıza yardımcı olan tipik bir modeldir. Bu çalışmanın amacı normal kolon mukozasında, kolorektal adenoma ve adenokarsinomalarda nükleer ve sitoplazmik galectin-3 ve Ki-67 ekspresyon paternlerinin ve aralarındaki ilişkinin incelenmesidir.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 13 adet normal kolon mukozasında, 33 adet kolorektal adenoma ve 25 adet kolorektal adenokarsinoma vakasında Ki-67 ve nükleer ve sitoplazmik galectin-3 ekspresyonları immünohistokimyasal olarak değerlendirildi.Bulgular: Çalışmamızda Ki-67 indeksinin normalden adenoma (p=0,001) ve adenomadan adenokarsinoma (p=0,001) ilerledikçe artış gösterdiğini izledik. Ayrıca Grade 2 adenokarsinomalarda grade 1 adenokarsinomalara oranla Ki-67 indeksinin belirgin artış (p=0,013) gösterdiğini gözledik. Sitoplazmik galectin-3 H-SKOR değeri normalden adenoma (p=0,006) ve adenomadan adenokarsinoma (p=0,001) ilerledikçe artış gösteriyordu. Nükleer galectin-3 H-SKOR değerinin ise yalnızca normalden adenoma geçişte (p=0,04) anlamlı fark gösterdiğini izledik. Grade 1 ve grade 2 adenokarsinoma arasında nükleer yada sitoplazmik galectin-3 H-SKOR değerleri açısından anlamlı fark saptamadık. Adenoma grubunda Ki-67 indeksi ile hem sitoplazmik (p=0,033) hem de nükleer (p=0,01) galectin-3 H-SKOR değerleri arasında korelasyon gözlerken, normal ve adenokarsinoma gruplarında ise Ki-67 indeksi ile nükleer veya sitoplazmik galectin-3 H-SKOR değerleri arasında korelasyon izlemedik.Sonuç: Sonuçlarımız artmış Ki-67 ekspresyonunun kolorektal karsinogenezle ilişkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca prognostik bir parametre olan histolojik diferansiasyon ile ilişkili bulduğumuz Ki-67 indeksinin prognoz hakkında bilgi verebileceğini düşünmekteyiz. Nükleer galectin-3'ün yalnızca adenomatöz değişikliğin erken evrelerinde etkili olduğu gözlenirken, sitoplazmik galectin-3'ün ise hem adenomatöz transformasyon hem de malignite gelişiminde etkili olduğu izlendi. Bundan başka galectin-3'ün adenomatöz değişimde proliferatif aktiviteyi arttırarak etki ettiğini düşünüyoruz.Anahtar Kelimeler: Kolorektal adenoma, kolorektal adenokarsinoma, karsinogenez, galectin-3, Ki-67Öğe Dudak skuamöz hücreli karsinoma gelişiminde p16 ve p14 ifadesinin tanısal önemi(Kırıkkale Üniversitesi, 2009) Akatlı, Ayşe Nur; Ayva, Şebnem KüpanaAmaç : Dudağın premalign lezyonu olarak kabul edilen aktinik keilitler skuamöz hücreli karsinomaya ilerleme potansiyeline sahiptirler. Bu çalışmada dudağın prekanseröz lezyonlarında ve skuamöz hücreli karsinomunda p16INK4a, p14ARF ve p53 ekspresyonlarının karsinogenezdeki rolünü açıklamayı ve skuamöz hücreli kanserlerde histopatolojik prognostik özelliklerle ilişkisini incelemeyi amaçladık.Gereç ve Yöntem:19 skuamöz hücreli karsinoma, 14 aktinik keilit, 13 normal mukoza olgusundan oluşan 46 formalinde fikse edilmiş parafine gömülmüş doku örneğinde nükleer p16INK4a, p53 ve nükleer/nükleolar p14ARF ekspresyonları incelendi. Aynı zamanda skuamöz hücreli karsinoma komşuluğundaki displastik alanlar da değerlendirmeye alındı.Bulgular: Aktinik keilitlerde normal mukozaya oranla artmış p16INK4a ekspresyonu saptanmıştır(p=0.001). p14ARF H-SKOR değerleri normalden aktinik keilite ilerlerken artış göstermiş(p=0.001), aktinik keilitten karsinomaya geçişte