Tıbbi Uzmanlık Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Trafik kazası nedeniyle 2011-2020 yılları arasında acil tıp ve adli tıp anabilim dalları tarafından düzenlenen form ve raporların karşılaştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Şahin, Ayşenur Çelik; Eke, Salih MuratHer türlü kaza, cinayet, intihar girişimleri sonucu meydana gelen yaralanmalar adli nitelik taşır. Kendilerinin ya da bir başkasının kusurlu veya kasıtlı eylemi sonucu yaralanarak adli nitelik taşıyan bu kişilere ilk müdahaleleri sıklıkla sağlık kuruluşlarının acil servislerinde yapılmaktadır. Adli olgular böylece acil servislere başvuran olguların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu sebeple; acil serviste çalışan hekimler hastaları ile ilgili kayıt tutma yükümlülüğünün bir uzantısı olarak adli rapor düzenleme yükümlülüğü ile de sık karşılaşmaktadırlar. Acil servislerde çalışan hekimler hastalara gösterdikleri özenin yanı sıra adli vakalarda düzenleyecekleri belgelere de ayrıca özen göstermelidir. Çünkü düzenlenen bu belgeler, soruşturma safhasında tek başına kullanılabileceği gibi, savcılıklar tarafından veya ilerleyen süreçte mahkemeler tarafından istenmesi halinde bir adli tıp uzmanı tarafından düzenlenecek olan adli rapora dayanak da oluşturabilir. Bu nedenle, travma sonrası ilk müracaat edilen sağlık kuruluşundaki hekimlerin kişide meydana gelen tıbbi hasarları eksiksiz ve doğru şekilde rapora aktarmaları çok önemlidir. Bu çalışmada hipotezimiz; yaralanan kişi adli rapor düzenlenmesi için cumhuriyet savcılıkları, mahkemeler ya da kolluk kuvvetleri tarafından gönderildiğinde kişide meydana gelen tıbbi hasarların acil serviste düzenlenen belgelere yeterince aktarılmadığı yönündeydi. Bu hipotezimizi sınamak için trafik kazası sonucu yaralanan olgulara Acil Tıp Anabilim Dalı'nda düzenlenen belgeler ile aynı olgulara Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından düzenlenen adli tıp raporları karşılaştırılmıştır. Acil servis muayene formunda yazılı olan abrazyonların %28,1'inin, laserasyonların %12,4'ünün, ekimozların %58,8'inin, hematomların %28,9'unun, iç organ hasarlarının %54,5'inin, kırıkların %40,4'ünün genel adli muayene raporuna aktarılmadığı, laserasyonların %16,5'inde, ekimozların %21,8'inde, hematomların %28,9'unda, abrazyonların %41,6'sında boyutları hakkında herhangi bir bilgi belirtilmediği saptanmıştır. Genel adli muayene raporunda yazılı olan abrazyonların %49,1'inde, hematomların %40'ında, ekimozların %45,2'sinde, laserasyonların %16'sında herhangi bir boyut bilgisi bulunmadığı saptanmıştır. Adli tıp raporunda belirtilen kırıkların %48,4'ünün acil servis muayene formunda, %45,4'ünün genel adli muayene raporunda belirtilmediği saptanmıştır. Acil Tıp Anabilim Dalı'nda düzenlenen belgeler ile Adli Tıp Anabilim Dalı'nda düzenlenen adli tıp raporları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptanmıştır. Acil servislerde çalışan hekimler acil bir olgunun klinik sorunları ile baş etmelerinin yanı sıra çoğu zaman hastalardan ya da hasta yakınlarından kaynaklanan gerilimleri de yönetmek durumunda kalırlar. Ayrıca acil servise başvuran adli olgular da mevcut gerilimleri artırırlar. Böylelikle adli olguya müdahale eden hekim bütün bu gerilimlerle baş etmenin yanı sıra ilerde kendilerinin yasal sorunlarla karşılaşmasına neden olabilecek bir adli rapor düzenlemek zorunda da kalırlar. Oysa acil serviste hekimin adli olguya yapmış olduğu müdahale tıbbi bakımdan herhangi bir hastaya uygulanan müdahaleden farklı değildir. Bu nedenle düzenlenen rapor hekimi strese sokan ve düzenlemek istemediği bir adli rapor olarak değil "Adli Olgu Durum Bildirir Raporu" şeklinde düzenlenmelidir. Bu belgede travmaya bağlı kişide meydana gelen tıbbi hasarlar özenli ve usulüne uygun şekilde belirtilmeli ve hastanın klinik durumunun yaşamını tehlikeye sokup sokmadığı bilgisi belgeye eklenmelidir. Bunların dışındaki değerlendirmeler adli tıp uzmanınca yapılmalıdır. Bu durum acil servis hekimini yukarıda tanımlanan gerilimlerden kurtaracaktır. Esasen uygulamada düzenlenen genel adli muayene raporu yasal süreçte bir adli tıp uzmanına gönderilerek yeniden rapor düzenlenmektedir. Yani adli rapor olarak düzenlenen belgenin bir adli tıp uzmanınca düzenlenmesi gerektiği aşikar bir durumdur. Anahtar Kelimeler: Adli olgu, acil servis, genel adli muayene raporu, adli raporÖğe Otomatik eksternal göğüs kompresyon cihazı kullanımının sağlık personeli memnuniyeti üzerine etkisinin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Karabulut, Mustafa; Cömertpay, Üyesi ErtanGiriş ve amaç: Otomatik eksternal göğüs kompresyon cihazları veya diğer adıyla mekanik kompresyon cihazları (MKC), Kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) sırasında kullanılabilecek yardımcı tıbbi cihazlar arasında olup, LUCAS-2 bu cihazlardan biridir. KPR sırasında MKC kullanımının sağkalım bakımından manuel göğüs kompresyonuna üstünlüğü olmasa da, özellikle hastane dışı arrestlerde ve hastane içinde transport edilen veya invaziv girişim planlanan arrest hastalarda kullanımıyla ilgili görüşler olumludur. Bununla birlikte, AHA (American Heart Assocation) Covid-19 tanısı alan veya şüpheli vakalarda kardiyopulmoner arrest gelişmesi halinde MKC kullanılmasını öneren güncel tavsiyelerde bulunmuştur. Bu çalışmanın amacı, MKC ile yapılan KPR uygulamasının sağlık personeli (SP)'nin memnuniyet, stres, anksiyete