önemli ölçüde azalmış H-SKOR değerleri izlenmiştir(p=0.003). p53 H-SKOR değerleri normalden aktinik keilite(p=0.001) ve aktinik keilitten skuamöz hücreli karsinoma ilerlerken artış göstermektedir(p=0.008). Aktinik keilitler ve karsinoma komşuluğundaki diplastik alanlar arasında p16INK4a, p14ARF ve p53 ekspresyonları açısından anlamlı farklılık yoktu. Karsinoma komşuluğundaki displastik alanlarda p14ARF ve p53 arasında pozitif korelasyon saptandı. Skuamöz hücreli karsinomalarda histopatolojik prognostik faktörler ile p16INK4a, p14ARF ve p53 ekspresyonları arasında korelasyon izlenmedi.Sonuç: Bulgularımız aktinik keilitten skuamöz hücreli karsinoma gelişimi olup olmayacağını belirlemede p16INK4a ve p14ARF'nin immunohistokimyasal boyanmasının yararlı olmadığını göstermektedir. Karsinoma komşuluğundaki displastik alanlarda p14ARF/p53 yolağının aktive olduğu ancak karsinogenezi önlemede yetersiz kaldığı düşünülmüştür.Öğe Melanom dışı deri kanserlerinde p27(Kip1) ve p57(Kip2) proteini ve önemi(Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Büyükturan, Sabahat; Bozdoğan, ÖnderMelanom Dışı Deri Kanserlerinde p27Kip1 ve p57 Kip2 Proteini ve Önemi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Derinin bazal hücreli kanserleri insanlarda görülen en sık malign tümördür ve tüm deri kanserlerinin yaklaşık % 65-70 ini oluşturur. Bazal hücreli kanserler ciddi invazyon kapasitelerine rağmen çok düşük oranda metastaz yaparlar. Skuamöz hücreli karsinom, beyaz ırkta ikinci sıklıkta görülen deri kanseridir. Metastaz riskinin yüksek olması nedeniyle BHK'lardan ayrılır. P27Kip1 ve P57Kip2 hücre döngüsünün kontrolünde yer alan iki önemli siklin bağımlı kinaz inhibitörüdür. Bu çalışmanın amacı bu iki proteinin melanom dışı deri kanserlerindeki önemini ve onkogeneze katkısını araştırmaktır.Bu araştırmada, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bölümü`nde tanı almış 50 bazal hücreli karsinom, 9 skuamoz hücreli karsinom ve 7 normal deri olgusuna ait parafin bloklardan hazırlanan kesitlerde immünohistokimyasal olarak P27Kip1 ve P57Kip2 ekspresyonları incelenmiştir. Her olguda tümörü temsil eden bir parafin blok seçilerek klasik işaretli septavidin biyotin peroksidaz yöntemi kullanılarak P27 Kip1Ab-1(Labvision Ltd.) ve P57 Kip2 Ab-3 (Labvision Ltd. KP-39) primer antikorları uygulandı. Her iki antikor için de hem sitoplazmik hem nükleer boyanma pozitif kabul edildi. P27Kip, 50 bazal hücreli karsinom olgusunun %74' ünde pozitif ve P57Kip2 ise %70'inde pozitif olarak saptandı. Skuamoz hücreli karsinomların tümünde boyanma izlendi. Her iki protein de bazal hücreli ve skuamoz hücreli karsinomlarda komşuluktaki deriye ve normal deriye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha az eksprese olmaktaydı. p27Kip1 ve p57Kip2 proteinlerinin tümör komşuluğundaki deride, normal deriye göre daha fazla eksprese olduğu saptandı.Bazal hücreli ve Skuamoz hücreli karsinomlarda P27Kip1 ve P57Kip2 ekspresyonunun komşuluktaki normal deriye oranla belirgin azalma gösterdiği dikkati çekmiştir. Hücre çoğalmasını denetleyen mekanizmada özel bir görevi olan bu proteinlerin düzeyinin azalmasının, hücrelerin çoğalmasını tetikleyerek, bazal hücreli ve skuamoz hücreli karsinomların onkogenezine katkısı olduğunu düşündürmektedir.Anahtar