ve depresyon düzeyi ile ilişkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Çalışma Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Tıp Anabilim Dalı ve Anestezi-Reanimasyon Anabilim Dalında çalışan SP üzerinde prospektif olarak yapıldı. Katılımcılara MKC kullanımı öncesi 3 farklı bölüm ve toplam 43 sorudan oluşan bir anket uygulandı. Anket sorularının ilk bölümü SP'ye ait demografik verileri ve Covid-19 enfeksiyonu temasına dair bireysel ve ailesel özellikleri içermekteydi. İkinci bölümde SP'nin Depresyon, Anksiyete ve Stres düzeyi DASS-21 ölçeği ile belirlendi. Üçüncü bölümde ise KPR uygulanması sırasındaki risklerin SP üzerinde oluşturduğu fiziksel ve ruhsal etkiler 4'lü likert ölçeği ile değerlendirildi. Daha sonra SP'ye MKC kullanımı ile ilgili eğitim verildi ve sonraki 3 ay boyunca göğüs kompresyonu bu cihaz ile gerçekleştirildi. Üç ay sonra aynı katılımcılara daha önce cevapladıkları anket soruları yöneltilerek veriler kayıt altına alındı. MKC öncesi ve sonrası anket verilerinin karşılaştırılmasında Paired sample-t testi ve Wilcoxon testi kullanıldı. p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya 105 katılımcı dahil edildi. Katılımcıların yaş ortalaması 29.5±6.1 /yıl ve %54.3'ü kadındı. MKC kullanımı sonrası katılımcıların stres, anksiyete ve depresyon düzeylerinde anlamlı azalma saptandı (sırasıyla p=0.002; 0.002 ve <0.001). MKC kullanımı sonrası yaşa bağlı stres, anksiyete ve depresyon düzeylerinde anlamlı azalma saptanmadı (sırasıyla p=0.341; 0.289 ve 0.103). MKC kullanımı sonrası erkek katılımcıların stres (p=0.049) ve depresyon (p=0.001) skorunda; kadın katılımcıların ise anksiyete (p=0.016) ve stres (p=0.011) skorunda anlamlı azalma saptandı. MKC kullanımı sonrası hem acil servis hem de YBÜ (Yoğun Bakım Ünitesi) çalışanlarının depresyon (sırasıyla p=0.006; 0.005), anksiyete (sırasıyla p=0.022; 0.026) ve stres (sırasıyla p=0.001; 0.045) skorlarında anlamlı azalma saptandı. Daha önce Covid-19 geçiren SP'de MKC kullanımı sonrası depresyon (p<0.001), anksiyete (p=0.010) ve stres (p=0.001) skorunda anlamlı azalma saptandı. Covid-19 bulaşma kaynağı hastane olan katılımcıların depresyon (p<0.001), anksiyete (p=0.043) ve stres (p=0.008) skorlarında anlamlı azalma saptanırken; enfeksiyonun hastane dışında bulaştığı SP'nin yalnızca depresyon (p=0.013) skorunda anlamlı azalma saptandı. MKC kullanımı sonrası SP'nin "KPR sırasında hastalık kapma konusunda endişe duyma", "KPR sırasında hastadan aerosol yoluyla bulaşan bir hastalık kapma ihtimali" ve "KPR esnasında ciddi bir yorgunluk yaşama" düşüncesinin anlamlı oranda azaldığı saptandı (sırasıyla p<0.001; <0.001; <0.001). Bununla birlikte "KPR sırasında müdahale ortamından memnun olma" düşüncesinde anlamlı oranda artma saptanırken (p<0.001), MKC kullanma sayısı arttıkça SP'nin stres skorunun azaldığı saptandı (r=-0.243; p=0.013). Sonuç: MKC'nin arrest hastasına olan yakın teması ve bulaşıcı hastalık kapma endişesini azaltması, göğüs kompresyonları sırasında harcanan fiziksel eforu önlemesi SP'nin memnuniyetini artırmıştır. MKC kullanımı hem acil servis hem de YBÜ'de çalışan personelin ruhsal durumunu olumlu yönde etkilenmiş olup; SP'nin stres, anksiyete ve depresyon düzeyini azaltmıştır. Anahtar kelimeler: Mekanik kompresyon cihazı, kardiyopulmoner resüsitasyon, depresyon, anksiyete, stresÖğe COVID-19 şüphesi nedeniyle pandemi polikliniğine başvuran hastalarda kardiyak etkilenmenin araştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Karsli, Aysun; Eroğlu, OğuzGiriş ve amaç: Elektrokardiografi (EKG), kardiyovasküler hastalıkların tanısında kullanılan temel tanı yöntemidir. EKG çekimi sırasında ortaya çıkan dalgaların, mesafelerin, ritmin ve hızın değerlendirilmesi ile birçok kardiovasküler hastalık hakkında fikir sahibi olunabilir. COVID-19 virüsü kardiovasküler sistem üzerinde yıkıcı etkileri olabilen bir virüstür. COVID-19'un kardiovasküler sistem üzerinde oluşturduğu hasar, virüsün direk ve indirek (sekonder hasar) etkileriyle açıklanabilir. COVID-19 akut koroner sendrom, miyokardit, çeşitli aritmiler, kalp yetmezliği, pulmoner emboli veya koagülasyon bozukluğu gibi birçok kardiovasküler komplikasyona neden olabilir. Bu komplikasyonlar ileri yaş, komorbidite ve yoğun bakım ihtiyacı gibi faktörlerle birleştiğinde ölümcül sonuçlar ortaya çıkar. Hastalarda oluşan kardiovasküler komplikasyonlar High sensitive kardiyak Troponin (hs-cTn), kreatin kinaz (CK), Brain-Natriüretik peptid (BNP) ve D-dimer gibi belli laboratuvar belirteçlerinin yanı sıra EKG bulgularıyla da gösterilebilir. Bu çalışmada, COVID-19 şüphesi ile pandemi polikliniğine başvuran göğüs ağrılı hastalarda kardiak etkilenme olup olmadığı EKG bulgularına bakılarak araştırmak amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışma Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Pandemi Polikliniğine COVID-19 şüphesi ve göğüs ağrısı şikâyeti nedeniyle başvuran hastalar üzerinde prospektif olarak yapıldı. Hastalar nazofarengeal örnekleme ile alınan PCR sonucuna göre PCR sonucu pozitif (+) ve negatif (-) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Tüm katılımcıların demografik özellikleri, başvuru şikayetleri ve şikayetlerinin mevcudiyet süresi, fizik muayene bulguları, laboratuvar sonuçları ve EKG bulguları kaydedildi. PCR sonucu (+) olan hastalar, 15. günde kontrole çağırılarak yeniden EKG çekimi yapıldı ve bulgular kaydedildi. Elde