kelimeler:Bazal hücreli karsinoma, skuamöz hücreli karsinoma, siklin bağımlı kinaz inhibitörleri, onkogenez, p27Kip1, p57Kip2Öğe Çölyak Hastalığı, Non-spesifik duodenit ve İntraepitelyal lenfosit artışı gösteren duodenum biyopsilerinde FAS/FASL ekspresyonlarının önemi(Kırıkkale Üniversitesi, 2010) Tatar, Nurdan; Atasoy, PınarÇölyak Hastalığı genetik olarak duyarlı kişilerde dietle gluten alımının neden olduğu ince barsağın kronik malabsorbsiyon hastalığıdır. Yaklaşık %1 prevalansa sahip olup toplumda sık görülen bir hastalıktır. FAS-FASL sistemi apopitozisi indükleyen en önemli yolaklardan biridir ve ÇH'de mukozal atrofi gelişiminden sorumlu tutulmaktadır. Bu çalışmanın amacı etyolojisi saptanamayan intraepitelyal lenfosit artışı gösteren duodenum mukozaları ve non-spesifik duodenit olgularında ÇH'den ayrımda FAS ve FASL ekspresyonlarının önemini araştırmaktır.Bu araştırmada, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bölümünde DEA ön tanısı ile gelerek tanı almış yetişkinlere ait 29, çocuklara ait 7 ÇH, yetişkinlere ait 17, çocuklara ait 6 non-spesifik duodenit, yetişkinlere ait 24, çocuklara ait 6 İEL artışı gösteren duodenum, yetişkinlere ait 28 ve çocuklara ait 7 normal duodenum mukozasına ait parafin bloklardan hazırlanan kesitlerde immünohistokimyasal olarak CD3, CD8, FAS ve FASL ekspresyonları incelendi. Tüm gruplarda H-E kesitlerde saptanan İEL sayısının CD3 ile daha fazla sayıda olduğu görüldü. Yine tüm gruplarda İEL'lerin büyük çoğunluğunun CD3 ve CD8 eksprese ettiği saptandı. Hem yetişkin hem de çocuk gruplarında yüzey ve kript enterositlerindeki İEL'lerde, enterositlerde ve lamina propria hücrelerinde en yüksek FAS ekspresyonu ÇH'de idi. İELAG ve non-spesifik duodenit olgularında da kontrol grubuna göre daha fazla ekspresyon saptandı. FASL ekspresyonları da ÇH'de normale göre artış göstermekle birlikte İELAG ve non-spesifik duodenit gruplarından düşüktü.Bulgularımız FAS-FASL ekspresyonunun yalnızca ÇH patogenezinde etkin bir mekanizma olmadığını ancak çok yüksek FAS ekspresyonunun ÇH ile ilişkili olabileceğini düşündürmüştür. İELAG ve non-spesifik duodenit olgularında ÇH'den yüksek saptadığımız FASL ekspresyonlarının fonksiyonel öneminin apopitoz değerlendiren yöntemlerle araştırılması gerektiğini düşünmekteyiz. Ayrıca şüpheli olgularda İEL sayısının saptanmasında CD3 immunohistokimyasal değerlendirmenin rutin kullanımı yararlı olabilir.Anahtar Kelimeler:Çölyak Hastalığı, intraepitelyal lenfosit artışı gösteren duodenum, non-spesifik duodenit, FAS, FASL, immünohistokimyaÖğe Mesane ürotelyal karsinomalarinda MNP-2,MNP-9,CD147,TİMP-1 ve TİMP -2 ekspresyonlarinin i·ncelenmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2013) Turan, Sami; Atasoy, PınarÖZETTuran S., Mesane Ürotelyal Karsinomalarında MMP-2,MMP-9,CD147,TIMP-1 ve TIMP-2 Ekspresyonlarının İncelenmesi, Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi,PatolojiAnabilim Dalı Uzmanlık Tezi, KIRIKKALE,2013.Amaç: Bir çok çalışmada MMP'lar ve TIMP'leri arasındaki dengenin tümör progresyonunu belirlediği görülmüştür. Önceki çalışmalarda larinks, özefagus, meme karsinomlarında ve deride melanomlarda MMP-2, MMP-9, CD147 protein ekspresyonu ile tumor progresyonu arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bu