edilen veriler SPSS 21.0 programında analiz edildi. p <0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya pandemi polikliniğine başvuran 50 PCR sonucu pozitif ve 50 PCR sonucu negatif hasta dahil edildi. Tüm hastaların yaş ortalaması 52.30±16.02 (aralık:21-94) /yıl ve %56'sı kadındı. PCR sonucu (+) olan hastalarla PCR sonucu (-) olan hastalar arasında yaş ve cinsiyet bakımından farklılık saptanmadı (Sırasıyla p=0.116; 0.687). Hastaların %89'unun özgeçmişinde herhangi bir hastalık veya ilaç kullanma öyküsü yoktu. Göğüs ağrısı dışında, en sık izlenen başvuru şikayeti halsizlik/kırgınlık (%50) iken, bunu miyalji/artralji (%39) ve dispne (%23) takip ediyordu. COVID-19 semptomları hastaların %61'inde 2-3 gündür mevcuttu. Ateş, nabız, solunum sayısı, sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı ve oksijen saturasyonu bakımından her iki grup arasında farklılık saptanmadı. Başvuru Troponin düzeyi PCR sonucu (+) olan hastalarda PCR (-) olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (p <0.001). PCR sonucu (-) hastaların başvuru anında ölçülen Beyaz küre, Lenfosit ve Ca++ düzeyi PCR sonucu (+) olanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (Sırasıyla p <0.001; 0.011; 0.030). Başvuru EKG'de ST-T değişikliği saptanma oranı PCR sonucu (+) olan hastalarda (%38), PCR sonucu (-) olanlara (%16) göre anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.023). PCR sonucu (+) olan hastaların başvuru EKG'sinde P-dalga amplitüdü ve ortalama kalp hızı değeri 15. gün EKG'sinden anlamlı olarak daha yüksekti (Sırasıyla p=0.038; <0.001). Sonuç: Elde ettiğimiz sonuçlar, COVID-19 hastalarında kardiyak bir etkilenme olduğunu ve bu etkilenmenin EKG bulguları veya cTn vasıtasıyla gösterilebileceğini düşündürmektedir. COVID-19 hastalarının başvuru anında mutlaka EKG başvuru değerlendirilmesi yapılmalı ve ilerleyen günlerde tekrarlanmalıdır. EKG bulgularının COVID-19 hastalarının tanı ve yönetimindeki yerini destekleyecek daha geniş vaka sayılı çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar kelimeler: COVID-19, Elektrokardiyografi, Acil servis, TroponinÖğe Testis torsiyonu ve orşit oluşturulmuş rat modelinde biyokimyasal ve histopatolojik sonuçların analizi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Sari, Osman Sercan; Eroğlu, OğuzGiriş ve Amaç: Akut skrotum, skrotumdaki yapılarda yeni başlayan şiddetli ağrı, şişlik ve kızarıklık gelişimidir. Akut skrotum durumunda en sık izlenen iki klinik neden Testis Torsiyonu (TT) ve Orşit olup, hızla birbirinden ayırt edilmeleri gerekir. Ayırt etmede en önemli tetkik olan Skrotal Doppler ultrasonografi her zaman ulaşılabilir bir tetkik olmayıp, bazen yanlış sonuç verebilir. Bu çalışmanın amacı, TT ve Orşitin tanı ve ayırıcı tanısında biyokimyasal parametrelerin histopatolojik bulgular ile birlikte değerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Toplam 40 adet Albino-wistar erkek rat, her grupta 8'er tane olacak şekilde 5 gruba ayrıldı. Grup 1: 2 saatlik TT, Grup 2: 6 saatlik TT, Grup 3: 24 saatlik TT, Grup 4: Orşit grubu ve Grup 5: Kontrol grubu olarak tanımladı. Tüm ratlar deney sonunda sakrifiye edilerek kan ve testis dokusu örnekleri alındı. Kan örneklerinden Kalpain-1, Kaspaz-1 ve 8, IL-1?, Nitrik oksit (NO) ve Malondialdehit (MDA) çalışıldı. Histopatolojik bulgular şiddet skoruna göre (0=yok, 1=hafif, 2=orta, 3=şiddetli) derecelendirildi ve spermatogenez varlığı (0=yok, 1=var) değerlendirildi. Grupların karşılaştırılmasında ANOVA, ikili karşılaştırmalarda Student-t testi, histopatolojik bulguların analizinde ise Mann-Whitney U testi ve Chi-square testi kullanıldı. p<0.05 değeri anlamlı kabul edildi. Bulgular: Akut skrotum oluşturulan gruplardaki serum Kalpain-1, Kaspaz-1 ve 8, IL-1? düzeyi kontrol grubundan anlamlı olarak daha yüksekti. Kalpain-1 düzeyi, 6 ve 24 saatlik TT oluşturulan gruplarda Orşit grubuna (Grup-4) göre anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla p<0.001; 0.019). Orşit grubundaki IL-1? düzeyi, 2 ve 6 saatlik TT oluşturulan gruplardan anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla p=0.020; 0.048). Orşit grubundaki Kaspaz-1 düzeyi, 2 saatlik TT oluşturulan gruptan anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.034). Kaspaz-8 düzeyi bakımından Orşit ile TT grupları arasında farklılık saptanmadı. NO ve MDA düzeyi Orşit ve 24 saatlik TT oluşturulan gruplarda en yüksekti. Orşit ve TT olan gruplarda inflamasyon, konjesyon, ödem ve hemoraji mevcut olup, bu bulguların şiddeti zaman ilerledikçe artmaktaydı. Fibrozis sadece Orşit grubunda mevcuttu. Spermatogenez, 6 ve 24 saatlik TT'nu oluşturulan gruplarda bozulmuş olup, özellikle IL-1?'nın en yüksek olduğu Grup-3'teki ratların %62.5'inde spermatogenez izlenmedi. Sonuç: Serum Kalpain-1, Kaspaz-1 ve 8, IL-1? düzeyi ölçümü akut skrotum (TT ve Orşit) tanısının konulmasında gelecek vadeden biyomarkerlar olarak görünmektedir. Akut skrotum kliniği ile başvuran hastalarda IL-1?'nın ilk 6 saatteki, Kaspaz-1'in ise ilk 2 saatteki yüksekliği Orşit lehine yorumlanabilir iken; Kalpain-1'in 6. saat ve sonrasındaki yüksekliği ise TT'nun göstergesi olarak kabul edilebilir. Bu biyobelirteçler "zaman" faktörü göz önünde bulundurularak akut skrotumun en önemli iki nedeni olan TT ile Orşit'in ayrıcı tanısında kullanılabilir. Kaspaz-8 düzeyi Orşit ile TT'nu ayrımını yapmada yararsızdır. Akut skrotum tanı ve ayırıcı tanısında biyomarker kullanımı ile ilgili ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar kelimeler: Testis Torsiyonu, Epididimoorşit, Orşit, Kaspazlar, Kalpain-1, Interlökin-1?, HistopatolojiÖğe COVID-19 pandemisinde ilk kısıtlama dönemi ile birinci normalleşmeye geçiş dönemi arasında üçüncü basamak acil servise başvuran hastaların demografik analizi(Kırıkkale Üniversitesi, 2022) Ünlü, Kağan; Deniz, TurgutGiriş ve Amaç: Şiddetli Akut Solunum Sendromu Koronavirüsü 2 ya da bilinen popüler adıyla 2019 Koronavirüs Hastalığı virüsü ortaya çıktığı Çin'in Wuhan kentinden tüm dünyaya yayılmış ve küresel bir tehdit haline gelmiştir. Ülkeler ve toplumlar, pandemi veya diğer afetler karşısında çoğu zaman hazırlıksız olup, özellikle başlangıçta organizasyon problemleri yaşamakta ve sağlık sistemi, özellikle de acil servisler bu durumdan olumsuz yönde etkilenmektedir. Erken pandemi süreci olarak isimlendirdiğimiz, pandemi döneminin yaklaşık olarak ilk üç ayını kapsayan süreçte, acil servislere başvuran hastaların analizi pandemi sürecinin oluşturduğu erken dönem etkilerin belirlenip en etkin acil tıp işleyiş planlamalarının yapılarak kalitenin arttırılması açısından büyük önem taşır. Bu çalışmanın amacı, ülkemizde ilk vakanın görüldüğü tarihten, normalleşme sürecinin başladığı ilk güne kadarki süreçte acil servise başvuran hastaları analiz edilerek, alınan farklı kısıtlama kararlarının acil hasta karakteristiği ve demografik verileri üzerine etkilerini araştırmak ve benzer süreçlerin yaşanması durumunda yapılması gereken hazırlık ve planlamalar konusunda yol gösterici bilgiler elde etmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 11.03.2020 ile 01.06.2020 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisine başvuran hastalar üzerinde retrospektif olarak yapıldı. Bu dönem içerisinde pandemi ile ilgili alınan kritik kısıtlama kararlarına ait tarihler belirlenerek, hastalar başvuru zamanlarına göre dört farklı döneme ayrıldı. Dönem-I: 11 Mart – 21 Mart tarihleri arası, Dönem-II: 21 Mart – 3 Nisan tarihleri arası, Dönem-III: 3 Nisan – 4 Mayıs tarihleri arası ve Dönem-IV: 4 Mayıs – 1 Haziran arası dönemleri kapsıyordu. Tüm hastaların yaş, cinsiyet, hastaneye başvuru şekilleri, triaj kategorileri, travma özellikleri, konsültasyon istenen birimler, tanı dağılımları ve hastaneye yatırılma veya taburculuk bilgileri kaydedildi. Triaj kategorileri Kanada Triaj kurallarına göre 5 farklı kategoride sınıflandırıldı. Elde edilen veriler SPSS 22.0 programı ile değerlendirildi ve p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışma süresi içinde acil servise 6507 hastanın başvurduğu saptandı. Dönem-I, n=1111; Dönem-II, n=723; Dönem-III, n=2231 ve Dönem-IV, n=2442 hastadan oluşuyordu. Tüm hastaların yaş ortalaması 42.0±21.58 (aralık: 1-108)/ yıl idi. Dönem-I'in yaş ortalaması diğer dönemlere göre anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.001). Cinsiyet bakımından dönemler arası farklılık saptanmadı. Hasta başvuru sayısı 78.39±28.46 /gün iken, bunların %8.4'ü ambulansla, %91.6'sı ise ayaktan başvurmuştu. Dönem-IV'teki hastaların Ambulansla hastaneye başvuru oranı diğer dönemlerden anlamlı olarak daha fazlaydı (sırasıyla p<0.001; <0.001; 0.001). Dönem-I'de Triyaj-5 kategorisindeki hasta sayısı diğer dönemlerden anlamlı olarak daha fazlaydı (sırasıyla p=0.043; <0.001; <0.001). Tüm hastaların %14.9'unu ise Enfeksiyon hastalıkları acilleri oluşturmakta iken, %17.3'ünü travma hastaları oluşturuyordu. En fazla travma hastası Dönem-IV'te (%19.1), en az Dönem-II'de (%12.6) idi. Travma hastalarının %36.7'sini basit travmalar oluşturmakta iken, bunu sırasıyla düşmeler (%31.5) ve kesici-delici alet yaralanmaları (%17.6) takip ediyordu. Dönem-III ve 4'te kesici-delici alet yaralanması, darp ve ateşli silah yaralanması oranındaki artış dikkat çekiciydi. Tüm hastaların %85.2'si taburcu edilirken, %14.8'i ise yatırılarak tedavi edildi. Dönem-I'de yatırılarak tedavi edilen hastaların oranı, diğer dönemlere göre anlamlı olarak daha düşüktü (sırasıyla p<0.001; <0.001; <0.001). Günlük ortalama konsültasyon sayısı en fazla Kadın hastalıkları ve Doğum kliniğinde (%16.6) iken, bunu sırasıyla Dahiliye (%14.2) ve Kardiyoloji (%10.6) takip ediyordu. Dönem-III (%37.6) ve Dönem-IV (%39.0)'te günlük ortalama konsültasyon sayısı daha yüksekti. Günlük ortalama yatış sayısı en fazla Dahiliye kliniğine (%24.5) iken, bunu sırasıyla Kadın hastalıkları ve Doğum (%15.0) ve Kardiyoloji (%11.2) takip ediyordu. Sonuçlar: Pandemi süreci ilerledikçe ambulansla yapılan başvuruların oranının artmış, travma olgularını karakteristiği değişmişti. Gebe hastaların (Doğum eylemi ve diğer gebeliğe ait patolojiler) hastaneye başvurusu pandemide dahi devam etmişti. Kardiyak şikayetlerle başvuran hastaların yönetimi sadece alınan kısıtlama karalarıyla değil, aynı zamanda ilgili derneklerin kararlarından da etkilenmektedir. Anahtar Kelimeler: Acil servis, COVID-19, PandemiÖğe Künt göğüs travması ve hemorajik şok modelinde hipoterminin etkisi(Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Ülger, Hüseyin; Deniz, TurgutAmaç: Çalışmamızın amacı künt göğüs travması uygulanan ratlarda volüm kontrollü hemoraji ile birlikte uygulanacak olan hipoterminin bakteriyel translokasyon, eritrosit deformabilitesi ve akciğer dokusundamalondialdehit (MDA)ve nitrik oksit (NO) düzeyi üzerine olan etkisinin araştırılmasıdır.Gereç ve Yöntem: Çalışmamız herbiri 10rattan oluşan 6 grupta yapıldı. Gruplar künttoraks travması uygulanan grup(Grup T) ,hemoraji oluşturulan grup(Grup H), travma ve hemorajinin birlikteliğinde normotermik grup (Grup NT),yine travma ve hemorajinin birlikteliğinde hafif hipotermik grup(Grup HH) ve orta derecede hipoterminin oluşturulduğu grup(Grup OH) ve kontrol grubu(Grup K) şekliyle oluşturuldu. Sodyum pentobarbital (50 mg/kg, intraperitoneal) anestezisi uygulandı. Torakstravması 2.45 Jluk orta kinetik enerji seviyesinde oluşturuldu. Üç fazlı hemorajik şok modeliyle evre 3 hemorajik şok meydana getirildi. 