çalışmada mesanenin invaziv ve non-invaziv ürotelyal karsinomalarında, MMP-2, MMP-9, TIMP-1-TIMP-2 ve CD147 ekspresyonlarının incelemesi ve histopatolojik prognostik faktörler ile ilişkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 18 adet invaziv yüksek grade'li, 18 adet non-invaziv düşük grade'li, 8 adet invaziv düşük grade'li ve 6 adet non-invaziv yüksek grade'li ürotelyal karsinoma vakasında membranöz ve sitoplazmik MMP-2, MMP-9,TIMP-1-TIMP-2 ve CD147 ekspresyonları immünohistokimyasal olarak değerlendirilmiştir.Bulgular: İnvaziv tümör grubunun non-invaziv gruba göre MMP-2 ekspresyonlarının daha fazla olduğu saptanmıştır (p=0,003).Yüksek ve düşük gradeli gruplar arasında MMP-2 ekspresyonları açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0,078).Gerek invaziv ve non-invaziv gruplar arasında (p=0,130) gerekse yüksek ve düşük gradeli gruplar arasında (p=0,977) MMP-9 ekspresyonları açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır.İnvaziv ve noninvaziv gruplar TIMP-1 ekspresyonları açısından değerlendirildiğinde fark non-invaziv grup değerlerinin daha fazla olduğu saptanmıştır (p=0,004). Yüksek ve düşük gradeli gruplar arasında TIMP-1 ekspresyonları açısından anlamlı fark tespit edilmemiştir (p=0,075).İnvaziv ve non-invaziv tumor grupları (p=0,077) ile yüksek ve düşük riskli gruplar arasında TIMP-2 ekspresyonları açısından istatiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,930).İnvaziv grup tümörlerin CD147 ekspresyonları non-invaziv gruptakilere göre anlamlı düzeyde yüksektir (p=0,001). Benzer şekilde yüksek gradeli tümörlerin CD147 ekspresyonları düşük grade'li tümörlerden daha fazla bulunmuştur (p=0,022).Sonuç: MMP-2 ve CD147'nin artmış ekspresyonları ürotelyal karsinomalarda önemli prognostik parametreler olan invazyon ve yüksek grade ile korelasyon göstermektedir.Bu özellikleri nedeniyle özellikle MMP inhibitörlerinin hedefe yönelik tedavide değerli olabileceği düşünülmüştür. Matriks metalloproteinazların prognostik değeriyle ilgili daha geniş hasta grubundan oluşan serilerde araştırmalara gereksinim vardır.Öğe Deri tümörlerinde epitelyal mezenkimal geçiş ile ilişkili proteinlerin araştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2014) Tanrıkulu, Fatma Benli; Bozdoğan, ÖnderEpitelyal mezenkimal geçişin (EMT), tümör hücrelerinin malign davranışları için gerekli olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı, deri skuamöz hücreli karsinomu (SHK), in situ SHK (SHK-INSK), bazal hücreli karsinom (BHK) ve aktinik keratozdaki EMT ilişkili proteinler olan. Smad1, AREB6. GIT1'i immünohistokimyasal yöntemle değerlendirmektir. 37 SHK, 34 BHK, 9 in situ SHK, 12 AK ve 7 normal deri doku örneğinin dahil edildiği prospektif bir çalışmada Smad1, AREB6 ve GIT1 düzeyleri immünohistokimyasal yöntemlerle araştırıldı. SHK, BHK, in situ SHK, AK doku örneklerindeki Smad1 protein ekspresyon düzeyleri, normal deri dokusundan anlamlı düzeyde yüksekti (p<0,001). SHK'da Smad1 protein ekspresyon düzeyleri, AK'dan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptandı (p=0,002). SHK grubunun AREB6 protein ekspresyon düzeyleri, BHK (p<0,001), in situ SHK (p=0,001), AK (p=0,002) ve normal deriden (p<0,001) örneklerinden anlamlı düzeyde yüksekti. SHK (p<0,001), BHK (p<0,001), in situ SHK (p=0,008) ve AK (p=0,002) örneklerinin GIT1 protein ekspresyon düzeyleri, normal deriden anlamlı olarak yüksek bulundu. SHK örneklerinin GIT1 protein ekspresyon düzeyleri, BHK (p=0,007), in situ SHK (p=0,002) ve AK (p<0,001) örneklerinin GIT1 protein ekspresyon düzeylerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti. İyi ile orta diferansiye SHK; evreye göre kategorize edilen SHK; infiltratif ile nonifiltratif BHK örnekleri arasında AREB6 ve GIT1 ekspresyon düzeyleri açısından anlamlı fark yoktu ancak.SMAD1 iyi diferansiye SHK'da orta derecedeki karsinomlara göre daha düşük eksprese olmaktaydı (p=0,039). Sonuçlarımız, Smad1, AREB6 ve GIT1 EMT ilişkili proteinlerin beklendiği gibi invaziv aşamada daha yüksek düzeyde eksprese olduklarını göstermektedir. Bu proteinler non-melanotik deri tümörlerinde tedavi ve metastazın önlenmesinde yeni bir moleküler hedef olarak faydalı olabileceğini düşündürmüştür. Anahtar Kelimeler: Skuamöz Hücreli Karsinom, Bazal Hücreli Karsinom, Smad1, AREB6, GIT1.Öğe Malign melanomda hipoksik süreç ve ilişkili genlerin araştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2014) Ercin, Mustafa Emre; Bozdoğan, ÖnderBasamaklı karsinogenez sürecinde neoplazinin içinde bulunduğu mikroçevre oldukça önemli bir yere sahiptir. Hipoksi de tümör gelişimi ve progresyonuna katkıda bulunan mikroçevresel etmenlerden biridir. Artmış proliferasyon ve metabolik gereksinim sonucu fizyolojik oksijen düzeyinin düşmesi solid tümörlerin tipik özelliğidir ve tümör hipoksisi olarak adlandırılır. Tümör hücresi meydana getirmiş olduğu bu hipoksik mikroçevreye adaptasyonu sağlamak ve bu negatif durumu kendi lehine çevirmek için aracı olarak önemli bir protein olan hipoksi indüklenebilir faktörü (HIF-1) kullanır. HIF-1, hipoksinin en önemli düzenleyici proteinidir. HIF-1, alfa ve beta (ARNT) olmak üzere iki komponentten oluşur. Normoksik koşullarda HIF-1 alfa proteini hızla ubikitinlenip proteozomda yıkılırken, hipoksik koşullarda stabilize edilip sitoplazmada birikir. Biriken HIF-1 alfa çekirdek içine göç eder ve nükleusta beta alt ünite ile birleşip hipoksiye cevap veren genlerin aktive olmasını sağlar. Hedefe yönelik tedavide hipoksi ile ilişkili genler araştırılmaktadır. Biz bu çalışmamızda malign melanom hücre hatlarında (CRL-1675, CRL-1676) hipoksik süreç ve ilişkili gen ekspresyonlarının araştırılmasını amaçladık. Primer ve metastatik hücre hatları uygun ortamda büyütülerek, Real-Time PCR yöntemiyle hipoksi ile ilişkili 84 genin ekspresyonları incelenmiştir. Ayrıca primer malign melanom hücre hattında hiposik ortam oluşturularak, 1. , 4. ve 8. saatlerde gen ekspresyonları arasında farklılıklar araştırılmıştır. Çıkan sonuçlar literatür eşliğinde değerlendirilerek saptanan aday üç genin (HIF-1 Beta, JMJD6, NDRG-1) kodladığı proteinlerin nevüs, melanom ve metastazlarında ekspresyonları, doku array ve arşiv materyallerinde incelenmiştir. Primer ve metastatik hatlar karşılaştırıldığında toplam 37 genin 2 kat ve üstü farklılık gösterdiği görülmüştür. Primer kutanöz melanomlarda intradermal nevüslere göre NDRG-1 düzeylerinin düştüğü, HIF-1 Beta sitoplazmik boyanmanın ise arttığı saptandı. Yumuşak dokuda saptanan melanomlarda JMJD6 proteinin daha yüksek oranda ifade bulduğu görüldü. Tüm