24 saat sonra yaşayan farelerin nörolojik defisit skorları kayıt edildi.Sakrifiye edilen ratlardan alınan kan örneklerinde eritrosit deformabilitesi, karaciğer, dalak, mezenter lenf nodları alınarak bakteriyel translokasyon gelişimi ve akciğer dokusu alınıp -80º muhafaza edilerek NO ve MDA düzeyleri ölçüldü.Bulgular: Nörolojik defisit skoru hafif hipotermik grupta daha düşük saptandı. Grup HH ve OH deki eritrosit deformabilite değerleri Grup NT'den daha düşük değerlerde saptandı(p<0.05). Grup HH ve OH arasında farklılık saptanmadı. Bakteriyaltranslokasyon grup NT de diğer tüm gruplardan daha fazla saptandı (p<0.05). NO düzeyi Grup H de kontrol grubuna göre yüksek bulundu(p<0,05). MDA düzeyi grup OH de grup HH ye göre düşüktü(p<0,05).Sonuç:Hipotermininoksidatif stresi azaltarak eritrosit deformobilitesi ve bakteriyel translokasyon üzerine koruyucu etkileri ortaya konmuştur.Terapotikhipoterminin eritrosit deformabilitesi üzerine koruyucu etkisi NO ve/veya MDA'yı azaltarak sağladığı tesbit edilmiştir.Eritrosit deformabilitesi ve bakteriyel translokasyonolusumunda hafif ve orta derecede hipotermi arasında farklılık saptanmamıştır.Anahtar kelimeler: İki darbe hemorajik şok, hipotermi, eritrosit deformabilitesi, bakteriyel translokasyonÖğe Acil servisteki kardiyopulmoner arrest olgularının değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2011) Yılmaz, Hıdır; Deniz, TurgutGiriş ve Amaç: Kardiyak arrestte başarılı resüsitasyon yaşam zinciri ile temsil edilen entegre koordineli eylemleri gerektirir. Erken kardiyopulmoner resüsitasyon(KPR) hayatta kalımı önemli bir şekilde etkilemektedir. Çalışmamızın amacı Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı'nda kardiyopulmoner arrest(KPA) ile ilgili ilk verileri elde etmek ve sonuçlarımızı genel kabul görmüş istatistiksel verilerle karşılaştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisi'ne 01.01.2006 ? 31.12.2010 tarihleri arasında başvuran kardiyak arrest olguları (intrauterin eksituslar hariç) çalışmaya dahil edildi. Acil serviste tutulan hasta kayıt dosyaları geriye dönük incelenerek, hastaların yaş, cinsiyet, olası arrest nedenleri, komorbid hastalıkları, geliş saatleri, arrest süreleri, TYD uygulanıp uygulanmadığı, KPR süresi, ilk arrest ritimleri, ROSC ve taburculuk oranları retrospektif olarak araştırıldı.Bulgular: Acil servise başvuran 108 vaka çalışmaya alındı. Olguların 66'sı hastane dışı, 42'si ise hastane içi kardiyopulmoner arrestti. Taburculuk açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir fark bulunamadı. 16 yaş altı arrestlerde olası arrest nedeni en sık %61.9 ile akut solunum yetmezliği, 16 yaş üstü olgularda ise en sık %36.8 ile akut koroner sendromlardı. Acil servise başvuru saatleri ile taburculuk arasında anlamlı bir farklılık yoktu. En sık ilk arrest ritmi %60.2 asistoli idi. Hastane dışı KPA'lerle hastane içi KPA'lerde ilk arrest ritimleri karşılaştırıldığında asistolide anlamlı bir farklılık mevcuttu. Spontan dolaşımın geri döndüğü(ROSC) olgulardaki ilk arrest ritimlerinden VF / nabızsız VT ile Asistoli / NEA arasında anlamlı bir fark vardı. Asistoli ile kıyaslandığında VF / nabızsız VT'de taburculukta anlamlı bir farklılık vardı. Olguların %49.07'si acil serviste, %33.33'ü yattığı bölümde eksitus oldu. %17.59 hasta ise taburcu edildi. Taburculuk oranları açısından değerlendirildiğinde hastane dışı arrestlerle hastane içi arrestler arasında anlamlı bir farklılık mevcuttu.Sonuç: Hastane içi arrestlerde taburculuk oranları hastane dışı arrestlerden yüksek bulundu. Erişkin hastalarda ilk arrest ritmi en sık asistoli olarak saptandı. Ancak asistoli ile kıyaslandığında VF / nabızsız VT'de taburculuk daha yüksek saptandı. İlk arrest ritmi asistoli olan çocuklarda erişkinlerden daha yüksek bir sağkalım vardı. Tüm yaş gruplarında olası arrest nedenleri en sık kardiyak dışı nedenler olduğu tespit edildi.Anahtar kelimeler: Acil servis, kardiyak arrest, kardiyopulmoner resüsitasyon, sağkalımÖğe Türkiye'de yapılmış acil tıp uzmanlık tezlerinin değerlendirilmesi ve bilimsel literatüre katkıları(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Köksal, Mustafa; Eroğlu, OğuzGiriş ve Amaç: Ülkemizde toplam Acil Tıp Uzmanlık (ATU) eğitimi 86 Ana Bilim Dalı ve Klinikte verilmektedir. Verilerin değerlendirildiği Ocak 2015 tarihine kadar 1144 hekim ATU olmuştur. Türkiye'de yapılan ATU tezlerinin genel karakteristikleri, demografik özellikleri, yayınlanma durumları ve ilişkili etkenler analiz edilmiştir. Gereç ve Yöntem: Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı Ulusal Tez Merkezinden ve Eğitim Araştırma Hastanesi (EAH) arşivinden elde edilen, 2015 Ocak ayına kadar yapılmış acil tıp uzmanlık tezlerinin başlıkları, özeti ve içeriği incelendi. Tezlerin yayınlanma durumu, tez yazarının ve/veya tezin ismiyle Google Akademik, TR Dizin, PubMed, Web of Science'de arama yapılarak tespit edildi. Tezlerin konu başlıkları, araştırma yöntemleri, danışman öğretim görevlileri, seçilen hasta ve/veya hastalık grupları, yayınlanma durumu ve bilimsel literatüre katkıları değerlendirildi. Elde edilen veriler SPSS for Windows 21.0 istatistik programı ve Microsoft Office Excel 2007 programı kullanılarak analiz edildi. Bulgular: Çalışma kapsamındaki 782 ATU tezinin %85'i Devlet Üniversitelerinde, %10.7'si EAH'de, %3.3'ü Gülhane Askeri Tıp Akademisinde (GATA), %1'i Özel Üniversitelerde yapılmıştı. Tezlerin %44'üne doçent, %35'ine yardımcı doçent, %17'sine profesörler danışmanlık etmişti. Tez danışmanlarının %75'i ATU iken, %25'i diğer uzmanlık alanlarında görevliydi. Konusuna göre tez dağılımı incelendiğinde ilk sırada Kardiyovasküler Sistem Acilleri (%14.2) ve ikinci sırada Travma (%13.2) yer almaktaydı. Yapılan tezlerin %76'sı prospektif, %24'ü retrospektif olarak planlanmış; %50'sinde gözlemsel, %28'inde metodolojik, %22'sinde deneysel araştırma yöntemi kullanılmıştı. Üniversite, EAH ve GATA tezleri karşılaştırıldığında prospektif ile retrospektif tez çalışmalarının sayısı arasında istatiksel anlamlı farklılık saptanmamış (p=0.23); EAH'de daha çok gözlemsel, GATA'da ise daha çok deneysel araştırma yöntemleri kullanılmıştı (p<0.05). v İncelenen tezlerin %37'si makale olarak yayınlanmış, tüm tezlerin %18'i, makale olarak yayınlananların ise %48.6'sı SCI'de dizinlenmişti. Yayınlanmış tezlerin %98'i Google Akademik'te dizinlenmişti. Üniversite, EAH ve GATA'da yapılmış tezlerin yayınlanma oranları arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmış olup, en çok üniversitelerde (%38.8) yapılan tezler yayın haline getirilmişti. Ancak SCI'de dizinlenme oranına bakıldığında, en çok GATA'da (%86) yapılan tezlerin SCI dergilerde dizinlendiği saptanmıştır (p<0.05). Profesör ve yardımcı doçentlerin danışmanlık yaptığı tezlerin (sırasıyla %42;%40) daha fazla yayın olduğu tespit edildi (p=0.745). ATU'nın danışmanlığını yürüttüğü tezlerde yayınlanma oranı %32.9 iken, ATU dışındaki bilim dallarındaki uzmanların danışmanlığını yürüttüğü tezlerde yayınlanma oranı %47.4'dü (p<0.05). Prospektif planlanan tezlerin genel yayınlanma oranları (%38.9) ve SCI dergilerde yayınlanma oranları (%52.2) yüksek bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Prospektif planlanan, iyi dizayn edilmiş, profesör danışmanlığında, üniversitelerde yürütülen çalışmaların yayınlanma oranının daha yüksek olduğu saptandı. ATU tezlerinin yayınlandığı dergiler incelendiğinde genel yayınlanma oranının en yüksek olduğu ilk iki dergi TJEM ve JAEM iken, SCI dergilerde yayınlanma oranı en yüksek iki dergi ise TJTES ve AJEM'di. Genel ve SCI dergilerde yayınlanma oranı, Türkiye ortalamasına göre yüksek olup, uluslararası literatüre bakıldığında başarılı kabul edilebilir.Öğe Künt toraks travmalı olgularda travma şiddeti ile skapula kırığı ilişkisinin araştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Kaya, Hatice Algan; Deniz, TurgutAmaç: Toraks travma olgularında fizik muayene ve röntgenografide skapular yaralanmanın düşünülmediği olgularda tomografilerde skapular kırık saptanabilmektedir. Bu çalışmanın amacı toraks travmalı olguların demografik özellikleri, skapular kırığıyla birlikteliği durumunda oluşabilen farklılıkların ve eşlik eden yaralanma ilişkisindeki değişim oranlarının belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışma 2010-2014 arasında acil servise künt toraks travması nedeniyle başvuran hastaların kayıt sistemleri analiz edilerek yapıldı. Tüm toraks travmalı olgular skapula kırığı olan ve kontrol grupları olarak sınıflandırıldı. Olguların yaş, cinsiyet, travma mekanizması, travma tipleri, fizik muayene bulguları ve travma skorları değerlendirildi. Elde edilen veriler % 95'lik güven aralığında, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi. Bulgular: Başvuran toplam 2059 toraks travmalı hastanın 77(%3,7)'sinde skapula kırığı saptanmışken (grup 1) 1982 olguda (%96,3) ise skapula kırığı saptanmadı(grup 2). İki grup arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiki farklılık saptanmadı. ISS (Injury Severity Score) grup 1 de yüksek saptandı. [Grup 1: 18,80±13,22, Grup 2: 6.29 ± 8.49; p<0,001]. ISS skoru?9 olanlarda skapula kırık insidansı %11,25 olarak saptandı. Grup 1'de ISS skoru <15 olan olgu sayısı 47 (%61,03) olarak saptandı. Eşlik eden yaralanmalar açısından grup 1'de en sık kot kırığı gözlemlendi(%44,15). Travma tipleri gruplarda değerlendirildiğinde grup 1 de izole toraks travmalı olgu saptanmamışken en sık multitravmalı baş ve fasial yaralanmaların eşlik ettiği saptandı (%36,36). Grup 1'de olguların %90,9'unda tomografik görüntüleme yapılmıştı. Kırık olgularından %97,4'ünde konservatif tedavi yeterli olmuştu. Sonuç: Düşük injüri şiddetine sahip torakal travmalarda ileri deplasman göstermeyen skapular kırıklar saptanabilir. Bu kırıklara konservatif yöntemlerle tedavi yeterli olur. Torakal travmalarda literatürdeki değerlerden düşük saptanmış olsada en sık birliktelik halen kot kırığı ile mevcuttur. Çalışmamız yüksek tomografik görüntüleme oranıyla künt toraks travmasında skapula kırıklarının gerçek insidansı ve daha gerçekçi eşlik eden ikincil yaralanmalarla birliktelik ilişkilerini ortaya koyması açısından önemlidir.