gruplarda üç protein arasında değişik düzeylerde istatistiksel ilişki saptandı. Çalışmamızda primer ve metastatik hücre hatlarında ekspresyon patternlerinin farklılığının saptanması metastatik tümör klonlarında hipoksiye yanıtın farklı olduğunu düşündürmüştür. Ayrıca benign lezyonlara göre hipoksik proteinlerin melanomlarda farklı bir profil ortaya çıkardığı dikkati çekmiştir. Bu bulgular, melanomlarda hipoksik süreçlere ışık tutacak ve tedaviye katkı sağlayacak bilgileri sağlamıştır.Öğe Kolonik hiperplastik ve adenomatöz polipler ile kolonik karsinomlarda immünhistokimyasal olarak CD44 ve LGR5 ekspresyonu ve karsinogenezisdeki rolü(Kırıkkale Üniversitesi, 2015) Yıldız, Dilara; Balcı, Doç. MahiKolorektal karsinomalar dünyada 4.sıklıkta görülen, özellikle endüstriyel ülke-lerde 40'lı yaşlardan sonra görülme sıklığı iki kat artan neoplazmlardır. İyi tanımlanmış olan familyal sendromlarda görülen kolorektal karsinomalar olabileceği gibi, çoğu sporadik olup mekanizması kesin olarak anlaşılamamış, ancak genetik değişikliklerin akümülasyonu ile adenoma-karsinoma sekansı sonucu multistep bir proçesi izleyerek gelişir; bu açıdan oluşumlarında sıklıkla prekürsör lezyon adenomatöz poliplerdir. Bu çalışmanın amacı kolonik hiperplastik ve adenomatöz polipler İle kolonik adenokarsinomda CD44 ve LGR5 ekspresyon paternlerinin ve aralarındaki ilişkinin incelenmesidir. Çalışmamızda 15 hiperplastik polip,15 tübüler adenoma,15 villöz adenoma ve kalan 15 taneside kolon adenokarsinoma örneklerini dahil ettik ; nükleer LGR5 ve membranöz CD44 immünhistokimyasal ekspresyonlarının hiperplastik po-lip,adenomatöz polipler ve kolon adenokarsinomunda ve karsinogenezis aşamala-rındaki rollerini inceledik. Çalışmamızda CD44 sitoplazmik membran, LGR5 nükleer boyamasınının hiperplastik polipten , adenomaya ; adenomadan , adenokarsinomaya ilerledikçe olan değişik boyanma paternlerini istatistiksel olarak inceledik. Patoloji spesmenleri CD44 ve LGR5 immünboyamaları ile H-skoru(0-300) kullanılarak skorlandı.Villöz adenom LGR5 immün boyasıyla değerlendirildiğinde,hiperplastik po-lip(p=0.038),tübüler adenoma(p=0.008) ve kolon adenokarsinomasından(p=0.034) çok daha fazla eksprese edildiği görülmüştür. CD44 immün boyası hiperplastik po-lip'te tübüler adenoma(p=0.001),villöz adenoma(p=0.001) ve kolon adenokarsinomaya(p=0,026) oranla artmış ekspresyon göstermiştir. Sonuçlarımız artmış CD44 ekspresyonlarının kolorektal karsinogenezle ilişkili olduğunu fakat LGR5 ekspresyonlarının adenomatöz değişikliğin erken evrelerinde etkili olduğuyönündedir. Bu çalışmada CD44 ekspresyonunun prognostik açıdan bize daha fazla bilgi verebileceği anlaşılmıştır. Anahtar kelimeler:Kolorektal adenom,kolorektal adenokarsinomÖğe Atipisiz endometrial hiperplazi, atipili endometrial hiperplazi ve endometrioid tip endometrial adenokarsinoma olgularında siklin d1, e-kaderin ve hif 1 alfa ekspresyonlarının değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Yıldırım, Yeşim; Atasoy, PınarKadın genital sisteminin en invaziv malignitelerinden olan endometrial kanserler kadın tümörlerinde 5. , kansere bağlı ölümlerde ise 8. sırada yer almaktadır . Her yıl yaklaşık 150000 yeni vaka tanı almaktadır . Beyaz ırkta siyah ırka göre 2 kat fazla görülür. Endometrial kanserler