Öğe Acil servise başvuran geriatrik hastalarda sepsis sıklığının araştırılması(Kırıkkale Üniversitesi, 2016) Açıksöz, Ülkü; Coşkun, FigenÖZET Amaç: Çalışmamızda; yaşlı hastalardaki sepsis sıklığını, sepsise neden olabilecek predispozan faktörleri ve moratlite oranları değerlendirerek literatüre katkıda bulunmayı amaçladık. Materyal ve metod: Çalışma 01.07.2015 - 01.09.2015 tarihleri arasındaKırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi AS'sine başvuran 65 yaş üstü350 hasta ile retrosprekti gerçekleştirildi. Çalışmada sarı ve kırmızı alana kabul edilen 65 yaş üstü hastalar değerlendirmeye alındı. Hastaların sepsis oranları, sosyodemografik özellikleri, geliş şekli, başvuru şikayeti, fizik muayene bulguları, labaratuvar parametreleri, organ yetmezliği gelişme durumları, kültür ve radyolojik tetkik yapma gereksinimi, konsültasyon, yatış ve mortalite durumları incelendi. Gruplar arasında kıyaslama yapıldı. Veriler SPSS Windows 18 versiyonunda analiz edildi. Verilerin analizinde Mann whitney U, ki-kare ve Fisher kesin ki-kare testleriyle yapıldı. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul dildi. Bulgular: Çalışmaya almış olduğumuz 350 hastanın 22'sine (%6.3) sepsis tanısı kondu. Sepsis olan hastaların yaşları anlamlı olarak daha yüksek iken (p<0.05), cinsiyet açısından gruplar arasında farklılık saptanmadı (p>0.05). Sepsisli hastalar eğitim düzeyleri düşük, daha fazla immobil ve dışa bağımlıydı (p<0.05). sepsisli hastalardaki komorbid hastalık ve ilaç kullanma sıklığı fazlaydı (p<0.05).Hastaların son 1 ay içerisinde başka merkeze başvurması ve başvuru yapılan bölüm açısından gruplar arasında fark yokken (p>0.05), sepsisli hastaların daha sık aynı şikâyet ile başvurduğu ve daha fazla oranda yatırıldığı saptandı. Son 1 ay içerişinde solunum yolu enfeksiyonu sıklığı ve antibiyotik kullanımı sepsisli hastalarda fazlaydı. Sepsisli hastaların üriner kateterizasyon işlemi anlamlı olarak yüksek iken, sepsis olmayan hastaların kardiyak kateterizasyon işlemi anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Cerrahi girişim ve sepsis arasında anlamlı ilişki yoktu (p>0,05). Sepsisli hastaların genel durum bozukluğu ve enfeksiyona bağlı yakınmaları anlamlı olarak yüksek olup, solunum sistemi bulguları ön plandaydı (p<0.05).Sepsisli hastalarda saptanan taşikardi, takipne, şok İndeksi, hipotansiyon, dirençli hipotansiyon sıklığı, WBC'leri yüksekti (p<0.05). Sepsisli hastalarda sıklıkla respiravutar ve üriner sistemde enfeksiyon odakları saptandı (p<0.05).Sepsisli hastalarda kan tetkikleri bozulan hasta sayısı organ yetmezliği gelişme oranı anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Sepsisli hastalardan istenen tetkik, istenilen konsültasyon, yapılan CPR ve verilen tedavi oranı anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Sepsisli hastaların AS'de kalış süresi ve hastanede toplam kalış süresi uzun olarak saptanırken, servis ve yoğun bakımda kalış süresinin sepsis ile ilişkili olmadığı saptandı (p<0.05). Sepsisli hastaların yoğunbakıma yatış ve exitus oranı anlamlı olarak yüksekti (p<0.05). Sonuç olarak, sepsisli yaşlı hastalar birçok açıdan sepsis dışı hastalardan daha kötü bir kliniğe ve prognoza sahiptir. Anahtar kelimeler: Sepsis, geriatrik hasta, acil servisÖğe Akut iskemik inme hastalarında sTWEAK proteini yüksekliği ile diffüzyon magnetik görüntülemede (DWI) saptanan iskemik alan volümünün korelasyonu ve prognostik değerliliği(Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Cömertpay, Ertan; Çoşkun, FigenÇalışmamızda akut iskemik inmeli hastalarda sTWEAK düzeyleri ile DWI'da ölçülen lezyon alanı arasında ilişki değerlendirildi. Kırkbir akut iskemik strok hastası ve 41 kontrol çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, kronik hastalıklar, acil servise başvuru zamanları, acil servis muayeneleri, GKS'laları ve 7 günlük prognostik durumları değerlendirildi. Hastaların 32'sinin (%78) inme ile ilgili şikayeti ilk 3 saat içinde, 6'sının (%14.7) 4-6 saat arasında ve 3'ünün de (%7.3) 7-12 saat arasında başlamıştı. Şikayetlerin başlama zamanı ile yaş, düzenli ilaç kullanma durumu, kullanılan ilaçlar, acil servisteki değerlendirme bulguları, bulgu sayısı ve GKS açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Hastaların acil değerlendirmesi sırasında tespit edilen bulgu sayıları ile GKS ve MRI'da ölçülen iskemik alan hacimleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (sırasıyla p=0.001; p=0.022). Hastalardan ilk 7 gün içinde exitus (%19.5) olanlarla yaşayanlar arasında BUN, kreatinin ve MRI'da ölçülen iskemik alan hacmi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (sırasıyla p=0.011; p=0.029; p=0.004). İnme hastalarının DWI'da ölçülen iskemik alan hacmi ile GKS arasında negatifyönde, güçlü düzeyde (r= -0.61), BUN (r=0.40) ve kreatinin (r=0.36) arasında pozitif yönde, orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p<0.05). Çalışmamıza dahil edilen inme hastaları ile sağlıklı kontroller arasında sTWEAKdüzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.001). İnme hastalarının sTWEAK düzeyleri sağlıklı kontrollerden anlamlı olarak yüksekti [AUC:0.86 (0.77-0.94); p<0.001] ve cut-off değeri 995.5pg/ml olarak belirlendi. sTWEAK için belirlenen 995.5pg/ml cut-off değerinin sensitivitesi %80.5, spesifisitesi %82.5, pozitif prediktif değeri %82.5 ve negatif prediktif değeri %80.5 olarak hesaplandı. Sonuç olarak sTWEAK akut inme tanısında değerli bir belirteçtir ancak erken dönem prognoz tahmininde anlamlı bulunmamıştır.Öğe Acil serviste nörolojik muayenesi normal olan baş ağrılı hastalarda beyin tomografisi etkinliğinin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Yılmaz, Barış; Deniz, TurgutGiriş ve Amaç: Acil servise başvuran hastaların şikâyeti sıklıkla baş ağrısıdır ve baş ağrısı bazen ciddi ve ölümcül durumlarla eşlik eder. Baş ağrısı olan bazı hastalar bilgisayarlı tomografi, lumbar ponksiyon ile değerlendirilmelidir fakat onlar yan etkiler ve risklere sahiptir. Bu nedenle baş ağrısı olan ve anormal fizik muayeneye sahip olmayan hastaların hangisine nörogörüntüleme yapılması gerekip gerekmediği tartışmalıdır. Çalışmamızın amacı böyle hastalar içinde nörogörüntüleme gereken önemli klinik bulguları ve riskleri belirlemekti. Gereç ve Yöntem: Acil servisimize 2014-2016 tarihleri arasında baş ağrısı nedeniyle başvuran nörolojik defisiti olmayan ve tomografi çekimi yapılan olguların dosya ve hasta kayıt sistemindeki bilgileri geriye dönük incelendi. Tomografi sonuçları üçlü ciddiyet gruplama sistemi (Grup 1: Normal; Grup 2: Acil klinik önem arz eden tomografik bulgular; Grup 3: Normal olmayan ancak acil klinik önem arz etmeyen tomografik bulgular) ile sınıflandırıldı. Hastaların yaş, cinsiyet, ağrı karakteri, eşlik eden semptomları kaydedildi. Son olarak, elde edilen veriler analiz edildi. Bulgular: 1388 olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların yaş ortalaması 44.02±18.58; %56.6'sı kadındı. Grup 1 %50.4 (n=699), Grup 2 %2.3 (n=32) ve Grup 3 olgu oranları da %47.3 (n=657)'tü. En sık tanı Grup 2'de %34.4 (n=11) oranla subaraknoid kanama, Grup 3'te %47.3 (n=311) oranla sinüzitti. Erkek cinsiyetin daha baskın olduğu Grup 2 de yaş ortalaması grup 1'den yüksekti (p=0.014). Farklı karakterde olarak ifade edilen ağrı oranı grup 2'de diğer gruplardan daha yüksek oranda (%56.4) saptandı (p<0.05). Eşlik eden semptomlar değerlendirildiğinde kusma, grup 2 de hem grup 1 hem de grup 3'ten anlamlı derecede daha yüksekti. Sonuç: Acil servis başvurusunda 50 yaş civarında, erkek cinsiyet, farklı karakterde olarak nitelenen ve kusmanın eşlik ettiği olgularda daha dikkatli olunması ve nörogörüntüleme lehine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: baş ağrısı, nörogörüntüleme, acil, normal nörolojik muayeneÖğe Acil servise başvuran geriatri hastalarında uygunsuz ilaç kullanımı ve başvuru şikâyetleri ile uygunsuz ilaç kullanımı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi(Kırıkkale Üniversitesi, 2017) Baltacıoğlu, Hüseyin; Eroğlu, OğuzAcil servise başvuran geriatri hastalarında uygunsuz ilaç kullanımı ve başvuru şikâyetleri ile uygunsuz ilaç kullanımı arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi Amaç: Acil servise başvuran 65 yaş ve üzeri hastaların kullandıkları ilaçları incelemek, bu ilaçlar arasında kullanımı uygunsuz olan veya hayati tehlike yaratan ilaç kombinasyonlarını ve ilaç etkileşimlerini tespit etmek, başvuru şikâyetleri ile kullanılan ilaçlar arasındaki ilişkiyi araştırmak amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma 01.03.2017-30.08.2017 tarihleri arasında Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil servisine başvuran 65 yaş ve üzerindeki, en az 2 ilaç kullanan 300 hasta ile prospektif olarak gerçekleştirildi. Hastaların demografik özellikleri, başvuru şikâyetleri, kullandıkları ilaçların isim, sayı, doz, etki ve yan etkileri ve bu ilaçlar arasındaki etkileşimler incelendi. Bulgular: Çalışmamızdaki hastaların %94.6'sında (n=284) tehlikeli ilaç kombinasyonu (TİK) olduğu; %24.3'ünün (n=73) ilaç etkileşimine bağlı şikâyetler nedeniyle acil servise başvurduğu tespit edildi. Hastaların yaş ortalaması 72.2±6.7 yıl olup, %54'ü kadın cinsiyetteydi. TİK saptanan hastalarda yaş ortalaması (72.4±6.7 yıl), saptanmayanlara (68.3±5.5 yıl) oranla daha yüksekti (p=0.016). Cinsiyet, sigara ve alkol kullanımı ile TİK varlığı veya ilaç etkileşimine bağlı başvuru şikâyeti arasında ilişki saptanmadı. Komorbid hastalıklarla TİK arasında ilişki saptanmazken, ilaç etkileşimine bağlı başvuru şikâyetleri ile Koroner Arter Hastalığı arasında ilişki olduğu saptandı (p=0.044). Acil servise başvuru şikâyetleri ile TİK arasında ilişki saptanmazken; nefes darlığı, bulantı/kusma ve kanama şikâyetleriyle ilaç etkileşimi arasında ilişki saptandı (sırasıyla p<0.001; 0.02; <0.001). TİK varlığıyla antihipertansif ilaç grubu arasında ilişki saptanırken (p<0.001), başvuru şikâyetleri ile herhangi bir ilaç grubu arasında ilişki saptanmadı. TİK olan ve olmayan hastalar arasında, ortalama ilaç sayısı bakımından farklılık tespit edildi (p=0.040). Acil servise başvuru sıklığı TİK olanlarda ve ilaç etkileşimi saptananlarda daha fazlaydı (sırasıyla, p<0.001;0.045). Başvuru sıklığı ile kullanılan ilaç sayısı arasında pozitif yönlü korelasyon saptandı (p <0.001). Sonuç: Yaşlı hastalarda çoklu ilaç kullanımı ve TİK varlığı sık görülmektedir. Bu durum, özellikle koroner arter hastalığı ve hipertansiyon gibi kardiovasküler sistemle ilgili hastalıklarının tedavisinde kullanılan ilaçlarda daha da fazladır. Çoklu ilaç kullanımı yaşla birlikte artar ve bu hastalarda ilaç etkileşimine bağlı acil servise başvuru sıklığı daha fazladır. Yaşlı hastalarda ilaç seçimi yaparken, hastanın fizyodinamisini ve kullandığı tüm ilaçlar göz önünde bulundurmalıdır. Anahtar kelimeler: Acil servis; Çoklu ilaç kullanımı; Geriatri hastası; Tehlikeli ilaç kombinasyonu