iki ana gruba ayrılırlar.Endometrioid tip endometrial kanserler olarak bilinen ,daha iyi prognozlu olan TipI ,genellikle endometrial hiperplazi zemininde gelişir.Tip II endometrial kanserler ise atrofik endometrium ile ilişkilidir.Tip I endometrial kanserlerin prekürsörü atipik hiperplazidir.Yeni çalışmalardaki amaç atipik hiperplazileri iyi diferansiye endometrial kanserlerden ayırmaktır.Kesin tanı bildiğimiz kadarıyla histerektomi spesmenindeki lezyonun myoinvazyon karakterini değerlendirilmeye dayanır. . Bu ayrımda 2 önemli özellik de kompleks glanduler yapı ve belirgin sitolojik atipidir. Hücre siklusunun G1/S faz kontrol noktasında kritik rolü olan D tip siklinler tümör hücrelerinin proliferasyon ve diferansiyasyonundaki uyaranlarındandır . Endometrioid tip kanserlerde sıklıkla PI3K(Fosfoinositid 3-kinaz) yolağındaki mutasyonlar gösterilmiştir. Siklin D1 siklusta G1'den S'ye ilerlemede rol alan düzenleyici ve aynı zamanda bir protoonkogendir . Siklin D1 aşırı ekspresyonu meme, akciğer, mesane, özefagus ve endometrial kanserlerde demonstre edilmiştir. Tümörün gelişim, invazyon ve metastazındaki en önemli iki basamak anormal hücre proliferasyonu ve diferansiyasyonu ile hücreler arası bağlantı kaybıdır. Bir epitelyal hücre adezyon molekülü olan E cadherin sitoplazmik parçası hücre iskeletinin temel molekülü olan aktine bağlı olarak bulunan bir transmembran proteinidir. E-cadherin kaybı genellikle invaziv kanser hücrelerinin fenotipik özelliğidir. E- cadherin ekspresyonu birçok çalışmada normal, hiperplazik ve neoplastik endometrial örneklerde immünohistokimyasal yöntemlerle çalışılmış ve prognostik parametre olup olamayacağı araştırılmıştır. Hızlı büyüyen kanser hücrelerinin meydana getirdiği hipoksi çeşitli solid tümörlerin önemli bir özelliğidir. Asidoz ve azalmış besin durumu ile karakterli hipoksik mikroçevre hem hücresel hem genomik adaptasyon mekanizmaları gelişimini tetikler ki bu durum tümör hücrelerinin strese karşı ayanıklı olmasını ve tedaviye dirençli olmasını sağlar . Düşük oksijenli ortama hücresel adaptasyon, anjiogenez ve naerobik solunumu tetikler. Tüm bu süreçler Hif 1 alfa transkript faktörü ile kontrol edilir . Hipoksi Hif 1 lfanın glukoz metabolizması, hücre proliferasyonu, onkogenez ve invazyon ile ilişkili olduğu gösterilmiştir . ümör nvazyonu ve metastazı endometrial kanserlerde tedaviye etkiyi direk belirleyeceğinden tümörün agrasif davranışını e metastaz potansiyelini belirlemede yol gösterici olabilecek belirteçler yararlı olacaktır. Bu amaçla; araştırmaya etik kurul onayının alınmasını takiben Kırıkkale üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalında 2000-2013 yılları arasında daha önce endometrial hiperplastik lezyon ve endometrioid endometrial kanser tanısı almış olgular dahil edilecektir. 40 Endometrial hiperplastik lezyon[atipili(20) ve atipisiz(20)] ve 20 Endometrioid Endometrial kanser tanılı olgu, tekrar gözden geçirilerek histopatolojik değerlendirme yapılacaktır.Parafin bloklardan hazırlanan kesitlerde Siklin D-1,E-kadherin ve Hif 1-? immünbelirleyicilerinin ekspresyonları değerlendirilecek ve sonuçların ayrıcı tanı ve prognoza katkısı değerlendirilecektir.Çalışma verilerinin istatistiksel analizi yapılarak, bilimsel sunumu ile yayımı hedeflenecektir.